Ana Sayfa Blog Sayfa 5280

Eskişehir’de nefret suçlarına karşı basın açıklaması

MorEl Eskişehir LGBTT Oluşumu, üyeleri olan transeksüel bir kadının, kendi evinde saldırıya ve tecavüze uğradığını söylüyor. MorEL’e göre şu an bu kişi ölümle tehdit edilmekte ve can güvenliği bulunmamakta.

MorEl, bu olaydan yola çıkarak, trans kadınlara sistematik olarak uygulanan psikolojik ve fiziksel şiddete dur demek için yapılacak basın açıklamasına insan haklarına duyarlı herkesi davet ediyor.

Tarih: 14.02.2011 – Pazartesi

Saat: 13:00

Yer: Eskişehir Adalar Migros Önü

E-posta : [email protected]

Web : http://moreleskisehir.blogspot.com/

(Yeşil Gazete)

Cadının Bohçası Kadıköy’de

Bir travestinin ezberinizi bozmasına izin verecek kadar cesur musunuz? Esmeray bu sorunun yanıtını izleyicileri ile birlikte arıyor.

Kadınlık, erkeklik, transeksüel yaşam, Doğu‘dan İstanbul’a bir yolculuk hikâyesi, kadınlar, erkekler, “lobunyalar”, sokaklar, barlar, politikler, a-politikler, bir de anti-politikler. Cinselliğin arka sokakları, erkeklerin kadınlara göstermedikleri yüzleri, kadınların aynada fark etmedikleri ölçüleri, kadınların erkeklerden, erkeklerin kadınlardan sakladıkları ve daha fazlası. Oyun, Esmeray’ın özgün doğaçlama interaktif performansları ile her defasında farklı tatlar bırakıyor.

Cadının Bohçası 14 Şubat Pazartesi saat 21’de Kadıköy Kadife Sokak’ta Kılçık Kafe’de. Biletler 15 TL, rezervasyon için de 0538 986 73 73 no.lu telefondan iletişime geçebilirsiniz.

(Yeşil Gazete)

Ermenice dersleri başladı

Ermeni Kültürü ve Dayanışma Derneği’nde Ermenice dersleri başladı.

Talar Şilelyan eğitmenliğinde yürütülecek ve toplamda 3 aylık bir sürece yayılacak olan ilk kur ‘Ermeniceye Giriş’ niteliğindedir. Genel olarak Ermenice harf ve kelime bilgisi, temel okuma ve yazma gibi konuların öğretimini amaçlamaktadır.

12 Şubat tarihinde başlayacak olan dersler, her hafta cumartesi günü 14:00-16:00 saatleri arasında Ermeni Kültürü ve Dayanışma Derneği’nde yapılacaktır.

Kursun bitiş tarihi 14 Mayıs.

İnternet Sitesi: http://www.ermenikultur.org

(Yeşil Gazete)

Başbakan korumalarından sokakta sorgulama

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Adapazarı’na gelişinde yoğun güvenlik önlemi alındı. Başbakanlık korumak için gelen Özel Harekat polisleri şüphelendikleri Sakarya Elektrik Dağıtım A.Ş.’de görevli 3 kişilik arıza ekibini cadde ortasında yere yatırıp sorguladı.

Başbakan Erdoğan’ın, Sakarya Valiliği’nde bulunduğu sırada Sakarya Elektrik Dağıtım A.Ş.’ye dışarıdan hizmet alımı ile görev yapan arıza ekibinin üzerinde SEDAŞ amblemi bulunan hizmet aracının Hükümet Konağı çevresinde dolaştığını gören Özel Harekat ekibindeki polisler, aracı durdurdu. Polisler araçtan indirdiği 3 kişiye yere yatırıp sorguladı. Yaklaşık 15 dakika boyunca kaldırımda yüzüstü tutulan SEDAŞ çalışanları kimlik sorgulamaları ve üst aramaları sonrasında serbest bırakıldı.

SEDAŞ ekibinin Başbakan Erdoğan’ın Sakarya programın sırasında meydana gelebilecek arızalara müdahale için görevlendirildikleri belirlendi. (Milliyet)

Karadeniz İsyandadır: HES’ler işçileri de öldürüyor

Karadeniz İsyandadır Platformu (KİP) Beyoğlu Galatasaray Meydanı’nda hidroelektrik elektrik santral şantiyelerinde yaşanılan işçi ölümleri ile ilgili bir basın açıklaması yaptı. KİP, ölümlerle ilgili bir rapor da paylaştı. Eyleme Cumartesi Anneleri de katıldı.

Paylaşılan rapor, basında yer alan haberlerden derlenmiş bir medya taramasını içeriyor. Tarama 2006 ile 2011 yılları arasını kapsıyor. Rapora göre HES’ler sadece kısa, orta ve uzun vadeli ekolojik zararlar üretmiyor; ayrıca -tersanelerdeki gibi- işyeri güvenliği ve işçi sağlığı ile ilgili yaşamsal sorunlar da yaratıyor. KİP, ölümlerin münferit vakalar olmadığını, yapısal ve sistematik hatalardan kaynaklandığını söylüyor.

KİP’in eylemlerine, basın açıklamalarına ve gündemine www.karadenizisyandadir.org adresinden erişilebilir.

