Ana Sayfa Blog Sayfa 5229

Haftanın tortusu

* Yayınlanmamış bir kitap toplatıldı, silindi, yasaklandı. * Şık’a hücresinde bile rahat yok, Çarkın serbest. * Türkiye Libya’ya yapılan saldırının merkezi oldu. * Başbakan, nükleer santral, radyasyon bulutları.

* Yayınlanmamış bir kitap toplatıldı, silindi, yasaklandı. Türkiye ayağa kalktı. Bir bölümü tabii ki. Başka büyük bir bölüm var ki, Dünya yıkılsa zaten onları yerlerinden kaldırmak mümkün değil. Haksız da sayılmazlar. Yoksulluk ve günlük ekonomik telaşlar içerisinde canlarını çektirmekle meşguller.

Türkiye ayağa kalktı ve hemen yandaşlar yardıma koştu. Açıklamalar, tutanaklar birbirini izledi. Kitabı okuduğunu söyleyen yazarlar, (ki anlıyoruz bu kitabı okumak o kadar da zor bir durum değil. Biraz kalpte AKP sevgisi, olan biten baskı ortamına demokrasi deme hevesi yetiyor,) kitapla ilgili açıklamalarda bulundular. Yapılan uygulamayı haklı çıkarmaya çalıştılar ve sadece komik oldular. Asıl sorun nerede biliyor musunuz? Diyorlar ki bazı yandaşlar, “Efendim kitap neden gizli kalsın? Zaten iddianamede bu kitap delil olarak ortaya konacak.” Hiç iddianame görmesek, incelemesek ya da inceleyenleri okumasak inanacağız bu telefonla helikopter düşürtengillere. Önümüzde çok güzel bir örnek çalışma var. Açıp bakmak yeterli: Dani Rodrik ve Pınar Doğan’ın yazdığı Balyoz adlı kitabı. Hala yakılmadı, yasaklanmadı bulunabilir. Orada iddianameye giren deliller üzerinde nasıl oynandığının kanıtları mevcut. Zaten ortaya saçıldı bunlar. Peki bu kitabın hiçbir nüshası “dışarda” kalmadığına göre bu kitapta yapılacak olası değişiklikleri kim farkedecek ve ortaya çıkartacak? Ahmet Şık mı? E o zaten yargılanıyor. Kamuoyunun bir bölümü zaten ona inanmamak için direnecek. Söylediklerini suçluluğa yoracak. E gerçeği de “delete” ettiklerine göre? Asıl problem budur. (İlgili bir yazı: Ahmet Şık’ın hafızasını nasıl sileceksiniz?)

* Şık’a hücresinde bile rahat yok, Çarkın serbest. Neyi koruyup, neye bedel ödettiğimiz, neyi yüceltip, neyi eksiltmek istediğimiz yani tercihlerimiz bizi belirliyorsa eğer, bu yeten de artan bir örnek olacaktır. Şık’ın hapishanesindeki hücresi basılıyor, belki savunmasıyla ilgili yazdığı yazılar karıştırılıyor, alınıyor. Diğer taraftan ise Aygan Çarkın, 1000 kişi öldürdüm diyen kişi, savcılığa geliyor, “her şeyi anlattığını” ifade ediyor ve serbest şekilde çıkıp gidiyor. Ergenekon, derin devlet, kontrgerillayı çözmek isteyen bir ülke bunu yapar mı? Ayhan Çarkın’ın da içeri girmesi için, mevcut yapılanmaları sorgulayan bir kitap yazması ve çok satması mı gerekiyor?

* Türkiye Libya’ya yapılan saldırının merkezi oldu. Başından beri garip bir tutum sergiliyor Türkiye Libya konusunda. Muhalefet etmek bile mümkün değil neredeyse. NATO’nun ne işi var orada deniyor, herhalde iyi bir şey diye düşünüyoruz, sonra komuta NATO’ya geçiyor, bu sefer belli başlı gazeteler, bunun Türkiye’nin zaferi olduğunu yazıyorlar (STAR: Türkiye bastırdı, komuta Nato’da), tam onu anlamaya çalışırken, NATO’nun bu saldırı için olmazsa olmaz olduğunu işitiyoruz. Tezkere çıkmadan, gemiler gidiyor, saldırının merkezi İzmir oluyor. Bu kadar istemeye istemeye saldırının gövdesini oluşturmak da zor aslında. Son bir soru: Olur ya tezkere geçmeseydi, Türkiye gemilerini geri mi çekecekti?

