Ana Sayfa Blog Sayfa 5249

Almanya 17 nükleer reaktörden 7’sini kapatıyor

Almanya Başbakanı Angela Merkel ve eyalet hükümetleri 1980 yılından önce inşa edilmiş 7 nükleer reaktörün geçici olarak devre dışı bırakılması konusunda anlaştı. Ülkede toplam 17 nükleer reaktör bulunuyordu.

Merkel, bugün eyalet hükümetlerinin başbakanlarıyla toplantısının ardından yaptığı açıklamada, denetimler tamamlanana kadar Biblis A ve B, Neckarwestheim, Brunsbüttel, Isar 1, Unterweser ve Phillippsburg reaktörlerinin devre dışı bırakılması konusunda mutabakata vardıklarını duyurdu. Japonya’da yaşanan deprem ve tsunami felaketlerinin yol açtığı nükleer tehlike üzerine Alman hükümeti nükleer santral denetimlerinin gözden geçirileceğini duyurmuştu.

Almanya başbakanı Angela Merkel 15 Haziran’a kadar sürecek geçici kapatmanın ardından yenilenebilir enerjiye hız vereceklerini ve reaktörlerin güvenlik standartlarını geliştireceklerini söyledi.

Nükleerden çıkış

SPD-Yeşiller hükümetinin kararıyla 1998’de nükleerden çıkış yasasını kabul eden Almanya bir kaç yıl öncesine dek santrallarını 2021’de devre dışı bırakmayı öngörüyordu. Ancak Angela Merkel liderliğindeki koalisyon hükümeti, bu stratejiyi gevşetmeye başlamıştı. Hükümet, ülkedeki 17 nükleer reaktörün planlanandan ortalama 12 yıl daha fazla hizmet vermesini kararlaştırmıştı.

Ancak bu karar tepki çekti. Yaklaşık yüz bin kişi hafta sonunda 45 kilometrelik bir insan zinciri oluşturarak hükümeti protesto etmişti. Bugün de çok sayıda protestocu başbakanlık önünde toplanarak ‘şalteri indir’ sloganları attı.

Merkez sağ hükümet, şimdiye dek ülke yenilenebilir kaynaklardan daha çok enerji üretecek duruma gelene dek santrallara ihtiyaç olduğu görüşünü savunuyordu. Ancak plana karşı çıkanlar hükümeti enerji şirketlerine boyun eğmekle suçluyordu.

Halk istemiyor

ARD televizyonunun yayınladığı yeni bir ankete göreAlmanya’da halkın yüzde 53’ü ülke elektriğinin dörtte birini karşılayan nükleer santralların tamamının hemen kapatılmasını istiyor. Ankete göre halkın %80’i Japonya’da yaşanan kazanın bir benzerinin Almanya’da da yaşanabileceğini ve ülkenin nükleerden tamamen çıkış stratejisinin sürdürülmesi gerektiğini söylüyor.

Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cem Özdemir bugün yaptığı konuşmada eski nükleer santralların derhal kapatılması gerektiğini söylemişti. (DW, BBC, AFP, Grüenen.de)

(Yeşil Gazete)

Tatlıses yavaş yavaş uyandırılıyor

Uğradığı silahlı saldırı sonucu yoğun bakımda tedavisi süren İbrahim Tatlıses geçirdiği ameliyatın ardından uyandırılmaya başlandı.

Maslak Acıbadem Hastanesi’nde tedavi altına alınan sanatçı dünkü ameliyatın ardından uyutuluyordu. Verilen ilaçların kesilmesiyle, uyutulma halinin sonlandırılması hedefleniyor.

Maslak Acıbadem Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. İlhan Elmacı, uğradığı silahlı saldırı sonucu başından ağır yaralanan sanatçı İbrahim Tatlıses’in durumuyla ilgili bir basın açıklaması yaptı:

”Derin sedasyondan, derin uyutmadan giderek ilaçları azaltıp, nörolojik tabloyu görmeye, sistemik tabloyu görmeye dönük bir aşamaya geçmiş oluyoruz. Bu da düne göre daha pozitif bir durumu ifade ediyor. Şunu belirtmek isterim: Tablo oldukça ağır bir tablodur. Dünden beri bunu konuşuyoruz. Bu tablo içerisinde bizim nöroşirurjide temel bir prensibimiz var, hasta yoğun bakımdan çıkmadığı sürece hayati risk devam ediyor demektir. Ancak burada konuştuğumuz şey, hayati riskin azalarak devam ettiği süreçtir.”

