Ana Sayfa Blog Sayfa 486

Araştırma: İklim krizi nedeniyle dünyanın iklim haritasının baştan çizilmesi gerekecek

Gelecek 77 yıl içinde küresel sıcaklıkların ve yağışın nasıl değişeceğine ilişkin yeni bir araştırma, yüzyılın sonuna kadar tüm dünyanın yarısında iklim bölgelerinin değişeceğini ortaya koydu.

Earth’s Future dergisinde yayımlanan makale, iklimlerdeki değişimin muhtemelen gezegenin iklim haritalarının tamamen yeniden çizilmesini gerektirecek kadar çarpıcı olabileceğine dikkati çekiyor.

Araştırmaya göre, günümüzde, en yaygın kullanılan haritalama sistemi olan Köppen-Geiger iklim sınıflandırması; sıcaklık, yağış ve mevsimlere dayalı olarak dünyayı tropikal, kurak, ılıman, karasal ve kutupsal olmak üzere beş bölgeye ayırıyor.

Sistem ilk olarak 1884 yılında Alman-Rus İklim Bilimci Wladimir Köppen tarafından oluşturuldu. O günden bu yana birkaç kez güncellendiyse de 2100 yılına dek görülmesi beklenebilecek değişikliklere hiç uğramadı.

Yazarlara göre Avrupa‘nın iklim bölgesindeki en “belirgin” değişiklikleri görecek olması, çalışmanın en endişe verici bulgulardan biri.

iklim
Fotoğraf: NESDIS
‣ İklim krizi: Avrupa’da sıcaklıklar, küresel ortalamadan iki kat hızlı yükseliyor

‘En büyük değişimler Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da bekleniyor’

Ankara merkezli akademisyen ekibi, bulgularını özetlerken “Dünya‘nın karasal alanının yarısına yakını yüzyılın sonuna kadar farklı bir iklim kuşağına geçme riskiyle karşı karşıya. En büyük değişim ise Avrupa ve Kuzey Amerika‘da bekleniyor” ifadelerine yer veriyor.

Daha spesifik istatistikler ise endişe verici. Avrupa’daki kara alanlarının yüzde 65 ila 91’inin iklim bölgesinin değişeceği tahmin ediliyor. Avrupa’yı yüzde 51 ila 66 ile Kuzey Amerika izliyor. Dünya geneline bakıldığında bu oran yüzde 38 ila 48 olarak karşımıza çıkıyor.

Daha geniş ölçekli küresel kara ısınma oranları, gelecek yıllarda hızlanması beklenen ve flora ve fauna üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip olabilecek iklimsel değişiklikleri beraberinde getirecek.

Araştırmacılar, “Değişim oranının […] 21’inci yüzyıl boyunca ivme kazanacağı tahmin ediliyor, bu da savunmasız türlerin ve tarımsal uygulamaların iklim bölgelerindeki değişime adapte olmak için tahmin edilenden daha az zamanı olacağı anlamına geliyor” diyor.

Şaşırtıcı bir şekilde, 2100 yılına kadar “Avrupa’nın ılıman iklim kuşağının günümüzün soğuk iklim bölgelerine doğru genişlemesiyle” kıtanın gelecekte daha soğuk olacağı tahmin ediliyor.

Çalışma, iklim krizi ile mücadele edilebilmesi için tüm insanların üzerine düşeni yapması gerektiğinin altını çiziyor. Zira benzer çalışmaların da gösterdiği gibi, sorun gerçekten de kendi kendine yok olmayacak.

‣ İklim krizi: Avrupa’da bu yıl kayıtlara geçen en sıcak ikinci kış yaşandı
‣ Avrupa’daki rekor sıcaklar kayak pistlerinin kapanmasına neden oluyor

[Seçime Doğru] Nezih Onur Kuru: Yüzde 65 Kılıçdaroğlu’nun yumuşak söylemini benimsiyor

Video Röportaj: Müjgan HALİS

14 Mayıs’ta düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerine giden yolda, seçim sürecine odaklandığımız video dizisinin yirmi birinci konuğu, Team Araştırma’dan Siyasal Psikoloji Uzmanı Nezih Onur Kuru. Kuru, seçime birkaç gün kala sorularımızı yanıtladı.

*

Seçimin son haftasına provokatif saldırılar, LGBTİ+ söylemi, gerilimlerle girdik. Yorumunuz nedir?

[Recep Tayyip Erdoğan] Erdoğan aslında oy oranını maksimum çıtasına eriştirdi ve bunun 45-46 olduğu görüldü. Seçim startını aslında Erdoğan, seçim ekonomisi hamleleriyle geçtiğimiz yaz vermişti. AK Parti’yi yüzde 31’lerden yüzde 37’lere, kendi oy oranını da yüzde 42’lerden 45-46’lara taşıyabilmişti. Fakat bunun üzerine daha fazlasını koyamıyor.

Bunun birkaç nedeni var. Öncelikli neden enflasyon, çünkü enflasyon çok büyük bir orana ulaştı ve dünyadaki trendden de farklı olarak Türkiye’de enflasyon kontrol edilemez bir hal aldı. Dünyada pandemiyle birlikte gıda fiyatlarının yükselmesiyle birçok ülkede enflasyon yükselmişti ama Türkiye kadar hiçbir ülkede yükselmedi. Çünkü Türkiye’de finans yönetimi ve faiz rejiminde ciddi bir sıkıntı var ve bu nedenle kur krizi yaşanıyor. Kur krizi de tüm Türkiye’de hem maliyet fiyatlarını hem de tüketici fiyatlarını artırıyor. Ayrıca bununla birlikte barınma krizi de ortaya çıkıyor. Erdoğan’ın zaten oy oranı yüzde 52,6’ydı, bu orana yaklaşması çok kolay değil. Yine de 45-46’yı görmesi aslında Erdoğan için bir başarı. Yani parlamenter sistemde olsaydık şu an, AK Parti ve MHP tek başına ülkeyi yönetebilecek koalisyonu kurabileceklerdi.

Şunu da eklemek gerekir. Türkiye’de nesilsel değişim hızlı, kültürel değişimi ve oy tercihinde de farklılaşmalarıyla beraberinde getirdi. ‘Z kuşağının tamamı muhalif’ gibi bir anlatı doğru değil ama muhalefetin bu kuşakta daha güçlü olduğunu söyleyebiliriz. Ve 5 milyon 300 bin yeni seçmenin de etkisiyle birlikte Erdoğan’ın oy oranının biraz daha düştüğünü söylemek mümkün.

Burada eklemek istediğim önemli bir husus var. Artık Türkiye’de şehirleşme oturdu. Çünkü çok yoğun göç aldı kentler ve artık kırsaldan göç edecek çok da bir nüfus kalmadı. Uzun süredir bu kentleşme hikayesini sürdürdüğü için şehirlerde geniş aileler çözüldü, çekirdek ailelere dönüşmeye başladı ve geleneksel bağlar kırıldı. Geleneksel bağlar aşındıkça da dindarlık biçimleri değişir. Sekülerlik ile dindarlık etkileşime girdi ve kamusal alanlarda bilhassa gençler birlikte yaşama alıştı. Ve AK Partili ailelerden CHP’ye ya da İYİ Parti’ye geçişler ya da YSP‘ye geçişler mümkün olmaya başladı. Zaten mitinglerde de bunları gözlemliyoruz. Genç başörtülülerin coşkuyla katıldığı [Kemal Kılıçdaroğlu] Kılıçdaroğlu, [Ekrem İmamoğlu] İmamoğlu, Mansur Yavaş mitinglerinde bunları gözlemliyoruz. Bu da Erdoğan’ın oylarını düşüren diğer büyük bir faktör.

