Ana Sayfa Blog Sayfa 5228

Aydın Engin: “’Gülenci polis şeflerinin’ hafif üstünlük sağladığını anlatıyor”

Anadolu Üniversitesinde basın ahlakı dersleri de veren, yazar  ve politikacı olduğu kadar usta bir gazeteci de olan Aydın Engin, Ahmet Şık’ın henüz çıkmadan yasaklanan ‘İmamın Ordusu‘ adlı kitap çalışmasının bir diğer taslağının da kendisinde olduğunu açıklamıştı.  Şık’ın kitabı inceleyip fikirlerini paylaşması için kendisine verdiğini kaydeden Aydın Engin’in bu çıkışı kamuoyunda geniş bir kesimde coşkuyla karşılanıp desteklenmişti. Biz de Yeşil Gazete olarak önümüzdeki günlerde de ülke gündemini belirleyecek olan Ahmet Şık’ın basılmamış kitabı İmamım Ordusu hakkında kendisiyle bir söyleşi yaptık.

Yayınlanmamış bir kitabın toplatılıp, kopyasını bulunduranların suçlu ilan edilmesi sizce ne demek?

Hukuk devletinden hızla uzaklaşıp, polis devletine doğru yol alırken “Kafandaki düşüncelerle suç işlemektesin. Ya o düşünceleri terk et ya da onları siler seni de içeri tıkarımdan’’ bir önceki durak demek…

Ahmet Şık’ın yazdığı İmamın Ordusu isimli kitabı okumak isteyen, hatta kitabın kopyalarını korumak ve paylaşmak isteyen de binlerce destekçi insan var. Kitabın bir kopyasının da sizde olduğunu söylediniz. Bu durumda bize kitabın neyle ilgili olduğunu biraz anlatır mısınız?

Çok kısa söyleyebilirim: Kitap Diyanet İşleri Başkanlığı memuru, sıradan bir camii vaizinin (Fetullah Gülen), dününden başlayıp bugününe ulaşan durakları belgelere, tanıklıklara ve bizzat Gülen’in anlatım ve yazılarına dayanarak sergiliyor. Ardından da polis örgütü içinde çeteleşme sınırına varmış grupların egemenlik ve siyasal, ekonomik çıkar kavgasını ve bu kavgada şimdilik “Gülenci polis şeflerinin” hafif üstünlük sağladığını anlatıyor.

Yok edilmek istenen kitabın mahkemesi devam eden ‘’Ergenekon’’ Örgütü ya da davasıyla bir ilişkisi var mı?

Kısmen var. Kitap, polis içindeki çekişmelerin, itiş kakışın Ergenekon Davası’nı sulandırma, bulandırma, karartma sonucu doğurmakta olduğunu olaylar eşliğinde vurguluyor ve böylece Türkiye’nin demokratikleşmesinin önüne çıkan çok çok önemli bir fırsatın heba edilmek üzere olduğu kaygısını okurlara iletiyor.

Ahmet Şık’ın özellikle gazeteci Metin Göktepe’nin öldürülmesi olayının takipçisi olduğu için resmi ya da gayrı resmi olarak tehdit edildiğini söyleyen gazeteci arkadaşları var sizin bu konuda bilginiz var mı?

Hayır yok.

Sizce Ahmet Şık ve Nedim Şener’in hedef seçilmesinin nedeni ne olabilir?

Hedef seçilmediler, alet edilmek istendiler. Çünkü iki saygın ve ne AKP yandaşlığı, ne Cemaat yakınlığı olan iki gazetecinin üstünden yürüyecek bir soruşturma daha ikna edici olur; kuşku duyanları inandırmakta daha etkili olur hesabı. Demokratik kamuoyunun güçlü tepkisine rağmen bu hedefe belli ölçülerde ulaşıldığı kanısındayım. Pek çok kişinin “Tamam bunlar sağlam gazeteciler ama ya Ergenekonla gizli ilişkileri varsa. Baksanıza polis ve savcılık ciddi kanıtlar var diyor…” diye düşünmesi kısmen başarıldı.

Yeşiller Partisi Eş Sözcüleri son olanlar konusunda yaptıkları açıklamada ‘’İmamın ordusu işbaşında’’ başlığını kullandılar siz bu görüşe katılıyor musunuz?

Daha iyi bir başlık bul deseler bulamazdım.

‘’Ahmet Şık’ın kitabı bende de var!’’ cümlesiyle başlatılan protesto kampanyası konusunda ne düşünüyorsunuz? Bu kitabı okuyucuyla buluşturmanın en doğru yöntemi sizce nedir?

Kâğıda basılı olarak okura ulaşmasının önünde artık sağlam ve güçlü bir engel var. Ama hiç bir engel tanımayan mecralar da var. Bakarsınız bir hünerli demokrat çıkar ve…

Röportaj: Savaş Çömlek-Yeşil Gazete

Muhtaç olduğumuz kudret meydanlarda mevcuttur

Bu pazartesi, Yeşiller’den bir grup olarak BDP ve DTK’nin öncülüğünde Kürt halkının sürdürdüğü sivil itaatsizlik eylemlerine destek vermek üzere Siirt’e, Nevala Kasaba’ya gittik. Binlerce araçlık bir konvoyla, on binlerce insanın bir araya geldiği bir buluşma gerçekleşti. Nevala Kasaba, yani Kasaplar Deresi, yargısız infazlarla katledilenlerin en çok gömüldüğü yer olarak biliniyor.

Sivil itaatsizlik eylemleri Türkiye’nin pek çok yerinde, Demokratik Çözüm Çadırları’nda devam ediyor.