Bugün yaptığımız tıbbi değerlendirme, hastamızın genel sistemik bulguları, nörolojik tablosu ve bilgisayarlı beyin tomografisi değerlendirmesiyle mevcut durumunu korumuş olduğunu anladık. Kötüye giden bir şey yok.

Bu uyandırılma süreci bir anda olup biten bir süreç değil. Beyin içinde iyileşme zaman içinde olur. Dolayısıyla ilaçların dozunu azaltıyoruz demek şu: Kendisini uyutmaya dönük ilaçları iki basamak aşağı çekiyoruz. Tablo nereye gidecek göreceğiz. Sonra ona göre azaltma süreci yüzde 50 yüzde 50 devam edecektir. Dolayısıyla bir anda uyandırılma söz konusu değil.”

Maslak Acıbadem Hastanesi Başhekimi Çağlar Çuhadaroğlu da ”His kontrollerinin yapıldığı doğru mu?” şeklindeki soruya şu karşılığı verdi:

”Hocalarımız ilaç dozlarını her düşürdüklerinde tekrar kontrol yapıyorlar. Bu şekilde ilerleyecek. Henüz ilaçların azaltılmasına yeni başlandı. Hocamız yeni bir tıbbı değerlendirme yaptı. Sonra hep beraber tekrar konuştuk ve sizin buraya geldiğiniz dakikalarda bu işlem başlatılmış oldu. Bu konudaki gelişmeleri sizlerle paylaşacağız.”

Çuhadaroğlu, hastaneye gelen insanların sanki hastayı ziyaret etmiş gibi ya da kendilerinden doğrudan bilgi almış gibi demeçler verdiğini belirterek, şunları kaydetti:

”Bunlara lütfen itibar etmeyin. Maslak Acıbadem Hastanesi yönetimi, bilgiyi önce aileye vermektedir. Aileye verdikten sonra hazırladığımız özet üzerinden de sizlerle paylaşıyoruz. Doğal olarak net bilgi sadece ailede ve sizde. Onu dışında bir bilgi kaynağı asla yok. Ben aileye de teşekkür etmek istiyorum. Kendileri bile gün içerisinde ziyaret haklarını çalışmaları kolaylaştırmak için olabildiğince seyreltiyorlar ve tam anlamıyla sağlık ekibine yardımcı oluyorlar.”

-Cumhuriyet, Yeşil Gazete-

BDP 9 vekili aday göstermeyecek

12 Haziran 2011 seçimlerine bağımsız adaylarla girecek olan Barış ve Demokrasi Partisi’nde (BDP) adaylıklar hakkında fikirler oluşmaya başladı. Buna göre 20 milletvekili olan BDP’nin bu vekillerden 9’unu aday yapmayacağı öğrenildi. Bununla birlikte bazı vekillerin de aday olacakları il değiştirilecek.

Cumhuriyet Gazetesi’nin haberine göre, Ufuk Uras, Nezir Karabaş, Akın Birdal, Nuri Yaman, Hamit Geylani, Osman Özçelik, Sevahir Bayındır, Şerafettin Halis ve Fatma Kurtulan’ın yeniden aday gösterilmeyecek. Bununla birlikte, Mardin milletvekili olan Emine Ayna’nın Adana’dan, Sosyalist Demokrasi Partisi Genel Başkanı Rıdvan Turan, Gülten Kışanak ve gazeteci Hayko Bağdat’ın İstanbul’dan aday gösterilmesi bekleniyor.

Diğer adaylıklar için de Ahmet Türk, Aysel Tuğluk ve Ferhat Tunç’un (Tunceli) adı geçiyor.