Ama dediğim gibi Erdoğan 45-46 çıtasına çıkmıştı, seçim ekonomisiyle birlikte. Fakat şunu gördü, artık seçim ekonomisi ve yerli, milli hamlelerle, yerli uçak, İHA‘lar, SİHA‘lar gibi hamlelerle ancak bu kadar. Geri kalan tek koz, tek bildiği oyun güvenlikleştirme, seçimi güvenlikleştirme ve korku ortamı yaratma. Seçimi güvenlikleştirince de aslında muhalefetin iktidarının Türkiye’nin bekası için son derece yıkıcı bir değişim olacağını seçmenlerine anlatma gayreti içine girdi. Bunun için de Türkiye’de bildiği birçok kutuplaşma hattını yeniden tetikledi. Bunlar içinde işte Türk-Kürt ayrımı var, örtülü biçimde Alevi-Sünni ayrımı var. Orada Kemal Kılıçdaroğlu biraz ön olarak onun engelledi. Son olarak da İçişleri Bakanı [Süleyman Soylu] Soylu ve Erdoğan’ın ortaklaşa şekilde yürütmüş olduğu anti LGBTİ+ propaganda var. Burada anti LGBTİ+ propaganda kadın haklarıyla ve aile yaşamıyla da birleşiyor ve muhafazakâr toplumsal yapının korumuş olduğu aileye karşı LGBTİ’nin ve kadın özgürlüğü hareketlerinin küresel bir saldırı gerçekleştirildiği söylemi ortaya konuyor. Zaten bu batıdaki muhafazakârlar ve sağcılar tarafından da artık savunulması gelenekselleşmiş bir söylem biçimi, bunun Türkiye’ye de ithal edildiğini görüyoruz.

Ayrıca biliyoruz ki Türkiye’de sekülerleşme ve şehirleşmeyle birlikte cinsel kimlik ve cinsel yönelimlerin daha rahat konuşulabilmesini ve kadın hakları konusunda büyük bir tartışma konusuna dönmesini İstanbul Sözleşmesi tartışmalarında gördük.

Bu strateji işe yarıyor mu?

Aslında seçimin son düzlüğüne girdiğimiz için şu an seçmenin çoğunu tercihi az çok belli. Belki kararsız olup da Millet İttifakı‘na ya da Emek ve Özgürlük İttifakı’na yakınlaşabilecek olan seçmenlerin bu partilere ya da ittifaklara kaymasını engelleyebilecek bir söylem olma ihtimali de olabilirdi. Fakat pazar günkü (Erzurum) linç hadisesinin gözler önüne serilmesi ve muhalefetin bu krizi iyi yönetmesiyle beraber aslında bu tip söylem ve hamlelerin tamamen hamasete dayandığı, bir gerçeklik arka planının oluşmadığı ve iktidarın tamamen kendi bekası için bu tip gerginlik ve kutuplaştırma stratejisini izlediği aşikar olunca bu kez ters tepki de oluştu gibi gözüküyor.

Sinan Oğan ve Muharrem İnce destekçileri veya kararsızlardaki değişimlere baktığımızda daha çok Millet İttifakı’nın işine yaramış gibi. Fakat bunu tabii ki ülkeyi temsil eden anketlerde test etmek gerekiyor. Sonuçta bunlar bizim belki de yankı odamızda gözlemlediğimiz tepkiler. Ama şunu biliyoruz ki bu tip provokasyon girişimleri, muhalefetin mağdur edilmesi 2019 İstanbul seçimlerinde görüldüğü gibi aslında muhalefeti konsolide ediyor ve tamamen sandığa gitme motivasyonuna kavuşuyor.

Depreme, ekonomik krize ve pek çok soruna rağmen AKP’nin oylarının düşmemesinin sebebi ne sizce?

Tayyip Erdoğan Türkiye’de sosyal kutuplaşma hatlarını siyasal kutuplaşma hattına çevirmekte çok mahir ve bu sayede kendi seçmenini partizan hale getirdi; karizmatik lider yeteneğiyle de. Gezi eylemlerinden bu yana aslında bu kitleyi kendi savaşçıları gibi sunuyor. Sanki büyük bir dava var ve davanın komutanı Erdoğan. Seçmense bu yolun, bu davanın savaşçıları, bu yolun yolcuları gibi bir hikâye ortaya koydu ve bu tuttu. Çünkü bunun aslında seçmen gözünden bakacak olursak somut olarak da desteklendiği birçok vaka yaşandı. Gezi eylemleri, 17-25 Aralık, çözüm sürecinin bitişi, 7 Haziran-1 Kasım arası yaşananlar, 15 Temmuz darbe girişimi, sonrasında kur krizlerinin aniden ortaya çıkması, dış güçler söyleminin ortaya konması ve bunun yanında pandemi-deprem gibi doğal afetlerin yarattığı bir bayrak etrafında birleşme etkisi oluyor. Depremde ‘yapabileceği bir şey yoktu’ anlatısı oluşabiliyor ve bu seçmeni ikna edebiliyor. Böyle olmasa bile yani diyelim ki kutuplaşmış bir ülke olmasaydık, Erdoğan karizmatik bir lider olmasaydı bile seçmenin bir kısmı kriz anlarında otoriteye sığınma ihtiyacı hissediyor. Bu 99 depreminde de böyle oldu. Burada da otoriteye sığınma figürü hem dindarlaşmada hem de iktidara yanaşmada etkili olabiliyor. Erdoğan bunların avantajını son derece başarılı şekilde kullanmakta mahir bir siyasetçi.

Kılıçdaroğlu’nun yumuşak söylemi seçmen tarafından satın alınabilir bir söylem oldu mu?

Siyasal psikolojide iki baba figürü var. Bir tanesi sevgi dolu, çocuğunu bağırmadan-çağırmadan, daha yatay bir ilişkiyle yetiştiren baba. Diğeri de otoriter baba figürü. Eğer otoriter baba figürü karşı taraf dağınıksa kendi kitlesini toplar, ideolojik yakınlıktan ötürü özellikle sağ siyasetçiler buna başvuruyor. O geleneksel dinsel bağları ve değerleri de önemsediğinden ötürü bu baba figürü, sağ cenahı çok kolayca toplayabiliyor. AK Parti aslında bunun ekmeğini yedi. Türkiye’deki sol siyaset parçalı olduğu için, merkez sağ siyaseti birleştirdi, merkezi de ele geçirdi Tayyip Erdoğan ve bu sayede bir hegemonya üretti.

Ancak 2017 referandumundan beri merkez siyaset yeniden inşa edilmeye başlandı. Merkezde oluşan büyük boşluğu CHP iyi gördü ve orayı değerlendirdi. İmamoğlu-Yavaş gibi seküler sol seçmeni değil merkezde bulunan eski AK Parti seçmenine, MHP, İYİ Parti seçmenlerine de hitap edebilen bir aktör profili ortaya çıktı. Ve bu aslında seçmenle daha yatay ilişki kuran, sevgi ilişkisi kuran, seçmeni azarlamayan, aşağılamayan ve bu tavırdan bıkmış olan çoğunluğa hitap ediyor.

Türkiye’de Erdoğan’ın fanatizmine kapılmış ve bu geleneksel baba modeline daha çok uyum gösteren geleneksel yüzde 40’lık bir kesim var. Bir de aslında bu modelden sıkılmış olan geniş bir çoğunluk var. Hatta sandığa gitmeyen seçmenleri de düşündüğümüzde Türkiye’de yaklaşık 35-37 puanın sıkı Erdoğan takipçisi olduğunu, kalanının öyle olmadığını görüyoruz. O kalanında yani yüzde 65’te bir şekilde beğeni uyandıran bir yaklaşım Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve İmamoğlu’nun ve diğer liderlerin ortaya koymuş olduğu. Çünkü Türkiye kutuplaşmadan çok yoruldu, bunaldı ve normalleşme istiyor artık. Dolayısıyla şefkat söyleminin kullanılması, seçmenle sevgiyle ilişki kurulması önemli. Bunlar gençleri doğrudan etkiliyor ve onların muhalefete yaklaşmasına neden oluyor.

Fakat bir faktör daha var. Bu gençlerin anne babaları 1970’lerde, belki 1980’lerde doğanlar. Yani bu kuşaklar bir önceki kuşağa göre daha ılımlı, daha sakin çocuklarla daha sevgi dolu ilişki kuran, sevgilerini gösterebilen, kentlerde büyümenin de getirmiş olduğu o medeni görünme çabası içinde çocukların eğitimine saygı duyan, onların bireysel alanını daha geniş tutan anne babalar bunlar. Evlerde dedelerin, anneannelerin, babaannelerin daha az oranda yaşıyor oluşu da gençlerin daha sevgi dolu büyümesine, daha özgür hissetmesine ve bu duygudaşlığı sağlayan siyasilere daha kolay yakınlaşmasına vesile oluyor. Zaten gözlemliyoruz kalp hareketi ne kadar hızlı yayılıyor kitlede.

