Ana Sayfa Blog Sayfa 5147

Türkiye Kadın basketbolunda tarihi başarı

0

Şampiyonada çeyrek final mücadelesinde Karadağ karşısına çıkan Türkiye 56-44 galip geldi ve yarı finale yükselmeyi başardı. Türkiye, bu sonuçla birlikte 2012 Londra Olimpiyat Oyunları için eleme oynamaya hak kazandı.

Karadağ maça hızlı başlayan taraftı. İlk dakikalarda özellikle kısalara yaptıkları baskıyla öne geçtiler. Türkiye ise ilk bölümde çok kolay atışlar kaçırdı. Sekizinci dakika geçilirken Turcinovic’in orta mesafeden bulduğu sayıyla Karadağ 14-8 öne geçti. Birsel Vardarlı’nın üçlüğüyle kıpırdanan Türkiye, ilk çeyreği 16-11 geride tamamladı.

İkinci periyotta iki takım da hücumda zor anlar yaşadı. Birsel Vardarlı’nın basketleriyle hızlanan Türkiye, Şaziye İvegin’in üçlüğüyle çeyreği 27-24 yenik kapadı.

Üçüncü çeyreğe Türkiye hızlı başladı. Rakibin top kayıplarını iyi değerlendiren Türkiye, Kristen Nevlin’in ve Şaziye’nin basketleriyle öne geçti. Işıl Alben’in ve Birsel Vardarlı’nın önderliğinde hızlı hücumlarda etkili olan Türkiye, çeyreği 41-33 önde kapadı ve yarı finale yükselmek için büyük avantaj yakaladı.

Son çeyreğe Karadağ agresif başladı. Turnuvada bugüne kadar mağlubiyet yüzü görmeyen ekip, hücum ribauntlarındaki etkinliğiyle üst üste fırsatlar yakaladı ve Skerovic’in üçlüğüyle farkı 5’e indirdi. Sonraki bölümlerde iki takım da iyi savunma yaptı. Şaziye ve Nevlin’in basketleriyle 4 dakika kala Türkiye 48-38 öne geçti.

Üç dakika kala Şaziye’nin köşeden bulduğu üçlükle Türkiye 53-38 öne geçti ve Karadağ’ınn umutlarını söndürdü.

Türkiye karşılaşmayı 56-44 kazandı ve yarı finale yükselme başarısı gösterdi. Şaziye 14 sayı, Birsel Vardarlı 13 sayıyla maça damgasını vurdu.

Türkiye, bu sonuçla birlikte hem tarihine ilk Avrupa Şampiyonası’nda yarı finale yükseldi hem de 2012 Olimpiyat Elemeleri’ne katılmaya hak kazandı.

NBA’de lokavt kararı

NBA’de oyuncular ve takım sahipleri arasında anlaşma sağlanamamasının ardından lokavt kararı alındı. Karar resmi olarak sabah ilan edilecek.

NBA’de oyuncular ve takım sahipleri arasında anlaşma sağlanamamasının ardından lokavt kararı alındı. Sabah saatlerinden itibaren lokavt geçerli olacak.

NBA’de 2 yıldır beklenen lokavt kararı alındı. Oyuncular ve takım sahipleri arasında uzlaşma sağlanamazken, iki taraf arasında yapılan son görüşmede de bir sonuç çıkmadı ve lokavt resmen ilan edildi.

BUNDAN SONRA NE OLACAK?
NBA’de lokavt ilan edilmesinin ardından tam bir kaos ortamı hakim. Oyuncular ve takım sahipleri arasındaki görüşmeler devam edecek. İki taraf anlaşıncaya kadar bu görüşme süreci devam edecek.

Bu süreçte NBA ile ilgili tüm aktiviteler duracak. Öncelikle NBA Yaz Ligi ve Yaz Kampı yapılmayacak. Oyuncularla yeni sözleşmeler imzalanmayacak ve oyuncuların mevcut sözleşmelerindeki ücretler ödenmeyecek. Sözleşmelerin hepsi dondurulmuş olacak. NBA’deki bütün işler dondurulacak. Bu sebeple, NBA’in ünlü oyuncularının Avrupa’ya transfer olma imkanları da var.

Lokavtın en son örneği 1998-1999 sezonunda olmuştu. NBA’de o sezon sadece 50 maç oynanmıştı.

