Ana Sayfa Blog Sayfa 5140

Akılcı enerji politikaları ve enerji verimliliği

Teknoloji gelişiyor, nüfus çoğalıyor. Çin, Hindistan gibi yoğun insan nüfusuna sahip ülkelerde insanların satın alma güçleri artıyor. Dolayısı ile ekonomistlerin dillerinden hiç düşürmedikleri “kıt kaynaklar” daha da kıt hale geliyor.

Burada özellikle enerji konusunda, doğayı korumak amacıyla her şeye karşı çıktığı düşünülen çevreciler, artan enerji talebini karşılamayarak kar etmek isteyen şirketler ve kalkınmak, gelişmek, vatandaşlarını refah içerisinde yaşatmak isteyen devletler arasında içinden çıkılmaz sanılan bir çatışma ortaya çıkıyor.

Çevreciler Neye, Neden Karşı Çıkıyor?

En temelinde çevreciler, özellikle enerji yatırımlarına temel hak ve hürriyetler açısından karşı çıkıyor.

Siz bir yere bir hidroelektrik santral kurarsanız, burada bu yeni oluşumdan etkilenecek tüm canlı ve hatta cansızları (tarihi yapılar, özel coğrafi oluşumlar) düşünmek zorundasınız.

Örneğin kömür yakıtı kullanan bir termik santral, kurulduğu yerde yaşayan insanlar ve diğer canlıların sağlığını kötü etkiliyorsa…

Bir hidroelektrik santral üzerine kurulduğu nehri kurutuyor, bir balık türünün soyunu tüketiyor, yıllardır orada yaşayan Ayşe’ nin ot toplamasını engelliyorsa…

Hatta zararı hala tartışmalı olan bir cep telefonu baz istasyonu tam pencerenizin önüne konuyor ve sizi mutsuz ediyorsa, çevreciler bunlara karşı çıkıyor.

Soruyorum size, elektriğin kilovat fiyatı hesaplanırken:

O elektriğin üretildiği termik  santralin yarattığı kirli havayı soluyup da hasta olan insanların hastane masrafları; hidroelektrik santral yüzünden hayvanlarını otlatamayan insanların ekonomik zararları da bu hesaba katılıyor mu?

Ya da merak ediyorum:

Baraj yapımı için sular altında kalan bir tarihi kentin; tek yaşadığı nehir kuruduğu için yok olan bir balık türünün; geleneksel üretimlerini bırakıp da enerji üretim fabrikalarında çalışan bir yöre halkının 1-2 nesil içerisinde kaybettiği bağbozumu şenliği ritüelleri, folklor oyunları, kız alma-verme geleneklerinin ekonomik değeri nedir? Kaç paradır bunlar?

Açıkçası doğal ve kültürel varlıkların kaybı maalesef geri dönüşsüzdür.

Bir çok insan için sadece insanlar ve onlar için yaşayan köle çiftlik hayvanlarının, seçilmiş tarım bitkilerinin yaşadığı, televizyonlarında sadece teknolojik şehir kültürlerinin gösterildiği bir dünya yaşanabilir ve kabul edilebilir değildir. Doğanın, dünyanın ve  kendi yerelinde kendi kültürü ile yaşamak isteyen insanların vazgeçilemez temel hakları vardır.

İşte bu yüzden çevreciler bir çok enerji yatırımına karşı çıkar.

Ancak sanıldığı gibi her şeye karşı çıkmazlar. Çünkü başka bir dünyanın mümkün olduğunu bilirler.

Ve gerçekten de başka bir dünya mümkündür.

Peki ne yapmalı? Mum ışığında oturup, battaniyeye mi sarınalım?

Hayır. İnsanlar hem makul miktarda enerji kullanıp hem de dünyayı ve yerel kültürleri sömürmeden sürdürülebilir bir şekilde yaşayabilir.

Geçen hafta katılma şansı bulduğum bir “enerji verimliliği” eğitimi, bu konuda bir makale yazabilecek veriler elde etmemi sağladı. Bu eğitimde öğrendiğime göre özellikle Avrupa Birliği üyesi ülkeler enerji verimliliği konusunda çok yoğun çalışmalar yapıyor. 2020 yılına kadar karbon emisyonlarını % 20 azaltmayı hedefliyorlar.  Makul ve mantıklı detaylı planlamalar yapılıyor. Öyle ki 2050 yılında binaların süper enerji verimli (ekserjik) olması, kendi enerjisinin tamamını üretmesi, hatta ürettiği fazla enerjiyi dışarı satması planlanıyor.

Ayrıca enerji verimliliğine yatırım yapmak, yeni enerji üretmeye göre hem daha çevreci, hem daha verimli, hem de daha fazla istihdam sağlıyor. ABD’ nin son başkanı Obama, ekonomi politikasını enerji verimliliği ile yaratılacak istihdam üzerine kurmuş durumda.

Dünyanın bir çok yerinde ve özellikle ülkemizde enerji genelde büyük tesislerde üretiliyor ve çok düzensiz dağıtılıyor. Örneğin A şehrindeki barajda üretilen enerji önce B şehrindeki toplama merkezine gidip sonra A şehrine geri dağıtılabiliyor. Ve elbette bu arada büyük kayıplar oluyor. Aslında yazının başında anlattığım sorunların temelinde de hep enerjiyi büyük tesislerde büyük miktarda endüstriyel olarak üretmek yatıyor. Enerji konusunda yapılacakları önceden görüp planlamalarını uygulamaya geçirmiş ülkeler bu konuda çok yol kat etmiş ve enerji üretim birimlerini küçültüp, dağıtıklaştırmış. örneğin Danimarka’ ya bakınız:

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Resim 1- Danimarka’ da enerji üretim ve dağıtım sisteminin 20 yıl içerisindeki değişimi*

Enerji Verimli Bina ve Yapılar

Türkiye’ de bir kamu binasında bir enerji verimliliği çalışması yapılmış ve bu binada yapılacak bir çalışma ile aynı binanın % 65 daha az enerji ile aynı işi yapabileceği ortaya çıkmış. Ve ülkemizde kamu binaları genel olarak böyle imiş.

