Ana Sayfa Blog Sayfa 4756

New York’ta işgal yürüyüşü başladı

0

Baharın gelmesiyle yeniden ve güçlenerek dönen “İşgal” (Occupy) hareketinin New York’ta düzenlediği büyük yürüyüş başladı. Yürüyüş internetten canlı olarak takip edilebiliyor. Barışçıl eylemde polis kuvvetlerinin gerçekleştirdiği tacizler nedeniyle gergin anlar yaşandığı, barışçıl eylemlerini sürdüren “işgalcilerin” tutuklandıkları bildiriliyor. Tutuklananlar arasında yerde sürüklenen 16 yaşında lise öğrencisi bir kadın da var. Tamamen yatay iletişimde olan işgalciler, birbirlerini kollayarak ve internet üzerinden iletişimlerini koruyarak yürüyorlar.

Bugünkü yürüyüşün özel bir amacı da var. Occupywallst.org adresinden yapılan duyuruda “Bugün New York Polis Departmanı’na karşı doğrudan harekete geçiyoruz. Bizlere saldırdılar, bizi gözetlediler, hiç bir sebep göstermeden “gözaltına alma” lafı altında bizleri sokaklardan kaçırdılar, rehin aldılar. Bizler, yani artık susmamaya karar vermiş olan %99, sesimizi duyurmaya karar verdik. New York Polis Departmanı eski müdürü Raymond Kelly, sana sesleniyoruz: Biz seni görevden almaya karar verdik. Bugün bize yönelteceğin her türlü şiddet, bu kararımızın ne kadar doğru olduğunu bir kez daha kanıtlayacaktır” dendi. Açıklamada emniyet müdürü Raymond Kelly için “eski müdür” denmesi dikkat çekiyor; başladığı tarihten itibaren kullandığı etkili iletişim diliyle ünlenen Occupy hareketi, “eski” sıfatını kullanarak halk olarak verdikleri kararın bağlayıcılığına dikkat çekiyor.

TSİ 21:00 itibariyle polisin Spring ve Mulberry caddelerini kapattığı bildiriliyor. Yürüyüş sırasında internetten yayın yapan işgalciler coplarını ellerinde tutan polislerin yanlarına giderek isim ve sicil numaralarını okuyor. Polislerin bu duruma herhangi bir tepki vermediği gözlemleniyor.

Yürüyüşcüler, “Biir, biz halkız; ikiii, biz beraberiz; üüç, biz işgalciyiz”, “S.kilmiş polis”, “Anti-kapitalist!” gibi sloganlar atıyor.

Müzikli, danslı, şenlikli olarak devam eden yürüyüş hareketin web sitesinden canlı olarak izlenebilir.

Bahar “İşgal”e yaradı

2011 sonbaharında New York şehrinin ünlü Wall Street Caddesi’nde başlayarak kısa sürede tüm dünyaya yayılan şenlikli ve sosyal adaletçi “İşgal” (Occupy) hareketi, baharın gelmesiyle birlikte tüm polis şiddetine ve engellemelere rağmen güçlenerek devam ediyor. Siyasi otorite ve polisin de uyguladığı şiddet artarak devam ediyor. Biz de “İşgal”den güncel videoları, fotoğrafları ve son durumu paylaşıyoruz.


Kasım’da kamp yaptıkları bölgeden kovulan Wall Street’i İsgal Et (Occupy Wall Street) hareketi şimdi bahar taarruzu çağrısı yapıyor. Geçtiğimiz hafta sonu onlarca gösterici, hareketin altıncı ayını kutlamak için bir araya geldikleri Zucotti Parkında gözaltına alınmıştı.

New York’ta başlayan ‘Wall Street’i İşgal Et’ gösterileri buradan tüm dünyaya yayıldı ve ekonomik adaletsizliğin sebeplerine dikkat çekmeye çalıştı. Yine de göstericiler hala ortak bir yol haritaları olmadığı ve somut çözümler sunmadıkları şeklinde eleştirilere maruz kalıyor.

İşgal hareketinden ne öğrendik ve bunun devamı gelir mi?