* Başbakan, nükleer santral, radyasyon bulutları. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çıktı nükleer santralle tüp gazı eş tuttu ve bu tarz işlerde ciddiyet bekleyen herkesi dehşete düşürdü. Aradan zaman geçti, herhalde işler daha ciddi yürür artık derken, bu sefer de televizyon ve bilgisayar benzetmeleri geldi. Başbakan, tehlikeleri önemsemeyerek öteleyebileceğini mi düşünüyor? Bence öyle düşünmüyor. Çünkü, tam o örnekleri verdiği konuşmasında, koruma çemberine yeni bir halka eklenmiş Başbakan’ın. NTV’nin haberine göre, bu halka, Başbakan’ı radyasyondan ve nükleer saldırıdan koruyacakmış. Şöyle bir şey olsa gerek: Başbakan bilgisayar ekranına bakmayacak, korumaları okuyup, Başbakan’a iletecekler? Böyle mi? Tabii ki değil. Herkes farkında aslında radyasyonun ve nükleerin nasıl ölümcül olduğunun ama hesaplar kitaplar devreye girince işler şaşıyor.

Başbakandır korunacaktır tabii ki. Ama bizim böyle nükleer bir alarmda kaçacak kamyonlarımız yok. Özel giysiler bizi gittiğimiz her yerde izlemiyor. Bu yüzden de (Başbakan: “Patlayabilir mi? Tabii, risk var!”) nükleer santralleri istemiyoruz. Bunu anlamak bu kadar zor mu? (İlgili bir yazı: Japonya’nın köprüleri, tüp gazları ve Amerika’ya ulaşan molozlar)

 

http://urbarli.net/

Fukişima’da “sular durulmuyor”

 

Japonya’daki nükleer felaketin ardından bölgedenkaygı verici haberler gelmeye devam ediyor. Fukişima santralinin işletmecisi olan TEPCO düzenlediği son basın toplantısında santrali çevreyelen bölgedeki toprak analizlerinde plütonyuma rastlandığını duyurdu. TEPCO’nun açıklamasına göre plütonyum ihtiva eden toprak numuneleri santralin etrafındaki bölgeden yaklaşık 1 hafta önce toplanmış. Şirket yetkililerine göre rastlanan plütonyum miktarı insan sağlığına zarar vermeyecek oranda.

 

Diğer yandan Fukişima’daki reaktörleri soğutma çabaları yüksek oranda radyasyon sızıntısı nedeniyle aksıyor. Özellikle 2 numaralı reaktörde yaşanan ciddi sızıntı soğutma çabalarına sekte vuruyor. TEPCO bu reaktöre pompaladığı su oranını pazar günü arttırarak saatte 16 tona çıkarmış, ancak pazartesi günü itibariyle bu miktarı yeniden 7 tona indirmişti. Bu durumun nedeni olarak reaktörün elektrik tribünü binasının temelinde biriken suda çok yüksek oranda radyasyona rastlanmış olması. Bu sızıntının reaktörü çevreleyen “koruma kabındaki” yeri henüz bilinmeyen bir çatlaktan gerçekleştiği düşünülüyor.

 

TEPCO yetkilileri normalde bir reaktörün çekirdeğindeki sudan 100.000 kat daha yüksek oranda radyoaktif suyun varlığı nedeniyle reaktöre dışarıdan saatte 7 ton hacminde suyun pompalandığını, bu miktarın sürekli olarak buharlaşan su miktarını karşılayacağını belirtiyorlar. Ancak uzmannlar bu oranın yetersiz kalarak reaktörün yeniden aşırı ısınmasına neden olabileceğini belirtiyorlar.

 

Diğer yandan 1 ve 3 numaralı reaktörlerin tribün temellerinde de yüksek oranda radyoaktif su tespit edildi. Bu bölgede çalışan 3 işçi çok tehlikeli oranda radyasyona maruz kaldı.

 

Ancak Fukişima ve Japonya, ve aslında Dünya, artık bütün bu çok büyük tehlikelerden çok daha önemli ve acil bir felaket riskiyle karşı karşıya. TEPCO’dan gelen açıklamaya göre reaktör binalarının “dışında”, yani açık havada bulunan bir hendekte yine çok tehlikeli oranda radyoaktif serpinti ihtiva eden su birikintileri var. Nükleer Güvenlik Komisyonu’na göre bu oranda radyoaktif su birikintilerinin reaktörden dışarıya sızması ve okyanusa ulaşması “her ne pahasına olursa olsun” engellenmeli. Komisyon ayrıca tüm dünya devletlerini “nükleerde güvenlik önlemlerini gözden geçirmek üzere acil bir uluslararası toplantıya” çağırdı.