Ülkemizde de enerji verimli binalar ve yapılar yapılmaya başlandı. Hatta enerji oburu diye tarif edilen alışveriş merkezleri için bile yapılacak çok şey var.

Meydan Alışveriş Merkezi – İstanbul

Türkiye’ de İstanbul’ da Meydan Alışveriş Merkezi’nde jeotermal sistem, yılda 1,3 milyon kilovat saat primer enerji tasarruf ediyor. Bu enerji daha emniyetli, istenildiğinde kullanıma hazır ve çevre için zararlı herhangi bir atık ya da gaz üretmiyor. Meydan’ın toprak enerjisiyle ısıtıp soğutulması, yılda yaklaşık 350 tonluk karbondioksitin doğaya verilmesini önlüyor. Çim çatısı da, yalıtım sağlıyor ve yeşil alan miktarını artırıyor.**

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Resim 2 – İstanbul, Meydan alış veriş merkezi**

Ve çeşitli ülkelerin bazı projeleri, geleceğin dünyasına umutla bakmamızı sağlıyor.

Dongtan Şehri – Çin

Başlangıç aşamasında 1.3 milyar dolarlık bütçe hazırlanan proje gerçekleşirse, ‘eko-kent’ Dongtan, Yangze Nehri’nin ağzındaki Chonming Adası’nda boy gösterecek. Çin’in ilk ‘yeşil kenti’ olacak. Dongtan’da tarımsal sulama yağmur sularıyla yapılacak, ev atıkları yakıt olarak kullanılacak. Şehrin ancak yüzde 40’ını oluşturacak yapıların çatıları çimle kaplanacak. Araçlarda da benzin veya mazot kullanılmayacak. Tüm enerji ihtiyaçlarını kendi karşılayabilen şehirdeki enerji kaynakları kendi kendini yenileme gücüne de sahip; rüzgar trafoları, bio-yakıtlar ve tekrar kullanımlı organik malzemeler kullanılarak enerji üretilmesi planlanıyor. Şehirde yaşayanlar, yerel çiftliklerde yetiştirilecek biyolojik ürünleri tüketecek. Evlerin çatıları çimle kaplanacak. Bu da en iyi ısı yalıtımını sağlayacak ve enerji tüketimi yüzde 70 azalacak. Şehrin ancak yüzde 40’ına inşaat yapılacak. Kalan alanlar tarıma ve doğal kuş cennetlerine ayrılacak.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Resim 3-4-5 – Dongtan Şehri – Çin**

Karadeniz Bahçeleri-Bulgaristan

Motorlu araç kullanımına izin verilmeyecek bu kasabalarda, toplam 15 bin 400 kişinin konaklaması bekleniyor. Kasabaların yapılaşmasında kullanılacak olan malzemeler, yerel ve sürdürülebilir kaynaklardan edinilerek yapıların düşük karbon esaslı bedenlerini oluşturmada anahtar olacak. Tepeciklere yerleşim ve peyzaj düzenlemeleri de deniz görüşünü arttıran nitelikte şekillenecek; mevcut yeşil doku ve olgun ağaçlar korunarak bölgenin mikro-kliması muhafaza edilecek. Projenin barındıracağı diğer sürdürülebilir stratejiler arasında tüm yıl boyunca kasabaların enerji ihtiyacını karşılayacak olan santralin biyoyakıtlarla beslenmesi de var.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Resim 6-7- Karadeniz Bahçeleri-Bulgaristan **

Sonuç ve Öneriler

Açıkçası dünyayı sömürmeden, diğer canlı türleri ve yerel kültürleri yok etmeden de ihtiyaçlarımızı karşılayıp güzel bir dünyada yaşamamız mümkün.

Yeter ki hayal kuralım, inanalım, birbirimizi dinleyelim, düşünelim, planlayalım ve sabırla uygulayalım.

Hala Dünyayı, bozup bozup defalarca yenisini yapabileceğimiz bir kumdan kale sanıyoruz.

Oysa dünya koca bir ağaç, biz üzerinde yaşadığımız bu ağacı kurutuyoruz.

Ve başka bir dünya mümkün,

hepimiz biliyoruz…

 

Saygı ve sevgilerimle
Hakan Ozan Erzincanlı

 

* “Enerji ve Çevre” başlıklı sunum, Elektrik-Elektronik Mühendisi Arif Künar, TMMOB EMO Ankara Şubesi Enerji Komisyonu Üyesi

** “Ekolojik Binalar ve Şehirler” başlıklı sunum, Arif Künar, EDSM Enerji Denetim Danışmanlık Servis ve Mühendislik Ltd. Şti.

Özerklik meselesi – 2

Önceki hafta sonu Helsinki Yurttaşlar Derneği tarafından düzenlenen özerklik konulu toplantıya katıldım. İstanbul Şehir Üniversitesi’nden sosyoloji öğretim üyesi, yazar Prof. Dr. Mesut Yeğen’in ve Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın konuşmacı olduğu toplantı, özerklik meselesi samimi ve eleştirel bir şekilde ele alındığı için çok faydalıydı.