(Yeşil Gazete)

Mübarek gitti, halk evine dönmüyor

Mısır’da Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in görevlerini dün güvenlik konseyine devretmesinin ardından başkent Kahire’nin Tahrir Meydanı’nda sabah saatlerine kadar kutlama yapan protestocular, şimdi de Mübarek’in yargılanması için gösterilerine devam ediyor.

Tahrir Meydanı’nı dolduran binlerce gösterici, “Mübarek yargılanmadan eve dönmek yok” ve “Hemen demokrasi istiyoruz” sloganları atıyor.

Muhammed Seyyid adlı bir gösterici, “Bizim için şimdi zor bir süreç başladı. Demokrasi istiyoruz, güçlü bir eğitim sistemi istiyoruz. Ama en önemlisi Mübarek’in yargılanmasını istiyoruz. Mübarek yargılanmadan eve dönmeyeceğiz” dedi.

18 gün süren olayların yaralarının da sarılmasına çalışılıyor. Gönüllü öğrenciler, başkent Kahire’nin genelinde temizlik kampanyası başlattı ve sokaklardaki çöpleri topladı. Kahire Valiliğine bağlı iş makineleri de ordu kontrolünde çalışarak, olaylar sırasında yakılan araçları topladı, yıkılan veya tahrip edilen bazı dükkan ve işyerlerini temizledi.

Öte yandan Mısır ordusu, Tahrir Meydanı’ndan parlamentoya giden cadde ile Arap Birliği genel merkez binasının bulunduğu cadde dışında zırhlı araç barikatlarının tamamını kaldırdı ve caddeler araç trafiğine açılmaya başladı.

Mısır’da şimdiki ve eski devlet yetkililerinin başsavcıdan ya da silahlı kuvvetlerden izin almadan seyahat etmesine yasak getirildiği bildirildi. Adının açıklanmasını istemeyen havaalanı yetkilileri, ellerinde eski yönetimden yetkililerin adlarının yer aldığı bir liste olduğunu söyledi. Yetkililer, enformasyon bakanının yola çıkmasını engellediklerini de belirtti. (Cumhuriyet)

“Balyoz”da tutuklama ve itiraz

Balyoz darbe planı davasında aralarında emekli generaller Çetin Doğan, İbrahim Fırtına ve Özden Örnek’in de bulunduğu 162 sanık hakkında tutuklama kararı çıktı.

Mahkeme heyeti duruşma salonunda bulunan Özden Örnek, İbrahim Fırtına, Engin Alan ve Süha Tanyeri’nin de bulunduğu 133 sanığın tutuklanmasına karar verdi.

Duruşma salonunda bulunmayan Çetin Doğan ve Ergün Saygun’un da aralarında bulunduğu 29 sanığın hakkında ise yakalama kararı verildi.

Silivri Cezaevi’nde görülen Balyoz davasının 13. duruşmasında 162 sanık için tutuklama kararı çıktı.

Savcı, 180 sanığın tutuklanmasını talep ederken, gerekçe olarak da Gölcük Donanma Komutanlığı’ndaki aramalardan dosyaya dahil edilen 43 klasördeki belgelerle ilgili delil durumu, kaçma ve delilleri karartma şüphesini gösterdi.

‘SALONDAN AYRILMAYIN’
Bunun üzerine mahkeme başkanı tamamı tutuksuz yargılanan sanıkların duruşma salonundan ayrılmaması uyarısında bulundu.

Mahkeme, duruşma salonunda aralarında Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek, Eski Hava Kuvvetleri Komutan Emekli Orgeneral İbrahim Fırtına ve emekli Tuğgeneral Süha Tanyeri’nin de bulunduğu 133 sanığın tutuklanmasına karar verdi.

Duruşmaya katılmayan, aralarında emekli Orgeneral Çetin Doğan ve emekli Orgeneral Ergin Saygun’un da bulunduğu 29 sanık hakkında ise yakalama kararı çıkartıldı.

Başka davadan tutuklu bulunan ve duruşmada olmayan Albay Dursun Çiçek’in yüzüne okunması kararlaştırıldı.

HARBİYE MARŞI’NI OKUDULAR
Kararın açıklanmasının ardından, mahkeme salonunda bulunan sanıklar bir ağızdan Harbiye Marşı’nı okudular. Bazı sanık yakınları ise karar üzerine fenalaştı.

Karara göre, muvazzaf askerler tutuklanarak Hasdal Askeri Cezaevi’ne sevk edilirken, emekli askerler ise Metris Cezaevi’nde karantinaya alınmalarının ardından pazartesi günü Silivri Cezaevi’ne gönderilecek.

”Balyoz Planı” davasının İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nce Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları Yerleşkesi’ndeki salonda görülen duruşmada, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına’nın avukatı Kazım Yiğit Akalın, Gölcük Donanma Komutanlığı’ndaki aramada bulunan ve 43 klasör halinde mahkemeye gönderilen belgelerin, yargılama aşaması başladıktan sonra bulunduğunun anlaşıldığını kaydetti.