“Polis Zucotti parkını bir sebep göstermeksizin boşalttı ve gazetecilerin bölgeye girmesine izin vermedi. Değişen bir şey yok’’ jasoncherkis

Bu hafta sonu Zucotti parkına gelen göstericiler New York polisinin hızlı müdahalesi ile karsılaştı. Bu bağlantıdan Democracy Now (Demokrasi, Şimdi!) grubunun müdahale ile ilgili haberine ulaşabilirsiniz.

Bu video hareketin altıncı ayini kutlamak için Zucotti parkına gelen göstericilere polisin yaptığı müdahaleyi gösteriyor.

‘New York polisi az önce açıklama yaptı: Brookfield parkı temizlemek durumunda ve Liberty Plaza resmi olarak kapalı.’’

NY şehri polisinin kelepçelediği göstericilerden biri kriz geçiriyor.

Kış boyunca işgalciler küçük çaplı protestolara odaklandı, bunlardan bir tanesi evlere gelen hacizleri protesto etmek için Amerika Bankası’nın içine bir oturma odası kurmaktı.

Bu gösteri daha sonra polis tarafından dağıtıldı.

Başka bir Ulusal Eylem Günü de ‘Evlerimizi İşgal Edelim’ grubunu desteklemek içindi. Grup hacizler yüzünden evlerini kaybetme tehlikesi yasayan vatandaşlara destek oluyor.

İşgal hareketi son aylarda parasal sorunlarla karşılaştı. Bu da kendilerini destekleyen bazı ilerici zengin insanların harekete kaynak oluşturmak için çözümler aramasına neden oldu. ‘Hareketin Kaynağı Grubu’nun başında Ben ve Jerry’sin sahibi Ben Cohen var ve grup işgal hareketi için şimdiye kadar üç yüz bin dolar toplamış durumda.

Hareketin önde gelen isimlerinden bazıları, yazdıkları açık mektupla hareketten ayrıldıklarını duyurdu. Bunun başlıca sebebi hareketin içindeki bazı grupların diğerlerine baskın çıkmaya başlamasıydı. “Yüzde 99 adına konuşmaları için birkaç kişi seçmek, işgal hareketinin ruhuna aykırı….işgal hareketinin asla çiğnenemez dediğimiz çok az kuralı var ve bunlardan en önemlisi ‘bizim adımıza konuşma’ ilkesi’

İşgalciler 1 Mayıs’ta herkesi genel greve çağırıyor. Geleneksel anlamda isçilerin dayanışma günü olan 1 Mayıs, son yıllarda büyük çapta gösterilere sahne oldu.

Wall Street’I işgal hareketi, 1 Mayıs gösterilerine katılmak isteyen aktivistler için düzenli Cuma eğitimleri vermeye başladı.

Planlanan diğer bir protesto eylemi, NATO liderleri toplantısı ile ayni güne denk gelen G8 Chicago zirvesine karşıydı. Bu iki olayın toplamda on bin kişi tarafından protesto edilmesi bekleniyordu.

Fakat Beyaz Saray bir açıklama yapmaksızın, zirvenin yerini Camp David olarak değiştirdi.

Wall Street’I işgal et hareketi üzerine çekilmiş ortak yapım bir film; hareketin ilk aylarını belgeliyor.

99 Percent: The Occupy Wall Street Collaborative Film trailer from 99PercentFilm on Vimeo.

(Yeşil Gazete, AlJazeera)

Adalar’a akülü fayton neden olmaz?- Mehveş Evin

Adalar’a elektrikli fayton konulacak haberi çıktığından beri içim içimi yiyor. Baharla birlikte korkunç vapur kalabalığından mustarip olduğumuz yetmiyormuş gibi, bir de elektrikli faytonlarla dolaşan turistler mi çıkacak başımıza diye düşündükçe fenalık geçiriyorum.
Bir yıla yakın zamandır Adalar’ın birinde yarı zamanlı ikame ediyorum. Bu süre boyunca faytona binmedim. Zaten fayton, Adalıların zorunlu haller dışında pek kullanmadığı, ancak yazlıkçıların ve turistlerin başvurduğu bir taşıma aracı. Hem çok pahalı, hem de yürümek çok daha zevkli.
Fayton tartışması çıktığından beri Adalı arkadaşlarıma soruyorum… Doğrusu hiçbiri faytoncuların atlara yaptığı muameleden memnun değil. Faytoncuların büyük bölümü, yaz aylarında aşırı zorladıkları atları kışın aç biilaç sokaklara salıyor. Serbest gezen hayvanlar, çöplerden beslenmek zorunda kalıyor hatta plastik yedikleri için ölüyor!
Hayvanlara yapılan bu zulüm, istense engellenemez mi? İstense, ağır cezalar kesilerek atlara yapılan kötü muamele kontrol altına alınamaz mı? Anlaşılan, istenmiyor, uğraşılmıyor…