Millet İttifakı’nın seçmen kitlesi nasıl bir kitle?

Bu kitle heterojen bir kitle, bir yandan Erdoğan karşıtlığı üzerinden bir negatif kimliklenme var diğer yandan da değişim umudu. Yani burada hem negatif hem de pozitif bir birliktelik var. Türkiye’nin en azından Doğu Avrupa ülkeleri kadar refah ve özgürlük seviyesine yeniden ulaşmasını isteyen, eğitim sisteminin düzelmesini isteyen, eşitsizliklerin ortadan kalkmasını isteyen, kamu hizmetlerinin yeniden kapsayıcı hale gelmesini isteyen, sosyal politikaların kimlik bazlı değil eşit vatandaşlık bazlı şekilde uygulanmasını isteyen, zenginleşmek isteyen büyük bir kesim var. Ortak paydalar bunlar. Tabii ki bu kitle biraz daha seküler. Yani seküler seçmenin ağırlığı daha baskın ama eskisi kadar hani CHP seçmeni deyince aklımızda karikatür de edilmiş olan bir sterotip var ya, o değil bu kitle.

İki senaryo: Millet İttifakı’nın kazanması durumunda ne olur? Cumhur İttifakı’nın kazanması durumunda ne olur?

Millet İttifakı’nın kazanma senaryosunda meclis çoğunluğunun da kazanması önemli. Çünkü meclis çoğunluğunu kazanamazsa eğer yasa anayasal olarak kararnamenin üstünde ve cumhurbaşkanlığının yetkilerini de bir nebze de kilitleyebilecek bir öneme sahip meclis. Şu an belli olmuyor çünkü hem meclis hem yürütme Cumhur İttifakı’nın elinde. Ve Cumhur İttifakı’nın elinde olan diğer yapıları sayacak olursak ordu, istihbarat, emniyet, yargının önemli bir bölümü. Aslında bir vesayeti var şu an Cumhur İttifakı’nın. Yani Millet İttifakı‘nın iktidar olmasına belki engel olamayacaklar ama muktedir olmasına engel bir stratejiyi izleyebileceklerini düşünüyorum.

Tabii burada MHP’nin yine çark etmesi gibi bir olasılık da ortaya çıkabilir. Ama buna çok da ihtimal vermiyorum çünkü Sinan Ateş olayıyla birlikte MHP köşeye sıkıştırılmış durumda. Erdoğan ne isterse onu yapıyor gibi bir görüntüleri var.

Cumhur İttifakı kazanınca zaten böyle bir Türkiye bekliyor. Yani Erdoğan ekonomi politikalarının sandık tarafından onaylandığını düşünecek. En azından yerel seçime kadar yine popülist otoriter ekonomik politikaya devam edeceği, Kürt sorununda da uluslararası konjonktüre göre belki bir nebze yumuşama sağlanma ihtimali de olabilir ama eğer doğmazsa yani dış şartlar buna zorlamazsa Erdoğan’ın ben kesinlikle vitesi artıracağını düşünüyorum.

Millet İttifakı eğer mecliste kazanırsa Millet İttifakı’nın vadedilen reformları uygulayabileceğini, insanların özgürlüklerine kavuşabileceğini düşünüyorum. Ekonomi konusunda da iyimserim. Çünkü Türkiye’ye bence kredi açılacak, Türkiye örnek bir ülke olarak gösterilecek. Hem sıcak hem soğuk yatırım alabilecek ve hızlı şekilde kur krizinde belki ilk zamanlarında atlatmak kolay olmasa da yani iki senede toparlanacak bir ekonomi senaryosu tablosu ortaya çıkabilir.

Millet İttifakı, meclisi kazanırsa ve İstanbul’u ve diğer büyük şehirleri de yeniden kazanırsa Türkiye’de büyük bir kentsel dönüşüm ama bu kez rant odakyi değil de halk odaklı bir kentsel dönüşüm ve depreme hazırlık süreci başlar, bu da belki yatırımların deprem bölgesi olmayan İç Anadolu illerinin Akdeniz‘in bir kısmını yayılmasını da sağlayabilir.

Türkiye yoğun bir dezenformasyonun etkisinde seçime gidiyor

13’üncü Cumhurbaşkanı ve 27’nci Dönem Milletvekili seçimleri için sandığa günler montajlanmış görseller, videolar ve asimetrik propagandanın artmasıyla Türkiye, yoğun bir dezenformasyonun etkisinde seçime hazırlanıyor.

Peki, en çok hangi ittifak ya da siyasetçi yanlış bilginin hedefi oluyor?

Şüpheli bilgileri inceleyen doğrulama organizasyonu Teyit, 2023 Türkiye Genel Seçimleri sürecinde yüzde 60’ı sosyal medya kaynaklı 150’ye yakın içeriğin doğruluğunu araştırdı.

Montajlanmış görseller, videolar ve asimetrik propaganda

BBC Türkçe‘nin aktardığına göre, Türkiye hemen her seçim döneminde montajlanmış görseller, afişler ya da manipüle edilmiş video ve ses kayıtlarına şahit oluyor.

Teyit Yazı İşleri Sorumlusu Emrah Saklıca, her seçimin karakteristiği olan basit montajlanmış görseller ve asimetrik propaganda örneklerinin bu seçim döneminde de sıkça karşımıza çıktığını söylüyor.

Saklıca, “Mesela bir partinin afişiymiş gibi basılıp meydanlarda dağıtılan kağıtlarla karşılaşıyoruz. Aslında ne o partiye ait bir söz ne de onun vaatleri arasında böyle bir şey var” diyor.

Örneğin Kılıçdaroğlu’nun ve sonra Millet İttifakı’nın sembollerinden biri haline gelen kalp işaretinin ilk olarak Sovyetler Birliği liderlerinden Stalin tarafından yapıldığı iddia edildi.

Stalin’in montajlanan görselinde elleriyle kalp işareti yaptığı görülüyor. Fakat teyit ekibinin ortaya çıkardığı üzere, bu basit bir montaj hilesinden ibaret.

Saklıca, “Çok basit bir montaj aslında ama buna çok fazla inanan oldu. Bunun üzerine eski siyasetçiler, gazeteciler tartışmalar yürüttü” diyor.

Montajlanmış videoların en kitlesel örneklerinden biri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 7 Mayıs İstanbul mitinginde yaşandı.

Erdoğan mitinginde, Millet İttifakı’nın 2023 Türkiye Genel Seçimleri için yayınladığı kampanya filminde Murat Karayılan’ın da yer aldığını iddia ettiği bir video izletti.

Halbuki bu video, Millet İttifakı’nın kampanya filmine Murat Karayılan’ın 2015 yılındaki konuşmaları montajlanarak hazırlanmıştı.

Saklıca, “Karayılan’ın Youtube’daki 2015 konuşmasını alıp üstüne millet ittifakı seçim şarkısını koymuşlar. Bu montaj aslında bir haftadır sosyal medyada dolaşımdaydı, sonra haber sitelerine girdi, en sonunda Cumhurbaşkanı mitingine kadar ulaştı” diyor.

Yanlış bilgiler bir kez yayıldıktan sonra toplumu gerçeğe inandırmak oldukça zor olabiliyor. Hele ki bu yanlış bilgi yüksek profilli bir siyasetçi aracılığıyla yayılmışsa.

Saklıca, “Bir bakıyorsunuz bu sahte içerikleri bir siyasi parti lideri paylaşıyor ve sonrasında bunu düzeltmeyeceğini söylüyor. Bu kadar üst mertebeden dolaşıma girince, o inanış öyle yerleşebiliyor” diyor.

Saklıca, yanıltıcı bilgilerin en çok Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı’nı hedef aldığını söylüyor, fakat Millet İttifakı’na karşı olanlar biraz daha fazla:

Sosyal medyadan çıkan iddiaları belli bir tarafa yormak, bir kullanıcıyı bir partiye mal etmek çok anlamlı değil. Bunun yanı sıra, ittifaklarda her taraftan yanlış bilgi çıkabiliyor, biri diğerinden üç eksik beş fazla. Ama yüzde 28 oranla en çok Millet İttifakı’nın hedef olduğunu söyleyebiliriz, Cumhur ittifakı da yüzde 25 civarında. 150 yazıya bakınca, arada dört-beş fark var sadece.