 

Potanın kraliçesi Galatasaray

0

Galatasaray Medical Park, Spor Toto Kadınlar Türkiye Kupası finalinde Tarsus Belediyesi’ni 68-53 mağlup ederek kupayı 8. kez müzesine götürdü.

Spor Toto Kadınlar Türkiye Kupası finalinde Galatasaray Medical Park ile Tarsus Belediyesi, Gaziantep’te karşı karşıya geldi.

Galatasaray Medical Park, ABD’li oyuncusu Fowles’ın yıldızlaştığı maçta Tarsus Belediyesi’ni 68-53 yenerek 8. kez mutlu sona ulaştı.

Karşılıklı basketlerle başlayan karşılaşmanın ilk 5 dakikası 8-8 eşitlikle geçildi. Işıl Alben’le oyuna ağırlığını koyan Galatasaray, ilk çeyreğin son 1.5 dakikasına 16-10 üstün girdi ve çeyreği de 23-16 önde kapattı.

İkinci çeyreğe Fowles’ın basketiyle başlayan sarı kırmızılılar, farkı 9 sayıya kadar çıkardı. Ancak oyundan kopmayan Tarsus Belediyesi, farkı 3 sayıya kadar indirmeyi başardı ve soyunma odasına 35-32 geride gitti.

Karşılaşmanın ikinci devresi de karşılıklı basketlerle başladı. Fowles’ın bulduğu basketlerle ipleri yeniden ele alan Galatasaray, 3. çeyreğin bitimine 3 dakika 40 saniye kala farkı çift hanelere taşıdı: 48-38. Farkı açmaya devam eden sarı kırmızılılar, son çeyreğe de 52-41 önde başladı.

Son çeyreğe de etkili başlayan Galatasaray, bulduğu kolay sayılarla farkı açmaya devam etti ve ilk 4 dakika içinde farkı 14 sayıya çıkarttı. Kalan sürede oyundan kopan rakibi karşısında rahat bir oyun sergileyen sarı kırmızılılar, salondan 68-53 galip ayrıldı.

Galatasaray’da Fowles 26 sayı -11 ribaundla maça damga vuran isim olurken, Augustus 8 sayı – 8 ribaund – 2 asistle, Catchings de 11 sayı – 6 ribaundla galibiyette büyük pay sahibi oldu.

Final karşılaşmasının yıldız oyuncusu Galatasaray Medical Park’tan Sylvia Shaqueria Fowles seçildi.

Karşılaşma sonunda takımlara kupa ve madalyaları verildi. Galatasaray Medical Park oyuncuları ve teknik ekibi, karşılaşma sonrasında büyük mutluluk yaşadı ve şampiyonluğu taraftarlarıyla da kutladı.

GALATASARAY 8. KEZ MUTLU SONA ULAŞTI
Galatasaray Medical Park, tarihinde 8. kez kupanın sahibi oldu.

Sarı-kırmızılılar geçen sezonun ardından bu sezon da kupayı kazanarak üst üste ikinci kez kupaya ulaştı.

İlk kez 1992-1993 sezonunda düzenlenen kupayı müzesine götüren ve arka arkaya 6 kez Türkiye Kupası şampiyonluğu yaşayan sarı-kırmızılılar, bu kupayı en fazla kazanan 2. takım durumunda bulunuyor.

Geçen sezon ezeli rakibi Fenerbahçe’yi (9 kez kazandı) finalde yenerek 12 yıllık kupa hasretine son veren Galatasaray Medical Park, uzun süren hasretin ardından bu sezon da kupayı kimseye bırakmadı.