Mesut Yeğen, öncelikle Türkiye’de demokratik özerkliğin tarihsel bir temeli olup olmadığı konusunu tartışmaya açtı. Kuşkusuz ilk bakışta Bizans’ın ve Osmanlı’nın merkeziyetçi yapısı yerinden yönetimin veya özerkliğin Türkiye tarihinde örneği bulunmayan bir şey olduğunu düşündürüyor. Ancak Yeğen’e göre başlı başına tarihsel Kürdistan mefhumunun kendisi Kürt olan ve olmayan elitler için bin yıldır bir tür özerklik referansı.

Mesut Yeğen’e göre Osmanlı’nın idari mantığında da,  Tuna’nın doğusu ve Fırat’ın batısındaki voyvodalıklar, hanlıklar ve şeriflikler özerklik için başlı başına tarihsel bir referans. Yani Osmanlı İmparatorluğu, özellikle de klasik çağında en geniş topraklarına, tımar ve sancak sistemine dahil etmediği özerk yönetimlerle ulaşmıştı. Tabii bu dönemdeki idari yapıların modern öncesi bir anlayışın ürünü olduğunu unutmamak gerekiyor. Yerel beylerle anlaşarak “onlara” verilen özerklik, yani yöneticiler/elitler arasındaki bir anlaşma, hatta alışveriş durumu, yöneticilerin seçimlerle belirlendiği bugünün dünyası için bire bir örnek olmayabilir. Yine de bu tarihsel referanslar Türkiye’nin zihniyet dünyası için merkezden görece bağımsız yönetimlerin hiç de ithal idari yapılar olmadığını göstermesi açısından önemli.

Üstelik Mesut Yeğen sadece Osmanlı’nın klasik çağında değil, Tanzimat döneminde ve 1876 Anayasası’nda da, hatta Cumhuriyet’in kurucu kadrosu için de güçlü yerel yönetim fikrinin önemli olduğunu vurguluyor. Peki mevcut güçlü merkezi idari yapı nereden çıkmış? Herhalde bunun için sadece Osmanlı’ya değil, belki ondan da çok Türkiye’nin yakın tarihine bakmak lazım.

Tarihsel vurguların ötesinde Yeğen’in dünyadan verdiği örnekler de önemli. Tüm dünyada iktisadi anlamda  bölgeselleşme ve havzalaşmanın yaygınlaştığını söyleyen Mesut Yeğen, havzaların ortak iktisadi çıkara sahip ulusaşırı bölgeler de olabileceğini belirterek, Avrupa’nın sınır bölgelerinde farklı ülkelere bağlı kentlerde yeni ekonomik işbirliği alanlarının oluşmasının önemini vurguluyor. Tabii bu da ulus devletin merkezlerinden kopma, en azından eskisinden çok daha fazla bağımsızlaşma yoluna girmek demek. Ademi merkezileşmeyi asıl sağlayacak şey belki de bir zihniyet devriminden çok, küreselleşirken bölgeselleşen yeni ekonomik ilişkilerin belirleyiciliği olacak.

Demokratik özerklik

Mesut Yeğen toplantıdaki konuşmasında BDP’nin ve genel olarak Kürt siyasi hareketinin demokratik özerklik önerisine de eleştirel bir yaklaşımla değindi. Mesut Yeğen’e göre demokratik özerklik fikrinin müellifi olan Öcalan, 2004’te ortaya attığı demokratik konfederalizm gibi oldukça belirsiz bir öneriden 2007’de demokratik özerklik fikrine ulaştı, ama bu fikrin de içeriği ve sınırları net değildi. Demokratik özerkliğin altı BDP (o zamanki DTP) ve sonradan DTK tarafından farklı şekillerde dolduruldu. Ancak bu önerilerin hiçbirinde demokratik özerkliğin nasıl bir tüzel kişiliğe denk düştüğü ve hukuki karşılığı belli değildi.

Burada demokratik özerklik önerilerinin etnisiteye dayalı olmaması gibi bir önemli noktayı not etmek gerek. Üstelik tartışmaya açılan, hele ki böyle yeni ve “riskli” fikirlerin sürekli değişime açık olması da normal. Ancak yine de Mesut Yeğen’in eleştirdiği gibi yolda belirsizliği artıran adımlar atıldı. Özellikle 19 Aralık 2010 tarihli DTK metni BDP’nin daha derli toplu önerisinin üzerini örttü. Mesut Yeğen’in buradaki en önemli eleştirisi BDP’nin önerisinde bütün Türkiye için demokratik özerklik (yani Türkiye’nin tamamını bölgelere ayırarak tümüne özerklik) vurgulanırken, DTK metninde “Demokratik Özerk Kürdistan”dan bahsediliyor olmasıydı.

Mesut Yeğen konuşmasının sonunda mevcut Kürt siyasi hareketinin tüm unsurlarının üzerinde ortaklaştığı üç noktanın altını çizdi: Türkiye sınırlarının içinde kalma isteği, Kürtçe eğitim vurgusu ve yerinden yönetim talebi. Yeğen’in demokratik özerklik talebinin içeriğinde en fazla itiraz ettiği şey ise özellikle DTK metninde vurgulanan diplomasi ve özsavunma maddeleriydi (yani özerk yönetimin bu işleri de üstlenmesi talebi). Mesut Yeğen bunun önerinin sınırlarını daha da belirsizleştiğini söylerken bence de çok haklı. Yeğen’in önerisi yerinden yönetimi il bazında gerçekleştirmeye ve Kürtçe eğitime vurgu yapmak. Bir de elbette özerkliğin sadece Kürtlerin değil, herkesin ihtiyacı olduğunu söylemek.