Vapur seferlerine bakın
Elektrikle fayton için öne sürülen bir başka gerekçe, çevre kirliliği. Atın dışkısından mı bahsediyorlar, burasını anlayamadım. Bunu bahane edenlere ancak gülünür… Hayvan dışkısına gelene kadar  insanın attığı çöplerle uğraşsınlar. Ama yok, kirlilik derken atların yaşadıkları yerin görüntüsüyse, bu da denetimle kontrol altına alınır.
Pek çok Adalıyı asıl endişelendiren mesele, Büyükşehir’e bağlı Ulaşım Koordinasyon Merkezi’nin (UKOME) konuya yaklaşma biçimi… UKOME, öncelikle sayısını azalttığı Bostancı seferini MaviMarmara’ya devrettiği ada vapurlarıyla uğraşsa ya! Bi gidip saysınlar bakalım, 220 can yeleği bulunan vapurlar, turist sezonunda kaç yolcu taşıyor? Ben söyleyeyim, en az 500!
UKOME, “kimse birden fazla faytona sahip olamayacak” derken kriterini atına, arabasına iyi bakan faytonlardan yana da kullanmıyor. Tek amaç var: “Mevcut fazla”ları kamulaştırmak. Kamulaştırmanın Türkçesi, tez zamanda özelleştirilecek demek! Ondan sonra al başına belayı.

Sokakta akü sesleri
UKOME, kendini şu cümleyle ele veriyor: “Evrensel standart”lara uygun olarak 40 tane akülü fayton hizmete sokulacakmış!
Evrensel standardınızı yesinler. Madem o kadar evrenselliğe meraklısınız, mevcut faytonların kullanımını, temizliğini, atların bakımını düzeltin. Bunun için gerekiyorsa Adalar Belediyesi’ne bütçe ayırın. Bugün Belçika’daki Bruges gibi, Polonya’daki Krakov gibi nice şehir, atlı arabalarıyla gayet evrensel standartlı hizmet veriyor!
Kaldı ki Adalar’a akülü faytonun girişi, başka akülü taşımacılığın da önünü açacak… O güzelim sokaklar at nalı değil, akü bızırtılarıyla titreyecek. Fayton taşımacılığını günün moda deyimiyle “sürdürülebilir” hale getirmek, adanın özelliğini ve güzelliğini ister istemez bozacak.
Sait Faik, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Reşat Nuri Güntekin, Ahmet Rasim gibi Adalı edebiyatçıları düşünüyorum da… Acaba akülü faytonların eşliğinde o eserleri üretebilirler miydi?
Son soru: “Barınak bulunamadığı için ortalıkta kalan atlar”ı, yerini akülü faytonla dolduracağınız 86 faytonu çeken ortalama 172 atı ne yapmayı planlıyorsunuz? Sucuk mu, salam mı?
Hah bakın işte gerçekten evrensel bir çözüm bu!

Mehveş Evin – Milliyet

 

Garip bir ülke olduk

Nasıl bu hale geldik, şaşırtıcı. Herşey çok hızlı değişiyor. Peşinden yetişemiyoruz. Ama bir şey hep aynı. Hükümet hangi konuda reform yapsa, o konu ilgililerinin canı yanıyor. Sağlıkta reform yapıyor, sağlıkçıların, tarımda reform yapıyor, çiftçilerin canı yanıyor. Kürt sorunu için de açılım dedi, hakları dedi, Kürtlerin canı yanıyor.  Dersim’den de özür dilendi 1938 olayları için. Şimdi onlar için de endişeliyim. Onlar için de bir suç örgütü oluşturulup seri tutuklamalar başlayabilir.