NBA Başkanı David Stern’e göre iki taraf arasındaki anlaşma çok uzak ve gelecek sezonun oynanmama ihtimali de var.

Sırbistan’da Yeşil yaz kampı

Doğu Avrupa, Balkanlar, Türkiye ve Kafkaslar’da faaliyet gösteren genç yeşil ve ekolojik örgütleri bünyesinde toplayan CDN, her yıl düzenlenen yaz kampını bu sene 7-17 Ağustos tarihleri arasında Sırbistan’da gerçekleştiriyor.

Avrupa’nın dört bir yanından 30’un üzerinde ülkeden 100’ü aşkın katılımcının katılması beklenen kampın bu seneki konusu şiddetsizlik ve insani güvenlik politikaları. Kamp, uluslararası sorunların şiddet dışı politikalarca çözümünden AB’nin göç politikalarına, çatışmalardan zarar gören bireylerden mülteci sorunlarına kadar konuları geniş bir yelpazede ve özgürce tartışmayı, uzmanlarca düzenlenen atölye ve seminerlerle bilgi vermesini ve katılımcıların kendi bilgi ve deneyimlerini aktarmasını hedefliyor.

Yöntem olarak enformel öğrenme süreçlerini ve doğrudan katılımı ana ilke olarak benimseyen CDN’in bu seneki yaz kampı köklü bir değişikliği de beraberinde getiriyor. Bu seneden itibaren yaz kampı doğada ve “sürdürülebilir topluluk” ilkeleri ışığında gerçekleştirilecek. Katılımcılar çadırlarda kalacak ve kampın işleyişinde doğrudan demokrasi kuralları doğrultusunda etkin rol alacaklar. Enerji, yemek, atık yönetimi gibi konulara sürdürülebilir ve basit çözümler getirilecek.

Katılımcıların ulaşım masraflarının %70’ine yakınının karşılandığı kamp Avrupa Birliği “Youth in Action” ve İsveç merkezli “Green Forum Sweden” kurumları tarafından finansal olarak destekleniyor. Kampa katılım için başvurmak ve detaylı bilgi için kampın web sitesi ziyaret edilebilir. Son başvurular 1 Temmuz gecesine kadar uzatılmış durumda.

Türkiye Genç Yeşilleri’nin de aktif üyesi olduğu CDN’in yaz kampı geçtiğimiz sene Artvin-Şavşat’ta “Sürdürülebilirlik ve Yeşil Ekonomi” temasıyla gerçekleştirilmiş, 30’a yakın ülkeden 65 genç katılımcı bölgede yapımı devam eden HES’lere karşı yerel halkla birlikte şenlikli bir protesto gösterisi de düzenlemişlerdi.

‘İkna Odaları’ndan ‘İkna Meclisi’ne – Nuray Mert

‘Otoriterlik’ sadece bir devlet veya rejim sorunu değildir. Otoriterlik, her şeyden önce veya her şey bir yana, bir zihniyet meselesidir. Öyle görünüyor ki, Türkiye’nin temel meselesi bu.

Türkiye’de halihazırda iktidar olanlar, otoriter bir devlet ve rejim anlayışının mağduru idiler. Özgürlük talep ettiklerinde, ‘önce biat edin!’ deniliyordu. Önce ‘irticacı olmadığınızı kanıtlayın’, ‘önce yasalara uyun’, ‘önce başınızı açın, sonra konuşun’ deniliyordu. Üniversiteye girmeye hak kazanmış öğrenciler ‘ikna odaları’nda, mevcut anlayışa, mevcut yasalara biat etmeye ‘davet’ ediliyordu. Oysa sorun mevcut yasalarda, ‘irtica tehdidi’ adına kısıtlanan özgürlük anlayışında idi. Hâlâ, bu eşiği bile tam aşmış değiliz. Bu kafada olanlar güçlerini yitirdiler, ama çoğunun kafası değişmiş değil.

Yeni bir ‘muktedirler dili’

Diğer taraftan, eski dayatmaların mağduru olanlar, haklı olduklarını düşündükleri oranda direndiler, iktidar oldular. Ne hazin bir tecelli, şimdi onlar karşılarına çıkana, ‘önce biat et!’ diyorlar. Meclis’te yemin etmeyenlere, özellikle de, Meclis’i boykot edenlere karşı özetle söyledikleri budur. Bu, iktidar, hatta devlet ve rejim anlayışı değişiyor ama otoriter zihniyet değişmiyor demektir.