Kürt halkının kitlesel olarak verdiği bu şiddetsiz mücadelenin önemini çok iyi kavramak gerekir. Bu çatışma ortamının, bu şiddetin sona ermesini isteyen bizler, hep bugünleri beklemedik mi? İşte o günler geldi. Kürt haklı şimdi, taleplerini kararlı ama bu sefer şiddetsiz gösterilerle dile getiriyor.

Bu duruşun kolay olmadığını herkesin bilmesi gerekir. Kürt halkının acıları da öfkesi de dinmiş değil. Yaşadıkları yerlerde, hatta bir pasif direniş yöntemi olan oturma eylemelerinde bile hala polisin düşmanca tavırlarına ve müdahalesine muhataplar. Hem fiziksel hem psikolojik şiddete maruz kalmış, işkence görmüş, sindirilmeye çalışılmış bir halk için sivil itaatsizliğin nasıl zor ve kelimenin tam anlamıyla büyük bir duruş olduğunu iyi anlamak, iyi bilmek gerekir. O yüzden bu politika büyük bir politikadır. Bu politikayı benimseyen, halkını bu yönde harekete geçirebilen- daha doğrusu bu noktada tutabilen- BDP’li politikacılar, büyük, yürekli politikacılardır.

Çok direk, çok net, çok açık mesajlar veriyor Kürt hareketi. Bu, duyanlar için kulakları sağır edecek bir sesleniştir. Biz bu sesi Türkiye’nin batısında duyabiliyor muyuz dersiniz?

Türkiye’nin batısından Kürt halkı ile dayanışan net, kararlı bir ses çıkmayışının, bazı kanaat önderlerinin de alenen dile getirdiği gibi, bölünme korkusu ve kaygısından kaynaklandığını görüyorum. Bu kaygıyı anlayabiliyorum, ama yersiz buluyorum. İki sebepten: Birincisi Kürt politikacılar çok net bir şekilde, böyle bir talepleri olmadığını dile getiriyorlar. İkincisi, söz konusu talepler son derece demokratik talepler ve yerine getirilmesi ülkenin bölünmesine değil, tam tersine vatandaşları ile barışmasına vesile olacak türden.

Sanırım şu düşünceyi pek çok kişi paylaşıyor artık: Biz bu ülkede Mısır’daki gibi bir devrime değilse, köklü bir reforma ihtiyaç duyuyoruz.

Çünkü bu devlet halkını sevmiyor. Sadece Kürtler’i değil. Ona itaat etmeyen hiç kimseyi sevmiyor. Tehlikeli buluyor. Öldürüyor. İşkence ediyor. Yürümesine, konuşmasına, hatta bir kitap yazmaya niyet etmesine bile izin vermiyor. İstediği gibi giyinmezsen, seni meclise falan almıyor. Öyle değil, böyle bir ülkede yaşamak istiyorum, diyenleri düşman ilan ediyor. Ana dilimde konuşmak isterim diyenleri bölücü ilan ediyor. Karanlık işlerine merak saran gazetecileri yıllardır, sistematik olarak öldürüyor, baskı altına alıyor. Hala Hrant Dink’i öldürenlere kol kanat geriyor.

Güya devletin karanlık yüzüyle hesaplaşma niyetiyle başlanan Ergenekon süreci, yeni ve hukuksuz başka bir derinliğe kavuştu. Derin devletle mücadele eden kahraman hükümetin maceraları başlamadan sona erdi. Maalesef elimiz böğrümüzde, kalakaldık. Nur topu gibi, baskıcı, yarı diktatör yeni bir yönetici elite kavuştuk.

Bu sorun sadece Kürtler’in soru değil. Hepimizin sorunu.

Ben Kürtler’in anadillerinde eğitim alamadıkları bir ülkede yaşamaktan memnun değilim.
Ben %10 seçim barajı yüzünden fikirleri temsil edilemeyen milyonlarca insandan biriyim ve bu barajın kaldırılmasını istiyorum.
Ben ülkemde düşünmenin, konuşmanın, yazmanın ve hatta bunun niyetinin bile suç sayıldığı bir yargı sistemini meşru kabul etmiyorum.
Ben ödediğim vergilerle devletin bana, yani vatandaşlarına, yani egemenliğinin kaynağına silah doğrultmasına, biber gazı atmasına izin vermiyorum.

Ben, İstanbul’da yaşayan, beyaz yakalı bir plaza işçisi olarak, Kürt halkına sivil itaatsizlik eylemlerinde tam destek veriyorum. Sizleri de destek vermeye ve bu desteğinizi açık seçik ilan etmeye davet ediyorum.

Seçime “giderayak” süper yetki isteği

Türkiye, yavaş yavaş 12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak seçime yaklaşırken, hükümetten süper yetki isteği geldi. Buna göre, bakanlar kurulu, TBMM yerine çalışacak ve Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarma yetkisini elde edecek. Hükümetin bu isteği seçime yönelik olmasına rağmen, seçim sonrasını da kapsayacak 6 aylık bir süre zarfında istemesi ise kafalarda soru işareti bırakan kısım.

Tüm bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşların teşkilatlanma ve personeliyle ilgili yasa gerektiren tüm işlemler KHK ile gerçekleştirecek.