Bundaki temel amacın davayı uzatmak ve bitmemesini sağlamak olduğunu belirten Akalın, ”Gölcük’te bulunan 43 klasör belge arasındaki ‘Balyoz Darbe Planı’ Reşat Polat adlı bir polis tarafından yazılmıştır. 1. klasörün içindeki Ergin Saygun klasöründen sonra ‘iddianame ve ekleri’ klasöründeki ‘Balyoz Harekat Planı’ word belgesinin üzerine gelip özelliklere tıklandığınızda 2 Aralık 2010 tarihinde Reşat Polat tarafından kaydedildiği görülüyor. Bu belge, dosyadaki dijital verilerin niye delil olamayacağını gösteriyor” diye konuştu.

Eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın avukatı Hüseyin Ersöz, Özgür-Der, Hukukçular Derneği ve Abdurrahman Dilipak ve diğerlerinin suçtan zarar gördükleri iddiasıyla katılma talebinde bulunduklarını hatırlatarak, bu derneklerin isimlerinin 11 nolu CD’de kapatılacak dernekler listesinde yer aldığını söyledi.

Söz konusu CD’de ayrıca Türk-İran İş Adamları Derneği’nin de yer aldığını ifade eden Ersöz, 11 nolu CD ile ilgili soruşturma sırasında bilirkişiler, emniyet ve TÜBİTAK’ın inceleme yaptığını ve bu raporlara göre, 11 nolu CD’nin 2003 yılında oluşturulduğu ve üzerinde başkaca bir değişiklik yapılmadığının anlaşıldığını kaydetti.

Ersöz, yaptıkları incelemeler sonucunda, Türk-İran İş Adamları Derneği’nin, 2005 yılında kurulduğunu tespit ettiklerini dile getirerek, ”2003 yılında hazırlanan ve üzerinde hiçbir değişiklik yapılmadığı bilirkişi raporlarıyla belirtilen CD’nin içinde 2005 yılında kurulan bir dernek nasıl oluyor da yer alıyor? Öyle ise bu delil hukuk dışı ve sahte belgedir. O zaman sahteliği ortada olan bu delil ile ilgili müdahillik talepleri de kabul edilemez” dedi.

Suçtan zarar gördüğünü söyleyen gazeteci-yazar Abdurrahman Dilipak’ın, kes, kopyala, yapıştır yöntemiyle oluşturulmuş ve içinde tarih çelişkileri olan belgelerle müdahillik talebinin kabul edilemeyeceğini ifade eden Ersöz, ”Bu davada mağdur olan, huzurda bulunan sanıklardır. Abdurrahman Dilipak, ÖZGÜR-DER ve Hukukçular Birliği, sanıkları mağdur etmişlerdir” dedi.

Ersöz, katılma taleplerinin 11 nolu CD’ye dayandırıldığını anlatarak, hukuki nitelikte delil olmayan CD’lerin gerekçe gösterilemeyeceğini kaydetti.

Duruşmada söz alan diğer bazı sanık avukatları da davaya müdahil olmak isteyenlerin ve bu talebi yerinde gören cumhuriyet savcısının bu yöndeki isteklerinin reddedilmesi gerektiğini bildirdi.

‘ASIL BİZ MAĞDURUZ’
Mahkeme Başkanı Ömer Diken, müdahillik talepleriyle ilgili olarak iddianame sırasına göre söz verdiği sanıklardan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, müdahillere ayrılan bölümü göstererek, ”Davaya katılmalarına kendileri de inansalardı burada olurlardı. Reddine…” dedi.

Eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına da olasılığın sonunun olmadığını, ihtimaliyatta her şeyin ihtimal dahilinde olduğunu belirterek, ”Böyle giderse suçtan zarar gördüğünü söyleyen herkes buraya gelir. 70 milyon da gelir. Siz de müdahil olabilirsiniz o zaman. Mahkemenin bu konuda doğru bir şekilde değerlendirme yapacağını umuyorum” şeklinde konuştu.

Eski MGK Genel Sekreteri emekli Orgeneral Şükrü Sarıışık, meslek hayatları boyunca toplum içerisinde ciddi bir yer aldıklarını belirterek, mahkeme salonunun şov yeri olmadığını, burada bugüne kadar oluşturulan ciddi havanın bu kişilerin katılması durumunda bozulacağını söyledi.

Emekli Tuğgeneral İzzet Ocak, ”burada bir mağdur varsa onların da buradaki 196 kişi ve ailesi ve dostları olduğunu” ifade etti.

Emekli Tuğgeneral Süha Tanyeri de, müdahillik taleplerinin reddedilmesi gerektiğini belirterek, ”Buraya gelip bildiri dağıtan kişiler mi mağdur, biz mi mağduruz? Onları mağdur etmiş olamayız. 2002-2003 yılları ile ilgili olarak suçlanıyoruz. Oysa mağdur olduklarını iddia edenlerin isimleri, 2005 yılına ait bir belgede geçiyor. Birileri mağdur etmiştir biz değil, gitsin onlardan hesap sorsunlar. Müdahil talebinde bulunanlar bizi mağdur etmiştir” şeklinde konuştu.

‘İLK MAĞDURLARDAN BİRİ BENİM’
Emekli Tuğgeneral Behzat Balta da asıl mağdurun kendileri olduğunu ifade ederek, ”İlk günden itibaren mağdur olanlardan biri benim” dedi.