 

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Yukiya Amano da Japonya’daki durumun düzelmesinin “biraz” zaman alacağını belirtti. Fukişima’daki durumun hala ciddi olduğunun altını çizen Amano yine de sorunun bölgede çalışan fedakar işçilerin çabalarıyla çözüleceğine inandığını da ekledi.

 

Bütün bu gelişmelerin yanısıra Greenpeace de Fukişima etrafındaki tahliye çemberinin genişletilmesi gerektiğini bildiren bir basın açıklaması yayımladı. Bölgede uzmanlarla sürekli olarak radyasyon ölçümü yapan ve verileri kamuoyuyla an be an paylaşan Greenpeace, reaktörün 40 km kuzeybatısında yer alan Iitate köyünde yapılan ölcümlerde saatte 10 mikro Sieverts oranında radyasyon tespit edildiğini bildirdi. Bu da ortalama bir insanın tolere edebileceği yıllık azami radyasyon miktarının bir iki gün içinde alınması anlamına geliyor. Greenpeace “Bu miktarlar tahliye çemberinin genişletilmesini gerektirir. İitate’de yaşayanlar güvende değil, özellikle hamile ve çocuklar daha büyük risk altında” dedi.

 

(Yeşil Gazete, Reuters, NHK, Kyodo News, Greenpeace International)

 

Bunun hesabını sorulsun: “Bu köpekler çevreye zarar verse?”

MalatyaHaber gazetesinin dün yayınladığı bir habere göre, geçtiğimiz Cuma günü Sultansuyu Tarım İşletmeleri arazisinde zehirlenerek öldürülmüş 25 köpek bulundu.

Haberde, işletmenin müdürü veteriner Ahmet Baş’ın köpeklerin ne şekilde öldürüldüğünü kendilerinin de bilmediğini, sorumluluk kabul etmediklerini ve konuyu araştırdıklarını söylediği, ancak daha sonra yaptığı açıklamada “Biz burada zirai mücadele veriyoruz. Fare ilaçlaması sırasında köpekler bunları yiyip ölmüş olabilir.” dediği bildiriliyor.

Başıboş köpeklerin arazilerde dolaşması sakıncalı!!!

Ölen köpek sayısının 25 değil 5 olduğunu iddia eden veteriner Baş, Sultansuyu arazisinde çok sayıda başıboş köpek dolaştığını, bunun sakıncalı olduğunu söyleyerek şu soruyu sordu: “Bu köpekler çevreye zarar verse daha mı iyi olurdu?

Akçadağ Savcılığı konuyla ilgili soruşturma başlattı.

Olayı duyan Hayvan Hakları Federasyonu Diyarbakır Temsilcisi Sevgi Ekmekçiler’in görevlendirdiği bir heyet Cumartesi günü suç duyurusunda bulundu. Jandarma ile birlikte Sultansuyu’ndaki araziye giden HAYTAP yetkilileri, olayın peşini bırakmayacaklarını ve sorumluların ceza alması için mücadele vereceklerini söyledi.

(Yeşil Gazete)

Tecavüz kılıfı, akademik özgürlük oldu

0

Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Çeker’in açıklamalarıyla ilgili üniversitenin başlatmış olduğu incelemenin tamamlandı ve Çeker hakkında “soruşturma açılmamasına” karar verildi.

Prof. Dr. Çeker hakkında başlatılan incelemede, Soruşturma Kurulu, “öğretim üyelerinin akademik ifade özgürlüğünün bulunduğu ve basında yer alan açıklamalarında herhangi bir suç unsuruna da rastlanmadığı” gerekçesiyle bu kararı aldı.

Prof. Dr. Çeker’in, inceleme sırasındaki ifadesinde, açıklamalarının sadece kendisini bağlayacağını söylediği kaydedildi.

Selçuk Üniversitesi Rektörü Süleyman Okudan, geçen ay, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın talimatıyla Çeker hakkında inceleme başlattıklarını bildirmişti.

Çeker ne demişti?