TARSUS BELEDİYE: 53 – GALATASARAY MEDİCAL PARK: 68
Stat: Karataş Şahinbey
Hakemler: Özlem Yalman, Yener Yılmaz, Semih Vural
Tarsus Belediye: Naile Ivegin xx 4, Dominixue Dunyall Canty xxx 10, Kübra İmren Siyahdemir xx 3, Alexis Kay Ree Hornbucle xxx 12, Plenette Michelle Pierson xxx 11, Özge Yavaş xxx 6, Seda Erdoğan xx 4, Shyraa Quontae Ely xx 3
Galatasaray Medical Park: Bahar Çağlar xx 4, Işıl Alben xxx 6, Tamika Devonne Catchings xxx 11, Seimone Delicia Augustus xxx 8, Sylvia Shaqueria Fowles xxx 26, Emine Tuğba Palazoğlu xxx 4, Doneeka Danyell Hodges xxx 4, Dürdane Gülşah Gümüşay xx, Melisa Can xxx 5
1. Periyot: 16-23
Devre: (32-35 Galatasaray Medical Park lehine)
3. Periyot: 41-52

Fukuşima’dan ders alabilecek miyiz?

2 hafta yazı yazmadım neler oldu neler.

Dünya’nın bir çivisi daha çıktı. Doğa yine acı yoldan bize bir şeyler öğretti.

Japonya’nın 9.0 deprem ve devamında gelen dev dalgalar ile boğuşmasını 11 Mart Cuma’dan beri hep beraber izliyoruz. Yine bir deprem, yine binlerce insan vefat etti, yine binlerce insan evsiz, barksız yurtsuz…

Doğa yine ders verdi. İnsan oğlu oysaki kendini ne kadar mükemmel, ne kadar güçlü ve vakur görüyor. Dünya’nın teknoloji devinin, depremle yaşamaya en alışkın toplumun diz çöküşünden ders almamız gerek.

Doğaya hükmetme sevdamızdan vazgeçmemiz gerek. Doğanın parçası olduğumuzu tekrar idrak etmemiz gerek.

Bir yıkıcı bir depremin arkasından böyle konuşmak biraz acımasız gelebilir ama bulunduğumuz noktadan geriye baktığımda insan megalomanyaklığından başka bir şey göremiyorum.

Yoksa,  Dünya’nın en aktif faylarının bulunduğu, en tehlikeli bölgesine nükleer santraller kurmanın başka ne anlamı olabilir ki?

Yoksa, Japonya’nın ve tüm Dünya’nın gözünün korku ile Fukuşima Santrali’ne dönmesinin başka bir açıklaması olabilir mi?

Japonya deprem ülkesi olmasına rağmen nükleer santrallerini doğadan koruyabileceğine, doğaya hükmünü geçirebileceğine inandı ve ne yazık ki yanıldı. Ülkedeki nükleer yıkım tehlikesi her geçen saniye artıyor.

Bu sabah üçüncü patlama sesi de duyuldu Fukuşima’dan. Yeşil gazete’nin manşetine göre son patlamaya göre artık çok ciddi radyasyon sızıntısı tehlikesi var.  Tehlike binlerce insanın hayatına mal olabilir, binlerce dönüm toprakta hayat tamamen sönebilir.

Doğa’nın bu kaçıncı hatırlatması, bu kaçıncı dersi bize anlamıyorum.  Türkiye’nin ders almadığı malum. Bakanımız daha iyisini yaparız diyor. Anlaşılan kendini gördüğü dev aynası başını iyice döndürmüş. Dünya’ya ders olacak mı bu durum, bilemiyorum.

Çernobil’den yeterince ders almadık, bakalım Fukuşima bize bir şeyler öğretebilecek mi?

 

Munzur Halkı AKP’yi İstanbul’da protesto etti.

Munzur Koruma Kurulu üyeleri AKP İstanbul İl Başkanlığı’na, Miniatürk’ten hareketle yürüdü.

Pazar günü öğle saatlerinde Miniatürk önünden AKP İstanbul İl Başkanlığı’na yürüyen Kurul’un süzcüsü Hasan Şen, yaptığı basın açıklamasında Türkiye’nin dört bir tarafında olduğu gibi, Munzur üzerinde yapılan hidroelektrik santrallerinin (HES) de doğayı bozucu etkisi olduğunu belirtti. Ayrıca Şen bu çalışmaların, enerji üretiminden çok, suyun ticarileştirilmesi amaçlı olduğunun altını çizdi.