Kürt siyasi hareketinin demokratik özerklik önerisi üzerinde Mesut Yeğen’in yaptığı gibi detaylı analizler yapmanın, zaten sürekli değişen ve yolunu arayan bu talebin gelişmesine büyük katkısı olacağı aşikar.

Ama bu eleştirileri ve okumaları yapıcı bir şekilde yapabilmek için önce”Türkler”in, ya da daha politik doğrucu bir dille söylersek daha çok Batı’da yaşayan ve Kürt kökenli olmayan (ya da kökenlerinde bir şekilde Kürtlük olsa da Kürt siyasi hareketinin talepleriyle alakası olmayan) Türkiyelilerin kendi kendileriyle ve çevreleriyle ilkesel bir anlaşma yapmaları gerekiyor.

Bence bu anlaşmanın temeli resmi ideolojinin damarlarımıza zerk ettiği önyargılardan arınmak ve gittikçe yaygınlaşan Türkiye tipi zenofobiye/yabancı düşmanlığına (yani farklı dozlarda Kürt düşmanlığına) karşı uyanık olmak olmalı.

Aynı toplantıda Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın birkaç kez vurguladığı bir şey vardı: “Kürtler, ulus devlet mantığının yarattığı bir sorunu yine ulus devlet mantığıyla çözmek istemedikleri konusunda ve birlikte yaşama iradesi göstermekte kararlılar.”

Bu kararlılığın bugün sivil siyasette BDP ile kendini gösteren Kürt siyasi hareketinin ana kanadı için geçerli olduğuna kuşku yok. Yani hareket bugün “ayrılıkçı” değil, “çoğulcu” bir dile sahip olma iddiasında. “Türk” tarafı bu kararlılıktan memnun olmak yerine “yabancı düşmanlığına” mı yatırım yapacak?

Yapmayacaksa özerklik konusunu çok daha cesur bir şekilde tartışabiliriz.

Özerklik meselesi – 1 yazısını okumak için TIKLAYIN

Kolektif Yaz Kampı’nda 5 gözaltı

6. Kolektif Yaz Kampı polis baskısıyla başladı. Türkiye’nin dört bir yanından kampa giden yüzlerce liseli ve üniversitelinin otobüsleri savcılık kararıyla durduruldu, otobüsler didik didik arandı. Araması olduğu iddia edilen 5 kişi ise gözaltına alındı

Bu yıl 6.sı düzenlenen ve 11-17 Temmuz tarihlerinde İzmir Dikili Sotes Tatil Köyü’nde gerçekleşen Kolektif Yaz Kampı polis baskısı ile başladı. Türkiye’nin pek çok ilinden Dikili’ye giden otobüsler, Dikili Sulh Ceza savcılığından çıkartılan özel arama kararı ile saatlerce didik didik arandı. Polisler, kararı gerekçe göstererek çantaları ve çadırları bile tek tek inceledi.

İstanbul’dan yola çıkan otobüslerin aranmasında ve kimlik kontrolünde ise daha önce hakkında arama kararı olduğu iddia edilen 5 kişi gözaltına alındı.

(Sendika.Org)

Yeni toplum yeni siyaset – Ayhan Bilgen

Blok adaylarının başarılı çıktığı illeri hariç tuttuğunuzda Türkiye siyasetinde yaşanan değişim ilginç bir tablo ortaya koymaktadır.

Toplumsal dokudaki yapısal dönüşümü gerçekçi biçimde yeniden ele almalıyız.

Yeni bürokrasiyi, yeni sermaye ilişkilerini, yeni medya dilini dikkate almadan yeni siyaset iradesi geliştirmek imkansızdır.

Eski güç dengelerine dayalı siyasal söylem arayışları tümüyle tasfiye olmaktadır.

Bu formata dayanan yeni adresler de kısa sürede başarısız olarak umutları tüketmeye mahkumdur.

Kürt sorununun şekillendirdiği siyasal iradenin ülke genelinde hak ettiği toplumsal desteği bulamaması sadece geçmiş dönemlerin başarısızlık gerekçeleri ile izah edilemez.

Yeni bir toplumsal siyaset gücünün ortaya çıkmasında doğrudan siyasetin üretken hale gelmesi belirleyici olacaktır.

Kürt halkının ödediği ağır fatura ve gösterdiği direnç, başka mücadele zeminlerinin legal siyaseti dinamik kılmasına yetmektedir.

Bu potansiyelin çatışmalı ortamda ülke genelinde siyaseti şekillendirmesini beklemek büyük haksızlıktır.

Genişleme beklentisinin üzerine oturacağı toplumsal gerçekler yetmişli yılların sembol ve sloganları ile harekete geçirilemez.

TİP ya da başka başarı örneklerini nostaljik yorumlarla yeniden umut haline getirmek için en azından devam eden başarısızlık nedenleri ile açık yüzleşme içerisine girmek gerekir.

Türkiye solunun toplumdan kopuk tartışmalarla siyasal ilgi odağı haline gelmesi söz konusu bile değildir. Sadece Kürt siyaseti ile dayanışmaya dayalı bir söylemin müthiş kitlesel karşılık bulmasını beklemek ise işi iyice içinden çıkılmaz hale getirir.

Kürt halkının, Kürt siyasetinin lehine olanın ne olduğu konusunda yeni bir okuma yapmak gerekir.

Aksi takdirde iktidar partisinin muhafazakar tabanda hatta değişim isteyen diğer çevrelerde elde ettiği kredi alternatifsizlik sebebi ile kullanılmaya devam edecektir.