Hayat sürprizlerle dolu. Ama Türkiye’deyseniz sürprizlerinizin umut verici olma olasılığı oldukça az. Umut etmeden yaşamak ise bunaltıcı.

Birşeyler yanlış gidiyor.

Evet tabii ki sorun belli. Bu halk anlamıyor. Hep gidip AKP’ye oy veriyor. Bu kadar basit. Elbette bizde herhangi bir sorun olamaz. Sorun varsa bizden ötededir. Biz AKP’ye oy vermedik. Protestolar bile yaptık. Sokaklarda (İstiklal’de) bağırdık çağırdık, halk ise hala anlamıyor. Medya da onların ellerinde ve protestolardan bahsetmiyor. Biz daha ne yapabiliriz ki. Elden gelen budur. Slogan atarken stres de atmıştık nasıl olsa. Huzur içinde uyuyabiliriz. Maça gidip hakemin cinsel tercihi hakkında yorumda bulunup huzurla uyuyanlardan hallice.

Dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı, rahatlık, erinç.

Diyor TDK sözlüğü ‘huzur’ için. Huzur’u arıyoruz, edinmeye çalışıyoruz, gerekirse satın almak istiyoruz. En önemli ihtiyacımız. Tatmin duygusuyla tamamlanan birşey. Huzuru arıyoruz ve elbette hakediyoruz. Zaten hakkımız olanı istiyoruz. Elde etmek için çırpınmamız gerekmemeli. Tabii ki normal koşullarda geçerli bu durum. Ve tabii ki normal koşullarda değiliz. Kapitalizm ve/veya mülkiyetçilik hayatımızda çok belirleyici. Sosyal/duygusal ilişkilerimizde bile ağırlığı çok fazla. Dolayısı ile oldukça kirlenmiş durumdayız ve huzurumuz için olması gerekenden daha fazla bedel ödemeliyiz. Huzuru yanlış yerde aramıyoruz. Biliyoruz ki insanların biribirilerine hoşgörülü olduğu, farklı olanın zenginlik olarak algılandığı, paşlaşım ve dayanışmanın öncelendiği bir toplumda yaşamak istiyoruz. Çok temel ihtiyaçlarımız için uzun mesailerde çalışmamızın gerekmediği, kendimizi özgür hissedebildiğimiz, tercihlerimize göre yaşayabildiğimiz, doğanın bozulmadığı  koşulları arzuluyoruz. Biz bunları hakediyoruz. Belki sermaye sahiplerine göre çok şey istiyor olabiliriz ama halk biziz ve biz karar vermeliyiz.

Evet demiştik ki daha fazla bedel ödemeliyiz. Yanlış anlaşılmak istemem, kesinlikle az bedel ödediğimizi düşünmüyorum. Sadece sosyal ve ekonomik olarak hayatta kalmak için bile oldukça fazla bedel ödüyoruz, enerjimizin çoğunu tüketiyor. Vurgulamaya çalıştığım şey, toplumsal/bireysel dönüşüm konusuna daha çok odaklanma gereksinimidir.

Dönüşüm

Dönüşüm denildiğinde Kafka’yı yad etmemek elde değil. Konumuza dönelim, bilindiği üzere dönüşüm için hem genel toplumsal algıya yönelik çılışmalar yapılmalı, hem de bireysel algıya. Bizlerin ağırlıklı çalışması çoğunlukla genel toplumsal algıya yönelik dönüşüm üzerinedir. Bu da çok doğal, özgürlükçü ve ekolojik bakış açısı, içinde yaşadığımız toplumda oldukça yeni düşünceler. Özgürlükçü bakış açısının bir geleneği olduğunu biliyoruz elbette. Fakat benim belirtmek istediğim ideolojiden bağımsız olan uğraşılar. Çünkü işin içine ideoloji girince insanlar ürküyor ve iletişime kapanıyorlar. Tam da buradan hareketle artık bireysel diyalogları artırmanın önemini hatırlatmak isterim ve de ideolojiden/örgütten bağımsız yaklaşımın önemini. Bir hayal kuralım ve farzedelim ki, ‘insana zarar verilmemeli, doğaya zarar verilmemeli’ diyenlerin hızla çoğaldığı bir toplumsal dönüşüm başladı. Ne kadar huzur verici ve ne kadar umut  verici değil mi. Sadece bu temel argümanlarla bir insana yaklaşıldığında sonuç alma olasılığı, bence çok yüksek. İşte burada biz örgütlü insanların, örgütsel ideolojilerimizden bağımsız davranabilmesi çok önemli. İnsana ve doğaya zarar vermemeyi düstur edinen bir insanın hangi örgütsel yapı içinde olursa olsun bulunduğu yere ancak güzellik katacağını biliyoruz.