İttifaklara yönelik iddiaları seçerken “yaygınlık, önem ve aciliyete” baktıklarını söyleyen Saklıca, her partiyi hedef alan iddialara yer verdiklerini belirtiyor.

‘Türkiye 25 eyalete bölünecek, İHA-SİHA’lar durdurulacak’ iddiası

Siyasetçilerin demeçleri basit bir montajla kesilip kırpılarak, yıllar önce söylediği başka cümlelerle birleştirilerek bağlamından koparılabiliyor.

Saklıca, bu seçim döneminde bağlamından koparılmış içeriklerle sıkça karşılaştıklarını belirtiyor. Bunun tipik öreklerinden biri yakın zamanda CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç’un başına geldi.

Özkoç 2015 yılında yaptığı bir açıklamasında, Meclis Genel Kurulu gizli oturumunda birinin “Türkiye’yi 25 eyalete böleceğiz” dediğini söylemişti.

Fakat Özkoç’un bu sözleri, sanki kendisi Türkiye’yi 25 eyalete böleceklerini söylemiş gibi kırpılarak yeniden dolaşıma sokuldu.

Saklıca, “Bir siyasi bir konuşma yapıyor ve o konuşmasının belli bir bölümü bambaşka bir amaçla kesilerek dolaşıma sokuluyor” diyor.

Bağlamından koparmanın bir başka örneği de Ali Babacan’ın İHA ve SİHA’larla ilgili yaptığı açıklamasında yaşandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan muhalefeti kastederek “İHA’da, SİHA’da, Akıncı‘da ‘biz gelince bunları durduracağız’ dediler” iddiasında bulundu.

Teyit Editörü Şükran Şençekiçer, “Bu bilgi çok fazla yayıldı ve bu kadar yayılmasının en önemli sebeplerinden biri Ali Babacan’ın bir canlı yayında kullandığı sözlerin bağlamından koparılmasıydı” diyor.

Babacan aslında ilgili konuşmasında, ‘başka ülkelerin teknolojisine muhtaç kalmanın silahlı kuvvetlerin elini kolunu bağladığını’ söyleyerek, İHA ve SİHA’larla ilgili “ülkemizin gurur kaynağı olduğunu düşünüyoruz” diyor ancak şu eleştiriyi getiriyor:

Fakat burada yanlış şu: Devletin hemen hemen bütün imkanları, bütün o yardımlar, devletin bütçesinden doğrudan aktartılan kaynaklar aşağı yukarı tek bir şirkete aktarılıyor.

Şençekiçer, “Özellikle seçime doğru siyasetçilerin konuşmaları bağlamından koparılarak kullanıldığını ve sosyal medyada paylaşılarak siyasetçinin kastettiğinin farkı bir anlama gelebilecek cümlelerin yaygınlaştığını görebiliyoruz” diyor.

Seçim dönemlerinde siyasi partilerin mitinglerine kaç kişinin katıldığı konusunda kesin bir sonuca ulaşmak çoğu zaman oldukça zor.

Siyasi partiler çoğunlukla kendi mitinglerine daha fazla kişinin katıldığına dair görüş bildiriyor fakat bu sayılar manipüle edilmeye son derece açık.

Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, 7 Mayıs 2023 İstanbul mitingine bir milyon 700 bin yurttaşın katıldığını iddia etti.

Bu iddiayı araştıran Teyit ise miting sırasında çekilen fotoğraflara göre hesaplama yapıldığında alanda en az 520 bin, en fazla 865 bin civarında kişinin olabileceğini söyledi.

Saklıca, “Metrekareye sığacak kişi sayısı belli, oranın metrekaresi belli. Elbette ki net sayıyı ortaya koyamazsınız ama 1 milyon 700 bin sayısıyla aradaki mesafeyi koyabiliyoruz. İki katı bir farktan bahsediyoruz” diyor.

Bu tip iddialarla çok sık karşılaştıklarını söyleyen Saklıca, bir benzerinin Gültekin Uysal’ın Ordu mitingine dair iddialarında olduğunu söylüyor:

“Geçen Gültekin Uysal Ordu mitingiyle ilgili iki kat fazla kişi geldi dedi. Baktık ki bin-iki bin kişi oynamış. Bu bütün siyasilerin kullandığı bir argüman haline geldi.”

Saklıca ayrıca sahte kamuoyu yoklamalarına dikkat çekerek, özellikle sosyal medyada paylaşılan anket sonuçlarına karşı dikkatli olmak gerektiğini söylüyor:

Yapılmamış, uydurma şirketler ve sonuçlarla kamuoyunun dikkatini dağıtmaya çalışan anketler var. Birincisi böyle bir firma olup olmadığına bakıyoruz.Çoğu zaman bir sosyal medya trolü, kendi anket sonucunu ortaya atıyor, üzerine bir logo koyuyor, basit bir iki görselle bunu paylaşıma sokuyor. Ne böyle bir anket yapılmış ne de öyle bir şirket var.

‘Teyitli olmayan hiçbir bilgiye güvenmeyin’

Şükran Şençekiçer, siyasetin her kanadından yanıltıcı bilgi gelebildiğini söyleyerek, “Tek bir siyasi partiye bunu atfetmek kesinlikle hatalı olur” diyor:

“Bazen bilgiler gerçek anlamından saptırılarak çarpıtılabiliyor, bazen konuşmalar bağlamından koparılıyor veya yeterli delille desteklenmeyen dayanaksız iddialar ortaya atılabiliyor. Bazen veriler abartılabiliyor yahut cımbızlanarak aktarılabiliyor. Bazen de iddiada doğru bilgiler aktarılmasına rağmen, konunun farklı boyutları göz ardı edildiği için yine yanıltıcı durumlar ortaya çıkıyor. İstediğiniz kişiyi destekleyin ama yüzde 100 teyitli olmayan hiçbir bilgiye güvenmeyin, siyasetin her kanadından yanıltıcı bilgi gelebilir.”

Şençekiçer, siyasilerin demeçlerinde genellikle seçmen tarafında hemen incelenmesi mümkün olmayan ve geçmiş referanslı bilgilerin yanıltıcı olabildiğini söylüyor.

Örneğin Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, AKP’nin iktidara geldiği dönemde “ülkede yüzde 180-200 enflasyon” olduğunu iddia etti. Halbuki Merkez Bankası verilerine göre, 2001 yılının enflasyonu yüzde 61 olarak gerçekleşmişti.

Ekonominin son yıllarda nasıl seyrettiğiyle ilgili siyasetçilerin karmaşık bilgiler verdiklerini söyleyen Şençekiçer, bunların seçmen tarafından hızlıca incelenmesinin mümkün olmadığını belirtiyor:

Ekonomi, siyasetçilerin söylemlerinde çok karşılaştığımız bir yanıltıcı bilgi kategorisi. Özellikle seçime doğru siyasetçilerin toplum hafızasındaki faydalanarak ekonomi ile ilgili bilgileri abartılı ya da yanıltıcı şekilde aktarabiliyorlar. En sık karşılaştığımı şey, siyasette karşı tarafa atfedilen birtakım vaatler… Bazı söylenmemiş cümlelerin, söylenmiş gibi anlatıldığını görüyoruz.

Teyit’in geçmişe dair ve seçmenlerin hızlıca ulaşamayacağı başka demeçleri de araştırdığı görülüyor.

Örneğin Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, 24 Nisan’da partisinin düzenlediği Konya Buluşmasında yaptığı konuşmada, “TUSAŞ’ın 50 yıldır bir uçak havalandırmadığını iddia etti.

Şençekiçer, “Halbuki TUSAŞ’ın birden fazla uçağının, birden fazla kere uçtuğunu görüyoruz. Bunlar günlük hayatımızda çok kontrol edemediğimiz ve duyduğumuzda inanmaya meyledebileceğimiz şeyler oluyor” diyor.

Bir başka örnekte ise Muharrem İnce, Meral Akşener’i 2018 seçimlerine 10 gün kala hiç miting yapmamakla suçluyor fakat gerçek bu değil.

Şençekiçer, “Baktık ki Akşener son 10 günde pek çok şehirde miting yapmış. Bunda da seçmen ilk anda kontrol etme ihtiyacı duymuyor” diyor.

