Ana Sayfa Blog Sayfa 5202

Sağlıkçılarının iş bırakma eylemi başladı

Sağlık çalışanları, Tam Gün Yasası’nı, performansa dayalı ücret uygulamasını protesto etmek ve özlük haklarının korunması amacıyla iki günlük iş bırakma eylemine başladı. Sağlık Bakanı Recep Akdağ ise, hekimlerin iki gün iş bırakma eylemine ilişkin olarak, ”Marjinal gruplar olabilir” dedi.

Hastanelerde sabah saatlerinde bildiriler dağıtılarak, servisler ve poliklinikler gezildi ve sağlık çalışanlarına eyleme katılım çağrısı yapıldı. Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde, iki gün sürecek iş bırakma eylemi kapsamında bahçede toplanan sağlık çalışanları, Kültür Merkezi önünde çadır ve sahne kurmaya başladı.

Diğer hastanelerde de saat 09.00’dan itibaren toplanmaya başlayan sağlık çalışanları, önümüzdeki saatlerde taleplerini içeren açıklamalarda bulunacak. Yarın da devam edecek iş bırakma eylemi sırasında, yatan ve acil hastalar dışında hizmet verilmeyeceği bildirildi.

Haydarpaşa’da çadır kuruldu

Sağlık çalışanlarının iki günlük iş bırakma eylemi çerçevesinde, Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servis’in yanına çadır kuruldu. Hastane girişine, üzerinde ”İş Güvencesi, Gelir Güvencesi, Can Güvenliği, Mesleki Bağımsızlık, Herkese Eşit Ücretsiz Sağlık İçin Bu Hastanede GöREV Var” yazılı pankart asan sağlıkçılar, hastanenin Acil Servisi yanına da ”GöREV Çadırı” kurarak, poliklinikler önünde çeşitli dövizler açtı.

İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Hüseyin Demirdizen, burada yaptığı açıklamada, sağlık çalışanları olarak parçası oldukları halkın sağlığından endişe ettiklerini belirterek, ”Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın, hizmeti üreten olarak bizleri de hizmetten yararlanan halkımızı da mağdur etmesini istemiyoruz” dedi. Demirdizen, her vatandaşın onuruyla çalışacağı, herkesin bir işinin olacağı, tehdidi olmayan güvenceli çalışma yaşamı istediklerini ifade ederek, taşeronlaşma, sözleşmeli çalışma gibi güvencesiz çalışma biçimlerini reddettiklerini kaydetti.

Demirdizen, iki günlük iş bırakma eylemince, Acil Servis ve yatan hastalar dışında hizmet verilmeyeceğini belirtti. Hastane doktorlarından Gastroenteroloji Bölümü Klinik Şefi Doç. Dr. Ayşe Oya Övünç de performans sisteminin kendilerini para için çalışır hale getirdiğini, bu sistemle hiç kimsenin yüreği ile iş yapar hali gelmediğini, bunun da yaygınlaştığını ve bu durumun hastalar için tehlike arz ettiğini söyledi.

Hastanenin Psikiyatri Bölümü Klinik Şefi Uzm. Dr. Mecit Çalışkan da hastalara daha iyi bakmak için burada olduklarını ve bunun mücadelesini verdiklerini belirterek, hastanın 5-10 dakikada muayene edilerek tedavi edilemeyeceğini, hastalara gerçek hekim gibi bakmak istediklerini, para için yapılan mesleğin meslek olmadığını dile getirdi.

”Şimdi de ‘jet hızıyla doçentlik’ çıktı”

Ankara Tabip Odası Başkanı Bayazıt İlhan, ”Şimdi de ‘jet yardımcı doçentlik’ çıktı. Geçen hafta Ankara İl Sağlık Müdürü aynı yöntemle yardımcı doçent oldu. Tüm bunlara itiraz ediyoruz ve kabul etmiyoruz” dedi.

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi önünde, hastanede görev yapan asistanlar, öğretim üyeleri ve diğer sağlık çalışanlarıyla tıp fakültesi öğrencilerinin yanı sıra Ankara Tabip Odası yöneticileri, SES üyeleri ve Başkent Hastanesi, Ankara Hastanesi, Dışkapı Yıldırım Beyazıt Hastanesi olmak üzere bazı hastanelerden de katılımcıların olduğu bildirildi.

Bakan Akdağ: Küçük marjinal gruplar

Bakan Akdağ, milletvekili adaylarının tanıtımı için geldiği Erzurum’da, gazetecilerin sağlıktaki gündeme ilişkin sorusu üzerine, ”Sıkıntıya uğratacak bir faaliyet içerisinde olabileceklerine ben asla inanmıyorum. Küçük marjinal gruplar olabilir” şeklinde yanıt verdi.

”Bu grev, halkın sağlık ve sosyal güvenlik hakkına erişim mücadelesidir”

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), sağlık çalışanlarının grevinin, sadece sağlık ve sosyal hizmet emekçileri için gerçekleştirilmediğini, aynı zamanda halkın sağlık ve sosyal güvenlik hakkına erişim mücadelesi olduğunu bildirdi. Sendikadan yapılan yazılı açıklamada, sağlık emekçilerinin bugün ve yarın SES’in de aralarında bulunduğu 10 sağlık örgütünün çağrısıyla Türkiye çapında greve çıktıkları anımsatıldı.

Ülke çapında tüm sağlık emekçilerinin büyük bir coşku ve sağduyu ile eyleme destek verdiğinin anlatıldığı açıklamada, üniversite hastaneleri, eğitim araştırma hastaneleri, devlet hastaneleri, aile sağlığı merkezlerinin etkinliğe büyük bir çoğunlukla katıldığı ifade edildi.
Açıklamada, eyleme Adana, Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin, Bursa, Antalya, Çanakkale, Eskişehir, Antep, Batman, Hakkari, Van, Tunceli, Hatay, Kocaeli, Bursa, Kırklareli, Manisa, Muğla, Aydın, Denizli, Diyarbakır, Edirne, Mardin illerinde yüzde 100’e varan oranda katılım olduğu bildirildi. Kalan illerde de katılımın gittikçe arttığının aktarıldığı açıklamada, kitlesel basın açıklamalarıyla grevin desteklendiği belirtilerek, ”Halkımız da acil durumlar dışında ayaktan tanı ve tedavi hizmetlerine başvurmayarak çok ciddi bir destek verdi” denildi. Açıklamada, şu ifadelere yer verildi:

”Biz bu grevi, sadece sağlık ve sosyal hizmet emekçileri için gerçekleştirmiyoruz. Bu grev, aynı zamanda bizim de parçası olduğumuz halkın sağlık ve sosyal güvenlik hakkına erişim mücadelesidir. Taleplerimiz, iş güvencesi, insanca yaşanacak temel ücret, sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı, topluma eşit, ücretsiz, nitelikli ve ulaşılabilir sağlık hizmeti sunmak, katkı-katılım ve hür türlü cepten ödemelerin acilen sonlandırılması… Bugün çeşitli baskılar ve diğer sendikaların desteklememesi yüzünden greve katılmaktan geri duran bir kısım sağlık ve sosyal hizmet emekçisinin de yarın bu greve destek vereceğine inanıyoruz.”

Öte yandan, Atatürkçü Düşünce Derneği de yaptığı açıklamayla, sağlık çalışanlarının eylemini desteklediklerini bildirdi. ”Çalışanların istemlerinde haklı olduklarının” belirtildiği açıklamada, ülkeyi yönetenlerden çözüm üretmesini bekledikleri kaydedildi.