Müstehzi bir şekilde, ‘hayat bayram olsa, insanlar elele tutuşsa’ dediğinizi duyar gibiyim. Sağlık olsun. Ama bir düşünelim, bunun önündeki engel acaba bizim kişisel/örgütsel egolarımız mı?

 

 

 

Ali Uçarman

Kainatın tüm şenliğine önümüzdeki 9 gün Açık Radyo

Kainatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo şiarı ile 13 Kasım 1995 tarihinden beri önceleri 94.9 fm bandından İstanbul ve çevresine, internet yayının başlaması ile acikradyo.com.tr/ üzerinden yerküre üzerindeki her noktaya yayın yapan Açık Radyo’nun 9. Dinleyici Destek Şenliği günleri bugün başlıyor.

24 Mart ve 1 Nisan tarihleri arasında 9 gün 99 saat boyunca özel konuklar, konuk dinleyiciler, programcılar hem Açık Radyo’nun hayatlarına kattıkları hem de Açık Radyo’nun hayata kattıklarını kendi müzikleri eşliğinde paylaşacaklar.

9. radyo şenliğinde kimler yok ki. Akın Eldes, Ayşe Kadıoğlu, Ayşe Tütüncü, Barış İçin Müzik, Burhan Şeşen ve Gökhan Şeşen, Burak Güven ve Harun Tekin (Mor ve Ötesi), Buzuki Orhan Osman, Café Aman İstanbul, Cem Mansur, Ceylân Ertem, Fehmiye Çelik (Kardeş Türküler), Feryal Öney (Kardeş Türküler), Filiz Ali, Gevende, Geveze, Hale Soygazi, Haydar Ergülen, İlksen Başarır ve Mert Fırat, Kaan Sezyum, Kenan Işık, Lale Mansur, Marsis, Mircan Kaya, Sabahat Akkiraz, Selçuk Yöntem, Sumru Ağıryürüyen, Şahin Alpay ve Elvan Alpay, Şebnem İşigüzel, Ümit Ünal bu 9 günlük yayın sırasında Açık Radyo stüdyolarına konuk olacaklar.

Özel yayının günlük programını acikdestek.tumblr.com/ dan anbean öğrenmek mümkün.

İşte 24 Mart gününün programı

24 Mart Cumartesi

10.00 Açık Radyo dinleyicisi ve destekçisi Havva Hazer ve kızı Nurgül Hazer stüdyo konuğumuz.

11.00 Açık Radyo dinleyicisi ve destekçisi Zehra Gençosman, Ege Madra ve Oryan Madra stüdyoda Ömer Madra’nın konuğu.

13.00 Mimari ve inşaat ekibi stüdyomuzda.

Açık Radyo’nun taşınma hikâyesinde emeği geçen; Cem Sorguç, Tolga Yağlı, Özlem Yılmaz, Sertuğ Yanger, Yurdagül Baybekman, Mustafa Baybekman, Emre Güneş, Korhan Şişman, Pelin Özgen, Gülnur Şirin, Şeref Tokgöz, Kutay Yalçındağ ve Çağrı Yazgan stüdyo konuklarımız.

14.30 Yazar, Radikal gazetesi köşe yazarı ve radyo programcısı Kaan Sezyum (Sezgin) Açık Radyo’da.

16.00 Açık Radyo dinleyicisi ve destekçisi Ayşegül Akın ve Mehmet Asal stüdyo konuğumuz.

16.30 Açık Radyo dinleyicisi ve destekçisi Altuğ Güzeldere ve Güven Güzeldere stüdyo konuğumuz.

18.00 Açık Radyo programcıları (Bebek Kokusu) Deniz Mukan ve Ada Gökçin stüdyo konuğumuz.

19.00 Mazlum Çimen ve Saki Çimen

Balet ve müzisyen Mazlum Çimen ile müzisyen, piyanist, besteci oğlu Saki Çimen’den dede – baba Nesimi Çimen’in, “babaanne” Dilber Çimen’in anıldığı bir program.