Mevcut koşullar altında, ‘önce Meclis’e gelin, çözümü burada konuşalım’ teklifi, bir diyalog teklifi değil. Mantık, ‘ikna odası’ mantığı! Çünkü öncesinde ‘YSK’nın kararı demokrasiyi zorluyor’ denmemiş. Çünkü ‘jüritokrasi bir kez daha milletin iradesinin önünü kesiyor’ denmemiş. Çünkü ‘biz de bu yolardan geçtik, bu mantıktan çok çektik ama demokratik mücadele ile aştık, gelin birlikte bir kez daha aşalım’ denmemiş. Tam tersine, yeni bir ‘muktedirler dili’ kurulmuş, bu dilden konuşulmaya başlanmış, ‘önce yasalara uyun’ denmiş, ‘aday yapacak başkasını bulamadınız mı?’ denmiş, ‘siz de sağlam ayakkabı değilsiniz’ denmeye getirilmiş.

‘Uzlaşma’ başka, ‘biat’ başka

Bunları söylemenin, böyle hizalanmanın, zamanında Refah Partisi ve Fazilet Partisi kapatılırken, Erdoğan mahkûm edilirken, AKP’ye karşı kapanma davası açıldığında, ‘onlar da şunu yapmasaydı, bunu söylemeseydi’ demekten, diyenlerden ne farkı var? Biz tüm bunlara neden karşı çıktık? Neden ‘haksızlıktır, zulümdür’ dedik? Ben kendi adıma, o zaman da, mevcut yasaları otoriter buluyordum, meşruiyetini kaybetmiş görüyordum, şimdi de. Sizler için ne değişti?
Muhafazakârların özgürlük alanı, mevcut iktidar partisi, toplumsal meşruiyete dayanarak direndiği için, genişlemedi mi? ‘Sadece direnmedik, aynı zamanda uzlaştık’ diyebilirler. Doğrudur, demokrasi aynı zamanda müzakere ve uzlaşma zemininde hareket etmeyi gerektirir. Ama ‘uzlaşma’ başka, ‘biat etmek’ başkadır. Uzlaşmak; özgürlük alanını daraltmak değil, genişletmek adına karşılıklı taviz ve anlayış göstermek, bunun gereğini yapmaktır. Biat etmek ise, ya korkup tırsıldığı için ya da siyasal hesap uğruna doğru olduğuna inandığından vazgeçmektir.

Otoriter siyaset anlayışı hep diri

Şu anda, BDP öncülüğünde Bağımsız adaylara teklif edilen ‘uzlaşma’ değil, ‘biat’ etmektir. Biat, bir siyasal heyetin sadece ‘siyasal onuru’nu değil, ‘demokratik temsil’ kabiliyetini zedeler. O adaylar, Kürtler adına özgürlük taleplerini seslendirsinler diye seçildiler, ‘gel deyince gelsinler, git deyince gitsinler’ diye değil. Böyle davranırlarsa önce seçmenleri tepki gösterir, toplumsal meşruiyetleri zedelenir.

Hal böyleyken, bırakın iktidar partisini, kendini bağımsız demokrat diye tanımlayanların bile, demokratik bir tepki türü olan ‘boykot’a bin bir kulp bulmaya çalışmaları hem siyasi körlük, hem de büyük haksızlık. Aslında, şaşmamak gerek, çünkü burası devirlerin değiştiği ama otoriter siyaset anlayışının diri kaldığı bir ülke. Sonuçta, ‘ikna oda’larından, ‘ikna meclisi’ne giden yol kısa oldu. Ama belli ki, demokrasi yolu çok uzun ve engebeli olacak.

Milliyet

Avrupa Birliği’nin krizi ve yerel ekonomilerin önemi

İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda dönemin Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman kıta Avrupa’sında bir daha savaşların yaşanmama, daha doğrusu bu düşüncenin tamamen imkânsız hale getirilmesi için bir öneri ortaya attığında Avrupa Birliği’nin de temelleri atılmış oldu. Son yüzyılda Fransa ve Almanya’yı üç büyük savaşa sürükleyen nedenlerin başında sanayi için gerekli hammaddeleri barındıran Ruhr- Ren ve Saar bölgelerinin hâkimiyeti geliyordu. Bu amaçla 1951’dekurulan Avrupa Çelik ve Kömür Birliği ekonomik kalkınma için gerekli hammaddelerin ulusal çıkarlar için kullanılmasını imkânsız hale getiriyordu. Çıkarları ortaklaştırıp barışı ve gelişmeyi garanti altına almaya çalışan siyasi mantığı Avrupa Birliği’nin Maastricht, Kopenhag gibi tüm kurucu anlaşmalarında bulmak mümkün. Ancak o günlerde Avrupa ülkelerini birleştiren bugün ayrıştırıyor. Yunanistan’daki kriz, İspanya ve Portekiz’in içinde bulundukları zor ekonomik koşullar, Almanya’da patlak veren zehirli gıda krizleri bu durumun yansımaları sadece.