İzmirli sağlıkçılar Cumhuriyet Meydanı’ndaydı

İzmir Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Erdener Özer, ülkede küresel değil ulusal bir sağlık politikası olana, ”Sağlıkta Dönüşüm Programı” ortadan kalkana kadar tek yürek olarak göreve/greve devam edeceklerini bildirdi. Sağlık çalışanlarının iki günlük iş bırakma eylemi çerçevesinde, İzmir Cumhuriyet Meydanı’ndan İl Sağlık Müdürlüğü önüne yürüyüş düzenlendi.
Burada üzerinde ”Performansın kölesi olmayacağız”, ”Hastam puan, meslektaşım rakip değildir”, ”Sağlıkta ticaret ölüm demektir” dövizleri açan ve çeşitli sloganlar atan grup adına basın açıklamasını okuyan Özer, bütün yurttaşların nitelikli ve ”gerçekten ücretsiz” sağlık hizmeti alma hakkının olması gerektiğini söyledi.

Özer, ”Saygıdeğer halkımız, ne pahasına olursa olsun, sizi müşteri gibi görenler ne derse desin, sizi puan olarak görmeyeceğimize söz veriyoruz. Sağlığınız için yeterli zamanı ayıracağımıza, kaliteli malzeme kullanacağımıza, sizin öncelikle sağlığınızı koruyacağımıza söz veriyoruz” şeklinde konuştu.

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İzmir Şube Başkanı Veli Atanur da sağlık çalışanlarının ücret ve can güvencesi istediklerini söyledi. Eşit, ücretsiz, ulaşılabilir, nitelikli sağlık hizmeti ve kamusal bir sağlık sistemi talep ettiklerini ifade eden Atanur, ”Bize grev yapmak dışında bir seçenek bırakmayan Sağlık Bakanı’na sesleniyoruz: Neden olduğunuz sağlıkta yıkımı durdurun ve tercihinizi halkımızdan yana yapın. Tek ses, tek yüreğe kulak vermezseniz, bizler sizi karşı tarafta, bir avuç gözü dönmüş para babası, sağlığı piyasalaştıranların yanında, emekçi halkımızın karşısında ilan edeceğiz” dedi.

Edirne

Edirne Devlet Hastanesi’nde muayene sırası alan ve polikliniklerde muayene sıralarının gelmesi için bekleyen hastalar, iş bırakma eyleminden etkilenmediklerini söyledi. Hastanede, poliklinik hizmeti verilmeyen servislerden ortopedi servisinde iş bırakma eylemi nedeniyle hastalar muayene edilmediklerini belirterek, parmağıyla ilgili sorun olan hasta ise ”Doktorlar grevdeymiş. Parmağımda bir sorun vardı. Süloğlu ilçesinden geldim, ama muayene olamadan geri dönüyorum” dedi. İş bırakmaların münferit olduğunu ve iş bırakanların uyarıldığını belirten hastane yetkilileri, iş bırakma eylemi nedeniyle hastahanelerinde hizmet üretimi noktasında herhangi bir aksaklığın yaşanmadığını belirttiler.

Çanakkale

Çanakkale Tabipler Odası, Diş Hekimleri Odası ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) üyeleri, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi önünde toplandı. Çanakkale Tabip Odası Başkanı Dr. Nihat Gülhan, burada yaptığı açıklamada, yapılan düzenlemelerle sağlığın finansmanında, kamu sigorta kaynaklarının savurganca kullanıldığını öne sürerek, SSK sağlık birimlerinin yok edildiğini, muayenehanelerin kapatılarak, ortamın yabancılara satıldığını ve sigorta şirketlerine pazarlanabilir hale getirildiğini savundu.

sözleşmeli hale getirilmesinin söz konusu olduğunu iddia eden Gülhan, sağlık çalışanları olarak halkın, sağlık hakkını ve haklı taleplerini daha güçlü bir şekilde duyurmak üzere bir araya geldiklerini söyledi. Gülhan, ”Kamu sağlık kurumlarında döner sermayeden sözleşmeli, vekil ve taşeron işçisi adı altında her türlü güvencesiz, esnek ve kuralsız çalışmaya, angaryaya son verilmesini istiyoruz” diye konuştu.

Hatay

Hatay Tabip Odası Başkanı Selim Matkap, Antakya Devlet Hastanesi önünde yaptığı basın açıklamasında, amaçlarının gelirlerini artırma değil, sağlık hakkı mücadelesi olduğunu söyledi.
Sağlık Bakanlığının ”Sağlıkta Dönüşüm Programı”nın bir parçası olmak istemediklerini ifade eden Matkap, dört ana talepleri gerçekleşene kadar eylemlerini sürdüreceklerini dile getirdi. Hastalarla doktorlar arasına parasal ilişkilerin girmesini istemediklerini ifade eden Matkap, ”Amacımız gelirimizi artırma değil, sağlık hakkı mücadelesidir” dedi.

Zonguldak

Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mutlu Yüksek, başhekimlik binası önünde yaptığı basın açıklamasında, performansa göre ücretlendirme sisteminin hekimler arasında rekabete yol açtığını, hekimlik uygulamalarını değersizleştirdiğini, hastaları puana dönüştürdüğünü öne sürerek, bu uygulamadan bir an önce vazgeçilmesini istedi.

Aile hekimlerinin devlet memuru statüsüne geçirilmesi ve bu statünün haklarına sahip olması gerektiğini belirten Yüksek, şunları kaydetti:

”Tıp fakülteleri hastanelerinin ekonomik, yönetsel ve akademik özerkliği korunmalı, Sağlık Bakanlığına devredilme girişimleri durdurulmalıdır. Sağlığı ticarileştiren, sağlık hizmetlerini metalaştıran, eşit ücretsiz, niteliksiz hizmetlerin önündeki öncelikli engel olan katkı, katılım payları ve ilave ücretler kaldırılmalıdır.”

SES Zonguldak Şube Başkanı Halil Karagülmez de Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi önünde yaptığı açıklamada, yıllardır uygulanan politikalarla sağlığın insan hakkı olmaktan çıkarılarak, üzerinden kar edilecek meta haline getirildiğini öne sürdü.
TTB Zonguldak Şubesinin destek vermediği bildirilen eyleme, az sayıda katılım olduğu gözlendi.

Kırklareli

Kırklareli Tabip Odası Başkanı Dr. Halil Muhacir, Kırklareli Devlet Hastanesi önünde yaptığı basın açıklamasında, sağlıkçıların mutsuz ve geleceğiyle ilgili kaygılar yaşadığı için eyleme gittiklerini söyledi. Performansa dayalı ücretlendirmeyle sağlık çalışanları arasında rekabet ve ayrılıkçılığa yol açan haksız bir mücadelenin başladığını iddia eden Muhacir, nitelikli sağlık hizmeti yerine hastaları müşteriye ve performansın bir materyali haline getiren bu uygulamaların Hipokrat’ın ”Önce zarar verme” ilkesine dahi uymadığını savundu.

Topluma eşit, ücretsiz, nitelikli sağlık hizmeti sunmak istediklerini belirterek, ”Sözleşmeli 4-B, 4-C, 4924 taşeron, vekil gibi statülerde adaletsiz ve güvencesiz, esnek, kuralsız, fazla çalıştırmaya son verilmelidir. Bugün sağlık çalışanlarının temel maaş göstergeleri pek çok diğer eş düzeydeki eğitim görenlerin çok altındadır. Bir hekimin eğitim süresi ve aldığı temel maaş eşdeğer eğitimi gören bir hakimin maaşının çok altındadır” diye konuştu.

Karabük

Karabük’te sağlık çalışanları, Tam Gün Yasası’nı, performansa dayalı ücret uygulamasını protesto etmek ve özlük haklarının korunması amacıyla iş bırakma eylemi başlattı.
Şirinevler Devlet Hastanesi önünde toplanan yaklaşık 100 kişilik grup, alkışlı protesto da bulundu. Grup adına açıklama yapan Doktor Rıdvan Üney, vatandaşların katkı ve katılım payı ödemeden erişebilecekleri ”Eşit, Ücretsiz, Nitelikli Sağlık Hizmeti” sunmak istediklerini anlatan Üney, şöyle dedi:

”Biz sağlık çalışanları olarak halkın sağlık hakkını ve taleplerimizi daha güçlü haykırmak, ısrarlı takipçisi olmak için bir araya geldik. Biz, artık iş ve gelir güvenceli çalışalım istiyoruz. İlgili bakanlık ve Sosyal Güvenlik Kurumunun günübirlik uygulamaları ve istekleri nedeniyle hastalarla karşı karşıya kalmayalım. Sağlıklı sistem için önce bu hizmeti sunan çalışanların bedensel ve ruhsal sağlığını koruyalım.” Grup, açıklamanın ardından olaysız dağıldı.