Hükümet, geçmişte en çok 12 Eylül darbesinden sonraki ANAP hükümetleri tarafından kullanılan, uzun bir süredir de kullanılmayan bir yetki için Meclis’e başvurdu. TBMM Başkanlığı’na dün hükümete altı aylığına KHK çıkarma hakkı veren Yetki Kanun Tasarısı sunuldu. Seçim öncesi yasalaştırılacak olan tasarı ile hükümet devletin yeniden yapılandırılması yönündeki tüm yasal düzenlemeleri KHK olarak yürürlüğe koyup sonra Meclis’e sunabilecek.

Yetki izni olan durumlar
Tasarı ile, kamu hizmetlerinin düzenli, süratli, etkin, verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülmesini sağlamak üzere; Bakanlar Kurulu’na kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi veriliyor. Tasarıya göre hükümet bu yetkiyi ancak şu konular sözkonusu olduğunda kullanabilecek:

“Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenerek; mevcut bakanlıkların birleştirilmesine veya kalıdırlamasına, yeni bakanlıklar kurulmasına, anılan bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşlarıyla hiyerarşik ilişkilerine, mevcut bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilgilerinin yeniden belirlenmesine veya bunların mevcut, birleştirilen veya yeni kurulan bakanlıklar bünyesinde hizmet birimi olarak yeniden düzenlenmesine, mevcut bakanlıklar ile birleştirilen veya yeni kurulan bakanlıkların görev, yetki, teşkilat ve kadrolarının düzenlenmesine, taşrada ve yurt dışında teşkilatlanma esaslarına, kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin çalışmalarında etkinliği artırmak üzere, bunların atanma, nakil, görevlendirme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve asasları.”

Her türlü yasada
Tasarı ile, mevcut devlet bakanlıklarındn bazılarının kaldırılması ve dört icracı bakanlık kurulması hedefleniyor. Buna göre yeni bakanlıkların alanları ise, ‘aile, özürlüler, çocuklar, kadınlar ve sosyal yardımlar’, ‘ekonomi politika, hedef ve stratejileri’, ‘iç ve dış ticarete yönelik hizmetler’, ile ‘gençlik ve spor’ olacak. Tasarının da 8 Nisan’da başlayacak tatil öncesi Meclis’ten çıkarılması hedefleniyor.

Bugüne kadar 29 kez KHK yetkisi alındı
TBMM tarafından hükümetlere, bugüne kadar toplam 29 adet Yetki Kanunu ile KHK çıkarma yetkisi verildi. KHK uygulamasına sıkılkıla başvurulmaya başlandığı 1983 tarihinden bugüne kadar toplam 22 yetki kanunu çıkarıldı. Bu yetki kanunlarından 10’u Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. 2’si ise kısmen iptal edildi. 2’si hakkında açılan iptal davası ise reddedildi. Geriye kalan 8 yetki kanunu hakkında ise iptal başvurusunda bulunulmadı. En son 10 Nisan 2001’de Memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri Hakkında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanunu çıkarıldı. 13 Temmuz 2001’de tarih ve 24461 mükerrer sayılı Resmî Gazetede yayınlanan 631 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameden bu yana Hükümetler KHK kurumuna başvurmadı.

(Radikal, Yeşil Gazete)

İmamın Ordusu’nda neler var? – Ertuğrul Mavioğlu

‘İmamın Ordusu’ adlı kitabın içinde ne var? Ahmet Şık’ın 3 Mart günü sabahı evine polis baskını yapıldığı andan beridir bu konuşuluyor. Ahmet Şık, kitap hazırlık çalışmaları sürerken evine baskın yapılmış, tutuklanmış, operasyonun ‘Kitapla ilgisi yok’ açıklaması da bizzat savcılık tarafından yapılmıştı.

Sonrasında ‘İmamın Ordusu’nu basmayı planladığı iddiasıyla İthaki Yayınevi’ne, Ahmet’in avukatı Fikret İlkiz’e, eşi Yonca’ya ve Radikal gazetesine geldiler. Buldukları her yerde ‘İmamın Ordusu’ kitap taslağına el koyup sildiler. Kitap yok edilmeye çalışıldığına göre okurun bunun içindekileri öğrenme hakkı tartışılamaz.

Silinemeyen
Bilgisayarımdan silinen kitap taslağı ile ilgili zihnimdekileri tarttım. Okuduğunu bildiğim başka kaynaklarla konuştum. Bu bilgilerden yola çıkarak, İmamın Ordusu kitabına ilişkin herkesin hiç değilse bir fikir sahibi olabileceği bu yazıyı yazmaya karar verdim.Telif hakkıyla korunan basılmamış bu kitaptaki her şeyi ortalığa dökmek değil amacım. Kitap nasılsa bir gün basılacak ve herkes ayrıntıları okuyacak. Yazdıklarım, belki sanal ortamda “Ahmet Şık’ın kitabı bende de var” diyen yaklaşık 70 bin kişiye orjinal gelmeyebilir. Cümlelerim bilmeyenlere.