1950’lerde Avrupa ülkelerini birliğe götüren süreçte barışçıl siyasi öngörü kısa vadeli ulusal ekonomik çıkarları yenmeyi başarmıştı. Kuşkusuz kıta Avrupa’sında 40 milyonu aşkın kişinin hayatına mal olmuş, ülkeleri harap etmiş 2. Dünya Savaşı gibi bir acı deneyim bunu olanaklı kılmıştı. Hammaddelerden başlayarak, pazarların ortaklaştırılmasına, yasaların uyumlaştırılmasına dek alınan siyasi kararlar, imzalanan anlaşmalar sayesinde barış içerisinde herkesin daha çok kazanabileceği düşü gerçekleşmişti.  Her yeni katılımla AB genişlerken pazar da büyümüş, kıta sermayesi karlılıklarını artırabilmişti. Avrupa’nın görece fakir ülkeleri için bu zenginler klubüne üye olmak, AB fonlarına erişmek, zenginleşmek demekti. Fakat bunun bir bedeli vardı, çoğu zaman sıradan halkın ödemesi gerekmiş olan.

Örneğin Yunanistan ve İspanya 1980’lerde üye olarak AB’ye girdiklerinde diğer üyelere nazaran daha fakir, yerel piyasaların ağırlıkta olduğu bir ekonomik yapıya sahipti. Bütünleşme sürecinde yerel ekonomiyi oluşturan unsurların uluslararası sermayenin eline geçmesini önleyecek bir mekanizma yoktu ne yazık ki. Bugün geldiğimiz noktada ne Atina ne de Barselona sokaklarında yerli bir marka bulmak kolay değil. Adları aynı kalsa da oteller büyük otel zincirlerinin eline geçmiş, otantik kahvelerin yerini Starbucks dükkanları almış, çikolata, bira gibi yerele özgü tatlar barındıran ürünler yine aynı marka altında fakat tek bir şirketin kontrolüne girmiş durumda.  Doğu Avrupa ülkelerinde durum daha da vahim. Yerli namına ne varsa gitmiş desek yalan olmaz. Ekonomik yapıyla uyuşmayan aşırı düzenleme neticesinde maliyetler arttıkça küçük kaynaklara sahip yerli firmalar teker teker uluslararası sermayenin kontrolüne geçerken yerel ekonomiler çöküp, işsizlik yaygınlaşmıştır. Misal, Ortaçağdan beri manastırlarda üretilegelmiş biralar, küçük çiftliklerin adlarıyla anılan peynirler büyük sanayi şehirlerinde üretilmeye başlandığında o ürünlerin etrafında oluşmuş tüm yerel ekonomi çöküyor. AB politikaları, özellikle tarım konusunda bu süreci derinleştirip hızlandırıyor ne yazık ki! Avrupa ülkelerinde tarım kesimini korumaya yönelik başlatılmış Ortak Tarım Politikası 1992 ve özellikle 2005’ten sonra yapılan düzenlemelerle tamamen üretimden kopmuş durumda. 2010 yılında OTP kapsamında harcanan 60 milyar Avro’nun 40 milyarı büyük gıda şirketlerine gitmekte. Küçük çiftçiye ekip biçmesi için değil bir manzara unsuruna dönüşmüş tarlalarını bakımsız bırakmamaları için para ödeniyor. Avrupa’nın yediği meyve ve sebzenin çoğu İspanya ve İtalya’dan gelmekte. Maliyeti düşürmek amacıyla tarım giderek endüstrileşirken ortaya hiç hesapta olmayan kazalar da çıkabilmekte. Almanya’da 39 kişinin ölümüne sebep olan yeşil salata ve salatalıkta rastlanan ölümcül EHEC bakterisinin menşei tartışıla dursun, kimse bu akıldışı sistemi sorgulamıyor?  Üretim hacimleri büyüdükçe, kullanılan kimyasallar artıkça, üretimden paketlemeye süreçler karmaşıklaştıkça gıda üzerindeki denetim de zayıflıyor. Bir yanda boş duran tarlalar, işsiz insanlar, öte yanda büyük bir seraya dönüştürülmüş bölgeler, kötü çalışma koşulları. Gerçekten bunu mu başarmak istiyordu AB?