Aydın

Sağlık çalışanları, Tam Gün Yasası’nı, performansa dayalı ücret uygulamasını protesto etmek ve özlük haklarının korunması amacıyla Aydın’da eylem yaptı. Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Tıp Fakültesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi’nin Polikliniklerinin önünde, Aydın Tabip Odası ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri (SES) Aydın Şubesi tarafından eylem düzenlendi. ADÜ Tıp Fakültesi Öğretim Üyeleri ve eski ADÜ Rektörü Prof. Dr. Şükrü Boylu’nun da destek verdiği eylemde, slogan atılmazken, alkış tutuldu.

Aydın Tabip Odası Başkanı Dr. Eralp Atay, burada yaptığı basın açıklamasında, sağlık hizmetinin bir ekip işi olduğunu belirterek, her bir sağlık çalışanının, nitelikli sağlık hizmeti üretimi için çok değerli olduğunu belirtti. Sağlık içindeki her alanın kendisine özgü farklı sorunları ve sıkıntıları olmakla birlikte, ortak sorunlarının da olduğunu vurgulayan Atay, şöyle konuştu:

”Bugün görevdeyiz. Çünkü çok insani ve ahlaki gerekçelerimiz var. Dahası taleplerimiz bütünüyle karşılanabilir ve gerçekçi taleplerdir. Mesleğimizi etik ilkelerin gösterdiği çerçevede, kanıta dayalı bilimin bilgisi ve tecrübesi ışığında, sadece ve sadece insanların yararını gözeterek, özgürce uygulamak istediğimiz için görevdeyiz. Katkı payı adı altında hastaların ceplerinde para çıkmamasını istediğimiz için görevdeyiz. Bu ülkede başta sağlık çalışanları olmak üzere tüm çalışanlara iş, güvenceli gelir, sağlıklı ve güvenli çalışma ortamları istediğimiz için görevdeyiz. ” Konuşmanın ardından grup, alkış tutarak, olaysız bir şekilde dağıldı.

Adana

Adana’da sağlık çalışanları, Tam Gün Yasası’nı, performansa dayalı ücret uygulamasını protesto etmek ve özlük haklarının korunması amacıyla iş bırakma eylemi başlattı.
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi polikliniklerinde toplanan grup, basın açıklamasının ardından araçlarla Dr. Aşkım Tüfekçi Devlet Hastanesi önüne geldi.
Burada da bir süre bekleyen grup, havanın yağışlı olmasına rağmen ellerinde pankart ve dövizlerle sloganlar atarak Uğur Mumcu Meydanı’na kadar yürüdü.

Uşak

Uşak Tabip Odası Başkanı Dr. Tarkan Amuk ”Hekimlerin çalışma hakkı ve özgürlüğünü ihlal eden düzenlemeler kaldırılmalı” dedi. Amuk ve beraberindeki bir grup hekim, Uşak Devlet Hastanesi Bahçesi’nde ”Tam Gün Yasası ve Performansa Dayalı Ücret Uygulamasını” protesto etmek amacıyla basın açıklaması yaptı. Hekimlerin çalışma haklarının her geçen gün kötüleştiğini, ”Tam Gün Yasası”ile yapılan düzenlemelerin hekimlerin sağlıkta çalışma barışını bozduğunu iddia eden Amuk, Türk Tabipler Birliği’nin hekimler adına hükümetten talep etiği 15 başlığın bir an önce yerine getirilmesi gerektiğini söyledi. Hekimlerin taleplerinin yerine getirilmemesinin sağlık alanında yeni sorunlara neden olacağını savunan Amuk, şunları kaydetti:

”Taleplerimizin hükümet tarafından yerine getirilmesi için hekimlerimiz 2 gün süreyle iş bırakıyor. Doktorlar 19 ve 20 Nisan’da çalışmayacak. Hekimlerin çalışma hakkı ve özgürlüğünü ihlal eden düzenlemeler kaldırılmalı. Tam gün çalışma konusunda Türk Tabipler Birliği’nin önerdiği düzenleme yapılana dek, 5947 sayılı Tam Günü Yasasıyla ilgili Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı doğrultusunda hareket edilmeli. Hekimlere insanca yaşayabilecekleri bir çalışma ortamı sunulmalı. Ayrıca sağlığı ticarileştiren, sağlık hizmetlerini metalaştıran ve sağlık hizmetinin önündeki engel olan bütün katkı ve katılım payları gibi ilave ücretler kaldırılmalı.” Açıklamanın ardından hekimler olaysız olarak dağıldı.

Denizli

Denizli’de Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Hastanesi Acil Servis önünde toplanan Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Denizli Şubesi üyeleri, davul zurna eşliğinde halay çekerek 2 günlük iş bırakma eylemini başlattı. SES Denizli üyelerinin iş bırakma eylemine, Tabip Odası, İnşaat Mühendisleri Odası, Ziraat Mühendisleri Odası ve Türk-İş üyeleri, PAÜ Tıp Fakültesi’nden bazı öğrenciler ile bazı hasta ve hasta yakınları destek verdi.

PAÜ Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Servis dışındaki birimler ile Tıp Fakültesi öğrencilerinin katıldığı eylemde, sağlık çalışanları uzun süre halay çekti. Hastaların hastane pencerelerinden izlediği eylemde açılan dövizlerle çalışma şartları protesto edildi. Denizli Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) Örgütlenme Sekreteri Dr. Sefa Gez, yaptığı basın açıklamasında, mesleki bağımsızlık istediklerini belirterek, şunları kaydetti:

”Tanı ve tedavimizi kısıtlayan sosyal güvence kurumunu istemiyoruz. Yanlış teşhis koymamak için uzun saatler boyu çalışmamak istiyoruz. Haftada 56 saatten fazla çalışmak istemiyoruz. Performans sisteminin kaldırılmasını istiyoruz. Hastane anonim şirketine gelen hastayı muayene ve tedavi eden sözleşmeli köle olmak istemiyoruz.”

Şanlıurfa

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Şanlıurfa Şube Başkanı İsmet Karadağ, ”Bizler herkese eşit iş, ücretsiz, ulaşılabilir ve kaliteli bir hizmet sunmak istiyoruz. Hiçbir sağlık kurumunda ilave ücret, ek ödeme katkı, katılım payı gibi çeşitli adlarla para alınmaması için alanlardayız” dedi. SES, Türk Tabipler Birliği ve Diş Hekimleri Birliği gibi sendika ve birliklerce, Türkiye genelinde başlatıldığı belirtilen 2 günlük grev kapsamında, Şanlıurfa SES Şube Başkanlığınca basın açıklaması yapıldı. Şanlıurfa Eğitim ve Araştırma Hastanesi bahçesinde toplanan grup adına basın açıklamasını Şube Başkanı İsmet Karadağ yaptı.

Karadağ, ”Sağlıkta Dönüşüm” programını eleştirerek, ”Bir Dünya Bankası programı olan bu program, tam bir yıkım programıdır. Bu program artık dayanılmaz bir hal almıştır. Bizi sokağa dökmüştür. İsyan ediyoruz” dedi. Sağlığın bir insan hakkı olmaktan çıkartılarak üzerinden kar edilecek bir meta haline getirildiğini savunan Karadağ, şunları kaydetti:

”Oysa bizler herkese eşit iş, ücretsiz, ulaşılabilir ve kaliteli bir hizmet sunmak istiyoruz. Hiçbir sağlık kurumunda ilave ücret, ek ödeme katkı, katılım payı gibi çeşitli adlarla para alınmaması için alanlardayız. İsyan ediyoruz grevdeyiz, çünkü sağlık ve sosyal hizmet sunumu ortamının dinamitlendiği, aynı işi yaptığı halde aynı ücreti alamadığı, çalışma barışını bozduğu, çalışanları birbirine rakip hale getirdiği, hastalara müşteri gibi bakılması neden olduğu için tüm dünyada vazgeçilen, performansa göre ücret uygulamasından vazgeçilmesini istiyoruz. Performansa dayalı ücret yetmediği gibi bir de performansta kota uygulayarak, durumu daha da vahim hale getirdiler.”