Sağına soluna yaftalar yapıştırılıp fotoğrafının çekildiğini birçok kere parmak izinin alındığını dile getiren Balta, ”Ben 44 sene vatana hizmet etmiş birisi olarak daha nasıl mağdur olabilirim, ama bunlar amaçlarına ulaştılar” diye konuştu.

Emekli Tuğgeneral Ahmet Yavuz, belgelerdeki 11 nolu CD’nin uluslararası güvenirliği zedelenmemiş bir heyet tarafından incelenmesini istediğini anlatarak, ”Bu doğru çıkarsa, müdahil olma taleplerinin kabul edilmesini ve bu doğrultuda tüm sanıkların yargılanmasını istiyorum. Hayatımda hiç bu kadar beceriksiz bir plan görmedim” şekline konuştu.

Emekli Albay Erdal Akyazan da cumhuriyet savcısının müdahillik taleplerini yerinde görmesi ve bunun kabul edilmesi yönündeki isteminde bir gerekçe sunmadığını belirterek, mütalaada gerekçenin olmamasının hukuki tereddütler doğuracağını söyledi.

Trajikomik bir anısını anlatmak istediğini dile getiren Akyazan, şunları kaydetti:

”12 Eylül’de darbe karşıtı olduğumu açık açık söylediğim için görevli olduğum İstanbul Piyade Okulundan, karacı olduğum halde İzmir’deki Hava Kuvvetleri Teknik Okullar Komutanlığı’na gönderdiler. Daha sonra ‘Darbe karşıtı örgüte üye olduğum’ gerekçesiyle gözaltına alınıp tutuklandım. Gözaltında olduğum 45 gün yaşadıklarımı hamaset olarak değerlendirilebileceği için anlatmıyorum. 1980’de ‘darbe karşıtı’ olduğum için yargılandım, şimdi de ‘darbeci’ olduğum için yargılanıyorum. Ben de ne yanlısı olduğumu karıştırır hale geldim.”

”Balyoz” darbe planı davasına bakan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin dün haklarında yakalama emri çıkarttığı 7 sanık, Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne getirildi.

Sivil plakalı askeri bir minibüsle adliyeye getirilen ve muvazzaf asker oldukları belirtilen 7 sanık, adliye binasına alındı.

Öte yandan, aralarında Tümamiral Cem Gürdeniz’in de bulunduğu 11 sanık tutuklamaya itiraz etti. (Ntv)

Cezayir’de yasağa rağmen protesto

0

Cezayir’de gösteri yasağına rağmen yüzlerce gösterici yönetim karşıtı protesto eylemi yapıyor.

Polisle göstericiler arasında yer yer çatışma çıktığı, bir dizi göstericinin tutuklandığı bildiriliyor.

Mısır, Tunus ve bölgedeki diğer ülkeler gibi Cezayir’de de yakınlarda özgürlük alanının genişletilmesini talep eden gösteriler yapıldı.

Cezayir’de 1992 yılında ilan edilen olağanüstü hal uyarınca toplu gösteriler yasaklanmış durumda.

Buna rağmen, başkent Cezayir’de ”sistem değişimi” çağrısıyla bugün düzenlenen yürüyüşe yüzlerce göstericinin katıldığı bildiriliyor.

Başkentte gösteri öncesinde 25 bin polisin görevlendirildiği söyleniyor.

Polis kordonu altında yürüyen göstericiler arasında, kapatılan İslami Selamet Cephesi liderlerinden Ali Belhac’ın da bulunduğu kaydediliyor.

Yaklaşık 2000 göstericinin başkentteki 1 Mayıs Meydanında güvenlik güçleri tarafından engellendiği, buna rağmen eylemcilerin kordonu zorlayarak geldikleri nokta olan Şehitler Meydanına doğru yeniden yürüyüşe geçtiği belirtildi.

Cuma günü, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in istifasını kutlamak için toplanmak isteyen kişilerin bir araya gelmesi polis tarafından engellendi.

BBC Cezayir muhabiri Chloe Arnold yönetimin Tunus ve Mısır türü bir halk ayaklanması yaşanmamasına çalıştığını kaydediyor. (BBC)

Yüksel Selek: “Yeni Anayasa ekolojik bir anayasa olmalı”

TV8’in internet haber sitesi Farklı Haber 8, Nasıl Bir Anayasa başlığıyla yaptığı yazı dizisi kapsamında Yeşiller Partisi Eşsözcüsü Yüksel Selek’le konuştu.

Selek, neden yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğunu, Yeşilller Partisi’nin yeni anayasa için olmazsa olmazlarını değerlendirdi.

Söyleşi şöyle:

Yeni Anayasaya neden ihtiyaç var? Geçmiş anayasalar üzerine mi olmalı yoksa sıfırdan bir anayasa mı olmalı?

Yeni Anayasa elbette 12 Eylül Anayasası yok sayılarak hazırlanmalı. Çünkü, mevcut Anayasa totaliter bir yaklaşımla, devleti vatandaşlara karşı korumayı esas alan bir zihniyetin ürünüdür. Bu zihniyet, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan, anti demokratik, tek etnik kimliğe, tek dile dayalı homojen bir ulus inşa etmeyi hedefleyen 19. Yüzyıl ulus – devlet ideolojisiyle sınırlıdır. Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen maddelerle bu ideolojiyi tahkim eder. Yeni anayasa, bir toplumsal mutabakatın ifadesi olmalı.