 

Terziler ve Yusuf ağabey

Bütün suç Macit Koper’de hocam. Yani şahsen onda olmasa bile, Ömer Kavur’un yönetiminde muhteşem canlandırdığı Zebercet karakterinde. Ben de Anayurt Oteli filmini trt ekranlarında tıfıl bir delikanlı iken izleme talihsizliğine yakalanınca olan Yusuf ağabeye ve onun şu güne değin ıskaladığım kitaplarına oldu.

Anayurt Oteli filmini izlerken afaganlar mı basmadı, iyi saatte olsunlar mı çağırmadı, sanat sineması aslında bu kadar sanatsal olmasa mı iç sesleri mi yankılanmadı.

Bu bir ihtimal bizim sinema ile olan eksik teşvik-i mesaimizden kaynaklanan bir durum. Anayurt Oteli’ni çok festivaller görmüş şimdiki halimiz ile izlesek belki Asiye’nin yanında bizim Yusuf ağabeysiz geçen beyhude yıllarımız da kurtulur.

Terziler hocam, terziler. Ah o terziler yok  mu terziler! Terzilerin ne ilgisi var şimdi bu durumla diye sakın sormaya kalkma bana. Hem senin hem de diğer Yusuf ağabeyin eşsiz romanı “Aylak Adam”ı henüz keşfetmemişlerin bu keyfine mani olmak istemem.

Ah o terziler yok mu  o terziler. C’ye sordukları gibi arkadaşlarının, “Neden terziler?”.

Yusuf Atılgan genelde hep Oğuz ağabeyim (Atay) ile karşılaştırılır. Aylak Adam’ı okumaya henüz başlamış halimle bende yaptım ister istemez bu kıyası. Tutunamayanlar ile Aylak Adam’ı tarttım bir kefede. Aylak Adam’a doğru kaydı gönlüm. Tutunamamak en nihayetinde bir tutunma çabası hüsranının hikayesi. Ya senin gibiler hocam, ya benim gibiler. Tutunmak ile tutunabilmek ile hiç ilgisi, tek ilintisi bulunmayanlar. Bir dolu Bay C’ler, onların gönlündeki Bayan -artık- her kimseler. Hepsi bir yana da hocam, ah o terziler yok mu o terziler.

anavarza

 

 

Taksim’de şenlik

 

Taksim Meydanı ile ilgili planlanan düzenlemelere tepki her geçen gün büyüyor. Bilim insanlarının, meslek kuruluşlarının ve bölgede yaşayan insanların tüm karşı çıkmalarına rağmen müzakere süreçleri dışlanarak planlanan Taksim Meydanı yayalaştırma projesi değişik protesto gösterilerine sahne oluyor.

 

2 Şubatta Gezi Parkında kesilmek üzere işaretlenen ağaçlar çok sayıda İstanbullu aydın, sanatçı ve bilim insanı tarafından sahiplenilmişti. Geçtiğimiz hafta sonu da çok sayıda STK ve siyasi parti tarafından oluşturulan Taksim Dayanışması grubu İstiklal caddesinde bir yürüyüş yaparak Taksim Hepimizin diye haykırmıştı.

 

Taksim Meydanını yayalaştırma adıyla Meydanı insansızlaştıracak ve daha kötüsü Taksim’i bir otoyol kavşağına dönüştürecek olan projeyi bir grup üniversite öğrencisi de kendi yöntemleri ile protesto ediyorlar. Son derece yaratıcı yöntemler kullanılarak şenlikli bir havada geçen buluşmaların bu pazar günü üçüncüsü yapılacak. Artık gerçekten gelenekselleştiklerini ifade eden etkinliğin düzenleyicileri arasında içinde ITÜ ve Yıldız Teknik Üniversitesi mimarlık öğrencilerinin bulunduğu Kayıtdışı grubu ve Herkes İçin Mimarlık girişimi var.