(Ajanslar)

İzmir BŞB Beşiktaş’ı ağırlıyor

0

Hentbol Erkekler Süper Ligi’nde İzmir Büyükşehir Belediyesi, 19. hafta erteleme maçında yarın lider Beşiktaş’ı konuk edecek.

Ligde şu ana kadar oynadığı 22 maçta 18 galibiyet, 4 mağlubiyetle 36 puanla 3. durumda bulunan İzmir Büyükşehir Belediyesi, ligde 40 puanlı lider Beşiktaş’la yarın İzmir’de karşılaşacak.

Kültürpark Celal Atik Spor Salonu’nda oynanacak İzmir Büyükşehir Belediyesi-Beşiktaş maçı yarın saat 17.00’de başlayacak.

Ligin ilk devresinde İstanbul’da oynanan müsabakayı Beşiktaş 28-14 kazanmıştı.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, bu maçın ardından 26. hafta müsabakasında 24 Nisan Pazar günü Ankara 06 Ater ile İzmir’de karşılaşacak.

İspanya’da Kupada protestolara ilginç çözüm!

0

Real Madrid ile Barcelona arasında yarın oynanacak olan Kral Kupası finalinde Kraliyet Ailesi üyelerinin stada girdiğinde ıslıklamaları önlemek adına çalınacak milli marşının sesi 120 desibele kadar yükseltilecek.

İspanyol futbolunda sezonun ilk kupası yarın sahibini bulurken, Real Madrid ve Barcelona 21 yıl aradan sonra ilk kez Kral Kupası finalinde karşı karşıya gelecek.

Kral Kupası’nda 36 kez ile en fazla final oynayan takım Real Madrid olsa da, sadece 17’sinde kupayı kaldıran Madrid takımı, 25 kez ile en çok bu kupanın sahibi olan Barcelona’nın gerisinde bulunuyor. Valencia’nın yaklaşık 50 bin kapasiteli Mestalla Stadı’nda oynanacak maç öncesinde en tartışılan konu ise sahanın çimleri oldu. Geçtiğimiz cumartesi günü La Liga’da oynanan Real Madrid-Barcelona maçında Santiago Bernabeu Stadı’nın çimlerinin kısıltılmaması talimatını veren teknik direktör Jose Mourinho’nun, bu şekilde Barcelona’nın hızını kesmeyi planladığı öne sürülürken, aynı taktik Mestalla Stadı için geçerli olmadı. İspanya Futbol Federasyonu, tüm maçlarda olduğu gibi sahananın en iyi hale getirilebilmesi için çimlerin kesileceğini açıkladı. 1-1 biten Real Madrid-Barcelona maçı sonrasında Barcelonalı futbolcular çimlerin normalden 4-5 santimetre daha uzun olduğunu söylemiş ve Xavi “Herkes kendisine göre silahlarını kullanıyor” açıklamasında bulunmuştu.

Öte yandan, Kral Kupası finali bazı ilginç kararlara da sahne oldu. 2 sezon önce oynanan, İspanya’nın ayrılıkçı iki bölgesinin (Bask ve Katalonya) takımı Athletic Bilbao ve Barcelona’yı karşı karşıya getiren finalde milli marşın ıslıklanması olayının tekrarlanmaması için bu kez önlem alan Futbol Federasyonu, Kraliyet Ailesi üyelerinin stada girdiğinde çalınacak milli marşının sesini 120 desibele kadar yükseltecek. Normalde 55 desibel olarak uygun görülen sesin 120’ye yükseltilerek, olası ıslıkların duyulmasının önlenmesi hedefleniyor. İspanyol milliyetçiliğinin daha ön planda olduğu Real Madrid takımında, taraftarlara İspanyol bayrağı götürmeleri çağrısının yapılması da dikkati çeken diğer bir konu olarak gözüktü. Madridli futbolcuların taraftarlarından, takımın sembolü olarak beyaz renkli giysi giymelerini de istedikleri iddia edildi.

Seçim 2011: Vetoya Meclis’ten tepkiler çeşitli…

YSK’nın bağımsız adayların bir bölümünü veto etmesi, seçim gündemini tamamen etkilemiş durumda. Partiler de bu vetoya karşı tepkilerini ortaya koyuyorlar.

Demokrasiye karşı yapılmış bu kararı destekleyen en sert açıklama MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den geldi. Bahçeli “Yasalara uygun adaylar belirlemek her partinin görevi” diyerek YSK kararında, faturayı BDP’ye çıkardı.

CHP Eski Genel Başkanı Deniz Baykal ise, yaşananları “Baraj engelini aşabilmek için insanlar bağımsız aday olarak ortaya çıkıyorlar. Şimdi bağımsız adaylıkları birden bire, adaylıkları yenileme şansı yokken geçmişte de bu insanlar seçilmiş ve halen de bir kısmı milletvekili olarak görev yapıyorken, ‘siz artık milletvekili olamazsınız’ diye geri çevirmek, adaletle, hukuka saygıyla, devletin sürekliliğiyle izah edilebilir bir durum yaratmıyor. Olmaz böyle şey.” cümleleriyle değerlendirdi.

AKP’li Bekir Bozdağ ise, olanları kendi cephesinden ve tarihi bir mağduriyet tezi üzerinden değerlendirdi. Bozdağ, “Biz bugüne kadar YSK’nın ortaya koyduğu kararlardan en çok zarar gören partiyiz. Bu kararla AKP’yi irtibatlandırmak isteyenler bu karardan dolayı AKP’ye fatura kesmek isteyenler büyük bir haksızlık, insafsızlık yapıyorlar.” şeklinde konuştu.

(Yeşil Gazete)

Seçim 2011: Vetonun kaynağı bir ihbar

YSK’nın, BDP’nin desteklediği 7 adayı veto kararını İstanbul’da yaşayan bir kişinin ihbarı üzerine yapılan inceleme sonucunda aldığı ortaya çıktı.

BDP’nin desteklediği Diyarbakır bağımsız Adayları Leyla Zana ve Hatip Dicle’nin avukatı Cabbar Leygara, İstanbul’da yaşayan bir kişinin YSK’ya BDP’nin desteklediği adayların daha önce mahkumiyetleri bulunduğunu ve aday olamayacaklarını ileri sürürek, haklarında inceleme yapılmasını içinde dilekçe ile başvuruda bulunduğu, YSK’nın da başvuru üzerine BDP adayları üzerinde inceleme yaptığını öğrendiklerini söyledi.

(Yeşil Gazete)

“Kazara” öldürülen Tursun davasında karar!

İzmir’de, Baran Tursun’un ölümüne neden olan polis memuru Oral Emre Atar’a verilen 2 yıl 1 aylık ceza, Yargıtay tarafından da onandı. 1.5 ay tutuklu kalan polis memuru Atar, 15 ay daha hapis yatacak.

İzmir’de, “dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle aracında polis kurşunuyla can veren Baran Tursun davasında, polis memuru Oral Emre Atar’a, mahkemenin verdiği 2 yıl 1 aylık cezayı Yargıtay da onayladı. Sabah gazetesinden Fatih Şendil’in haberine göre Yargıtay, ayrıca 10 polisin delil karartmak suçundan beraatını da onadı. Olaydan sonra 1.5 ay tutuklu kalan Atar, 15 ay daha hapis yatacak. Polis memuru Atar hakkında “olası kasıt altında adam öldürme” suçlamasıyla 25 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmış ancak mahkeme, suçu “görev başında kasıt olmaksızın sınır aşarak işlediği” kanaatine varmıştı.