Prof. Çeker dekolte giyinenin tacizi göze alması gerektiği yönünde açıklama yapmıştı.

Çeker’in şu sözleri tepki çekmişti:

“Elbette işlenen suç son derece iğrençtir. Lakin bu suçun işlenmesinde dekolte ve tahrik edici kıyafetler giyinen kadının da etkisi küçümsenmeyecek kadar büyüktür. Bu konuda tabi ki erkek suçludur ama kadının da suçu gözardı edilirse meseleyi çözümde yanlış adım atmış oluruz. Bu olayda her iki taraf da suçludur.”

(Yeşil Gazete-CNN)

Asıl sorun sivil itaat olabilir mi?

Geçen haftanın en sık kullanılan isim tamlaması sivil itaatsizlikti. BDP’nin oturma eylemleri sürüyor, Demokratik Çözüm Çadırları yayılıyor. Sözcülüğünü eski milletvekili Mahmut Alınak’ın yaptığı, BDP’den bağımsız olarak yürüyen ‘Gençler Ölmesin, Ocaklar Sönmesin Girişimi’, yeni bir sivil itaatsizlik eylemi yapacaklarını duyurdu. 2 Nisan’dan sonra iki hafta boyunca tüm okullarda ve devlet kurumlarında karşı taraf Türkçe’de ısrar etse dahi Kürtçe cevap verecekleri bir eylem.
* * *
Aynı esnada başka bir karede sadece Türkiye değil, evrensel hukuk tarihinin en akıl almaz olaylarından biri yaşanarak Ahmet Şık’ın kitap taslağı teker teker iz sürülerek temizlenmeye çalışılıyor. Karşılığında ne oluyor? On binlerce insan sosyal paylaşım ağlarında taslağın bir kopyasının kendilerinde olduğunu söylüyor. Sadece Facebook grubunda 55 bine yakın kişi bu anlamda bir suç itirafında bulunuyor. Ayrıca yayıncılar bir araya gelip bu kitabı basabileceklerini ilan ediyor. Bunların da adı sivil itaatsizlik…
Kavramla birlikte akla ilk gelen düşünürlerden Howard Zinn, bu eylemleri ‘Acil toplumsal hedefler uğruna yasaların bilinçli ve hedeflenmiş ihlali’ olarak tanımlıyor. Haklılık ve yasadışılık ayrı mefhumlar.
Sivil itaatsizlik eylemleri barışçıldır, şiddet içermez, içerene başka bir şey denir. Yasadışıdır ama topyekûn yasadışılığı savunmak anlamına gelmez. Meşruiyetini aciliyetinden alır. Sivilin sesidir. Sivilin iktidarlara varlığını hatırlatma yöntemidir. Sivilin varlığını bu kadar sık hatırlatmak istediği, buna mecbur kaldığı dönemlerin de bir adı vardır.
* * *
Yine Howard Zinn’den bir alıntıyla bitirelim:
“Sivil itaatsizlik bizim sorunumuz değil. Bizim sorunumuz sivil itaat. Bizim sorunumuz dünyanın dört bir tarafında liderlerinin dikte ettiği her şeye itaat eden insanlar ve bu itaatkârlık yüzünden hayatını kaybeden milyonlarca kişidir. Bizim problemimiz dünyanın dört bir yanında yoksulluk ve açlık ve aptallık ve savaş ve zulüm tarafında itaatkâr olan insanlardır.

Pınar Öğünç / Radikal

küçük Millet Meclisi’nin, milletvekili adaylarından 10 isteği var

Türkiye küçük Millet Meclisleri (TkMM); illerde oluşturulan, sivil toplum ve meslek örgütleri temsilcilerinin ayda bir kez bir araya gelerek Türkiye’nin genel ve illerinin yerel sorunlarını milletvekilleri ve belediye başkanlarıyla birlikte konuştukları diyalog gruplarından oluşuyor.  TkMM, gelecek dört yıl birlikte çalışacağı vekillerle şimdiden tanışmak ve diyalogu bu temelde yürütmeyi amaçlıyor.

Çalışma nasıl yürütülecek?

Her ildeki kMM çalışanı, bu iş için hazırlanmış basit bir formu o ildeki kMM katılımcısı sivil toplum örgütlerine ve meslek örgütlerine yollayarak kendilerine göre önemli buldukları 10 isteği (5 Genel, 5 yerel) belirlemelerini istiyor. Bunlar arasında en çok istenenler, o meclisin “10 istek” listesini oluşturacak.