Sizce yeni Anayasa’da öncelik ne olmalı?

Yeni Anayasa, toplumun tüm kesimlerinin katıldığı, kendini özgürce ifade edebildiği bir tartışma sürecinin sonunda yapılmalı. İçerikten önce kimler tarafından, nasıl bir yöntemle yapıldığı önem taşımaktadır. Anayasanın ruhu bu süreçte oluşur.

Katılımcı bir süreçte oluşan fikirlerin, temel bir yasa metni olarak tartışılıp kabul edileceği Meclisin temsil niteliği yüksek olmalı. Mevcut yüzde 10 barajla, mevcut siyasi partiler ve seçim yasalarıyla yapılacak 2011 Seçimleri sonucunda oluşacak yeni Meclis bu temsil kabiliyetine sahip olamaz. Bu nedenle, seçimlerden önce bir Anayasa değişikliği ile seçim barajı düşürülmeli ve partilerin seçime katılmalarının önündeki engeller kaldırılmalı. Anayasayı yapacak meclis çoğulcu değil, çoğulcu bir yapı kazanmalı.

Yeşiller Partisi olarak olmazsa olmaz dediğiniz konular neler?

Yeşiller Partisi olarak misyonumuz, temel hak ve özgürlükler bağlamında tüm bireysel hakların, topluluk haklarının, sosyal hakların ve dinsel, dilsel, cinsel farklılıkların tanınması ve anayasal güvenceye alınmasının yanı sıra “doğanın bir hak öznesi olarak tanınması ve haklarının güvenceye alınması”nı Anayasaya geçirmek.

Yine bununla bağlı olarak, Yeni Anayasanın ademi merkeziyetçi bir yönetim anlayışıyla hazırlanması yaşamsal önem taşıyor. Halkın ve yerel toplulukların, yaşam alanlarını korumak için, yerel, bölgesel ve diğer karar mekanizmalarına katılımının nasıl güvenceye alınacağı idari sistemle yakından ilgilidir. Yeni Anayasa ekolojik bir anayasa olmalı. (Farklıhaber8)

Erdoğan, gerçeklerin yeniden hatırlanması ve çıkar ilişkileri – Murat Kanatlı

Erdoğan’ın sözleri adeta patladı…

Ama herkes Erdoğan’ın daha çok besleme sözlerine takıldı. “şehitlerimiz var, gazilerimiz var, stratejik çıkarımız var” cümlesi biraz da hak ettiği ilgiyi(!) almadı…

“jeopolitik gerçekler” askerin dış politikadaki silahı

Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki politikasından bahseden Pınar Bilgin bir gerçeğe vurgu yapıyor; “doksanlı yılların ortalarından beri ise Türkiye’nin politikası nerdeyse yalnızca “jeopolitik gerçeklere” dayanarak haklı gösterilmiştir.[i]

Pınar Bilgin bu makalesinde ordunu jeopolitik kavramını kullanarak dış politikayı nasıl domine ettiği anlatılmakta. Yalnız dış politika değil;

Yine ordu tarafından tasarlanıp liselerde öğretilen zorunlu “Milli Güvenlik” dersi de imtiyazlı bir bakış olarak jeopolitik nosyonun yayılma sürecine katkı yapmıştır. (…) Kitapta jeopolitik, “coğrafi gereklilik ve eğilimlere uygun olarak hükümet politikalarının tanımlanıp uygulanması” olarak tanımlanmıştır.[ii]

Türkiye’de ordu, müdahalelerini kaçınılmaz kılan ve gündelik politikaya dahil olmasının “normal” görülmesini sağlayan militarizm kültürünün basit bir mirasçısı değildir. Jeopolitiğin bir “bilim” olarak tanıtılması ve ordunun da bu bakış açısının hâkimi olduğu iddiası yoluyla ordu bizatihi politik süreçlerin biçimlendirilmesindeki merkezi rolünü aktif olarak kurmuştur.[iii]

Bu makalede ayrıca Erdoğan’ın Kıbrıs konusundaki son açıklamasının nedeni de var; (siviller) “tercih ettikleri dış politikayı dile getirirken jeopolitik diline başvurmayı öğrenmiş görüntüsü vermektedirler.”[iv]

Merkez devlet Harp Akademisi icadı

Jeopolitik stratejinin devamı olarak bugün farklı kelimelerle de olsa sık sık bahsedilen ‘Türkiye’nin merkez devlet’ olma tanımlamasına da bu makalede yer verilmekte.