Olaylı geçen yargılamalar sonunda, savcı, polis memuru Atar’ın, “kanunun emrini yerine getirirken görev sınırını kasıt olmaksızın aşarak öldürme” suçundan 1 yıl 4 aydan 5 yıla kadar hapisle cezalandırılmasını, diğer polis memurlarının ise beraatını istedi. Mahkeme heyeti de sanıklardan Oral Emre Atar’ın “öldürme eylemini, silah kullanmaya ilişkin kanun hükmünü yerine getirmede kasıt olmaksızın sınır aşarak işlediği” kanaatine vardı. Mahkeme, önce “taksirin yoğunluğuna ve kullandığı silahın tehlikeliliğine göre” Atar’ı 3 yıl hapis cezasına çarptırdı. Ardından bu cezayı, sanığın eylemini kasıt olmaksızın, sınırı aşarak işlediği gerekçesiyle 1/6 oranında indirip 2 yıl 6 aya düşürdü. Ceza, Atar’ın duruşmalardaki iyi hali nedeniyle de 2 yıl 1 aya indirildi. Mahkeme, diğer polislerin de beraatına karar verdi. Tursun ailesinin temyiz başvurusu üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin verdiği kararı onayarak, davaya son noktayı kodu. 1.5 ay tutuklu kalan polis memuru, infaz yasasına göre 15 ay daha hapis yatacak.

(Radikal, Sabah, Yeşil Gazete)

Dr. Günay Can: “Radyasyondan korunmanın en iyi yolu hiç nükleer tesis kurmamaktır.”

Çernobil felaketinin 25. yılında tarihin en büyük nükleer felaketlerinden biri de Japonya’daki Fukushima nükleer santralinde yaşanıyor. Çernobil’den yayılan radyasyon geçen onca zamana rağmen doğayı ve insanları etkilemeye, yüz binlerce insan başta kanser olmak üzere radyasyona bağlı hastalıklardan ölmeye devam ediyor. Fukushima kazasının ardında da en büyük kaygımız içme suyundan süte ve sebzelere kadar yaşamı yakından ilgilendiren her noktada radyasyon kirliliğinin yayılması.

Öte yandan radyasyon nedir, neler yol açar, bu konularda ciddi bir kafa karışıklığı var. Bir yanda radyasyonun azının faydalı olduğunu iddia eden siyasetçiler, bir yandan da radyasyonun canlılara verdiği zararın abartıldığını iddia edenler nükleer teknolojiyi aklamaya çalışıyor.

Yeşil Gazete olarak radyasyonun halk sağlığına olan etkilerini daha iyi anlamak için bir uzmana, uzun yıllardır radyasyon ve nükleer santrallardan kaynaklanan hastalıklar konusunda çalışan Halk Sağlığı uzmanı Dr. Günay Can’a danıştık. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyelerinden biri ve Çevre İçin Hekimler Derneği’nin uzun süre başkanlığını yapmış olan Dr. Günay Can, bize radyasyonu anlattı.

Radyasyon nedir? Günlük hayatımızda radyasyonla nasıl karşılaşırız?

İyonize radyasyondan bahsediyorsak eğer, radyasyon geçtiği dokularda ve hücrelerde bağları bozan alfa, beta parçacıkları,  x ve gama ışınlarıdır. Bu doğrudan doğadan kaynaklanabildiği gibi  insan faaliyetleri ile de ilintili olabilir.

Bu ışınımlar kozmik  olabilir, elektromanyetik spektrumun yoğun  enerjili dalgaları olabilir: X ışınları gibi. Örneğin günlük hayatımızda doğada hemen her yerde bulunan radyoaktif radon gazına maruz kalmaktayız. Radon akciğer kanseri için sigaradan sonra gelen en önemli risk faktörüdür.  Özellikle binaların zemin katlarında oturanlar ve havalandırma sorunu olan binalarda yaşayanlar radon açısından risk altındadır. Binalar her gün mutlaka en az yarım saat havalandırılmalı, biriken radon gazının dışarı çıkışı sağlanmalıdır.  Bunun dışında tıbbi nedenlerle de iyonize radyasyona maruz kalmaktayız, röntgen çekimi, radyoterapi gibi nedenlerle…

Radyasyonun insan sağlığına etkileri konusunda bizi bilgilendirebilir misiniz?

İyonize radyasyonun insan sağlığına etkileri uzun yıllardır biliniyor.  Bu bilgilerin önemli bir bölümü, tıbbi nedenlerle ışınım alanlar, atom bombasından sonra Hiroşima ve Nagasaki’de sağ kalanlar, uranyum madenlerinde çalışanlar, Çernobil kazasından yayılan radyasyondan etkilenen ve santraldeki yangının söndürülmesi ve üzerinin kapatılması işlerinde çalışan kişiler üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda elde edilmiştir.

Radyasyonun etkisi alınan dozla ilişkilidir.  50 Gy üzerinde ışınım alanlarda beyin ödemine bağlı birkaç saat içinde  ölüm, 5-20 Gy ışınım alanlarda sindirim sistemi bozuklukları ve birkaç gün içinde ölüm gerçekleşir. Eğer 5Gy altında bir ışınıma maruziyet söz konusu ise, uygun şekilde tedaviyle akut radyasyon hastalığına yakalanan hastalar büyük oranda kurtarılabilir.

Bu akut etkileri dışında iyonize radyasyon sakat doğumlara ve düşüklere, kısırlığa, katarakta, çok sayıda organda kansere yol açmaktadır. Radyasyon ayrıca radyodermit denilen deri yanıklarına yol açabilir. Nitekim 15 yıl önce İkitelli’deki radyoaktif atık olayında, atık radyoaktif malzemeye maruz kalan hurdacılarda radyasyonun etkilerine oluşan bu yanıklar nedeniyle tanı konulabilmiştir.

“İyonize radyasyon hücrelerin yapısını direk olarak bozar”

Özellikle sayın başbakanımız ve pek değerli danışmanları için televizyondan yayılan radyasyonla nükleer santrallerden çıkan arasındaki farkları sıralayabilir misiniz?

Tabii ki büyük farklar var. Nükleer santrallerden yayılan iyonize radyasyon hücrelerin yapısını direk olarak bozmaktadır. En temel farklılık da budur. Bunların özellikle enerjileri yüksek mor ötesi ışınımlar olduğunu anımsatmak isterim.  Etkileri az önce de belirtildiği gibi çok sayıda araştırma ile ortaya konmuştur.  Televizyon, bilgisayar gibi cihazlardan yayılan radyasyonun ise iyonizan etkisi yoktur, dolayısıyla insan sağlığını asıl olarak ısı artışı ile etkilemektedir.  Sağlık etkileri iyonize radyasyona göre daha azdır.  Bu tip radyasyon kaynaktan uzaklaştıkça etkisi çok hızlı bir şekilde düşer.  Bir de tabii şüphesizdir ki, televizyon veya diğer aletleri kullanmak  kişilerin kendi tercihidir. Bu tür elektromanyetik alanlar kişilerin kendilerini ve yakın çevrelerini doğrudan etkiler.

Ancak nükleer  kazalarla olduğu gibi iyonize radyasyona maruz kalmak gönüllü alınabilecek bir risk değildir.  Sonuçta televizyon patlarsa yenisini almak mümkündür, ancak nükleer santral kazasından sonra o bölgelerde binlerce yıl insanlar yaşayamayacaktır.

Nükleer santrallerden kaynaklanan rasyasyonun bir başka önemli farkı da radyoaktif maddelerin uzak alanlara yayılabilmesi ve kalıcı olmasıdır. TV gibi elektrikli aletlerden kaynaklanan radyasyon elektrik alan ortadan kalktığında kaybolur.

Radyasyon insanlara hangi yollardan zarar verir? Havadan bulaşır mı? Yiyip içtiklerimiz aracılığı ile bize zarar verebilir mi?