Şençekiçer’e göre bu iddialar yüksek profilli bir siyasetçi tarafından söylendiğinde, seçmen tarafından ikna edici bir cümle olarak algılanıyor.

Küresel Araştırmacı Gazetecilik Ağı’nda yer alan habere göre, kâr amacı gütmeyen küresel doğruluk kontrolü First Draft News’in kurucu ortağı Claire Wardle, gerçek içeriğin kasıtlı olarak çarpıtılarak “bağlamın silah haline getirilmesinin” seçimlerdeki en ikna edici dezenformasyon biçimi olduğunu söylüyor.

Ayrıca Güney Afrika merkezli araştırmacı Tessa Knight‘ın, “Ortaya çıkardığımız koordineli dezenformasyon, buzdağının sadece görünen kısmı. Hükümetler ve siyasi figürler, sahte, kopya ve koordineli içerik üretimi yoluyla sosyal medya algoritmalarını manipüle etmeyi öğrendikçe genişliyor” sözlerine yer veriliyor.

Aynı haberde Amerika‘dan Kongo Cumhuriyeti‘ndeki seçimlere kadar örnekler sıralanıyor:

“2016 yılında Silverman tarafından yapılan bir araştırma 100’den fazla Trump yanlısı dezenformasyon web sitesi ortaya çıktı. Makedonya’da tek bir kasabada, bazıları trafiğe dayalı reklam gelirinden ayda Beş bin dolara varan gelir elde eden genç propagandacılar tarafından yönetiliyordu.”

“2020 yılında Fransız muhabir Alexandre Capron, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki zarar verici bir dezenformasyon kampanyasının ne paradan ne de siyasi etkiden kaynaklandığını, sadece sosyal medyada övünme hakkı olduğunu ortaya çıkardı.”

Saklıca, 2022 yılındaki Brezilya seçimlerinde de benzer gerginlikler yaşandığını hatırlatıyor.

Saklıca, şunları söylüyor:

“Bazen bütün bunlar sadece bizde oluyor gibi düşünüyoruz ama her ülkede benzer davranış örgüsünü görebiliyoruz. Ülkenin kutuplaşması ve siyasi iklimiyle tabii ki ilgisi var. Avrupa’da da popülist sağ yükselişi olduğu dönemlerde çok fazla yanlış bilgi karşımıza çıkıyor.”

Muğla’daki çevre savunucuları: Ekolojik yıkıma yol açan siyasetçilere oy vermeyeceğiz

14 Mayıs’ta yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve 27’nci Dönem Milletvekili Seçimleri yaklaşırken, Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) göreve gelecek yetkililere taleplerini bildirerek ekoloji dostu politikalar benimseme çağrısında bulundu.

Yayımlanan seçim bildirgesinde, doğayı ve yaşam alanlarını kâr ve rant alanı olarak gören anlayışın yol açtığı ekolojik kırımlara karşı, Muğla genelinde yerel halkların yaygın mücadeleler verdiği kaydedilerek “Yerelde deneyimlediğimiz bu ekolojik yıkımların, dünyanın yaşamakta olduğu ekolojik krize katkı yaptığının ve uygarlığın sonunu getirebilecek bir tehdit olduğunun bilincindeyiz” ifadelerine yer verildi.

MUÇEP, halkın temsilcisi olmaya aday olan siyasi partilere, ittifaklara ve milletvekili adaylarına seslenerek “Girilen seçim sürecinin ülkemizin geleceği açısından taşıdığı önemin farkındayız, ancak sorunu yalnızca bir seçim sorunu olarak görmüyoruz” dedi.

ekoloji

‣ MUÇEP: Muğla kıyılarının özelleştirilmesi pazarlık konusu olamaz
‣ MUÇEP’ten Turizm Kenti Projesi’ne karşı çağrı: Tuzla Sulak Alanı’nı beraber savunalım

‘Ekolojik yıkıma yol açanlara oy vermeyeceğiz’

Her geçen gün yaşanan ve birçok yaşama mal olan kuraklık, sel, heyelan gibi afetlerin iklim krizi yıkıcılığının hatırlatıcısı olduğunu kaydeden platform, ekolojik yıkıma yol açan anlayışlara sahip adaylara oy vermeyeceğini belirterek şunları söyledi:

“Yaşadığımız doğal felaketlerle her geçen gün iklim krizinin yıkıcı sonuçlarının daha çok farkına varıyoruz. Yaşamı savunan bizler, uygarlığın devam edebilmesi için doğayı tahrip eden politikaların derhal değiştirilmesi ve ekoloji odaklı bir sistem değişikliği gerçekleştirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu bağlamda, çok sayıda ekoloji örgütüyle birlikte MUÇEP’in de katıldığı Ekoloji Hareketleri Konferansı’nda kabul edildiği gibi politik bir özne olduğumuzu biliyor; yaklaşan seçimde ekolojik yıkıma yol açanlara oy vermeyeceğimizi duyuruyoruz.”

‣ MUÇEP, Akyaka’daki hukuksuz çevre yolu çalışmasına karşı suç duyurusunda bulundu
‣ MUÇEP’ten Köyceğiz’de yapılaşmaya tepki

‘Takipçisi olacağız’

MUÇEP, ekolojik yıkıma yol açan politikalara ve uygulamalara karşı verdiği mücadeleleri şöyle özetledi:

  • Doğal Sit Alanlarının yeniden değerlendirilerek koruma statülerinin düşürülmesi,
  • Siyasi iktidarın sermaye kesimleri ile el ele yürüttüğü Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreçleri; Halkın Katılımı Toplantılarına sunulan Başvuru dosyalarının ve Proje Tanıtım Dosyalarının gerçek dışı verilerle düzenlenmesine karşı koyma,
  • Kömürle işletilen termik santrallerin yol açtığı ekolojik yıkımlar ve iklim değişikliği,
  • Kıyı alanlarının ve plajların özelleştirilerek halkın ücretsiz kullanımına kapatılması,
  • Mesire alanlarının özelleştirilerek halkın ücretsiz kullanımına kapatılması,
  • Yörede yaşayan insanların iradesine rağmen verilen maden ocağı işletme ruhsatları ile ormanların yok edilmesi,
  • Kıyıların, sulak alanların, tarım arazilerinin ve ormanların yapılaşmaya ve yatırıma  açılması,
  • İmar planı değişiklikleri ile doğal varlıkların hızla yok edilmesine yol açan yoğun yapılaşma tehditleri,
  • Orman yangınları,
  • Yerel yönetimlerin halkın taleplerini göz ardı ederek kamusal alanların rant alanına dönüştürülmesine izin vermeleri, ekolojik yıkımlara ortak olmaları.

Platform, “Dile getirdiğimiz ekolojik sorunların ve taleplerimizin genel seçime katılan tüm taraflarca ne ölçüde dikkate alındığının, verilen sözlerin yerine getirilip getirilmediğinin takipçisi olacağız; doğayı, yaşam alanlarını yok eden politikalara ve uygulamalara karşı mücadelemize devam edeceğiz” diye ekledi.

Göreve gelecek olan yetkilelere seslenen MUÇEP, taleplerini aktardı:

  • Ismarlama hazırlatılan sözde “Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporları”na dayanılarak yapılan rant odaklı  tüm doğal sit değişiklikleri iptal edilsin. Doğal sit alanları gerçekten ekolojik temelde, halkın katılımı ile şeffaf yürütülen süreçlerde yeniden değerlendirilsin.
  • ÇED süreçlerinin yürütülmesinin siyasi erkten bağımsız hale getirilmesi ve bilimsel temelde yürütülmesini sağlamak için yasal değişiklik yapılsın.
  • Mahkeme kararları uygulansın; Muğla bölgesindeki tüm termik santraller derhal kapatılsın.
  • Orman alanlarında verilen tüm maden ruhsatları, sanayi, enerji ve turizm projeleri iptal edilsin.
  • Doğal orman varlıklarını yok eden endüstriyel plantasyon uygulamalarına son verilsin.
  • Kıyı alanlarının, plajların, mesire alanlarının ve diğer tüm alanların özelleştirilmesine son verilsin.
  • İmar planı değişiklikleri, doğanın korunmasını temel alarak halkın katılımı ile yapılsın.
  • Tüm sulak alanlar mutlak korunacak alan statüsüne alınsın, sulak alanlara yapılmak istenen millet bahçesi projeleri ve turizm projeleri iptal edilsin.
  • Orman alanlarında yangın riskini arttıran, ormanların ekolojik bütünlüğünü bozan tüm enerji, sanayi, turizm, altyapı projeleri durdurulsun.
  • İklim Değişikliğine Uyum Eyleminin Güçlendirilmesi Projesi ekonomik bakış açısından, ekolojik bakış açısına dönüştürülsün, mümkün olmazsa pilot uygulaması yürütülen proje tümüyle uygulamamadan kaldırılsın.
  • Suyun halkın ulaşamayacağı bir doğal varlık olmaktan çıkarılıp, ticaret nesnesine dönüştürülmesine son verilsin.
  • Yöremizde ve bütün ülkede sürmekte olan kaçak yapılaşmaya son verilsin.
  • Ekolojik bir anayasa tüm tarafların katılımıyla tartışılarak yürürlüğe konulsun.
  • Belediyeler halkın kabul etmediği plan değişiklikleri yapmaya son versin.