Nisan ayı kMM toplantılarına (1,2 veya 3 Nisan) milletvekillerinin yanı sıra partilerin il başkanları da davet edilerek sorulacak: “Bu seçimden ne bekliyorsunuz, seçmene ne vaat ediyorsunuz?”. Partilerin seçim vaatleri topluca tartışılacak.

Aday listeleri 11 Nisan tarihinde kesinleşiyor. Mayıs (6-7-8) ve Haziran (3-4-5) toplantılarına adaylar davet edilecek.  10 İSTEK formu “İşte ilimiz küçük Millet Meclisi’nin adaylardan istedikleri” diyerek adaylar ile paylaşılacak. Milletvekili adaylarından, bunlardan hangilerini benimsediklerini bildirmeleri ve onların gerçekleşmesi için çalışacaklarına söz vermeleri istenecek. “Ya hep ya hiç” yok. Milletvekili adaylarının muhalefet ettikleri yerler olursa, onu da kendi elleriyle yazabilecekler. Kabul ettikleri şeyler, aynı zamanda seçmene taahhütleri olacak.

Tüm illerden gelecek yanıtların Ortak Payda’larını belirten bir rapor hazırlanacak. Seçime birkaç gün kala, tüm illerde yapılacak eş zamanlı basın toplantılarıyla kamuoyuna açıklanacak.

Kampanya, 29 Mart saat 09:30’da Açık Radyo’da Ömer Madra’nın konuğu olarak açılışı yapıyor.

TkMM’nin çalışmalarına detaylı olarak www.tkmmocg.net adresinden erişilebilir.

(Yeşil Gazete)

 

 

 

 

 

Yeşiller Partisi Nevala Kasaba’da

Yeşillerden bir grup bu gün DTK ve BDP’nin düzenlemiş olduğu Nevala Kasaba mitingine katıldı. DTK ve BDP Eş başkanlarının, milletvekillerinin, belediye başkanlarının ve Yeşiller Partisi üyelerinin de içinde bulunduğu grup , binlerce araçlık bir konvoyla Nevala Kasaba’da buluştu, onbinlerce insan kol kola girerek Nevela Kasaba meydanına doğru yürüyüşe geçti.

Anlamı Kasaplar Deresi olan Nevala Kasaba pek çok faili meçhul cinayetin yaşandığı ve toplu mezarların bulunduğu yer olarak biliniyor.

Kürt politikacılar, yaptıkları konuşmalarda anadilde eğitim, %10 seçim barajının kaldırılması, tüm siyasi tutukluların serbest bırakılması ve askeri ve siyasi operasyonların durdurulması taleplerini tekrar dile getirerek demokrasi mesajı verdiler.

Alandakilere yaptığı konuşmasında Ahmet Türk: “Biz Türklerin düşmanı değiliz, biz kimsenin düşmanı değiliz, biz özgürlük istiyoruz” dedi. Ortadoğu’da ve Afrika’daki kalkışmalara da göndermede bulunan Türk, “Suriye’de Libya, Tunus, Mısır’da özgürlük çığlıkları yükseliyor. İnanıyoruz ki bizim çığlığımız daha yüksek sesle yükselecektir. “dedi.

Ahmet Türk’ün ardından söz alan BDP Eş başkanı  Selahattin Demirtaş talepleri yerine getirilene kadar alanlarda olmaya devam edeceklerini belirtti.

Demirtaş, Başbakan Erdoğan’ın kendilerini sivil olmamakla itham ettiğine vurgu yaparak şunları dile getirdi:

“Bizim her tarafımız sivil de, senin panzerlerin, polislerin gaz bombaların mı sivil anlayıştır? Hadi bunlara cevap ver. Sizin zihniyetiniz askeri zihniyettir, militarizm zihniyettir.  Bizim yüreğimiz de sivildir çözüm önerilerimiz de sivildir. Panzerleriz 80 yıldır Kürtlerin üzerinde, bir Kürt panzer üzerine çıktı diye kıyamet koparıyorsunuz.” dedi.

Demirtaş, sivil itaatsizlik eylemleri ile sürdürdükleri taleplerinin yerine getirilmesi durumunda aday olmayacaklarını dile getirdi.

Şu anda Nevela Kasaba’da polis grubun Siirt şehir meydanına yürümesine izin vermediği için oturma eylemi yapılıyor.