İşte o kitap
Kitabın giriş bölümünde tüm laiklik söylemlerine karşın devlet ile İslam arasındaki ‘ihtiyaç’ ilişkisi anlatılıyor. Ve şimdi laik kanadın ‘İslami tehlike’ dediği akımların, 12 Eylül döneminde cuntacılar tarafından palazlandırıldığı gerçeğine yapılan sıkı bir vurgu. Kitapta yapılan tespite göre, sol ve sosyalist akımların tasfiyesi karşılığında İslami hareketin palazlandırılması, ABD’nin ‘yeşil kuşak’ projesiyle doğrudan bağlantılı.
Kitapta sadece 12 Eylül döneminde değil, farklı dönemeçlerde de Fethullah Gülen cemaatinin uyumuna dikkat çekiliyor. İlk siyasi tedrisini ‘Komünizmle Mücadele Derneği’nde görmüş bir kişi açısından anormal bir durum da değil bu. Yeni Asya gazetesinden Mehmet Kutlular’ın uzun bir röportajından yer yer alıntılara da bu nedenle yer verilen kitapta, 12 Mart Muhtırası sonrasında devletin Gülen cemaatini desteklediği, aynı cemaatin 28 Şubat sonrasında ise Refah Partisi’ne karşı alternatif yapılmaya çalışıldığı anlatılıyor. Fethullah Gülen’in bu konudaki bir röportajından aktarılan pasajlarda, 12 Mart’tan sonra tutuklanmış ve yedi ay hapis yatmış olmasına rağmen Gülen’in devlete bağlılığında herhangi bir eksilme olmadığı vurgulanıyor.

Kitapta Fethullah Gülen’in hayatına ilişkin de uzun anlatımlar yer alıyor. Erzurumlu bir vaizken giderek küçük bir devletçik haline dönüşen bir cemaatle ilgili Ahmet Şık’tan çok önce yazılmış pek çok yazı ve kitapta da var bu bilgiler. Bu bilgiler arasında ilginç notlar da var elbet. Başta Yeni Asya çevresindeyken daha sonra ayrılıp Necmettin Erbakan’a yanaşan Gülen’in daha sonra onunla da bir savaşa girişmesi, MHP ile çatışmalar yaşaması vb. gibi olgular, cemaatin nasıl ince ince örgütlendiğine dair ayrıntılar.

Kitapta cemaatin temellerinin 1966 yılında atılması anlamına gelen Akyazılı Vakfı’nın kurucuları arasında olan Nurettin Veren’in bazı itiraflarına da yer veriliyor. Bu itiraflar arasında telefon dinleme kayıtlarının bizzat cemaat tarafından tutulduğuna ilişkin bazı iddialar var. Kitap, bu itirafların yalanlandığı bilgisini aktardıktan sonra, Işık Evleri örgütlenmesi, Gülen okulları ve Sızıntı dergisinin cemaat tarafından nasıl kullanıldığına dair bazı tespitlere yer veriyor. Kitapta, medyanın Gülen cemaati için önemi, Zaman gazetesi, Samanyolu TV gibi yayın organlarına yapılan vurgular da var.

Kitapta Susurluk döneminde Gülen’in aldığı tutum, ayrı bir başlık halinde. Aktarılan bir röportaja göre Fethullah Gülen, Susurluk’un daha derinlere gitmesinin, milli birlik ve beraberliğe zarar vereceği inancında.

Zurnanın zırt dediği yer
AKP iktidarı döneminde Gülen cemaatinin bakanlıklar ve bürokrasi içinde nasıl hızla örgütlendiği anlatılıyor. Ve tabii yıllardır içten içe kaynadığı bilinen Emniyet teşkilatı içinde de. “Emniyet cemaatin silahlı birimi mi?” sorusu ortaya atılıyor ve yanıtı aranıyor. Polis okulları, İstihbarat, Organize Suçlar, Personel gibi birimlerde kitabın iddiasına göre Gülen cemaati tavan yapmış. Kitabın adının ‘İmamın Ordusu’ olmasının asıl nedeni de burada.

Kitaba göre, Gülen cemaati Emniyet içindeki örgütlenmesine Personel Dairesi’nden başladı. Ardından İstihbarat Dairesi. Çünkü İstihbarat Dairesi, teknik takip, izleme ve dinleme faaliyetleri konusunda son derece stratejik bir konumdaydı. Bunun için de yetişmiş insan gücüne ihtiyaç olduğu kesin. Kitabın buna dair de bir iddiası var: Işık Evleri’nde yetiştirilen gençler sistematik bir biçimde, polis kolejleri ve polis akademisine alındı. Bu gençlerin polis yapılması ve sonra terfi etmelerinde çeşitli oyunlar da söz konusu, kitaba göre. Sınav sorularının çalınması, hileli kuralar stratejik noktaları ele geçirmek için.

Kitapta çeşitli dönemlerde kaleme alınmış raporlar da var. Örneğin, 1991’de, başmüfettişlerin hazırladığı ‘hileli kura’ raporu, polis akademisindeki Gülen cemaatinin örgütlenmesiyle ilgili. Sonraki yıllarda yazılmış benzer nitelikteki raporların ardından açılan soruşturmaların ciddi bir yaptırıma yol açmadığını da okuyoruz. Ufak cezalar ise silinivermiş.

Kitapta cemaatçi polislere yer açmak için başka polislere yönelik ayak kaydırma operasyonları yapıldığı da yazılı. Kimliği belirsiz ihbarlar, kimi polislere kurulan tuzaklar anlatılıyor kitapta. Bazı polislere itibarsızlaştırma, rütbe düşürme yöntemleri kullanılarak bir yandan tasfiyeler yaşanırken, bir yandan da cemaatle ilişkili olduğu iddia edilen polisler kıdemlerine bile bakılmaksızın hızla terfi ediyorlar. Kitapta tüm bunlar isimler verilerek yazılıyor. Bu örnekler arasında Hanefi Avcı, Sabri Uzun, İsmail Çalışkan, Celalettin Cerrah ve Emin Aslan’a komplo düzenlendiği iddialarıyla ilgili oldukça geniş ayrıntılar da kitapta yer alıyor.