Toplumsal değişimi okumaya yanaşmadan siyasete müdahale çabasına girmek kendini kandırmaktır.

Sonunda toplumu suçlayan analizlere umut bağlamaktan başka yere varmaz.

Siyasal çözüm ise toplumsal iknadan bağımsız değildir.

Devletle uzlaşarak toplumu ikna değil, toplumu ikna ederek devleti çözüme zorlamak, kalıcı ve kabul edilebilir barışın yegane yoludur.

Özgür Gündem

TBMM Başkanımız hayırlı olsun – Baskın Oran

Çok parlak bir kariyeri var. Çok önemli sözlerle yükseldi. Adım adım izleyelim.

1) İlk tanınması 1990’da, ANAP hükümetinde “aileden sorumlu devlet bakanı” iken. Muhabire cevabı: “Bu, hayvani içgüdülerle insanların birbirine yaklaşmasıdır. Konfeksiyoncu dükkanı mı bu, sık sık elbise gibi değiştirsin! Flörtün fahişelikten ne farkı var?” (Cumhuriyet, 13.11.1990). “Flört fahişeliktir” manşetiyle çıkan bu mülakat büyük gürültü kopardı: Kendisi bu manşeti telaffuz etmediğini söyledi. Etmediğini kabul ediyoruz. Ama bu çizginin devamı var.

2) 14 yıl sonra, AKP’nin adalet bakanı. Anayasa Mahkemesi TCK’nın zinayla ilgili hükmünü kadın-erkek eşitsizliğinden iptal ediyor, zina suç olmaktan çıkıyor, demeç verdi: “Biz zinanın suç olması gerektiği kanaatini taşıyoruz” (Radikal, 30.08.04). Bir anda bütün medya sadece buna odaklandı ve md. 301 arada buharlaşıp gitti. Buraya aşağıda tekrar döneceğiz. Ama, kronolojik anlatımı bozmak pahasına, kendisinin flört-zina çizgisi tamamlamak için ekleyelim, 21.08.10’de Ankara sanayi sitesi Ostim’de konuştu: “Ermeni terörü ile PKK terörü arasında yakın işbirliği var. Özür dilerim, bir kısım teröristlerin sünnetsiz oluşu, size çok şeyi ifade ediyor demektir” (Radikal, 21.08.10).

Hergele Meydanı ve hançer

3) Kasım 2004’te yine adalet bakanı. Türkiye’nin röntgenini çeken Azınlık Raporu hakkında önce “Entel Zırva”, sonra “Entel fitne”, sonra: “Hergele Meydanında açıkladılar”, sonra: “Türkiye’nin ek yerine jilet attılar” dedi (Takvim, 16.11.2004; A. Ekinci, Radikal 19.11.2004). Tabii, hemen dava açıldı.

4) Adalet bakanı. Ertesi gün (25.05.05) Boğaziçi Üniversitesi’nde “Osmanlı Ermenileri” konferansı başlayacak. TBMM kürsüsüne çıktı: “Bu ülkede özgürlük yok diyorlar ya, bu ülkede milleti arkadan hançerleme, bu millete iftira etme özgürlüğü var. Keşke Adalet Bakanı olarak dava açma yetkisini devretmeseydim” (Sabah, 24.05.05). Devretmeseydim dediği, o tarihte 301’den (bugün de olduğu gibi) dava açmak için adalet bakanının izni lazımdı; o kaldırılmıştı, buna esef ediyordu. Devam etti: Bu milletin nüfus cüzdanını taşıyanların bu milletin aleyhine propaganda yapma, hıyanet etme dönemini artık kapatmamız lazım“. Özerk üniversitede daha yapılmamış konferansa vatana ihanet ithamı ertesi gün sonuç verdi: Tetiklenen baskılara dayanamayan Boğaziçi, konferansı iptal etti.

Yetkisi devam etseydi, kullanmakta herhalde tereddüt etmezdi çünkü gazeteci Adnan Keskin’in ortaya çıkardığına göre, öğretmen Cengiz Aksakal’ı gözaltında işkenceyle öldüren iki askere verilmiş 25 aylık cezayı bozdurmak için bakan olarak “yazılı emir”e başvurmuş, yani bakanlıktan yazılı emir verdirerek temyiz ettirmişti. Çok özel koşullar için düşünülmüş bu olanağı daha önce de kullanmıştı: Susurluk mahkumu Emekli Yarbay Korkut Eken için (Y. Türker, Radikal, 09.05.08).

Hrant’ın katli ve 301

5) “Türklüğe hakaret” diye 301’den mahkum edilen Hrant katledilmiş, maddenin kaldırılması için kamuoyu fırtına gibi esiyor, ilk sözü, yine adalet bakanı olarak şöyle: “Araştırdık, birçok ülkede 301 benzeri suçlara ağır cezalar verilmiş. Hatta, uygulanmıyor dedikleri maddeden yüzlerce insan yargılanıp hapse konulmuş“. Yargıçlara yol da gösteriyor: “301 kalkarsa arkada 216 var” (Sabah, 02.02.07).

Bilinçli biçimde yanıltmaydı bu. Çünkü 301 iki farklı “suç”u cezalandırmaktaydı: 1) Çeşitli devlet kurumlarını aşağılamak; 2) Türklüğü aşağılamak. Birincisi birçok AB ülkesinin ceza kanununda vardı, ama ikincisi (İspanyolluğu, Britanyalılığı vs. aşağılamak) hiçbirinde yoktu ve Hrant da işte bundan mahkum olmuştu. Nitekim hemen arkasından açıkça söyledi: “Bu madde kaldırılamaz veya değiştirilemez. Yanlışlık varsa uygulamadadır. Uygulamanın düzelmesini bekleyeceğiz”. Değiştirmeye mecbur kalınca da, “Türklük” yerine “Türk milleti” yazdıracak, olup bitecek. AKP, Temmuz 2007 seçimlerini kazanınca, bütün bu performansı, onu “İnsan Haklarından Sorumlu Başbakan Yardımcısı” yaparak ödüllendirecek.