İyonize radyasyon iç ve dış olmak üzere iki yolla zarar verir.  Dış maruziyet, dışarıdaki bir kaynaktan yayılan radyasyona ışınım yoluyla maruz kaldığımız durumlardır. Radyoaktif bulutlardan, kozmik ışınımlardan, tıbbi veya endüstriyel cihazlardan yayılan radyasyona matuz kalmak gibi.  İç maruziyet  ise vücudun içine giren bir radyoaktif maddenin radyasyon yaymasıdır. Yiyeceklerden, sudan, soluduğumuz havadan veya deriden radyoaktif maddelerin vücut içine alınmasıyla oluşur. Dolayısıyla radyasyon, radyoaktif maddeler içeren yiyeceklerle ve hava yoluyla da vücudumuza zarar verebilir.

Radyasyonlu yağmurların etkileri nelerdir? Okyanusa karıştığı söylenen radyasyon bizi nasıl etkiler?

Radyasyon bulutları ve yağışlar bizi hem yağmurla ıslandığımızda direkt maruziyetle, hem de radyoaktif serpintilerin yeryüzüne inerek içme sularına ve yiyeceklere bulaşması nedeniyle etkiler. Okyanusa karışan radyoaktif maddelerin de planktonlar, yosunlar, kabuklu deniz canlıları ve balıklar yoluyla besin zincirine karışma riski vardır. Okyanusa karışan radyasyon tıpkı hava yoluyla olduğu gibi tüm dünyaya az veya çok yayılacaktır.

 

“Radyasyon kromozom kırılmalarına yol açar ve birçok organizmanın genetik yapısı değişebilir”

Radyasyonun insan sağlığı dışında da doğa üzerinde de yıkıcı etkileri var mıdır?

Elbette insanda yarattığı sağlık etkilerinin benzerlerini doğal hayat üzerine de yapacaktır.  Sonuçta kromozom kırılmalarına yol açması nedeniyle birçok organizmanın genetik yapısı değişebilir ve bu değişikliklerin nelere yol açabileceğini şimdiden kestirmek olası değildir. Belki bir tür ortadan kalkarken bir başka tür değişen genetik yapısıyla başka sorunlara açabilir.

Diğer birçok hastalıkta olduğu gibi radyasyonun daha tehlikeli olduğu risk grupları var mıdır? Örneğin gebeler için tehlike daha mı fazla?

Gebeler için radyasyonun teratojen etkisi var. Yani anne karnındaki bebeklerin anomalili, çeşitli hastalıklar ve doğumsal bozukluklarla doğmasına neden olur. Bu nedenle gebeler daha fazla risk altındadır. Ama aynı zamanda hızlı büyüme çağında olan çocuklar ve yaşlılar da en önemli risk gruplarıdır. Özellikle çocukların hücrelerin hızla çoğaldığı, hızlı büyüyen dokularında radyasyonun neden olacağı bir hücre hasarı bazı dokuların sağlıksız, hatta kanserli büyümesine neden olabilir.

 

“En iyi korunmanın ise hiç nükleer tesis yapılmaması olduğu unutulmamalıdır.”

Korunmak için tedbir almak mümkün müdür? Neler yapılabilir? Radyasyona maruz kalanların ne yapması gerekir.

Radyoaktif serpinti veya yağmurdan kaçınmak için ilk aşamada açık havaya çıkılmamalıdır. Evlerin kapı ve pencerelerinin mutlaka kapatılması ve izole edilmesi gerekir.  Nükleer santral kazalarından sonra yakın bölgelerde oturanların iyot tabletleri alması önerilmektedir. Radyoaktif iyodun yarılanma ömrü oldukça kısadır. O nedenle ilk hafta içinde iyot tableti almak gerekir.  En iyi korunmanın ise hiç nükleer tesis yapılmaması olduğu unutulmamalıdır.

Doğal kaynaklı radyasyondan korunmak için bazı granit türleri ve yapı malzemelerinden uzak durmalı ve ev içi havalandırmanın mutlaka sağlanması gerekir.

Eğer radyasyona maruz kalınmışsa elbiseler değiştirilmeli ve duş alınmalıdır. Etkilenimin şiddetine göre meydana gelebilecek sağlık sorunlarının giderilmesi için sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.

 

“Özellikle radyoaktif yağmura maruz kalmış yiyeceklerin saptanarak imhası gerekir.”

Bizim ülkemizin bu konuda halk sağlığı açısından mevcut bir politikası hazırlığı var mı?

Olası bir nükleer santral kazası veya sabotajdan sonra alınabilecek halk sağlığı önlemlerine baktığımızda uygun sığınakların yapılması ve herkes tarafından bunun bilinmesi sağlanmalıdır. Yine iyot tabletlerinin ulaşılabilir yerde ve yeterli miktarda stoklanması önemlidir.

Nükleer kaza olan bölgeye ulaşan yol ve geçitlerin tutulması, etkilenen alanlardan insanların boşaltılması ve başka bir alana yerleştirilmesi de önlemlerin içindedir.

Yine ülkeye sokulan gıda ve su kaynakları kontrol altına alınmalıdır. Özellikle radyoaktif yağmura maruz kalmış yiyeceklerin saptanarak imhası gerekir.

Kirlenmiş alanların tekrar temizlenmesi oldukça zordur ve radyoaktif maddelerin dağılması riskine yol açar.

Röportaj: Savaş Çömlek – Yeşil Gazete

YSK davetiyesi: TBMM’ye gelmeyin; dağlara gidin… – Cengiz Çandar

Bu köşede bambaşka bir yazı yazmıştım dün. YSK’nın 7’si BDP’nin desteklediği, 12 bağımsız adayın adaylıklarını iptal kararı gündeme bomba gibi düştüğü vakit, yazıyı da iptal ettim.

Çünkü, demokrasi ve Kürt sorununun barışçıl yollardan çözüm çabalarının bağrına bir hançer saplanmıştır. Bu hançeri YSK saplamıştır.

Bu, herhangi bir basit karar değil. Ülkenin yakın geleceğini karartma sonucu doğuracak, “siyasi” nitelikte bir karar. Bir şey değilse, “hukuki” değil. Bu, “hukuki” bir karar değil.

Karar gerekçesinin, geçmiş mahkûmiyetler olduğu ileri sürülüyor. Nasıl şey bu? Karara konu olanlardan ikisi, BDP eşbaşkanı Gültan Kışanak ile Sebahat Tuncel, zaten milletvekili. 2007’de milletvekili seçilmiş, gelmişler. “Geçmiş mahkûmiyetler” gerekçesiyle, 2011 yılında seçimlere girmeleri nasıl engellenebilir? Nasıl “hukuki” olabilir böyle bir karar?

İler tutar tarafı yok.

Düşünebiliyor musunuz, “darbecilik” iddiası ile Ergenekon davasından tutuklu ve sanık bulunan isimler, CHP listelerinden aday olabiliyor, zaten yüzde 10 barajı ile önlerine akıl almaz engeller dikilmiş BDP’liler ve BDP’nin destekleyeceği isimler “bağımsız aday” bile olamıyorlar.

Bu ülkenin “demokratik vicdanı”nın kabul edebileceği bir şey mi bu? Bin dereden seksen sekiz tane mevzuat açıklaması getirseniz, kabul edilmez. Vicdanlarda mahkûm olan hiçbir hükmün “hukuki değeri” de olamaz. Yoktur.

Başbakan ve Ak Parti tavır almak zorunda
YSK’dan kuşkusuz iktidar partisi, yani Ak Parti sorumlu değil. YSK, yargının bir parçası sayılıyor. İşin ilginç tarafı, Ak Parti’nin herhangi bir şekilde nüfuzunu gösteremediği bir parçası yargının. Daha birkaç gün önce, Ak Parti’nin istekleri hilafına, yurtdışında oy kullanma imkânlarını da geri çevirmişti.