Ahmet Şık’ı kimler soruşturuyor?
Kitapta nasıra basmış olması ihtimali bulunan bir ayrıntı, kritik görevlerdeki kimi isimlerin Hrant Dink cinayetindeki rollerinden ötürü doğrudan suçlamaların odağında olmaları. ‘İmamın Ordusu’nda konu edilenlerin bir bölümü, aynı zamanda Ergenekon soruşturmalarını yürüten isimler. Bugün Ahmet Şık’a yöneltilen ‘Ergenekon örgütüne yardım’ suçlamasının kaynağı da büyük olasılıkla burada gizli. Ahmet Şık kitabında kime kimlerin, ne zaman ve nerede nasıl tuzaklar kurduğunu ve bundan nasıl lehine sonuçlar çıkardığını anlatmış ayrıntılı olarak.

‘Kitapla alakalı şikâyet ve dava talebim olmadı’
Fethullah Gülen, Ahmet Şık’ın yazdığı ‘İmamın Ordusu’ kitabı için ne dedi? Ahmet Şık’ın taslak halindeki kitabı ‘İmamın Ordusu’na yönelik baskınların ardından tartışmaların odağındaki isim olan Fethullah Gülen’in avukatından eleştirilerle ilgili açıklama geldi. İşte o açıklama:
“Son günlerde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bazı işlemleri nedeniyle müvekkilim muhterem Fethullah Gülen’e yönelik, yargısız infaz mahiyetinde haksız yayınlar yapılmıştır.

Bu nedenle Fethullah Gülen tarafından aşağıdaki açıklamanın yapılması gerekli görülmüştür: Bugüne değin aleyhimde birçok yayın yapıldı ve onlarca kitap yayınlandı. Ancak basılmamış bir kitabı engellemek gibi bir gayretim hiç olmadı. Sadece kişilik haklarıma saldırılar, şahsıma mesnetsiz suçlamalar ve iftiralar karşısında bir vatandaş olarak hukuk çerçevesinde hakkımı aradım. Hukuka aykırı olduğu tespit edilmiş ve hakkında tazminat kararı verilmiş kitaplar bile tekrar basılıp satılmaktadır.

Bilhassa 28 Şubat sürecinde aleyhimde, psikolojik harekât mahsulü neredeyse hepsi birbirinin kopyası ısmarlama pek çok kitap piyasaya sürüldü. Bu kitaplardaki iddialar Yargıtay’ın da oybirliğiyle tasdik ettiği beraatim ile neticelenen mahkemede ileri sürülen iddialardan farklı değildi. Hatta bu kitaplar dava dosyasına da eklenmiş ve içerikleri iddianameye konulmuştu. Ayrıca bu kitaplarda yer alan iddiaların kıymeti harbiyesi kamuoyuna da malumdur.

İletişim çağında her türlü yayının internet gibi vasıtalarla rahatça yapılabildiği bir zamanda herhangi bir yayının muhatap okuyucuya ulaşmadan engellenmesinin mümkün olmadığı açıktır. Böylesi teşebbüslerin yasaklanmak istenen yayına alakayı artıracağı da ortadadır.
Bahsi geçen kitapla ve yazarıyla alakalı şahsen herhangi bir şikâyetim ve dava talebim olmamıştır. Konu tamamen Türk yargısının meselesi olup adli makamların bahis mevzuu kitap hakkında hangi gerekçeyle ve delillerle soruşturma başlattıklarını da bilmiyorum. Tamamen bağımsız yargıya ait bir konuda da lehte veya aleyhte değerlendirmede bulunmam tabii ki söz konusu olamaz. Elbette düşünce, ifade ve basın özgürlüğü demokrasinin vazgeçilmez esaslarındandır. Fakat herhangi bir özgürlüğün kamu düzeni aleyhinde veya kişilik haklarına saldırı ve masum insanları karalama maksatlı olarak kullanılamayacağı da yine demokrasinin ve insan haklarının en temel düsturlarındandır.”

Radikal

Çarkın’a soruşturma açıldı

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, eski özel harekatçı Ayhan Çarkın hakkında soruşturma başlattı.

Edinilen bilgiye göre, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde gerçekleşen bazı olaylarla ilgili açıklamaları medyaya yansıyan “Susurluk” davası hükümlüsü Çarkın hakkında soruşturma başlatıldı.

Savcılık, soruşturma kapsamında, “şüpheli” sıfatıyla bir süre önce İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda ifade veren Çarkın’ın ifade tutanaklarını istedi.

Çarkın’ın ifadelerini inceleyecek olan savcı, bölgedeki olaylara ilişkin ifadelerini yetersiz bulması halinde talimatla yeniden ifadesinin alınması talebinde bulunacak.

Bu arada, Diyarbakır Baro Başkanlığı da bir süre önce Çarkın’ın basına yansıyan açıklamaları nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştu.

Çarkın, 26 Mart 2011 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca ifadesi alındıktan sonra tutuklama istemiyle İstanbul Nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk edilmiş, sorgusu tamamlandıktan sonra serbest bırakılmıştı.

Çarkın ne demişti?

Susurluk davasında çeteye üye olmak suçundan 4 yıl ceza alan eski emniyetçi Ayhan Çarkın, geçtiğimiz günlerde gazetelere yaptığı açıklamada, “terörle mücadele” adı altında birçok cinayet işlediklerini söylemişti. Birçok insana işkence yaptıklarını da söyleyen Çarkın, JİTEM’in de birçok katliama imza attığını belirtmişti.