Son zamanlarda çıkarılan Yenilenebilir Enerji Kanunu ile Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanunu vasıtasıyla doğa yıkımına hızla devam edildiğini savunan Şen, Türkiye’nin de taraf olduğu Uluslararası anlaşmaların yok sayılmasını kınadı.

Sloganlar eşliğinde yürüyen kalabalık insan topluluğu, basın açıklamasının ardından olaysız dağıldı.

-Ali Uçarman-

Bernd Schuster istifa etti

0

Beşiktaş teknik direktörü Bernd Schuster istifa etti. Sezonun ikinci bölümüne 17’de 17 paralosı ve Avrupa’da başarı isteği ile giren Beşiktaş’ta arka arkaya gelen kötü sonuçlar, Schuster’in istifası ile yeni bir döneme girmiş oldu.

Bu istifanın kabul edilip edilmeyeceği, edilirse Beşiktaş’ın sezonun kalan bölümünü kiminle tamamlayacağı da belirsiz noktalar arasında.

Yaşam Harakirisi: Nükleer santraller – Müge İplikçi

Büyük Japon depremi dünyalı olarak hepimizi ilgilendiren sonuçlara gebe. Pencereden başımızı çıkarıp havayı koklayarak ya da sarsıntı var mı, yok mu diye yere kulak kabartarak bu işten sıyıramayacağımız besbelli. Deprem konusunda alınması gereken (ve inatla alınmayan) tedbirler bilinçaltımızın markajı altındaki ‘bize bir şey olmaz’ cümlesine sıkışmış bekliyor.

Depremin bir doğa olayı olduğunu ancak sonrasında yaşananların tamamen insanın yarattıklarına bağlı zincirleme olaylar olduğunu anlamak durumundayız. Evler, çalıştığımız mekanlara göstereceğimiz özen ilk sırada. Her daim örnek gösterilen Japonya’nın bu devasa depremi göreceli bir biçimde ‘az hasarla’ atlatması da bu açıdan takdire şayan.

Gelin görün ki aynı şeyi nükleer santraller için söyleyemeyeceğim. İnsanın aklı almıyor. Japonya gibi nükleer güçten çekmediği kalmamış olan bir ülke, bu oyuna gelmemeli, nükleer santrale başından itibaren hayır demeliydi. Bugün teknolojinin en önemli noktalarına Japon markasını basan bir ülkenin sarsılan zemini ve bu zemine ‘kurgulanmış’ nükleer santralden sızanda insanlık tarihine ait başka bir gerçek mevcut. Ya da birçok gerçek. Japonya gibi bir ülke için nükleer santral fikri, olsa olsa ünlü Japon yazarı Haruki Murakami’nin öykülerinde gezinen çelikten bir gulyabanide iz bulabilirdi. Ama öyle olmamış ve Japonya, hemen hemen birçok ülkenin yaptığı gibi, geçmişte hayatına kasteden zombiyi allayıp pullayarak canlandırmıştır. Bu zombiyle yaşamak geçmişin yaralarını sarmak anlamına mı gelmiştir yoksa o geçmişi tamamen yok saymak mı? Modernizmin en feci kurbanlarından biriyseniz modernizme karşı vereceğiniz cevap ne olmalıdır? Düşmanınızı kendi silahıyla vurmak? Onun önüne geçmek? Ne?
Japonlar beni bağışlasın. Yaralarının biran önce sarılmasını diliyorum. Ancak nükleer santral ucuz enerjiden öte üzerinde çokça kafa patlatılması gereken bir sorunsaldır çağımız için. Ardından gelecek olan soru da bellidir: Ne uğruna? Nükleer bir tehlikenin olasılığı bile dünyamız için yeterince tehdit edici. Deprem gibi önlenemeyen süreçleri bile bir biçimde durdurabilecek siyasetler mevcutken yaşama insanca devam edebilmek için başka politikalar bulmak durumunda değil miyiz? Bunun içinse ister önünde ister arkasında olalım çağı ve çağın dinamiklerini sorgulamak durumundayız. İnsani olanı bulmak durumundayız, evet, üstelik bütün canlılar için. Geçmişte yapılan hataların zincirini kırmanın yolu buradan geçiyor.
Çağımızda yeryüzü için gerçekten tehdit oluşturabilecek en büyük deprem insanın bilinçaltında saklı. Bunu önlemenin yolu da.