Kürtler Ermenistan sınırında!

6) 2009 belediye seçimlerinde DTP Iğdır’ı kazanınca “güvenlik alarmı” verdi: “Iğdır’ı da aldılar, yani Ermenistan sınırındalar” (E. Berberoğlu, Hürriyet, 31.03.09). Bu, resmen, yeni bir “Ermeni Dölü”, “Meral Akşener-II” olayıydı. AKP içinden bile tepki geldi. Başbakan Erdoğan, “Bu ülke hepimizin, ayrımcılığa müsaade etmeyiz”, AKP Grup Başkanvekili Nihat Ergün “Vatandaşlarımızı rencide edici sözlere gerek yok. [Arkadaşımız] sözlerini düzeltmeli” dedi (Taraf, 02.04.09).

7) Belli oldu, DTP’yi kapatılacak. “Teröre yataklık yoluyla bölücülük yapmıştır” gibi bir gerekçe bulmak lazım ki, içeriye yönelik olarak “Bölücülükten kapattım”, Avrupa’ya yönelik olarak da (Batasuna Kararının ipine sarılıp) “Terörden kapattım” mesajı verilsin. İmdada yine o yetişti: “Benim DTP’ye önerim, AİHM’nin Batasuna kararını iyi okumalarıdır. Bu kararın gerekçesi, terörü çözüm yolu olarak savunan partiler hakkında verilen kapatma kararlarının aykırılık oluşturmadığıdır” dedi (Milliyet, 12.12.2009). Ve DTP gönül huzuruyla kapatıldı.

8) Yine adalet bakanıyken, “Örgüte üye olmamakla birlikte, örgüt adına suç işleyen kişi ayrıca örgüte üye olmak suçundan dolayı cezalandırılır” diyen TCK 220/6’yı yaptı. “Taş atan çocuklar” hep bu yüzden duble hapis cezaları aldılar. O günlerde, Cenevre’deki BM insan hakları toplantısına gitti, şöyle dedi: “Ülkemizin kimi bölgelerinde kayıtlara göre çocuk görünen bazı kişiler esasen erişkindir” (Antenna, 13.05.10).

Bunca güç nereden?

ANAP üyesi, AKP bakanı, başbakan yardımcısı, hükümet sözcüsü. Başsavcı Yalçınkaya’nın AKP’yi kapatma iddianamesinde (Mart 2008) Cumhurbaşkanı Gül’den E. Bağış’a tam 71 parti yöneticisinin adı var, bir tek onunki yok. Şimdi de tam anayasa yapılacakken, TBMM başkanı. Bu “önlenemez Arturo Ui yükselişi” nereden? Ümit Kıvanç soruyor: “Yasal zorunluluk mudur? Ergenekon bile ne hallere düştü. [Bu zat] yerinde duruyor” (Taraf, 04.04.09). Yıldırım Türker izah ediyor: “AKP’yle ordu arasında gölge arabulucu olarak yerini sağlamlaştırdı. Bu konudaki yeteneği sınırsız. Askerin tepkisini yumuşatma konusunda kıvrak zekâsını kullanarak iş bitirmesiyle ünlü” (Radikal, 01.11.10). Daha önce de yazmıştı: “Apoleti içeriden teyelli bir adalet bakanı” (Radikal, 09.05.08).

Ortam tam uygun. AKP’nin askerle barışmak istediği bir ortam. 8 Şubat 2011’de BDP’nin 35. Maddeyi kaldırma önerisini AKP engelledi. Ertesi günkü haber: TSK’ya “kağıttan kaplan” denince, Erdoğan “Suç duyurusunda bulunuyorum” dedi (Taraf, 09.02.11).

AKP’nin teklifi, “Yeni” CHP’nin can-u gönülden tensibi sonucunda durum böyle. AKP’ye, CHP’ye ve hepimize kutlu olsun. Şimdi muhtemelen çok yumuşak davranacak ve yine muhtemelen anayasa görüşmeleri başlayınca onun da işlevi başlayacak…

Not: Apoyevmatini’yi yaşatmak için 5 nüshaya 1 yıllık abone oldum. FIBABANK İSTANBUL NİŞANTAŞI, TR0600 103 0000 22 0000 0292855. Abone formu: http://akgonul.wordpress.com/2011/07/04/apoyevmatini/

Radikal

Bon Jovi konserinde Şık ve Şener

Bon Jovi’nin alt grubu olan REDD, Masal adlı parçalarını tutuklu gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener’e ithaf etti. REDD sahnedeyken, Şık ve Şener’in gerçek boyuttaki kartonetleri de sahnede yer aldı.

Bon Jovi’nin 8 Temmuz’daki konseri öncesi sahne alan REDD, tutuklu gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener’i sahneye taşıdı. Saat 19:00’da sahne alan REDD grubu, Masal isimli parçalarını Şık ve Şener’e ithaf etti.

habervesaire’nin haberine göre, performans sırasında Türk Telekom Arena sahnesine iki gazetecinin gerçek boyutlu kartonetleri çıkarıldı. Masal şarkısını tutuklu gazeteciler için söyleyen REDD grubunun solisti Doğan Duru stadyuma “Bu parçamızı 127 gündür suçsuz yere hapiste olan Ahmet Şık veNedim Şener’e ithaf ediyoruz. Biz, onların da bu konseri izlemesinin bir hak olduğunu düşünüyoruz” diye duyurdu. Grubun gitaristi Berke Hatipoğlu ise 127 tişörtü giydi.