Vicdan azabı çektiği için şimdi gerçekleri açıkladığını ifade eden Çarkın, “Ergenekon bizim hepimizin çıkış noktası. Bizim çıkış noktamızdır. Ergenekon’dan şu anda kimse içeride değil. Hepsi dışarıda. Veli Küçük’ün Dağlık Karabağ’la da alakası var. Orada da bir Ergenekon var” demişti. (Ajanslar)

Sosyalistler “Kızıldere”ye birlikte sahip çıkıyor

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekilleri Akın Birdal ve Emine Ayna, 78’liler Girişimi sözcüsü Celalettin Can, sendikacı İsmail Hakkı Tombul, Hayat TV yayın yönetmeni Aydın Çubukçu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, ses sanatçısı Pınar Sağ, katliamdan sağ kurtulan bianet Proje Koordinatörü Ertuğrul Kürkçü’nün de aralarında bulunduğu farklı eğilimlerden sosyalistler,  39. yıldönümünde “Kızıldere”de katledilenlerin anısına sahip çıkmak için biraraya gelme çağrısında bulundu.

Onlarca siyasetçi, insan hakları savunucusu ve akademisyenin de katıldığı ortak bildiride, “Kızıldere devrimci dayanışmadır. Siyasal iktidarın tüm devrimci değerlere ve kişiliklere saldırılarını yoğunlaştırdığı bu dönemde devrimci dayanışmayla tarihimize sahip çıkıyoruz” mesajı verdi.

Katliamda yaşamını yitiren devrimciler, yarın (30 Mart) saat 12.30’da Taksim tramvay durağında yapılacak olan eylemle anılacaklar. Eylemde “30 Mart 1972 Kızıldere  – Direnişin ve Dayanışmanın Tarihi Onurumuzdur”  yazılı pankart arkasında yürünecek ve “Yaşasın Devrimci Dayanışma” yazılı imzasız dövizler taşınacak. Eylemde flama, kurum imzası içeren pankart ve dövizler taşınmayacaktır.

Ortak açıklama

Kızıldere, devrimciler için her zaman onurlu bir mücadele tarihinin en kritik eşiklerinden birisi oldu. Kızıldere bizler için nice mücadelelere ışık, nice türkülere konu olan bir direniş örneğidir.

Bugün bu tarihe hep beraber sahip çıkıyoruz. Mahir’in fotoğrafını evine asanların, kitabını okumanın ve On’ları anmanın devletin çeşitli baskılarıyla karşılaştığı bugünlerde Kızıldere’nin anlamı daha da önem kazanmaktadır. Kızıldere bu baskılara teslim olmamaktır.

Kızıldere devrimci dayanışmadır. Siyasal iktidarın tüm devrimci değerlere ve kişiliklere saldırılarını yoğunlaştırdığı bu dönemde devrimci dayanışmayla tarihimize sahip çıkıyoruz.

Egemenlerin gerçekleştirdiği katliamlarla, kontrgerilla saldırılarıyla ve bu saldırıların tamamına karşı yılmaz direnişlerle örülü devrimci tarihimizin siyasal iktidarın “demokrasi” yalanına, seçim propagandasına alet edilmesine karşı duruyoruz.

Darbelere karşı onurlu direnişlerle dolu devrimci tarihin ve devrimci önderlerin; Mahir’in, Deniz’in ve mücadele arkadaşlarının “darbeci, Ergenekoncu” suçlamalarına maruz bırakılmasına, kısaca devrimci mücadele tarihinin egemenlerin eliyle kirletilmek istenmesine ve yeniden yazılma çabasına  karşı hep birlikte “tarihimize dokundurtmayız” diyoruz.

30 Mart’ta Kızıldere’nin yıldönümünde On’ların şahsında, faşizme ve emperyalizme karşı boyun eğmeyen direnişlerle dolu devrimci tarihimize devrimci dayanışmayla sahip çıkıyor; direnişin ve dayanışmanın tarihi onurumuzdur diyoruz.

İmzacılar

Abdullah AYDIN, Adnan BOSTANCIOĞLU, Ahmet GÖKSOY, Akın BİRDAL, Akın DİRİK, Ali ÇOLAK, Ali DENİZ, Ali ERİŞ, Ali ÖZÇELİK, Ali Rıza CİHAN, Ali YİĞİT, Alper TAŞ, Aydın ÇUBUKÇU, Baran NAYIR, Barışta ERDOST, Bayram ATAKUL, Burhan SÖNMEZ, Bülent FORTA, Bülent ULUER, Cahit AKÇAM, Celalettin CAN, Cumhur YAVUZ, Çetin UYGUR, Dilay İnkaya TURAN, Doğan HALİS,  E. Ahmet TONAK, Ecevit PİROĞLU, Ekin BODUR, Emin KORAMAZ, Emine AYNA, Erkan BAŞ Ertuğrul KÜRKÇÜ, Eser ATAK, Fatin KANAT, Funda BAŞARAN, Gamze Yücesan ÖZDEMİR, Gökhan GÜNAYDIN, Günay KUBİLAY, Hakan TAHMAZ, Hasan ASLAN, Hatice CAN, Hüseyin ESENTÜRK, Hüseyin YEŞİL, Işıkhan GÜLER, İbrahim AYDIN, İbrahim ÇEŞMECİOĞLU, İlkay DEMİR, İlknur BİROL, İnönü ALPAT, İpek GÜR, İsmail Hakkı TOMBUL, Kamber ATEŞ, Kamil KARTAL, Kamil TEKİNSÜREK, Kazım GENÇ, Korkut BORATAV, Kuddisi KANTAR, Levent YAKIŞ, Mahmut Memduh UYAN, Mehmet Ali YILMAZ, Mehmet GÜNEŞ, Mehmet SOĞANCI, Melih PEKDEMİR, Metin BAKKALCI, Metin ÖZUĞURLU, Mithat CAN, Mukaddes Erdoğdu ÇELİK, Mustafa ATALAY, Nazmi ALGAN, Nemci DEMİR, Necmiye ALPAY, Nejat KANGAL, Nusret DOĞRUAK, Oğuzhan KAYSERİOĞLU, Oğuzhan MÜFTÜOĞLU, Osman SAYKUN, Önder ÖZDEMİR, Pınar SAĞ, Rıdvan TURAN, Sabahattin GÜNAL, Sabit GÜNAYDIN, Sedat BOZKURT, Sedat GÖÇMEN, Sema SOLAKLI, Semra UZUNOK, Sevgi GÖĞCE, Sevim BELLİ, Sevinç ERATALAY, Seyfettin GÜLENGÜL, Seyfi ÖNGİDER, Sultan Seçik KUBİLAY, Sungur SAVRAN, Şamil ALTAN, Şenel UÇAR, Şükrü ERBAŞ, Tayfun MATER, Tuncay YILMAZ, Turhan FEYİZOĞLU, Ulaş BAYRAKTAROĞLU, Veli YANGIN, Yılmaz CEREK, Yılmaz KIZILIRMAK, Yunus BİRCAN, Züber AKGÖL.