-Vatan-

Nükleer kabus – Derya Sazak

Japonya Başbakanı Naoto Kan, deprem ve tsunami felaketine uğrayan ülkesinin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en ağır krizi yaşadığını söyledi. Sadece Miyagi bölgesindeki kayıp sayısının on bini aşacağı tahmin ediliyor. Fukuşima’da nükleer santraldeki patlama ise “kâbus senaryosu” olmaktan çıkarak gerçek bir tehdide dönüştü. 170 bin kişi bölgeden tahliye edilmiş. Hükümet sözcüsü Yukio Edano tehlikenin boyutlarını, “Fukuşima’daki 3 reaktörden birinin, reaktör çekirdeğinde kısmi erime ve buna bağlı olarak radyasyon kaçağı oluşma süreci başlamış olması kuvvetle muhtemel” diye duyurdu. Dünyanın yaşadığı son büyük nükleer felaket “Çernobil kazasıydı.”

Sovyetler Birliği döneminde Moskova’daki kapalı rejim felaketin boyutlarını gizlemeye çalışmıştı. Radyasyon bulutlarının Trakya ve Karadeniz üzerinden Türkiye’ye etkilerini ise Evren ve Özal’ın bakanları “çay içerek” yok saymaya çalışmışlardı. Japonlar tersini yaptılar, küresel felaket karşısında kendi halklarını ve dünyayı uyardılar. Uğradıkları ağır yıkım, kitlesel can ve mal kayıpları karşısında Japon toplumunun sergilediği çaresizlikten uzak, soğukkanlı ve disiplinli tutum da örnek oluşturuyor. Bunda kuşkusuz Japonya’nın tarihi ve kültürel dokusu kadar, bir deprem ülkesi olarak “afet yönetimi”ni artık bir yaşama biçimine dönüştürme bilincinin etkisi büyük.

İkinci Dünya Savaşı’nda üzerlerine atom bombası yağdırılan Japonlar, Hitler’in, Mussolini’nin, Franco’nun 1930-40’lı yıllarda Avrupa’da kurmak istedikleri faşizmin Asya-Pasifik’teki uzantısı olmanın bedelini en ağır şekilde ödediler. Üstelik Nagazaki ve Hiroşima gibi kentler, sivil hedefler vuruldu. Masum insanlar katledildi. Çocuklar kül oldular. Atom bombasıyla teslim alınmış bir ülkede hayatta kalmış eski kuşaklar Fukuşima Nükleer Santrali’ndeki sızıntının ürkütücü boyutlarını tahminde zorlanmazlar. Son olarak Kobe depreminde çıkan yangınlar nedeniyle 5 bin kişi hayatını kaybetmişti.

Marmara depremindeki 17 bin can kaybının ardından her zamanki kaderciliğimizle İstanbul’u ancak “depremden sonra” düşünme ataletinden uzaklaşmayacağımızı bir kez daha görüyoruz. Japonya’nın başına gelenleri “kıyamet” filmi gibi izliyoruz. Tehlikeyi görüyoruz. Fay hatları üzerine “nükleer santral” inşa etme sevdasından vazgeçmiyoruz! Sanayileşme, kalkınma, daha fazla üretme, tüketme, büyüme gibi hedeflerin insanlığa bir maliyeti var. Refah arttıkça, doğayı daha fazla tahrip ediyorsunuz. “Temiz enerji” diye nükleer santraller kuruluyor. O enerji Tokyo’nun pırıltısını sağlıyor, 10-15 milyonluk kentte gökdelenlerin içine hapsolup, günde 2-3 saat metro istasyonlarına, trenlere yapışık yaşıyorsunuz. O uygarlığın çökmesi birkaç dakika alıyor. Dev dalgaların arasında kibrit kutusu gibi yüzüyor Japon harikaları! İnsanları göremiyoruz. 50 bin kayıptan söz ediliyor. İstanbul için uyanma vakti gelmedi mi?