Ancak, daha birkaç gün önce, seçim beyannamesinin başına “insan odaklı, özgürlükçü bir anayasa” vaadini yerleştiren Ak Parti ve genel başkanı Tayyip Erdoğan’ın, ülkenin demokratik geleceğine hançer gibi saplanan böyle bir karar karşısında suskunluğunu koruması ya da “yargıya karışamayız” basmakalıp bahane söyleminin altına girip saklanması da olmaz.

Tayyip Erdoğan’ın iktidarının devamının da, garantisinin de “güvencesi”, demokrasinin kendisidir. Demokrasinin geleceğinin böyle bir YSK kararı ile mayınlanmasına bigane kalamaz.

Başbakan, dün, “Bu ülkede Kürt meselesi artık yoktur, benim Kürt kardeşlerimin meseleleri vardır. Bu ülkede Kürt kardeşlerimin istismarı vardır, ama bu oyuna onlar da gelmeyecek, bu oyunu bozacaklar. Kurulan tezgah budur. Diyorlar ki, Ak Parti Güneydoğu’da Kürt orijinli olan adayları, Kürtlerin meselelerini sorun yapmayanlar çekti. Ya cehaletleriyle konuşuyorlar ya da bilmiyorlar. Biz oradaki sorunlara vakıf arkadaşlarımızı aday yaptık ve inşallah o sorunları bu arkadaşlarımızla beraber gece gündüz çalışmak suretiyle çözmeye devam edeceğiz” demişti.

Bu sözleri YSK kararından önce, onunla hiç ilgili olmayan bir bağlamda söyledi. Ama, önüne kocaman bir sorun YSK tarafından çıkartıldı. Bu sorunu aşmak için harekete geçmek zorunda.

TBMM yerine “dağa” davetiye kararı
Bu ülkede “Kürt meselesi” artık var mıdır, yok mudur, “mesele” Kürt kardeşlerimizin meselelerinden mi ibarettir; bunu bol bol tartışırız. Ne var ki, tartışma götürecek husus şudur: Kürt siyasetinin “dağdan inmediği”, inebilmesi için siyaset kulvarlarının açılmasının gerektiği bir dönemde, TBMM zemininde siyaset yapmak isteyen, yüzde 10 barajı nedeniyle “bağımsız” olarak seçim yarışına girenlere bile engel çıkarılırsa, bunun siyasal anlamı ve sonuçları olur.

BDP, “yasal yollar tıkanmıştır” dediği anda, bu hüküm, binlerce Kürt gencinin dağların yolunu tutması teşviki anlamına gelir. YSK kararı, bu yönüyle, Kürtlere “TBMM’ye gelmeyin; dağlara gidin” davetiyesi demektir.

Tam da bu yüzden, YSK kararı, “siyasi sonuçlar” üretmeye ve demokrasinin bağrına hançer saplamakla eşanlamlı bir karardır.

YSK’nın bu kararından sonra, “yargı reformu” ve “yeni anayasa”nın ne kadar vazgeçilmez ihtiyaçlar olduğu daha da çarpıcı biçimde ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde, yüzde 10 barajının da mutlaka kalkması zorunluluğu da.

Yüzde 10 barajı, koalisyon hükümetlerine yol açarak “yönetimde istikrarı” bozan bir etki potansiyeline sahiptir. Ancak, “temsilde adalet”in sağlanamaması da, ülkeyi aynı şekilde yönetilemez hale getirme potansiyelini taşıyor.
Ne yapıp edip, YSK kararının düzeltilmesi sağlanmalıdır.

Aksi halde, seçim “şaibeli” duruma düşer, o seçim sonucunda oluşan parlamento, “demokrasi üzerine düşen gölge”yi asla kaldıramaz.

“Türkiye 2023”, bir stratejik proje olmaktan çıkıp, “hayal” haline gelir.

Cengiz Çandar / Radikal – 19 Nisan 2011

Seçime açık müdahale – Okay Gönensin

Yüksek Seçim Kurulu’nun BDP’nin desteklediği dört bağımsız adayın adaylığını reddetmesi seçime açık, tartışmasız bir müdahaledir.

Bu dört adayın yerine başka bağımsız adaylar konulması imkânı olmadığı için BDP’nin desteğindeki “blok” dört eksik milletvekili çıkaracaktır. Bu da Meclis’e girmesi ihtimali olan vekil sayısının kendiliğinden 30’un altına inmesi demektir.

Yüksek yargı BDP’nin Meclis’te kuvvetli bir grupla temsil edilmesini engellemesinin siyasi sonuçlarının kendisini ilgilendirmediğini, kendilerinin “kanunlara” bakarak karar verdiklerini söyleyecek, birçok kanun maddesi arka arkaya sıralanacak, belki geçmişten de örnekler verilecektir.
Bu kararın pratik sonucu, herkesin tahmin edebileceği gibi, BDP kaybettiği sandalyelerin AKP’ye gitmesidir.

***

Türkiye’de “hukuksuzluğu” Ergenekon davaları dolayısıyla fark edenler de öğrenmelidir ki, bu ülkede çok uzun yıllar boyunca Kürt kelimesi bile DGM’de yargılanma ve mahkûm olma nedeniydi. Kürtçe konuşmak, bölücülük suçuydu ve Kürtçe konuşan hapis cezası alırdı. “Kürt” kelimesinin geçtiği gazeteler, bu kelimeyi kullanan gazeteciler kendilerini DGM’nin karşısında bulurdu.

Bu tür uygulamalar çok azalmış olmasına rağmen, bunlara imkân veren kanunlarda gerekli değişiklikler yapılmış değildir; demokrasiden dem vuran hükümetlerin hiçbiri, şu anda görevde olan ve yenisi kurulacak olan AKP hükümeti de bunu yapmamıştır.

Bugün bütün televizyon kanallarında herkesin söylediği cümlelerin çok daha masumları yüzünden insanlar ömürlerini hapiste geçirdiler.

***

Eskinin hukuk anlayışında kalmış olan, toplumun gelişmesini göremeyen ve esas görevinin özgürlükleri değil devleti korumak olduğuna inanmış yargı düzeninin son icraatı olarak, 2011 seçimine doğrudan müdahalesinin özel bir anlamı vardır. BDP’nin temsilinin yargı müdahalesiyle düşük tutulması, barış yolunda, demokratik çözüm karşısında durmaya çalışanlar için yeni bir “haksızlık” kanıtı olarak görülecek, kullanılacaktır.

Yüksek Seçim Kurulu’nun seçime iki ay kala, BDP’den alıp AKP’ye verdiği dört milletvekilliği, “alt tarafı dört sandalye” değildir. AKP de “havadan dört sandalye geldi” diye sevinmek değil, “demokratik açılım”a bir çelme daha geldiği için tepki göstermek durumundadır.

Okay Gönensin / Vatan – 19 Nisan 2011

Haftanın tortusu

* Tayyip Erdoğan seçim mitinglerine Avrupa Parlamentosu’nda başladı. * Başkaldırıyoruz! diyenlere 10 yıl ceza isteği! * Koca İstanbul’da Ahmet Şık’a araç bulunamadı! * Öğrenciler geleceğine sahip çıkıyor, gardiyanlar onları okula kilitliyor. * Tayyip Erdoğan, paramiliter güçleri mi ima etti? * Kürtlere ve solculara seçim (Y)a(S)a(K)!

* Tayyip Erdoğan seçim mitinglerine Avrupa Parlamentosu’nda başladı. Yapılan espri, iğneleme karışımı vurgulamadan başlayarak, tüm söyledikleriyle Tayyip Erdoğan, Türkiyelilere yönelik bir konuşma yaptı, bir nevi seçim startını verdi. Milliyetçi bir “ayar” yaptı Türkiye politikasına. Eğer zaten Türkiye politikasına yapılmış bir konuşma değilse, durum daha da vahim demektir. Baraj konusunda, demokrasi karşıtlığını savunan, insan hakları diyeni iğneleyen bir Başbakan… Liberaller, halen daha şunu savunuyorlar: “Türkiye halkı, AKP’ye AB’ye girme hedefi var diye, değişimi destekledi diye oy veriyor.” Peki, neden şunu söylemiyorlar: AKP, her oy yükseltme hareketine, dışa dönük bir harekatla başlıyor?