30 Mart 1972 Kızıldere Katliamı’nda öldürülen Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna,  Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Ertan Saruhan, Nihat Yılmaz ve Ahmet Atasoy yarın ölüm yıldönümlerinde  (30 Mart) anılacaklar.

78’liler Federasyonu’nun yayımladığı eylem duyuru metninde, Kızıldere’nin yıldönümünde ölenlerin şahsında devrimci tarihe, devrimci dayanışmayla sahip çıkılacağı belirtildi.

“Mücadele tarihinin en kritik eşiklerinden biri”

Duyuruda, “Kızıldere, devrimciler için her zaman onurlu bir mücadele tarihinin en kritik eşiklerinden birisi oldu. Kızıldere bizler için nice mücadelelere ışık, nice türkülere konu olan bir direniş örneğidir” dendi. Açıklama şöyle sürüyor:

“Bugün bu tarihe hep beraber sahip çıkıyoruz. Mahir’in fotoğrafını evine asanların, kitabını okumanın ve On’ları anmanın devletin çeşitli baskılarıyla karşılaştığı bugünlerde Kızıldere’nin anlamı daha da önem kazanmaktadır. Kızıldere bu baskılara teslim olmamaktır.

Mahir ve Deniz “Ergenekonculuk” ile suçlanamaz

“Darbelere karşı onurlu direnişlerle dolu devrimci tarihin ve devrimci önderlerin; Mahir’in, Deniz’in ve mücadele arkadaşlarının “darbeci, Ergenekoncu”  suçlamalarına maruz bırakılmasına, kısaca devrimci mücadele tarihinin egemenlerin eliyle kirletilmek istenmesine ve yeniden yazılma çabasına  karşı hep birlikte “tarihimize dokundurtmayız” diyoruz.

“30 Mart 1972 Kızıldre’nin yıldönümünde, On’ların şahsında, faşizme ve emperyalizme karşı boyun eğmeyen direnişlerle dolu devrimci tarihimize devrimci dayanışmayla sahip çıkıyor; direnişin ve dayanışmanın tarihi onurumuzdur diyoruz..”

Sadece “Yaşasın Devrimci Dayanışma” dövizleri taşınacak

Eylem, İstanbul’da yarın (30 Mart) saat 12.30’da Taksim tramvay durağında yapılacak. Eylemde, “30 Mart 1972 Kızıldere  – Direnişin ve Dayanışmanın Tarihi Onurumuzdur”  yazılı pankart arkasında, “Yaşasın Devrimci Dayanışma” yazılı imzasız dövizler taşınacak. Eylemde flama, kurum imzası içeren pankart ve dövizler taşınmayacaktır.

Kızıldere’de ne olmuştu?

Tarihe Kızıldere Katliamı olarak geçen olay, Türkiye’nin yakın politik geçmişinin en önemli  sayfalarından biri, Türkiye’nin devrimci, sosyalist hareket tarihinin bir dönüm noktası olarak kabul görüyor.

12 Mart askeri müdahalesi, sonrasında diktatörlüğe karşı silahlı mücadele açan devrimcilerden THKO militanları Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilmesine engel olmak üzere THKP-C ve THKO militanları ortak eyleme geçerek 26 Mart 1972’de Ordu’nun Ünye ilçesindeki NATO üssünde görevli 2 Kanadalı 1 Britanya’lı teknisyeni rehin aldılar.

Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Cihan Alptekin, Ömer Ayna,  Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Ertan Saruhan, Nihat Yılmaz ve Ahmet Atasoy  30 Mart 1972’de Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde kıstırıldılar. Gün sona ererken 10 devrimci ve rehineler hayatlarını kaybetmişti.

(Bia)

35 yaşındaki Pinto Barcelona’da kalıyor

0

Barcelona, 35 yaşındaki yedek kaleci Pinto ile sözleşme uzatacak.

Barcelona’nın, sözleşmesinin yenilenmesi konusunda kaleci Jose Manuel Pinto ile anlaştığı bildirildi. Kulüpten yapılan açıklamada, 35 yaşındaki yedek kaleciyi Haziran 2012’ye kadar Barcelona’ya bağlayan kontrat üzerinde anlaşma sağlandığı belirtildi.