REDD adına konuşan Güneş Duru ise kendilerinin her türlü dayatmaya, baskı ve toplumu tek tipleştirmeye yönelik eylemlere karşı olduklarını, kitapların “bomba” olarak algılandığı, belirgin bir intikam ve hesaplaşma duygusuyla suçsuz insanların yıllarca kodeste tutulacak kadar acımasızlaştığı ‘Yeni Türkiye kurgusu’ndan kaygılı olduklarını ifade etti ve sözlerine şöyle devam etti:

“Ahmet Şık ve Nedim Şener, kurulmaya çalışılan bu düzenin, 127 gündür, günah keçilerinden sadece ikisi. Bu eylem başta onlar olmak üzere diğer tüm özgür kalemler içindir.”

-bianet-

Son Dakika: CHP bugün yemin ediyor

AKP ve CHP heyetleri, CHP’lilerin yemin etmesini kolaylaştıracak mutabakat metni için uzlaştı.

Meclis’teki yemin boykotunun çözümü için AK Parti ve CHP uzlaştı.

Görüşmeye AKP’den Grup Başkanvekilleri Nurettin Canikli ve Ahmet Aydın ile Genel Başkan Yardımcısı Haluk İpek, CHP’den Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek ve İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın katıldı.

Meclis’te yapılan görüşme sonrasında AKP ve CHP heyetleri mutabakat hazırladı. Ortak metin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun onayını aldı.

Başbakan Tayyip Erodoğan’ın AKP’yle yaptığı toplantı sonrasında, AKP ve CHP üyeleri yeniden biraraya geldi.

Bu arada CHP Grubu, saat 14.30’da olağanüstü toplantıya başladı.

Bu toplantının ardından CHP’liler TBMM’deki hükümetin programıyla ilgili oturuma katılacak.

Öte yandan, BDP lideri Selahattin Demirtaş ortak deklarasyon için kendilerine çağrı yapılmamasına tepki göstermişti.

Tahrir meydanında ikinci devrim

0

Mısır’da muhalefetin, yolsuzlukla mücadele edilmesi, halk ayaklanması sırasında şiddet kullanan güvenlik güçlerini yargılama sürecinin hızlanması ve eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek ile yakın çevresinin ciddi bir şekilde yargılanması isteğiyle Cuma günü başlattığı gösteriler hız kesmeden devam ediyor.

Sayıları 10 bini bulan muhalifler, başkent Kahire’deki Tahrir Meydanı’nda kurdukları kampta 3 gündür Mısır Yüksek Askeri Konseyi ile hükümeti protesto ediyor. Tahrir Meydanı’ndan sık sık ikinci devrim sloganları yükselirken, göstericiler 25 Ocak devriminin sonuca ulaşmaması durumunda ikinci devrimi gerçekleştirme kararlılığına sahip olduklarını söylüyorlar.

Mısır Başbakanı İsam Şeref’in Cumartesi günü Mısır devlet televizyonundan tansiyonu düşürmek üzere halka hitaben yaptığı konuşma göstericilere etki etmedi. İsam Şeref’in konuşmasının ardından Tahrir Meydanı’nı dolduran protestoculara seslenen muhalefet temsilcileri, Şeref’in giderek eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’e benzediği iddiasında bulundular.

Muhalefet, “kararlılık veya ısrar cuması” olarak nitelendirdiği gösterilerde, Mısır Yüksek Askeri Konseyi ve hükümetin, halkın taleplerini bir an önce yerine getirmesini istiyor. İkinci Mısır Devrim Koalisyonu da yaptığı açıklamada milyonları Salı günü Tahrir’de düzenlenecek gösteriye katılmaya davet etti.

Mısır Cumhurbaşkanı adaylarından Muhammed Selim El Ava, göstericilere “Evlerinize dönün, toplum yaşantısını rahatsız etmeyin” çağrısında bulunurken, adaylardan Arap Birliği’nin eski Genel Sekreteri Amr Musa, Başbakan İsam Şeref’e “Göstericilerle bir araya gel” tavsiyesinde bulundu.

Gösterilerin İskenderiye ve Süveyş kentlerinde de devam ettiği bildirildi.

Tahrir’in talepleri

Tahrir Meydanı’nda bildiri dağıtan muhalifler, hükümetten yeni taleplerde bulunduklarını kaydettiler. Muhalefetin yeni talepleri arasında, sivil içişleri bakanı, İçişleri Bakanlığının yargı denetimine açılması, sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasının önlenmesi ile yeni gösteri ve yürüyüş kanunu bulunuyor.

Mısır’ın önemli politik figürlerinden Yarın Partisi Lideri Eymen Nur, partisinin gösteri ve boykotlara destek verdiğini açıkladı. Mısır Devrimci Hareketi Merkezi ise yayımladığı bildiride, geçiş sürecinde Mısır’ı sivil bir başkanlık konseyinin yönetmesi gerektiğine vurgu yaparak, yönetimdeki Yüksek Askeri Konsey’i eleştirdi.

Mısır’da 25 Ocak’ta başlayan halk ayaklanması sonucunda Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek istifa etmişti. (NTVMSNBC, Ajanslar)

Somali’de iklim değişikliği ve kuraklık: 10 milyon insan açlıkla yüz yüze

Somali’de iklim değişikliğinin neden olduğu kuraklığın ağır bir açlık ve kıtlık dalgasına neden olacağı bildiriliyor.