““Merkez Devlet” metaforu, Türkiye’de ilk defa Harp Akademileri Komutanlığı tarafından yazılan bir metinde önerildi ve o zamandan bu yana, çeşitli aktörler tarafından sıkça kullanıldı” [v]

Kitabın 466. sayfasında ise Merkez Devlet potansiyelinin gerçek olması için dış politikada etkin olunması gerektiği düşüncesinin makale yazıldığında hala danışman olan Davutoğlu tarafından biçimlendirildiği belirtilmekte, kaynak olarak da Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik kitabı gösterilmekte…

Yakın geçmişte bu metafor, AB’nin istediği reformların Türkiye’de benimsenmesini istemeyen sivil ve askeri aktörler tarafından AB uyum sürecini zora koşmak için de kullanıldı.[vi]

Jeopolitik önem, merkez devlet olma, askerle ilişkisi ve Kıbrıs sorunu

Tüm bu uzun alıntıları necin yaptık? Eski Büyükelçi Şükrü Elektağ’ın bir yazısı adı geçen makalede alıntılanıyor ve bu aslında konun önemine vurgu yapıyor;

Jeopolitik ve jeostratejik özellikleri nedeniyle dış politika ve dış güvenlik konuları Türkiye’nin dış politikasına ve dış güvenlik boyutuna şekil veren en ağırlıklı unsurdu. Bu durum, Dışişleri ile Genelkurmayın tam bir karşılıklı güven ve eşgüdüm içinde çalışmasını gerektirir. Ve bu böyle olmuştur.[vii]

“Türkiye’de asker ve sivil aktörlerin ordunun statüsünün merkezliğini mekân üzerinden yazması ile birlikte sivil-asker dinamiklerinin başka şekilde tasavvur etmek özellikle zorlaşmıştır”[viii]

Bu uzun jeopolitik önem ve asker ilişkisini yeniden yerli yerine koymak önemli. Çünkü makalenin 471 ve 472. sayfasındaki Kıbrıs sorunu bölümünde, “sorunun ilk başında Kıbrıslı kardeşlerle dayanışma ve insani sorumluluğa” vurgu yapılırken, (…)AB sürecinin başladığında ve reform baskılarının arttığı zamanlarda “jeopolitik gerçekler” hatırlandığında bahsedilmekte, güncelde da gene hatırlandığı ve yüzeye çıktığının izlerini Erdoğan’ın açıklamasında görmek mümkün…

Bu nedenle güncelde Erdoğan’ın yine “çıkar”larını hatırlaması reformlarla ilgili baskı altında olduğu ortaya koyan bir işaret sayılabilir.

Coğrafyanın politika üzerinde etkisi biraz önce alıntıladığımız gibi şu veya bu şekilde orduyu müdahil olmaya davet eder. Bu nedenle bir yandan çözüm istediğini beyan eden Erdoğan’ın Kıbrıs’ta çıkarlarım var diyerek coğrafya üzerinden siyaset üretmeye gitmesi, bir nevi orduyu taraf olmaya davet etmesidir. Ordunun Kıbrıs’ta nasıl bir çözüm istediği bilmeyen yoktur!

Davutoğlu, derin strateji ve Kıbrıs

Burada bu jeopolitik gerekçelerle belirlenen dış politika süreçlerinde Kıbrıslı Türklerin ne kadar bulunduğunu da bazı alıntılarla yeniden hatırlamakta yarar var. Şimdi TC Dışişleri Bakanı olan ama adı geçen kitabı yazdığında Erdoğan’ın dış politika danışmanı ve gölge dışişleri bakanı olan Ahmet Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” kitabı bu yönüyle önemlidir. Kıbrıs’la ilgili bölümde, Kıbrıs’ı kast ederek Davutoğlu diyor ki “orada tek bir Müslüman Türk olmamış olsa bile Türkiye’nin bir Kıbrıs meselesi olmak zorundadır. Hiçbir ülke kendi hayat alanının kalbinde yer alan böyle bir adaya kayıtsız kalamaz. Nasıl üzerinde ciddi bir Türk nüfusu kalmamış olan Oniki Ada Türkiye açısından önemini korumaya devam ediyorsa (..) Türkiye de Kıbrıs ile insani unsur dışında stratejik olarak da ilgilenmek zorundadır.[ix]

Adı geçen bölümün başında Davutoğlu ayrıca Kıbrıs’ın önemine ve TC’nin ilgisine atıfta bulunurken yeni Osmanlıcı düşüncelerini de açığa çıkarmakta ve “Kıbrıs Türk toplumunun korunması sadece bu topluluk açısından değil, diğer Osmanlı bakiyesi toplulukların geleceği açısından da büyük önem taşımaktadır[x] diye yazmakta…

Erdoğan’ın dış politika akıl hocası olan Davutoğlu’nun 2001’de yazdıkları hatırladıktan sonra Erdoğan’ın açıklamaları kimse için sürpriz olmaması gerekirdi. Onların siyasetinde Kıbrıslı Türkler yok, Kıbrıs’taki Müslüman Türkler yaklaşımı var ve bunlar da Osmanlı bakiyesi olarak merkez biat etmeli!

Davutoğlu ve Kıbrıs sorunu

Erdoğan’ın çıkarım var dediği konuyu Gürkan Zengin’in kitabında açık şekilde görmek mümkün;

“Davutoğlu’nun vurguladığı üç faktör, yani turizm, ticaret ve enerji alanındaki bu gerçekler, Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasının ana unsurları olarak görülüyor. Antalya, Mersin ve Ceyhan’ın içinde yer aldığı Akdeniz kıyıları Kıbrıs adasına en fazla 80 km mesafededir. Türkiye, ekonomisinin hayat damarları durumundaki bu kadar yakın bir bölgede çatışma ve istikrarsızlık istemiyor”[xi]