Kaleci, Barcelona’ya 2007-2008 sezonunda Celta Vigo’dan kiralık olarak gelmiş ve ardından Katalan ekibiyle 3 yıllık sözleşme imzalamıştı.

Miami’de Wozniacki şoku

0

Sony Ericsson Açık Tenis Turnuvası’nın 4. turunda dünya sıralamasının bir numarası Caroline Wozniacki, Andrea Petkovic’e 2-1 yenildi ve turnuvaya veda etti.

Kadınlar teniste dünya sıralamasının bir numarası Caroline Wozniacki, Sony Ericsson Açık Tenis Turnuvası’nın 4. turunda Alman Andrea Petkovic’e 2-1 yenildi ve turnuvaya veda etti.

Miami’de yapılan 4 milyon 500 bin dolar ödüllü turnuvada Wozniacki, dünya sıralamasının 23 numarası olan rakibine 7-5, 3-6 ve 6-3’lük setlerle boyuneğdi.

Wozniacki’ye karşı oldukça iyi bir oyun çıkartan Petkovic’in maçı kazanmasında etkili servisleri önemli rol oynadı.

Kitabın “PR”ını kim yapıyor?

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Ergenekon” soruşturması kapsamında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık’ın basılmamış kitabının yasaklanmasıyla ilgili olarak kendi deyimiyle “çarpıcı” bir açıklama yaptı. “Kitap yasaklamak bugünün Türkiyesine yakışmıyor” diyen Gül ardından da, “Ama o gazeteciler ve kitaplar için de PR çalışması olmuş oldu. 10 bin satacak kitap şimdi 100 bin satacak” dedi.

En iyi film “Çoğunluk” Şık ve Şener’i unutmadı

4. Yeşilçam Sinema Ödülleri’ne Altın Portakal’lı “Çoğunluk” damga vurdu. Çoğunluk filmi ekibi, En İyi Film Ödülü’nü devlet erkânının elinden alırken, gecenin en çok konuşulan konusu ise “Çoğunluk”un yapımcısı Sevil Demirci’nin gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener’in yanında olduklarını söylemesiydi.

4. Yeşilçam Sinema Ödüllerine “Çoğunluk” damgasını vurdu. En İyi Film ve En İyi Senaryo da dahil olmak üzere dört dalda ödül kazanan Çoğunluk’un yapımcısı Sevilay Demirci‘nin, ödülü tutuklu gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener için aldığını söylemesi salonda coşkuyla alkışlandı.

Çoğunluk ve Av Mevsimi’ne Dörder Ödül

Yönetmenliğini Seren Yüce‘nin yaptığı “Çoğunluk”, En İyi Film, En İyi Senaryo En İyi İlk Film ve En İyi Genç Yetenek dallarında ödül alırken, Yavuz Turgul‘un “Av Mevsimi” ise En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Yardımcı Erkek ve Kadın Oyuncu ödüllerine layık görüldü.

Yönetmenliğini Reha Erdem‘in yaptığı “Cosmos”, En İyi Yönetmen Ödülü’nün yanı sıra En İyi Kurgu Ödülü’nün de sahibi oldu.

“Çoğunluk”la yükselen ses Sevil Demirci oldu

Toplam dört ödül alan “Çoğunluk” filminin yapımcısı Sevil Demirci, En İyi İlk Film Ödülü’nü almak için sahneye çıktığında, ödülü Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener için aldıklarını vurguladı.

Demirci, konuşmasında yayınlanmamış kitapların yasaklandığı zor günleri yaşadığımızı söyledi ve sözlerine şöyle devam etti:

“Sinemamızın, hayatın her alanına değdiği ve dokunulmayan konulara dokunduğu bu günlerde fikir özgürlüğü üzerindeki baskıyı tedirgin edici buluyoruz. Arkadaşlarımız Ahmet Şık ve Nedim Şener’in adlarını anmak ve yanlarında olduğumuzu söylemek istiyoruz.”

Ödül törenini düzenleyen TÜRSAK Başkanı Engin Yiğitgil’in bir kadını yaralamaya teşebbüs ve hakaretten dolayı 13,5 ay hapis cezasına çarptırılması nedeniyle tartışma konusu olan törende, “En iyi Film” ödülünü almak için bir kez daha sahneye çıkan Sevil Demirci, bu ödülü de, “Dünyada ve Türkiye’de şiddet gören bütün kadınlar için” sözleriyle kaldırdı.

Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlenen törende ödül alan yapıtlar şöyle sıralandı:

Kültür Sanat Hizmet Ödülleri: Nebahat Çehre, İzzet Günay, Göksel Arsoy

Yeşilçam Onur Ödülü: Türker İnanoğlu

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Okan Yalabık / Av Mevsimi

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Melisa Sözen / Av Mevsimi

En İyi Genç Yetenek: Esme Marda / Çoğunluk

En İyi İlk Film: Çoğunluk

En İyi Sanat Yönetmeni: Hakan Yarkın / Yahşi Batı

En İyi Kurgu: Reha Erdem / Cosmos

En İyi Müzik: Selim Demirdelen / Kavşak

En İyi Görüntü Yönetmeni: Uğur İçbak / Av Mevsimi

En İyi Erkek Oyuncu: Cem Yılmaz / Av Mevsimi

En İyi Kadın Oyuncu: Demet Akbağ / Eyvah Eyvah

En İyi Senaryo: Seren Yüce / Çoğunluk

En İyi Yönetmen: Reha Erdem / Cosmos

En İyi Film: Çoğunluk

(Bia)