Kütüphaneler Haftası, Düşünce Özgürlüğü Karikatürleri Sergisi ile buluşuyor

Kütüphaneler Haftası; Türkiye’de 1964 yılından beri Mart ayının son Pazartesi günü ile başlayan hafta kutlanıyor. Hafta ile ilgili etkinlikler çerçevesinde, İstanbul’da  Düşünce Özgürlüğü Karikatürleri Sergisi 1 Nisan 2011 Cuma günü açılıyor. Sergi; Okul Kütüphanecileri Derneği, Türk Kütüphaneciler Derneği Düşünce Özgürlüğü Grubu, Kültür Paylaşım Platformu, Bahçeşehir Üniversitesi, İdeal Kültür Yayıncılık iş birliği ile düzenleniyor.

Özgürlüklerin temeli olan, “Düşünce Özgürlüğü” konusuna çizginin diliyle bakmak

Düşüncelerin özgürlüğüne çizginin diliyle, bir başka gözle bakmak isteyen herkes, 1 Nisan Cuma 2011 tarihinde Bahçeşehir Üniversitesi Fazıl Say Fuayesinde saat 15.30’da gerçekleşecek Düşünce Özgürlüğü Karikatürleri Sergisi açılışına davetli. Beşiktaş’taki Bahçeşehir Üniversitesi Fazıl Say Fuayesi’nde görülebilecek sergi 16 Nisan Cumartesi 2011 tarihine kadar sürecek.

Sergi; Türkiye’nin en güncel sorunlarından biri olan Düşünce Özgürlüğü konusuna, karikatürcülerin diliyle, çizgiyle değinmeyi amaçlıyor. “Kütüphaneler Düşünce Özgürlüğünün en iyi yaşandığı kurumlarıdır” fikrini rehber alarak, kütüphaneler özelinde toplumda düşünce özgürlüğü konusunda farkındalık yaratmak, serginin temel hedeflerinden.

Sergi düşüncesinin yaratıcıları, düşünce özgürlüğü konusunda karma bir sergi çalışmasını 47. Kütüphane Haftası içerisinde gerçekleştirmeyi düşünerek işe başlamışlar. Ancak burada kalmayıp, Kütüphane Haftası sonrasında kütüphanelerde bu sergiyi il il, ilçe ilçe gezdirerek önemli bir konuda toplumsal bir görevi yerine getirme fikrine varmışlar. Projeye destek için, ödüllü karikatür sanatçısı, Hicabi Demirci’ye önermişler. Sanatçı, aynı heyecanı paylaşarak, serginin de koordinatörü olmayı kabul etmiş. Böylece, yoğun emek ve özveriyle bu serginin çalışmalarına başlanmış.

Hicabi Demirci

Sergi çalışmasına sanatçılar yoğun ilgi göstermişler ve sergi konusundaki destekleri büyük motivasyon vermiş. 29 sanatçıdan 84 karikatür ellerine ulaşmış. Sergi Koordinatörü Hicabi Demirci’nin titiz çalışmasıyla açılış sergisi için 35 karikatür seçildi.

Düşünce özgürlüğü konusunda farkındalık yaratma ve toplumsal fayda amaçlayan karikatür sergisinde; Ahmet Aykanat, Aslı Yücel, Aşkın Ayrancıoğlu, Atila Atala, Cemal Arığ, Çiğdem Demir, Coşkun Göle, Dinçer Pilgir, Erdoğan Karayel, Elgin Akpınar, Hakan Demirci, Hasan Seçkin, Hayati Boyacıoğlu, Hicabi Demirci, Hilmi Şimşek, Hülya Erşahin, Hüseyin Soylu, İlker Yatı, İsmail Doğan, Mehmet Kahraman, Menekşe Çam, Muammer Olcay, Necmi Oğuzer, Nezih Danyal, Oğuz Gürel, Özkan Olcay, Uğur Pamuk, Saadet Demir Yalçın, Yüksel Cengiz’in eserleri yer alıyor.