Mersin’de ithal plastik atık tesisi zehir yayıyor: Yetkililer ölümlerin başlıca sorumlusudur

Plastik atıkların çevre ve insan sağlığı üzerinde yol açtığı sorunlar büyümeye devam ederken, Avrupa‘dan Türkiye‘ye ithal edilerek getirilen plastik atıkların depolama ve bertarafı, halk sağlığını tehdit ediyor.

Mersin‘in Akdeniz ilçesinde bulunan Emek Mahallesi‘nin sakinleri, halkta solunum yolları rahatsızlıkları oluşturması nedeniyle mahalledeki plastik atık geri dönüşüm tesisine karşı tepkili.

Türkiye İşçi Partisi Mersin Milletvekili Adayları Hakan Güneş, Şilan Ekinci ve Ali Hakan Çetin tesis önünde mahalleliyle buluşarak muhtardan ve mahallelilerden şikayetleri dinledi.

Mahalleliyle buluşmanın ardından bir basın açıklamasında bulunan adaylar, söz konusu tesisin çevreye yaydığı zararlı gazlar ve havaya karışan mikroplastiklerin halkta solunum yolları rahatsızlıkları oluşturduğuna dikkati çekerek, kaynağı belli olmayan asetik asitin havaya karışması sonucu yoğun koku sorunu oluştuğunu belirtti.

‣ AB’den tarihi karar: Diğer ülkelere atık sevkiyatı dönemi geride bırakılıyor

‘Çocuk işçiliği yapılıyor, halk sağlığı tehdit ediliyor’

Yerleşik halk tarafından gerekli mercilere başvurular ve şikayetler yapılmasına rağmen yetkililerin hiçbir önlem almadığının aktarıldığı açıklamada “Gerekli önlemi almayan bir grup sermayedar ve yetkililer meydana gelecek ölümlü vakaların başlıca sorumlusudur” denildi.

Bu tür işletmelerde çocuk işçiliğinin de söz konusu olduğuna vurgu yapan adaylar, tesisin halk sağlığı üzerindeki etkilerine değinerek “Göçmen çocuklar bu işletmelerde çalıştırılarak suç işlenmektedir. İşletmeler devreye girdiği günden beri kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere yoğun şekilde solunum yolu rahatsızlıkları ve astım vakalarının bölgede yaygınlaştığı halk tarafından bildirilmektedir. Kadınlarda rahim ağzı kanseri vakalarında artış olduğu bildirilmektedir” ifadelerini kullandı.

‣ Avrupa Birliği’nin OECD ülkeleri dışındaki ülkelere plastik atık göndermesi yasaklandı

Basın açıklamasında şunlar kaydedildi:

“Uzun süredir sürdürdüğümüz ithal plastiklerin ithalatıyla Avrupa sermayesinin ülkemizi plastik çöplüğüne çevirmesine karşı verdiğimiz mücadelemizin yeni bir safhasındayız artık. İnsan ve çevre sağlığını tehdit ettiği bu derece net olarak ortaya konulmuş olan plastik atık ithalatı konusunda partimizin ilgili büroları harekete geçmiştir. Konuya bir çok farklı çevrenin gösterdiği duyarsızlık gün be gün insan hayatını geri dönülemez risk ve tehdit altına sokmaktadır. Toplumun tüm kesimlerinin hayatına kasteden, yaşam alanlarımıza geri dönülmez zararlar veren bu ve benzeri işletmelerin ‘ama’sız ‘fakat’sız kapatılmasının takipçisi olacağız.”

Çanakkale’de ülkü ocakları başkanı gazeteci Yavaş’ı çay içmeye çağırıp darp etti

Çanakkale‘nin Çan ilçesinde Ülkü Ocakları‘nın astığı pankartlara dair haber yapan gazeteci Muhammed Yavaş, Ülkü Ocağı İlçe Başkanı Hasan Dinç‘in saldırısına uğradı.

Yavaş, sosyal medya platformu Twitter üzerinden yaptığı açıklamada “Çanakkale Ülkü Ocakları’na Kemal Kılıçdaroğlu ile Selahattin Demirtaş‘ı, Meral Akşener ile Figen Yüksekdağ‘ı yan yana gösteren bir pankart asıldı. Bu pankartı haberleştirip ‘Pankarta tepki’ dedim. Olay bunun ardından gerçekleşti” dedi.

Çanakkale Ülkü Ocağı üzerinde Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ile HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın yüzlerinin birleştirilerek üzerinde “Dikkat! Attığın oy Mehmetçiğe kurşun olmasın/Bazıları iki yüzlüdür” yazan bir pankart asmıştı.

Muhammed Yavaş, söz konusu pankartı eleştirdiği için Dinç tarafından darp edildi.

‘Sinan Ateş’i öldürdüğünüz gibi beni de mi öldüreceksiniz?’

Dinç, “Ülkü Ocaklarından tepki çeken pankart” başlıklı haberin ardından sosyal medya üzerinden gazeteci Yavaş’a, “Ne kadar tarafsız ve özgür bir basın kuruluşu olduğunuzu yorumlarınızdan anlıyorum. Merak ettiğim bir husus daha var, bu haber için kaç para aldınız?” sorusunu yöneltti.

Yavaş ise para karşılığında haber yapmanın gazetecilik anlayışlarında bulunmadığını ifade ederek daha önce Ülkü Ocağı’nın da haberini yaptığını hatırlattı.

Yavaş, ardından Dinç’in kendisini bir kafeye çay içmeye davet ettiğini ve daha önceden arkadaş oldukları için davetini kabul ettiğini belirtti.

Muhammed Yavaş, daha sonra yaşananları şöyle aktardı:

“Elimi sıktı bir anda Devlet beye nasıl yazarsın deyip saldırmaya başladı hiç karşılık vermedim ve yere kapandım, vurmaya devam etti. ‘Sinan Ateş‘i öldürdüğünüz gibi beni de mi öldüreceksiniz’ dedim. ‘Öldüreceğiz len’ dedi.”

‘İşimi yapmaya devam edeceğim’

Gazeteci Yavaş, sokaktaki vatandaşların olaya şahit olduğunu belirterek “Uğradığım saldırıya herkes şahittir. Şikayetçi oldum, ifademi ayrıntıları ile cumhuriyet savcılığına vereceğim. Ben haber yaptığım için saldırıya uğradım ve dövüldüm. Burası bir ilçe. Herkes birbirini tanır, bilir. İşimi yapmaya, gazetecilik yapmaya devam edeceğim” diye konuştu.

Saldırının ardından darp raporu alan Yavaş, daha sonra Çan İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne gidip şikayetçi oldu.

Geçen yıl da MHP Çan İlçe Başkanı Halil Turhan, gazeteci Muhammed Yavaş’ı arayarak tehdit ederek, “Nefes alamayacaksın” ifadelerini kullanmıştı.