* Başkaldırıyoruz! diyenlere 10 yıl ceza isteği! Medya, sansasyon seviyor, sansasyon istiyor. Bir yandan da verilmek istenen gözdağına ortak oluyor tabii ki. Bir gazete manşetinde koca koca yazıyor: Öğrencilere 10 yıl ceza! Bunu okusanız ne hissedersiniz? Ne anlarsınız? Öğrenciler 10 yıl hapiste kalacak değil mi? Öğrenci bir yakınınız varsa da, onları uyarırsınız! “Olaylardan uzak dur!” dersiniz. Hem sansasyon, hem gözdağına yardım!

Medyayı bir yana atalım. Onların işi bu (her anlamda!). Peki bunun nedeni ne? Ne yaptı bu öğrenciler bu kadar yılla yargılanacak? Okullarında toplandılar, bir partinin genel merkezine yürümek istediler! Tüm uygar ülkelerde bunlar olur! Hangi ülkede öğrenciler o tip bir uygulamayla karşılaşırlar, sonra da yargılanırlar? Hiçbirinde! E o zaman bu denklemde başka bir kelime yanlış!

* Koca İstanbul’da Ahmet Şık’a araç bulunamadı! Ahmet Şık mahkemeye çıkacaktı. Araç bulunamadığı için mahkemeye gelemedi. Devlet, kendi “evinde” olan birini, kendi oluşturduğu mahkemeye çıkartamadı. Simgesel bir andı. İlk defa çıkacaktı Ahmet Şık cezaevinden. Öyle bir durum ki, belki de insanların mahkemeye çıkmayı “umutla” beklediği günler geçiriyoruz. Ahmet Şık da o insanlardan biriydi. Şimdi bizi inandırsınlar, bunun kasıtlı olmadığına ve tabii ki “sehven” olduğuna. Dokunan yanar diyorlar ya; desteklerle o ateş zayıfladı, hala yakmaya çalışıyorlar.

* Öğrenciler geleceğine sahip çıkıyor, gardiyanlar onları okula kilitliyor. YGS protestoları devam ediyor, şifre skandalının faillerinden sürekli yeni itiraflar geliyor, sürekli skandala yeni parçalar ekleniyor. Kitapçık sınavdan sonra oluşturuldu dendi, sınavdan önce oluşturulduğu ortaya çıktı. Zaten başta yok denen şifre, mektupla kabul edildi. Olan, hemen tatmin olan ve kendilerini hukuk yerine koyanlara oldu.

Öğrenciler ise bu durumda tabii ki boş durmuyorlar. O sınava girmiş ya da bir yakını hazırlanmış herkes bilir ki, ömrünüzün ortasından geçer ve öncesiyle sonrasını birbirinden ayırır. O ayrımı iyi geçmek gerekir. Fakat, birilerinin o ayrımda hile yaptığını öğreniyorsunuz, bunun açık açık yapıldığını öğreniyorsunuz, hakkınızı arıyorsunuz. Karşınıza da gardiyanlar çıkıyor. Siz hakkınızı aramayın diye, sizi okula kilitliyorlar. Numaralarınızı alıp, hakkınızda işlem yapmakla tehdit ediyorlar. Belli ki onlar da çoktan tatmin olmuşlar! (İlgili bir yazı:“Özgür ve demokratik” bir YGS ve liseliler)

* Tayyip Erdoğan, paramiliter güçleri mi ima etti? YGS rezaletini protesto ile, Türkiye uzun süredir görmediği bir genç politizasyonunu yaşarken, birilerinin bundan, olanlardan rahatsız olmaması tabii ki beklenemezdi. Sonuçta, kafasını kaldırmasın diyerek, boşta kalırsa sağa sola sarar diyerek okullara tıkılan insanlar, sokaklara çıktılar, devletin/hükümetin onlara yaşattığı haksızlığı haykırdılar. Rahatsız olunması çok doğaldı dediğim gibi. Hemen açıklamalar arka arkaya geldi. Tüm liseliler kışkırtılıyordu, sokağa belli “ideolojik” grupların etkisiyle çıkartılıyordu! Hükümetin ideolojisiz olduğu gibi bir kabulümüz olacak tabii ki. Ortaya çıktı ki, liseliler ve aileleri kışkırtılmıyor, hak arıyordu. Tam da bu noktada ağızlardaki bakla çıkıverdi. Bakın ne dendi: “Taksim’de bin kişiyi, iki bin kişiyi yürütmek, iki bin genci yürütmek problem  değil. Onlar YGS sınavının karşısında tavır ortaya koyduklarını açıklarken, biz  de kalkarız onların karşısına 5 bin, 10 bin tane genci koyarız.” Görülüyor ki, şifre olayı düşündüğümden de çok insana yarar sağlamış. Yoksa kim hakkını arayanların karşısına çıkar ki?

Bunları yazarken aklıma Libya geldi. Kaddafi ordusunu isyancıların üzerine sürdü. Yetmedi. Paralı askerler tuttu Afrika’dan. Onlarla savaştı. Liseliler başta olmak üzere, her hak arayanın üstüne giden polis kuvveti zaten malum. Acaba yetmiyor diye mi ortaya çıkıyor bu 5 bin 10 bin tane genç? Paramiliter bir kuvvete olan özlem mi bu?

* Kürtlere ve solculara seçim (Y)a(S)a(K)! Seçim gitgide yaklaşırken, YSK, seçim gündemine bomba gibi düşen bir dizi karar aldı. 12 tane bağımsızın adaylıklarını düşürdü, üstüne de Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin seçime girmesini engelledi. Bağımsızların yarattığı yankı o kadar büyük ki, başlıbaşına bir skandal olan ÖDP’nin durumu geri planda kaldı.

Şimdi, büyük ihtimalle seçilecek 6 kişinin vekilliğini iptal etmek neyin nesi? Hukuk mu? Bu nasıl hukuk ki dört yıl önce ayrı, şimdi ayrı işliyor? Vekiller var, sicilleri dört yılda değişmemiş, zaten meclisteler ve bu yüzden de bir karar falan çıkmamış haklarında. Onların seçilme haklarını elinden alıyorsunuz? Olabilir mi böyle bir şey? Mantığa sığar mı? Ertuğrul Kürkçü mesela. Yahu bu adam ne zaman hapse girdi? Bu adamla karşı kamplarda olanlar “kahraman” oldular, bakan oldular. Kürkçü ise aday olamıyor.

Şimdi BDP tartışıyor, seçime girelim mi? Girmeyelim mi? Diye. Çok haklı bir tartışma. Kimse göz göre göre, yerine yeni bir kişiyi aday göstermeyeceğini bile bile böyle bir hata yapmaz! Yapamaz. Bu kadar dikkate karşın, birileri size “olmaz!” diyorsa, sizin de “oynamıyorum!” deme hakkınız tabii ki vardır. Olmalıdır. Nasıl olacak bilmiyorum ama siyaset bu hukuksal garipliği aşmalıdır. Ve bunu aşma görevi asla Kürtlerin görevi değil. Partileri meclise girmesin diye baraj kondu! Bağımsız aday oldular girdiler. Bağımsız olmasınlar diye bağımsız harçları 17 kat arttı. Bir şekilde bulup girdiler. Şimdi de iş işten geçtikten sonra siz aday olamıyorsunuz deniyor.

Bir de, bu seçimin sonucunda yeni Anayasa yapılacağı söyleniyor! BDP, seçime girmezse ve boykot ederse, ne seçimin meşruluğu, ne de Anayasa’nın meşruluğu tartışmasız kalır. Hükümetin, bu ben bilirim, ben yaparım, hukuku ben kontrol edersem tamam, etmezsem olmaz tavrı yüzünden bir Anayasa tartışma dönemi daha boşta kalır.

Yeşil Gazete ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net