Yani Mersin Uluslararası Limanı ve serbest bölgesi 21 rıhtımı ile ayni anda 30’a yakın gemiye yükleme-boşaltma hizmeti verebiliyor, Ceyhun ‘enerji üssü’ haline geliyor, 2008 yılında Türkiye’nin turist sayısı 25 milyon civarında ve turizm geliri de yaklaşık 22 milyar dolar ve bu gelirin büyük kısmı Antalya ve Akdeniz kıyılarından sağlanıyor[xii]

Davutoğlu’nun Kıbrıs sorunundaki yaklaşımlarına çeşitli yerlerde yer veriyor Gürkan Zengin;

Kıbrıs’ın sadece Türklerle Rumlar arasındaki bir “etnisite sorunu” olarak algılayan ve Kıbrıslı Türklerin varlığını sadece adadaki Türkleri mevcudiyetine bağlayan yaklaşım değişiyordu artık.[xiii]

Türkiye, sadece adadaki soydaşlarının güvenliğini ve refahını savunduğu için değil, bu hayati sahadaki çıkarlarından vazgeçmeyeceği için de Kıbrıs’ı bırakamaz.[xiv]

Sanırız bu alıntılarla Türkiye dış politikasında artık Kıbrıslı Türklerin çok da önemli bir yer tutmadığı, Türkiye için önemli olanın Kıbrıs’ın kendi coğrafyası olduğu ve bu coğrafya üzerinde Müslüman Türk bir nüfusun olması belli iddiaları sürdürmek için yeterli olduğu net olarak anlaşılmış olduğunu umuyoruz. Son nüfus transferleri ile de bu Müslüman Türk nüfusun ille da Kıbrıslı Türk olması gerekmediği, hatta ‘beslenmesi’ daha ucuz(!) ve idaresi daha kolay(!) demografik yapının daha tercih edilebilir olduğu pratik politikalardan anlaşılmaktadır. Bu arada Müslüman Türk tanımlamasını Davutoğlu’ndan ödünç aldık, burada Türk ile kast ettiği Türkiye yurttaşları olduğu bellidir. Bu nedenle adaya Kürt, Türk, Arap nüfusun taşınması, Müslüman Türk tanımı ile çelişmez. Türkleştirmek aslında resmi söylemin terimi ile durumu açıklamak içindir. Aslında Türkleştirmek ile kast edilen Türkiyelileştirmektir. Hatta taşınan farklı etnik kimliğe sahip bu yeni “Müslüman Türk” nüfusu adanın farklı bölgelerine karışık olarak yerleştirilmesi, aralarında çelişkilerin kullanılarak idarenin daha kolay sağlanması açısından önemlidir.

Tam bu noktada Gürkan Zengin’in kitabına geri dönelim, bugün sürdüğü iddia edilen müzakereleri de daha rahat anlayalım.

Kıbrıs’ta Barbaros hamleleriyle girilen açılım sürecinin en önemli sonucu siyasi alanda Türkiye ve Türk tarafı üzerindeki baskıların kalkması oldu.[xv]

Ahmet Davutoğlu, Annan Planı’nın referanduma sunulan hali için ‘çok iyi müzakere edilmiş bir metin’ nitelendirilmesi yapacaktı. Plan reddedilirse de hiçbir şey kaybetmeden yola devam edilebilecekti. ‘Deniz bitti, bunu kabul edelim’ denilen metin ile planın Bürgenstock’taki son hali arasında dağlar kadar fark vardı.[xvi]

Planının son halini överken “Türk tarafının elindeki yüzde 36 olan toprak oranı yüzde 29,2’ye düşecekti. Ancak Türk tarafı Ada’nın kıyı şeritlerinin yüzde 52’sine sahip olacaktı[xvii] cümlesi yukardaki Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikası ile okunduğunda anlamlı oluyor.

Yazar, Davutoğlu’nun açıklamalarına ve yazılarına da dayanarak görüşme sürecini de anlatıyor ve 2003’te Lahey’de kaçırılan treni yakalama çabalama hamlelerini anlatıyordu.

New York görüşmelerine gidilirken Denktaş hala Cumhurbaşkanıydı ancak Kıbrıs’ta 14 Aralık’ta (2003) yapılan seçimleri CTP kazanmıştı. (…) Türk hükümeti, kendi görüşüne yakın bir partner bulmuştu.[xviii]

Biraz önce alıntılamıştık, Türkiye Annan Planının son halinden memnundu, yeni müzakereci yani yeni partnerleri iyi iş koparmıştı. Peki memnuniyet neydi?

Ankara’daki karar vericilerde ‘devletten öylesine paylar aldık ki artık Kıbrıs devletinin Rum devleti haline dönüşme sansı kalmamıştı” düşüncesi hâkim olmuştu. Bundan sonra plan referandumda kabul edilirse Türk tarafı hiçbir mevzi kaybetmeden Kıbrıs’ın dış politikadaki yerine oturtacağını düşünüyordu.[xix]

Yeni partner, yani Talat Türk hükümetini tatmin edecek bir metnin oluşmasını sağlamıştı, yukarda da alıntıladık, bu uzun süre Türkiye üzerinde çözüm bulunma baskısını ortadan kaldırdı…

Bugüne dair durum tespiti

Şimdi çözüm baskısı yeniden su yüzüne çıktı, AB’nin reform baskısı da artıyor… Haziran’da da Türkiye’de seçim var…

Türkiye’nin yeni hamlelere ihtiyacı var. Coğrafya üzerinden yürüttüğü dış politikada askeri dışlayarak yürüyemeyeceği açık, buna da çok niyeti olmadığını hareketleri ile ortaya koyuyor.