İnce: Cumhurbaşkanlığı adaylığından çekiliyorum

Memleket Partisi Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Adayı Muharrem İnce, seçimden çekildiğini duyurarak partisinin genel merkezi önünde açıklamalarda bulundu:

“Siyasi yolculuğuma 15 yaşında başladım. O günden bu yana afiş astım, duvarlara yazı yazdım. İlçe, il yönetimi yaptım, cumhurbaşkanı adayı oldum, parti kurdum ve tam 40 yılın üzerinde bir süredir siyasette mücadele ediyorum. Kul hakkı yememeye özen gösterdim, yanlışa yanlış, doğruya doğru dedim. Bu 40 yılın içerisinde haksızlık yaptığım insanlar olmuş olabilir ama bu son 45 günde gördüklerimi son 45 senede görmedim. Sahte dekontlar, sahte jeepler, olmayan bacanaklar, olmayan görüntüler, olmayan fotoğraflar.

İsrail‘in bir porno sitesinden alıyor fotoğrafı ve bunu FETÖ’cüler yapıyor. Türkiye’de muhalif olacağım diye bunu yapanlar var. Bu ülkenin çalışanları, gazetecileri bunlara değinmediler. Oda TV hariç. Bir tanesi çıkıp bu emniyet nerede; sahte belgeler dağıtılıyor… 45 gündür itibar suikasti yapılıyor. Emniyet, savcı görevini yapmıyor, gazeteci yazmıyor.

Yazanlar da FETÖ’cülerle ortak gibi yazıyorlar. Özel hayatın gizliliği diye yazanlar benim böyle görüntülerimin olması lazım. Geçmişte oldu bunlar, geçmişte o görüntüler vardı ama gizlice çekilmişti. Ama benim böyle bir görüntüm yok ki. Bu özel hayat değil, bu iftira.

Türkiye Cumhuriyeti devleti benim itibarımı koruyamamıştır. Alenen iftira. 5 milyon dolarlık dekont. Nerede bu savcılar? Pazar 10 milyon lira havale yapıyorlar. Bu kadar itibar suikastı yapılırken, savcıların ortaya çıkmamasını anlayabilmiş değilim.

Ben bu ülkede Kamyoncu Şerif’in oğlu Muharrem İnce olarak yaşadım. Benden başka malvarlığını açıklayan yok. Ne kadar kaçak FETÖ’cü varsa yurtdışında saldırıyor. Her gün bir iftira var.

Pazar günü sandığa gideceğiz. Memleket Partisi Türkiye’nin geleceği için önemlidir, mutlaka o Meclis’te olmalıdır. HDP var, CHP listelerindeki DEVA‘lı, Gelecek‘li var. Bir de AKP var. Atatürkçüler azınlıkta olacak. Memleket Partisi mutlaka o Meclis’te olmalıdır. İstedikleri kadar montaj kaset yapsınlar Memleket Partisi’ne her evden bir oy istiyorum.

Bu atılan iftiralara, Saray‘a giden CHP’liden başlayarak ‘Saray’dan para aldı, çekilemez’ diyenlere bu alçaklığı yapanlara sesleniyorum; bu sahte dekontlardan, görüntülerden çekindiğim yok. 45 gündür direniyorum.

Adaylıktan çekiliyorum. Türkiye’ye üçüncü seçenek önerdim. Bir kanal açmaya çalıştım. Bu kanalı başaramadık. Bahaneleri kalmasın.

Ne kadar kaçak FETÖ’cü varsa bana saldırıyor. Her gün dövüştüm bunlarla. Pazar günü sandığa gidiyoruz. Memleket Partisi Türkiye için önemlidir. Mutlaka o Meclis‘te olmalıyız. Atatürkçüler o mecliste olmalıdır. Türkiye’nin sigortası memleket partisidir.

Memleket Partisine her evden bir oy istiyorum. Saraydan para aldı çekilemez diyenlere sesleniyorum. Adaylıktan çekiliyorum bunu memleket için yapıyorum. Kaybettiklerinde suçu bana atmasınlar bahaneleri kalmasın.”

 

İç göç rekor kırdı: Savaş ve iklim krizi 71 milyon insanı evini terk etmeye zorladı

İsviçre‘nin Cenevre merkezli İç Göç İzleme Merkezi (IDMC), Ukrayna‘daki savaş gibi çatışmalar ve Pakistan‘daki muson selleri gibi iklim felaketleri nedeniyle ülkelerinde evlerini terk etmek zorunda kalan kişi sayısının geçen yıl dünya genelinde 71,1 milyona ulaştığını açıkladı.

Bu rakamın 2021’den bu yana yüzde 20’lik bir artışa işaret ettiğini belirten izleme merkezi, dünyada yerinden edilen insanların yaklaşık dörtte üçünün Suriye, Afganistan, Demokratik Kongo Cumhuriyeti (DRC), Ukrayna ve Sudan‘ın da aralarında bulunduğu 10 ülkede yaşadığını söyledi.

IDMC’ye göre sadece Ukrayna’da savaş nedeniyle geçen yıl yaklaşık 17 milyon kişi evlerini bırakıp başka bölgelere taşınmak zorunda kaldı.

Dünya çapında ise bu sayının 28,3 milyon kişiye ulaştığını vurgulayan örgüt, rakamın son on yıldaki yıllık ortalamanın “üç kat üzerinde” olduğu duyuruldu.

iklim
Fotoğraf: Martin San Diego / UNOCHA
‣ İklim göçleri alarm veriyor
‣ İklim krizi: 2070’te her üç kişiden biri iklim göçmeni olabilir

‘32,6 milyon iklim göçmeni’

euronews Türkçe‘nin aktardığına göre, IDMC’yi 1998 yılında kuran Norveç Mülteci Konseyi‘nin Genel Sekreteri Jan Egeland, “Ukrayna’daki savaş, ülke içinde yerinden edilenleri en çok etkileyen küresel gıda güvenliği krizini de körükledi. Bu fırtına, küresel açlık ve yetersiz beslenmenin azaltılması konusunda yıllardır kaydedilen ilerlemeyi baltaladı” dedi.

Sel, heyelan ve deprem gibi doğa felaketleri de iç göçlerde savaşlar kadar rol oynadı. Geçen yıl iklim kaynaklı olaylardan dolayı evlerinden göçmek zorunda kalan kişi sayısının 32,6 milyon kişiye ulaştığı aktarıldı.

“Çatışma ve afetler geçen yıl bir araya gelerek halihazırda var olan kırılganlıkları ve eşitsizlikleri arttırdı” diyen Egeland, bu durumun daha önce hiç görülmemiş ölçekte iç göçü tetiklediğini sözlerine ekledi.

STK’lardan ortak çağrı: Migros eziyete dur de

Türkiye’de çevre, ekoloji ve hayvan hakları alanında faaliyet gösteren 12 Sivil Toplum Kuruluşu (STK) ortak bir açıklama yaparak Migros’u eziyet dolu kafeslerde üretilen üç numaralı kafes yumurtalarını terk etmeye çağırdı.

Çiftlik Hayvanlarını Koruma Derneği çatısı altında yürütülen Kafessiz Türkiye kampanyasının başlattığı çağrıya destek veren STK’lar Migros’un kafes yumurtası satmaya son vermek üzere net bir hedef belirlemesi ve bu hedefi kamuoyuyla paylaşmasını talep etti.

Endüstriyel kafesleri terk etmenin artık dünyada yaygınlaşmış bir sürdürülebilirlik standardı haline geldiği belirtilen açıklamada, İsviçre’deki Migros’un 1996 yılından beri kafes yumurtası satmadığının altı çizildi.

“Migros’un kafes yumurtası satmayı ne zaman tamamen bırakacağına dair kamuoyuna net bir taahhüt vermesini bekliyoruz” diyen STK’ların açıklaması şöyle:

“Migros, endüstriyel hayvancılıktaki en can yakıcı sorunlardan biri olan kafes eziyetine ortak olmamalı. Migros’u çağdışı endüstriyel kafeslerden gelen yumurtaları terk etmeye çağırıyoruz. Tavuklar duyarlı ve bilinçli canlılardır. Çevrelerine karşı ilgili ve meraklılardır. Doğal ortamlarında günlerini dolaşarak ve keşfederek geçirirler. Anne tavuklar her anne gibi yavrularına empati duyar ve sevgi hissederler. Civcivleri daha yumurtanın içindeyken onlarla iletişim kurabilir.”