Bugün Avrupa’lı büyük ağabeyler Yunanistan’a daha aza daha çok çalışmalısın derlerken aslında ortalama Yunanlı’nın Avusturyalılar’dan sonra en fazla çalışan halk olduklarını elbette biliyorlar. Ancak işlerine gelmiyor. Yunanistan’ı, Portekiz’i, İspanya’yı dize getirip ellerinde ne kaldıysa ucuza kapatmak istiyor piyasalar. Yeni Yunan tragedyasında kurban isteyen artık tanrılar değil piyasalar ve onların güdümündeki ulusal hükümetler.  2. Dünya Savaşı’na giden yolu döşeyen ticaret ve kur savaşlarında yaşandığı gibi büyük sermayenin kısa vadeli kar hırsı yine ön planda. AB bu canavarı susturmayı başararak bugüne geldi, ancak büyük bir basiretsizlik ile kendi eliyle bu canavarı tekrar diriltti. Sermayenin tutsağı haline gelmiş AB siyaseti üye ülkelerinin sorunlarını çözemiyor daha da ağırlaştırıyor. Bu durum ülkelerde sağın güçlenmesini, ulusal çıkarların tekrar hortlamasına yol açıyor. Ve AB projesi çatırdamaya başlıyor.   Yeni bir siyasi vizyona ihtiyaç olduğu kesin. Ekonomileri birleştirip, ortaklaştırma temelinde kurulan AB için siyasi ve ekonomik krizden çıkış yerel ekonomilerin tekrar güçlendirilmesidir.

Efes Pilsen’in yeni adı Anadolu Efes Spor Kulübü

0

Efes Pilsen Spor Kulübü, faaliyetlerine 2011-2012 sezonundan itibaren Anadalu Efes Spor Kulübü olarak devam edeceğini resmen açıkladı.

Efes Pilsen, yoluna “Anadolu Efes Spor Kulübü” olarak devam edecek.

Efes Pilsen Kulübü, faaliyetlerine 2011-2012 sezonundan itibaren Anadalu Efes Spor Kulübü olarak devam edeceğini resmen açıkladı.

Kulübün resmi internet sitesinden yapılan açıklamada, “Efes Pilsen Spor Kulübü, faaliyetlerine, 2011-12 sezonundan itibaren Anadolu Efes Spor Kulübü olarak devam edecektir.Kurulduğu 1976 yılından bu yana Türk basketboluna sayısız oyuncu kazandıran, gerek Türkiye gerekse Avrupa’da unutulmaz başarılar elde eden, ilklere imza atan spor kulübümüzün; TAPDK’nın onay verdiği yeni kimliği; “Anadolu Efes Spor Kulübü” adı altında, aynı hedeflerle faaliyet göstermesine ve Türk basketboluna hizmet etmesine karar verilmiştir.Kamuoyuna saygı ile duyurulur” denildi.

Bağımsızların Meclis’e gelme şartı!

Meclis’te yemin krizi devam ederken sorunu çözmek için BDP destekli Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Şerafettin Elçi arabulucu rolü üstlendi. Elçi’nin görüşme isteğine Erdoğan “Meclis’e gelirlerse görüşürüz” yanıtını verdi.

Meclis’te yemin krizi devam ederken sorunu çözmek için BDP destekli Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Şerafettin Elçi arabulucu rolü üstlendi. Elçi’nin görüşme isteğine Erdoğan “Meclis’e gelirlerse görüşürüz” yanıtını verdi.

Hakkâri Milletvekili Selahattin Demirtaş, AKP ile BDP adına resmi bir görüşme yapılmadığını ancak grup oluşana kadar hükümet dahil tüm temaslar için dört kişinin yetkili kılındığını ifade etti. Milliyet’e konuşan Demirtaş, “Şerafettin Elçi, kendisi görüşmek istemişti. Hüseyin Çelik’le telefon görüşmesi yapmış” dedi.