Yeni hamle yapmak için Eroğlu’nun iyi partner olup olmadığına güvenemediği de belli… Eroğlu daha çok Denktaş cephesinin ilişkileri üzerinde yani Türkiye’deki derin devlet-ordu aktörleri ile yakın ilişki halinde olan biri… Yani Denktaş’ın Lahey’i bırakıp kaçtığı gibi, Eroğlu da bir sonraki zirveyi bırakıp kaçabilir.

Ayni zamanda Kıbrıs’taki mali yük Türkiye için ağırlaşmakta, Türkiye’nin bu kadar pahalı bir ilişkiye taraftar olmadığı da açığa çıktı. Bu nedenle Kıbrıs’ın kuzeyinde yeni bir düzenlemeye gidilme sürecini yaşadığımız belli oluyor.

Gene yukarda defalarca alıntıladığımız gibi bunun içinde Kıbrıslı Türklerin rolü olsa da olur, olmasa da olur. Kıbrıslı Türkler artık süreçte ana aktör değiller. Ne nüfus olarak, ne siyasi erk olarak Kıbrıslı Türklerin sürece dâhil olması çok zor…

Bu arada zaten zayıf olan ekonomik sektörler de hızlı bir şekilde Türkiyelileştirilmesi de hızla devam ediyor yani Kıbrıs Türkler hızla bağımsızlılarını daha fazla yitiriyorlar, Türkiye’ye, Türk sermayesine daha fazla bağlı hale getiriliyorlar…

Erdoğan bir süredir Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasına uygun Kıbrıs’ın kuzeyinde yeniden şekillendirmek için somut hamleler atmaktadır. Nüfus ve ekonomik sektörlerin Türkiyelileştirilmesi bu bağlamda değerlendirilmelidir. Türkiye, yakın bir zamanda kendine yeni bir partner arayacağı da belli olmaktadır.

Tam burada karar vermemiz gerek Kıbrıs Türkü mü olacağız yoksa Türkçe konuşan Kıbrıslı mı?

Karar vermemiz gereken sıkışan Türkiye’yi kurtaracak, onu Doğu Akdeniz politikasının kalıcı olarak hayata geçmesine biraz daha yaklaştıracak, AB müzakerelerinde ona zaman kazandıracak yeni partner mi olacağız, yoksa iradesine sahip çıkan, kendi yurdunun efendisi olan, kendi kendini yöneten Kıbrıslılar mı olacağız?

Karar vermemiz gerek Kıbrıslı Türksüz, Kıbrıs dış politikasını belirleyip ‘adada bana Müslüman Türk yeter’ diyen bir anlayışa karşı boyun mu eğeceğiz ve bundan sonrası için basit ve yalın ‘Müslüman Türklüğü’ kabul edip bize sunulan kuzey coğrafyasında yaşam sürdürmeye çalışacağız yoksa gerçekten bu memleket bizim, biz yöneteceğiz diyen bir anlaşışla, tüm Kıbrıs’ı anavatan kabul eden bir yerden siyasetimizi belirleyip mücadeleye asılacağız…

Bunlar aslında siyah beyaz tercihler olacak ve griler de siyahlarla beraber sayılacak, bunu da unutmayacağız.

Ve aslında karar anı geldi, zil çaldı, yarın geç olacak, şimdi cevap zamanı!

—-

Murat Kanatlı Yeni Kıbrıs Partisi Yürütme Kurulu üyesidir.

(Bu yazı ayni anda Kıbrıs’ta Yeniçağ gazetesinde yayınlanmıştır)


[i] Pınar Bilgin: “Türkiye Coğrafyasında Yalnız Güçlü Devletler Ayakta Kalabilir: Jeopolitik Gerçeklerin Türkiye’de Kullanımları – Pınar Bilgin – makale Türkiye’de Ordu.” Devlet ve Güvenlik Siyaseti (der. Evren Balta Paker – İsmet Akça.) İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010. ss. 471-472.

[ii] Ayni Makale: ss. 460-461

[iii] Ayni Makale: s. 461

[iv] Ayni Makale: s. 462

[v] Ayni Makale: s. 465

[vi] Ayni Makale: s. 466

[vii] Ayni Makale: s. 470, Milliyet: 14 Temmuz 1997, ABC.

[viii] Ayni Makale: s. 471

[ix] Ahmet Davutoğlu: Stratejik Derinlik. Küre Yayınları: 1. Baskı, 2001 ; 29. Baskı 2009. s.179.

[x] Ayni Eser. s.179.

[xi] Gürkan Zengin: Hoca: Türk Dış Politikası’nda “Davutoğlu Etkisi”. İnkılap: 2010. s. 374.

[xii] Ayni Eser: s.373-374

[xiii] Ayni Eser: s.374

[xiv] Ayni Eser: s.375

[xv] Ayni Eser: s.376

[xvi] Ayni Eser: s.365

[xvii] Ayni Eser: s.366

[xviii] Ayni Eser: s.361

[xix] Ayni Eser: s.365