-Milliyet-

Dalay Lama liderliği devrediyor

0

Tibet’in sürgündeki ruhani lideri Dalay Lama siyasi sorumluluklarını seçilmiş bir lidere devredeceğini açıkladı.

“Dünyanın Çatısı” olarak anılan Tibet 24 Ekim 1950 yılında Çin tarafından işgal edilmişti. İşgal sırasında direnişle karşılaşmayan Mao, Tibet yönetimine dokunmadı, ancak ibadethaneleri yerle bir edip, Budist rahipleri tutukladı.

1951 yılında Çin, Tibet’ e özerlik statüsü verdi ancak bu durum Çin’in bölgeye müdahalesinin sistematik bir biçimde artmasına engel olamadı. Bundan sonraki yıllarda Tibetliler, Çin yönetiminin kültürel soykırım yaptığını ve pek çok kişinin toplama kamplarında ölümüne sebep olduklarını iddia ederek defalarca ayaklandılar.

Tibet’ in dini ve siyasi lideri Dalai Lama 1959 yılında Çin Halk Cumhuriyetine karşı bir ayaklanma başlattı. Olaylara müdahale etmek isteyen Çin askerleri binlerce Tibetlinin ölümüne sebep oldular. Tibetli keşişlerin Çin’ e karşı başlattıkları bu isyan Dalai Lama’ nın Hindistan’ a sürgüne gönderilmesine neden oldu.

Barışçıl mücadelesini 31 Mart 1959 tarihinden itibaren Hindistan sınırlarında yer alan Dharamsala’ dan sürdüren Dalai Lama, göstermiş olduğu barışçıl politikaları ve Tibet’ in özgürlüğüne karşı yürütmekte olduğu şiddet karşıtı mücadelesi sebebiyle 1989 yılında Nobel Barış Ödülü’ ne de layık görülmüştü.

Dalay Lama, gelecek Pazartesi günü sürgündeki Tibet parlamentosunun oturumunda resmen görevi bırakma sürecini başlatacağını bildirdi.

Bu adımın uzun erimde Tibetlilerin yararına olacağını söyleyen Dalay Lama, kararının arkasında cesaretini yitirme ya da sorumluluktan kaçma gibi bir neden bulunmadığını belirtti.

Dalay Lama, görev devrine ilişkin planlarını 1959 Tibet ayaklanmasının yıl dönümü dolayısıyla yaptığı konuşmada açıkladı. Hindistan’da kendisine üs edindiği Dharamsala kentinde konuşan Dalay Lama, “Daha 1960’larda, ben Tibetlilerin bir lidere, Tibet halkınca özgür şekilde seçilmiş ve benim görevi devredebileceğim bir lidere ihtiyaç duyduğunu söylemiştim. Şimdi bunu gerçekleştirme zamanının geldiği açıktır.” dedi.

BBC’nin Delhi muhabiri Mark Dummett, Dalai Lama’nın yerine geçecek kişinin çetin bir görevle karşı karşıya olacağını; zira hiçbir Tibetlinin ruhani ve siyasi liderlik konusunda Dalay Lama gibi kadar söz sahibi olamayacağını belirtiyor.

Çin’e şeffaflık çağrısı

Dalay Lama, konuşmasında Çin liderlerine daha fazla şeffaflık çağrısında da bulundu. “Dünyanın en büyük nüfusuna sahip olan Çin, dünyanın gelişen güçlerinden biridir. Çin’in kaydettiği ekonomik gelişmeye hayranlık duyuyorum” diyen Dalay Lama, sözlerine, “Çin ayrıca insanlığın ve dünya barışının gelişmesine de katkıda bulunabilecek büyük bir potansiyele sahiptir. Ama bunu yapabilmesi için Çin’in uluslararası düzeyde saygı ve güven kazanması gerekiyor” dedi.

Dalay Lama, bunun için de, Çin liderlerinin daha şeffaf davranması, yaptıklarının söylediklerine uyması ve ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü sağlanmasının şart olduğunu vurguladı.

(Yeşil Gazete)