Dicle sorununu çözmek için AKP’den Diyarbakır’da ara seçim sözü vermesini isteyen Demirtaş şöyle devam etti: “Bizim talebimiz nettir. Örneğin AKP anayasa değişikliği yaparak, gerekirse Diyarbakır’da bir ara seçim yapmaya hazır olduğunu söylerse biz ilgili anayasa ve yasa maddelerinin değişmesine destek veririz. Hatip Dicle ve tutuklu vekillerin durumu AKP’yi rahatsız etmiş görünmüyor.”

‘İster gelin, ister gelmeyin’

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, parti genel merkezinde AKP Grup Toplantısı’nda konuştu. Erdoğan, Meclis’te yemin etmeyen muhalefete ‘İster gelin ister gelmeyin. Meclis çalışmaya devam edecek’ dedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, parti genel merkezinde AKP Grup Toplantısı’nda konuştu. Erdoğan’ın konuşmasından satır başları:

“Milletimiz çok yakından ilgilendiren bir müjdeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. TÜİK saat 11.00 itibariyle büyüme oranlarını açıkladı. Ekonomimiz yüzde 11 gibi çok yüksek bir büyüme kaydetti.

Türkiye ekonomisi yılın ilk çeyreğinde Çin ve Arjantin’in önüne geçerek dünya birincisi oldu. Bu muhteşem gelişmenin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. İnşallah bu şekilde devam edeceğiz

Bismillah diyerek başladığımız ilk değerlendirme toplantımızda Allahtan yolumuzu açık tutmasını niyaz ediyorum. 3 Kasım 2002 seçimleri krizden yorgun düşen milletimizin seçimiydi. Milletle birlikte yol yürüyen Ak Parti milletin rotasından hiç ayrılmadı.

İktidara gelmeyi millete hizmet etmek, milletin dertlerine derman olmak için fırsat olarak gördük. Devlet ve millet arasına örülen duvarların yıkılması için büyük çabalar sarf ettik. Milletin iradesine musallat olan çetelerle kararlı bir mücadele ortaya koyduk.

12 Haziran seçimleri milletimizin isteğinin daha çok arttığı bir seçim olmuştur. 14 Ağustos 2001’de temeli samimiyetle, inançla atılan Ak Parti 10 yıldır şımarmadan, kibirlenmeden bugünlere ulaşmıştır. Milletimize Ak Parti’ye sahip çıktığı için teşekkür ediyoruz. Bizlere oy veren vermeyen tüm vatandaşlara sesleniyorum.

Söz verdik, emanetleri yerlere düşürmeyeceğiz. Nereden geldiğini unutma ki nereye gittiğini anlayasın. AK Partili vekillerin en büyük özelliği tevazudur. Bazıları bir sonraki seçime kadar irtibatı koparacaktır. Milleti ve tercihlerini rafa kaldıracaktır.

Ama Ak Parti asla öyle olmayacaktır. Bunu görüyorum ve inanıyorum. Biz 74 milyonun partisiyiz. Biz bizi tercih etmeyenler hiçbir zaman değişik yaftalar yapıştırmadık yapıştırmayacağız. Biz yüzde 50’nin tercihini nasıl önemsiyorsak diğer yüzde 50’yi de o kadar önemsiyoruz.

‘Sokaklara dökmedik’

Türkiye haritasını renklere boyayanlardan olmayacağız. Seçim gecesi zafer sarhoşu olmadık. z sadece parti genel merkezimizde sevincimizi paylaştık. Sokaklara dökülmedik. Bu bir olgunluk göstergesidir. Kibirle değil tevazuyla hareket ettik. Biz herkes için demokrasi istiyoruz. Daha fazla özgürlük istiyoruz. Milli irade bizim için kutsaldır. Milli irade üzerinde vesayeti asla kabul etmiyoruz. Çok büyük haksızlıklara maruz kaldık. Bir şiir yüzünden hüküm giydik. “Muhtar bile olamazsın” denildi. Partimiz kapatılmak istendi. Cumhurbaşkanı seçimimiz engellenmek istendi. Çetelerin demokrasi dışı örgütlenmelerin yeri haline getirildi. Bu ülkenin kardeşliği hedef alındı

“Anayasa’yı takmazlık etmedik”

Hakkımızda kapatma davası açılmamış olsaydı bugün kişi başına milli gelir 10 bin doların üzerinde olurdu. Anayasa’yı takmamazlık etmedik. Biz oy verenleri sokaklara dökmedik

Boykot ederek ulaşılacak hedef olmaz”

Milli irade üzerinde vesayeti kabul etmiyoruz ancak hukukun zorlanmasını da kabul etmiyoruz. Yargının kararları yüzünde Ak Parti’yi itham edenler eski alışkanlıkları nüksedendir. Onların zamanında yargı yürütmeden talimat almış olabilir ama bizim zamanımızda kimseden talimat almaz.Ak Parti kimseden emir ve talimat almaz . Meclis’i boykot ederek ulaşılacak bir hedef olmaz

“Başbakan hakimlere emir mi verecek?”