(Yeşil Gazete)

Bir Kere Daha Ahmet Şık’ın Kitabı (I) – Aydın Engin

Günlerdir Ahmet Şık’ın hazırladığı – ve tutuklandığı için bitiremediği- “İmamın Ordusu” adlı kitap konuşuluyor. Ekranlarda, gazete sayfalarında kitabın Ergenekon’un talimatıyla hazırlandığı, Ahmet Şık’ın yönlendirildiği iddiaları kol geziyor. İddialar kanıt ister. İşte zurnanın zırt dediği yer de burası. Şu ya da bu nedenle kitabın yayınlanmasından paniğe kapılanlar kendilerince kanıtlar (kanıtlar?), akıl yürütmeler ileri sürüyorlar ve şu ana kadar ortayla atılanlar için söylenecek tek söz: Yürekler acısı

Ama Ahmet Şık’ı Ergenekon yardakçısı gösteren iddialara dün Star gazetesinde yayınlanan bir rapor eklendi. Yanılmıyorsam Star da Bugün gazetesinden aktarmış. Savcının Ahmet Şık ve Nedim Şener’i tutuklama isteğiyle mahkeme önüne dikmesini sağlayan dehşetengiz bir belge bu.

İstanbul Emniyeti’nce hazırlandığı belirtilen bu 49 sayfalık ve “İnceleme Tutanağı” adı verilmiş belge, mahkemeye gerek kalmadan yargıyı vermiş bile. Alıntılayarak aktarıyorum:

“…Bu kitap çalışması ile Ergenekon terör örgütünün amaç ve hedefleri doğrultusunda propaganda yapıldığı, bu kapsamda özellikle devam etmekte olan dava sürecini etkileyerek ve yönlendirerek adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs edildiği, ayrıca suçu ve suçluyu övdüğü anlaşılmıştır…”

Nasıl ama?

Hukuk fakültesi birinci sınıfında “Kolluk kuvvetleri delilleri toplar; yargıyı mahkeme verir” diye öğretilir. Demek yanlış öğretiliyormuş. Demek 2011 Türkiye’sinde yargıyı da polisler veriyormuş. Bu durumda “Mahkemeye yapacak ne kalıyor ya da mahkemelere ne gerek kalıyor” diye sormalı mı?.

*    *    *

Ahmet Şık’ın kitapla ilgili çalışmasını daha fikir olarak doğduğu günden bu yana epey yakından biliyorum, izliyorum.

Kitabı henüz başlangıç aşamasında da, Ahmet Işık’ın tutuklanmasından hemen öncesine denk gelen günlerdeki halini de okudum. Dikkatle okudum. Hatta bazı eleştirilerimi, öğütlerimi de ilettim.

İnternette bir kaç sahte kopyasının dolaştığı, hatta kim olduklarını bilmediğimiz bazı uyanıkların kitabı internette pazarlayıp para kazanma yoluna girdikleri bu toz duman arasında, kitap üstüne dolaysız bilgileri okurla paylaşmak benim için artık meslek değil yurttaşlık görevi oldu.

Buyrun.

*    *    *

Bir kitap, hele gazetecilik mesleğinin sınırları içine giren, araştırmaya dayanan bir kitap nasıl hazırlanır?

Herhalde masa başında yorum yapıp, ahkâm keserek değil.

Kitabın ele aldığı konu “İmamın Ordusu” adlı çalışma olduğuna göre, Fetullah Gülen’in yarattığı örgütlenmenin, yani Cemaat’ın başlangıcından bugününe bütün aşamaları, özellikle dönüm anları ele alınır. Bunun için Cemaat üstüne yazılmış, kimi eleştiren, kimi öven her türlü kitap, dergi ve gazete haberi taranır. Berbat, yıpratıcı, bezdirici bir emek harcamasıdır bu.

Ahmet Şık iğneyle kuyu kazmacasına bunu yaptı.

Yetmez
.

Konuya ilişkin resmi raporlarda, mahkeme dosyalarında yine iğneyle kuyu kazılır. Kalın dosyaların içinde önemli bir gösterge değeri taşıyacak küçücük paragrafların bile gözden kaçmaması için bu zahmetli tarama haftalar sürer ve -meslekten olanlar daha iyi anlayacaktır- bazan ikinci bir taramaya geçilir.

Ahmet Şık bunu da sorumlu gazeteci titizliği ile yaptı.

Yetmez.

Konuyu iyi bilenlerin tanıklıklarına başvurulur, onlarla söyleşiler (=interview) yapılır. Söyleşiye yanaşmayanlara, ki devlet görevlileri çoğu kez yanaşmazlar,  sorular iletilir ve yazılı cevapları beklenir.

Ahmet Şık ulaşabildiği herkese ulaşmaya çalışarak bunu yaptı.