‘Hayvanlara en çok eziyet veren yöntem’

“Endüstriyel kafeslerde ise bir tavuk, 1- 1,5 senelik ömrünün tamamını hiç çıkmadan demir kafeslerde sıkışık bir şekilde geçirir. Kanatlarını dahi açacak yeri yoktur. Kalabalık, dar kafeslerde temel içgüdülerini gerçekleştiremez. Dolaşamaz, kanatlarını rahatça açamaz, zeminde oturamaz, güneş ışığını görmez. Toprağa erişimi olmadığından temizlenmek için metal tellere sürtünerek toprak banyosu yapmaya çalışır ve vücudunu yaralar.

Bilimsel araştırmalara göre, kafesler endüstriyel hayvancılık uygulamaları arasında hayvanlara en çok eziyet eden yetiştirme şeklidir. Kafeslerin ortadan kaldırılması, endüstriyel hayvancılıktaki tüm sorunları çözmese de, hayvanların çektiği acıları kayda değer miktarda azaltan ve kısa vadede asgari bir adımdır. Alternatif sistemlerde hayvanların en azından toprağa basma, yürüyebilme, daha fazla alana sahip olma, kanatlarını germe, tünek ve folluk kullanma gibi ihtiyaçlarını karşılayabilme olanakları olur.”

‘İsviçre mağazalarına 1996’dan beri satılmıyor ‘

“Endüstriyel kafesleri terk etmek, artık dünyada yaygınlaşmış bir sürdürülebilirlik standardı haline geldi. Türkiye’de 70’ten fazla marka kafes eziyetini terk etme taahhüdü verdi. İsviçre’deki Migros, 1996’dan beri kafes yumurtası satmıyor.

Binlerce duyarlı müşteri, Migros’a kafes eziyetini terk etmesi için talepte bulundu. Ancak Migros, kafes yumurtasını terk edeceğini hala açıklamadı. Migros’tan beklentimiz, kafes yumurtası satmaya son vermek üzere net bir hedef belirlemesi ve bu hedefi kamuoyuyla paylaşması.

Üç numaralı kafes yetiştiriciliği demek, aynı binada 100 bin tane hayvanın tıkış tıkış kafeslere kapatılması demek. Üç kodlu yumurta demek, sıkışıklıktan aklını yitiren tavukların birbirini gagalayıp öldürmesi demek. Pazarlama faaliyetlerinde ‘iyi tarım’ ifadelerini sık sık kullanan Migros, bu çağdışı eziyete karşı sessiz kalmamalı. Migros’un kafes yumurtası satmayı ne zaman tamamen bırakacağına dair kamuoyuna net bir taahhüt vermesini bekliyoruz.”

İmzacı STK’lar:

  1. Ata Tohum Takas Derneği
  2. ÇEKÜL Vakfı (Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı)
  3. Çiftlik Hayvanlarını Koruma Derneği
  4.  Doğa Derneği
  5. Doğal Yaşam Derneği
  6. Dönüşüm Derneği
  7. Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği
  8. Engelli ve Muhtaç Hayvanları Yaşatma ve Koruma Derneği
  9. Eskişehir Çevre Koruma ve Geliştirme Derneği
  10. HAÇİKO Eskişehir
  11. İklim Gönüllüleri Platformu
  12. Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği

Ne olmuştu?

Dünyanın birçok yerinde hayvan hakları savunucularının verdiği mücadeleler sonucunda kafes sistemleri yasalarla ortadan kalkıyor.

ABD’de 2016 yılında toplam yumurta pazarının yüzde 10’u kafessiz sistemlere aitken bu oran 2022 yılında yüzde 34’e çıkmış durumda. Yine ABD’deki birçok eyalet ve bazı Avrupa ülkeleri hali hazırda kafes sistemlerini yasakladı.

Türkiye’de de 2018 yılından itibaren yürütülen Kafessiz Türkiye kampanyası sayesinde 70’den fazla marka kafes yumurtası kullanmayacağını taahhüt etti.

Change.org ve Kafessiz Türkiye’nin internet sitesi üzerinden başlatılan imza kampanyasına şimdiye kadar 130 binden fazla imza verildi. Migros’un kafes yumurtası satmayı bırakması için bireysel imzacı olmak isteyenler kafessizturkiye.com/migrosdurde adresinden imza verebiliyor.

Avrupa Birliği, İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamaya hazırlanıyor

Sözleşme artık, uygulamayı reddeden Macaristan ve Slovakya gibi muhafazakar Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler için de geçerli olacak.

Avrupa Parlamentosu, özellikle LGBTİ+ haklarını gerekçe gösteren bazı muhafazakar hükümetlerin karşı çıktığı İstanbul Sözleşmesi’nin birlik genelinde uygulanmasını kabul etti.

Çarşamba günü yapılan oylamada AB ülkelerinin büyük çoğunluğu, İstanbul Sözleşmesi’nin, birlik genelinde uygulanmasına destek verdi. Parlamentodaki oylamada 464 milletvekili lehte, 81 milletvekili de aleyhte oy kullandı. Oylamada 45 üye de çekimser kaldı.

Avrupa Parlamentosu’nda büyük çoğunluğun oylarıyla kabul edilen sözleşmeye, üye ülkelerin büyük bölümü de destek veriyor. Parlamento kararı, sözleşmenin tüm AB üyesi ülkelerde hayata geçirilmesine olanak tanıyor.

BBC Türkçe‘nin aktardığına göre, parlamento kararı uyarınca bu düzenleme, İstanbul Sözleşmesi’nin tamamının henüz kabul etmemiş altı AB üyesi ülke de yürürlüğe girecek.

AB üyeleri Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Letonya, Litvanya ve Slovakya, İstanbul Sözleşmesi’ni yürürlüğe sokmadı. Macaristan ve Slovakya LGBTİ+ haklarına ilişkin düzenlemeler nedeniyle sözleşmeyi reddettiklerini açıkladı.

Avrupa Adalet Divanı, 6 Ekim 2021’de AB’nin tüm üye ülkelerin onayı olmadan İstanbul Sözleşmesi’ni hayata geçirebileceğine onay verdi.

İstanbul Sözleşmesi, sığınma ve adli işbirliği anlaşmaları gibi, AB’nin sorumlu olduğu tüm alanlar için geçerli olacak. AB tarafından kısa süre içerisinde tüm kurumlarda uygulanmaya başlanacak olan sözleşmenin Avrupa Parlamentosu’nda kabulü, büyük bir sembolik adım olarak değerlendiriliyor.

Tam adı “Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddeti yasal olarak tanımlayan ve bu tür şiddeti önlemek, mağdurları desteklemek ve failleri cezalandırmak için kapsamlı bir yasal ve politik önlemler çerçevesi oluşturan ilk uluslararası metin olma özelliğini taşıyor.

Fotoğraf: Ayşenur Önal / csgorselarsiv.org

Tutarlı çerçeve

Avrupa Komisyonu, kadına yönelik şiddetle mücadele için AB düzeyinde tutarlı bir çerçeve oluşturacağı, tüm kadınlar için önlemeyi iyileştireceği ve şiddet mağduru kadın ve çocuklara daha iyi koruma ve destek sağlayacağı gerekçesiyle sözleşmeye imza atmıştı. AB üyesi 21 ülke, 2022 yılında sözleşmenin uygulanmasına onay verirken, altı ülke bazı maddeleri gerekçe göstererek karşı çıkmıştı.

AB üyesi altı ülkenin yanı sıra, Ermenistan, Lihtenştayn, Moldova, Ukrayna ve İngiltere, sözleşmeyi imzalamasına rağmen henüz uygulamaya sokmadı.

Ne olmuştu?

Sözleşmeye ev sahipliği yapan ve ilk imzalılardan biri olan Türkiye, AKP hükümetinin kararı ile 20 Mart 2021 tarihinde İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. Sözleşmeye muhalefet eden kesimler, bunu “dış güçler tarafından Türkiye’nin aile yapısının altını oymak amacıyla dış güçler tarafından dayatıldığını” öne sürüyor.

Avrupa Konseyi tarafından önerilen sözleşme, 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzalandığı için bu isimle anılıyor.

İstanbul Sözleşmesi, toplumsal cinsiyet, cinsiyet dengesizliği ve güç ilişkilerindeki mevcut duruma dayalı şiddetin mağdurlarından “kadına” ayrıca dikkat çekmenin yanı sıra, çocukların korunmasını da içeriyor. Sözleşmedeki “kadın” tanımı sadece yetişkinleri değil 18 yaşından küçük kız çocuklarını da kapsıyor.