Başbakan bu işi çözsün diyorlar. Başbakan ne yapacak? Hakimlere telefon açıp emir mi verecek? Biz de böyle şey olmaz. Meclise gelip yemin etmeyenler yasama, yargı ve yürütmenin ayrılığını kabul edememiş olanlardır.

Milli iradennin yüceliği ile hukukun üstünlüğü karşı karşıya getirilemez. Sorun hepimizindir. Çözüm de dolayısıyla hep beraber olacak. Protestoyla, boykotla bu iş çözülemez.

“İster gelsin ister gelmesin”

Muhalefet ister gelsin ister gelmesin parlamentonun çalışmasına engel yoktur. Liderleri, komisyonlar çalışmaz diyor. Maalesef yanlış. Parlamento hukukunu bilen yanında bir kişi bile yok. Komisyon çalışmalarına muhalefet gelmedi diye komisyon çalışmaz kuralı yok. Bunun aynısı daha önce oldu, Anayasa Mahkemesine başvurdular komisyonlar için ama AYM kararını verdi. Komisyonlar çalışır dedi. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararını bildikleri halde komisyonlar çalışmaz diyorlar. Sayın Kılıçdaroğlu, komisyonlar bal gibi çalışır.

“CHP kendine yeni diyor ama kafası eski”

CHP yeni sıfatını yakıştırmış kendisine ama eski kafayla devam ediyor. 12 haziran seçimlerinin sonrasında da aynı basiretsizliğinin devam ettiğini görüyoruz. CHP’nin 1950 seçimlerindeki zihniyetinin 2011’de bir nebze olsun değişmediğini görüyoruz. Seçim sonuçlarını bidon kafa, göbeğini kaşıyan adam ve bir takım sendromlarla açıklayan zihniyet aynen devam ediyor.

Millet en büyük hakemdir. Millet sorun yaratanla sorun çözen arasındaki seçimi her zaman en doğru şekilde yapmıştır. Biz kararlılıkla çözümün yanında olacağız.”

Dikmen Vadisi’nde yıkıma karşı direniş

Ankara’da kentsel dönüşüm projesi kapsamına alınan Dikmen Vadisi’ne yıkım için gelen çevik kuvvet ekipleri ile Vadi’de yaşayan bölge halkı arasında gerginlik yaşandı.

Dikmen Vadisi güne yıkım tehdidi ve polis kuşatması ile başladı. Dikmen Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesi’ne göre 4. v 5. etaplarda yıkım yapması gereken Büyükşehir Belediyesi ekipleri, yüzlerce polis ile birlikte vadiye geldi.

Sabah 9.30 sıralarında yıkıma başlayan ekipler, karşılarında vadi halkını buldu. Evlerinin yıkılmasına izin vermeyen halka karşı polis gaz bombaları kullandı. Dikmen Vadisi halkı da bulundukları bölgenin farklı noktalarına kurdukları lastik barikatları ateşe verdi.

Çatışmayı haber alan demokratik kitle örgütleri temsilcileri ve ODTÜ öğrencileri de dayanışma amacıyla vadiye indi. Ancak polis, pek çok noktayı tutarak bölgeye girişleri engelledi. Polis ablukası nedeniyle basın emekçilerinin bölgeye girmesine de izin verilmedi.

Yaklaşık bir saat süren çatışmanın ardından halk, polisi püskürttü. Vadide gergin bekleyiş sürüyor. Alınan bilgilere göre yıkımlar direniş sayesinde belediye ekipleri tarafından bir hafta süre ile ertelendi.

Öte yandan polis ile vadi halkı arasında çıkan çatışmada Dikmen Vadisi Barınma Hakkı Bürosu temsilcisi Tarık Çalışkan yaralandı. (Ajanslar, Yeşil Gazete, sendika.org)