Yetmez.

Söyleşilerde ya da sorulara verilen yanıtlarda, tanıkların yanıltıcı, çalışmayı saptırıcı hatta yalan bilgiler vermeleri her zaman mümkündür. Bunların yeniden elden geçirilmesi, başka kaynak ya da tanıklarla karşılaştırarak doğrulanması, doğrulanamıyorsa ayıklanması gerekir. Doğruları yanlışlardan ayırmak, kuru iddiaların kanıtlarını aramak, bulunamıyorsa acımadan çöpe atmak gerekir.

Ahmet Şık çalışmanın bu en zor ve tuzaklara açık alanında da titiz bir çalışma yaptı.

Yetmez.

Bazı tanıklar ya da söyleşi yapılanlar kendi ağzından kitaba aktarılacak olanları görmek, gerekirse düzeltmeler yapmak isterler ve bu onların hakkıdır. Söyleşiden sonra kendilerine iletilen bant çözümlerini elden geçirirler ve yazara “Şu öyle olmaz, bunu böyle demek istedim, şurası yanlış olmuş” gibi öneri ve uyarılarını iletirler. Yazar bunların ciddiye alınacaklarını kabullenir ve düzeltir, tersi ise dikkate almaz…

Yetmez.

Bazı tanıklar kimliklerinin gizli tutulmasında ısrar ederler. Bu onların hakkıdır. Ama “Nasıl olsa kimliğim belli olmayacak” rahatlığı ile uydurma iddialar ileri sürmeleri, kendi çıkarlarına ağırlık vermeleri ciddi bir tehlikedir. Bu aşamada ayıklama ve doğrulatma işlemi daha da zordur ve sadece titizlik değil mesleki maharet, deneyim ve hüner de gerektirir.

Ahmet Şık, bu bağlamda da titizliğini korudu; yeterli deneyime ise zaten sahipti.

İşte bütün bunları yapmadan bir araştırma yapmaya kalkar, bir kitap hazırlarsanız mesleğin ilkelerini göz ardı etmiş olursunuz ve bunun bedelini de alay edilerek, okunmazlık duvarına toslayarak, ciddiye alınmayarak ödersiniz.

Ahmet Şık, söz konusu çalışmada meslek ilkelerine ve kurallarına titizlikle uydu. Aylardır elinden düşmeyen kitabın bir türlü bitmemesi, son halini alamaması da sadece ve sadece bu titizlikten kaynaklandı.

*    *    *

Buraya kadarında bir araştırma kitabı hazırlanmasında gazetecilik mesleğinin gereklerini sergileyip Ahmet Şık’ın da bu ilkelere titizlik uyduğunu anlattım.

Ama benim söylediklerim de eninde sonunda bir iddia. Nitekim 49 sayfalık polis raporu benim söylediklerimin tersini iddia ediyor.

Öyleyse bu yazı bugünlük burada bitsin ama yarın “Kitapta ne var ve kitapta olanlar nasıl ve hangi kaynaklardan, hangi tanıklıklardan elde edildi” sorularına somut cevaplar verelim…

Yani arkası yarın…

(t24)

Büyük üçlü Rockets’a fazla geldi

0

Miami Heat, American Airlines Arena’da ağırladığı Houston Rockets’ı 125-119 mağlup edip üst üste beşinci galibiyetini aldı. Heat’in büyük üçlüsü sezonun en kompakt performansını sergiledi.

James 33 sayı 10 ribaund 7 asist, Wade 30 sayı 11 ribaund 5 asist 2 blok, Bosh 31 sayı 12 ribaundla oynadı. Rockets ise Kyle Lowry, Kevin Martin ve Luis Scola ile cevap vermeye çalışsa da bu çabaları yeterli olmadı. Martin 29 sayı 5 ribaund 5 asist, Lowry 25 sayı 9 asist 7 ribaund, Scola 28 sayı 5 ribaundla mücadele etti.

James, Wade ve Bosh toplamda 94 sayı 33 ribaund 15 asist kaydederken,büyük üçlü art arda ikinci maçta da double-double yapmış oldu. İki takım da karşılaşma boyunca %50 civarında şut isabeti yakalarken, Heat Wade ve Joel Anthony ile fark yaratan taraf oldu. Dördüncü periyotun ortalarında Wade 2 blok yaparken, Anthony de 1 top keserek savunmaya katkı yaptı.