Birleşmiş Milletler Afrika’nın doğu kıyılarında yer alan Kenya, Etyopya ve Somali’de  yaklaşık 10 milyon kişinin, ciddi bir kuraklık krizi ile karşı karşıya ve yardıma muhtaç durumda olduğunu açıkladı. Somali’de on yıllardır süregiden iç savaş nedeniyle altyapının harap olması, kuraklığın daha da büyük bir krize dönüşmesine yol açıyor.

Birleşmiş Milletler’in insani yardım koordinatörü Valeri Amos İngiliz The Telegraph gazteesine yaptığı açıklamada iklim değişikliğinn kuraklığın asıl nedeni olduğunu söyledi. Eskiden 10 yılda bir kuraklık görüldüğünü, ardından bunun 5 yılda bire düştüğünü söyleyen Amos bugün kuraklığın 2 yılda bir görüldüğünü söyledi. Eğer yılın ilk veya son aylarında ciddi yağışlar olmazsa bunun izleyen yılın ağır kuraklık içinde geçeceğini gösterdiğini söyleyen Amos iklim değişikliğinin sonuçlarını daha fazla ciddiye almamız gerktiğini belirtti.

Öte yandan Somali’deki kuraklıktan kaçanlar Kenya topraklarında, dünyanın en büyük mülteci kampı olan Dabaab Kampı’nda barınıyor. Yaklaşık 380 bin kişinin yaşadığı Dadaab kampına her gün yaklaşık 1.400 kişi daha gidiyor.

“Dünyadaki en büyük insani felaket”

Dün kampı ziyaret edip mültecilere görüşen Antonio Guterres, Somali’nin Kenya ve Etiyopya sınırını kasıp kavuran kuraklığın, şu anda “dünyadaki en büyük insani felaket” olduğunu söyledi.

Guterres’in burada öykülerini dinlediği Somalililer arasında, kampa ulaşmak için 35 gün yürüyen, ancak üç çocuğu yolculuğa dayanamayıp ölen bir kadın da vardı. Göçebe çobanlıkla yaşamlarını sürdüren pek çokları, otlak kalmadığını, hayvanlarının telef olduğunu anlatıyor. Bölgeden, dayanıklılığı ile bilinen develerin bile ölmeye başladığı haberleri geliyor.

BM’nin mülteciler sorumlusu Antonio Guterres, Eş Şebab denetimindeki alanlara da yardım malzemesi ulaştırabilmek için müzakerelerde bulunduklarını söyledi. Guterres, yardım kuruluşlarının faaliyetlerini yayabilmesi için güvenlik sorunlarının aşılması gerektiğini söyledi. Yardım dağıtımı için bir uzlaşmaya varılması ABD’nin ‘terör örgütü’ kabul ettiği Eş Şebab ile BM nezdinde bir anlaşmaya varılmasını gerektiriyor.

BM Çocuklara Yardım Fonu UNICEF, bölgede iki milyon çocuğun yetersiz beslendiğini, hayatta kalabilmeleri için yardım gerektiğini söylüyor. Kuruluş, bölgedeki faaliyetleri için gereken 477 milyon dolarlık bütçede yüzde 40’ı bulan bir açık olduğunu kaydediyor.

Bu bölge 1980’lerde de açlık krizi ile dünyanın gündemine oturmuştu. Kuraklığa bir an önce müdahale edilmezse, bu krizin de kıtlığa dönüşmesinden endişe ediliyor.

Somali ile Kenya ve Etiyopya sınırlarının kesiştiği alanın yanı sıra, Uganda ve Cibuti de kuraklıktan etkileniyor. (BBC, The Telegraph)

Yeşil Gazete

Futbolda şike soruşturmasında 2. dalga

Türkiye’de yürütülen şike soruşturmasının ikinci dalgasında eski futbol federasyonu başkanı Mahmut Özgener, Trabzonspor Başkanı Sadri Şener ve Futbol Federasyonu’nu eski üyesi Levent Kızıl’ın da aralarında bulunduğu yeni isimler gözaltına alındı.

Operasyonun başladığı 3 Temmuz’da gözaltına alınan Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım dün gece tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Operasyonun yeni ayağında gözaltına alınan Trabzonspor Başkanı Şener, sağlık kontrollerinin ardından emniyete götürüldü.

Eski TFF Yönetim Kurulu üyesi ve eski Bursaspor Başkanı Levent Kızıl da gözaltına alındı. Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesine getirilen Kızıl, burada sağlık kontrolünden geçirildi.

Şike soruşturmasının ikinci dalgasında gözaltına alınan bir diğer isim Ankaragücü’nün eski yöneticisi Mümtaz Karakaya oldu.

Soruşturmada ayrıca eski Fenerbahçe kalecisi, şimdi Ankaragücü forması giyen kaleci Serdar Kulbilge de gözaltına alındı.

Futbolda şike soruşturması kapsamında polis, Süper Lig ve Bank Asya 1. Ligi’nde toplam 19 maçta şike ve teşvik faaliyetlerinin gerçekleştirildiğinin tespit edildiğini açıklamıştı.

Soruşturmanın ilk aşamasında 50’den fazla kişi gözaltına alınmış, aralarında Sivasspor Başkanı Mecnun Odyakmaz, Eskişehirspor Teknik Direktörü Bülent Uygun ve bazı Fenerbahçe yöneticileriyle futbolcular ve menajerlerinin de bulunduğu 26 kişi tutuklanmıştı.