 

Taksim Meydanının ortasında bir nefes alma, dinlenme, düşüncelere dalma, yüzünü güneşe verme, okuma, çay içme, rahatsız edilmeden iki adim atma, piknik yapma ve toplu mesire yeri olduğunu belirten grup üyeleri herkesi bu Pazar günü Gezi Parkına bekliyorlar.  Grup çağrısında “ Herkesi bekleriz, sefertaslarınızı, iplerinizi, toplarınızı, varsa mesela flütlerinizi de kapıp gelin, hep bir arada olalım!” diyorlar.

 

Bu pazarki 3.Geleneksel Gezi Şenligi, 25 Mart, saat 13.00 ile 18.00 arası yine Gezide merdivenlerin arka tarafında ağaçların arasında yapılıyor.

Voleybol, yakantop, ip atlamaca, yüksek bacaklarla yürümece, ev yapımı limonlu ve kakaolu kekler, şarkı söyleyenler, iki ağaç arasina gerilen ip üstünde yürüyenlerin yanı sıra bazı gönüllü, kısa kısa gösteriler de var,

– SWING ISTANBUL dans grubu,

– 15 gençten oluşan ve Brahms, Purcell, Cenan Akın’dan parçalar söyleyecek olan KORO,

– BIZ AYRILAMAYIZ, isimli bir dans gösterisi: Bahar Sarah (dans, performans), Gürsoy Tanc (gitar), Müslüm Döner ve Onur Seçki (perkusyonlar), Seb El Zin ve Nesrin Tanc (çeşitli enstrümanlar)

– RITIMHANE ve

– FIYAKALI ISIM BULAMADIK isimli müzik grupları

Gösterilerin hepsi gönüllü katılımla ve düz ayak, ağaçlar arasında gerçekleşecek, senlikler bundan sonra da pazarları sürecek.*

 

Şenlik için etkinlik önerisi olanlar [email protected] ‘a mail atabilirler.

1. Şenlik: http://www.facebook.com/events/285227561546106/
2. Şenlik: http://www.facebook.com/events/402210069796317/

Fotograflar: http://www.facebook.com/media/set/?set=a.249171641838103.60463.194917880596813&type=3

1. Şenlik’ten BIZ: http://vimeo.com/38024703

 

 

Yeşil Gazete

 

[Yeşil Sahaf] Sahaflardan üç kitap

0

Yeşiller: Dünyada Yeşil Partilerinin Gelişimi ve Türkiye’deki Yeşiller Partisi

Celal Ertuğ, Bilge Contepe ve Aydın Ayas’la süregelip noktalanan yeşil serüvenin başlangıcından itibaren ele alındığı bu kitapta, Yeşiller Partisinin her yönüyle incelenmesine çalışılmıştır. Bu eser, dünyada 68 ruhu ile serpilip gelişen Yeşil hareketinin partileşme boyutuna girişine de yer vererek, Türk Yeşiller Partisinin özgün konumunu irdelemi amaçlamıştır. Bu kitap Yeşillerin savaşının öyküsünü anlatıyor. Ancak diğerlerinin tersine doğaya karşı değil, doğa için savaşın öyküsü bu.

Yeşiller Dünyada Yeşil Partilerinin Gelişimi ve Türkiye’deki Yeşiller Partisi
Der Yayınları
Melda Cinmen Şimşek
1993

Çevresizsiniz

Çevresizsiniz, Deniz Gürsel’in daha önce yayınlanmış çevre konusundaki yazılarını bir araya getiren bir “ilk kitap”ın bütün güzel ve zayıf taraflarını ünyesinde taşıyor: Aktüel (gündelik hayatın içinde), o yüzden bazı bölümleri hafifçe sislenmiş; gerçek bir sorumluluk duygusundan kaynaklanan; içten, o yüzden de “galiba bu konuda artık eskisi gibi düşünmüyorum” diyebilen bir “ilk kitap”. Çevresizsiniz”in en önemli meziyeti, ezbere konuşmaması. Burada doğrudan doğruya yaşadığımız hayatın niceliği ve niteliği üzerinde bir şeyler söylemesi, “aramızdan” konuşuyor olması. Kitap, Gürsel’in çeşitli zamanlarda çevre, teknoloji, modern hayat tarzı gibi konularda yazdığı düşünce uyarıcı yazılardan oluşuyor.

Çevresizsiniz
İnsan Yayınları
Deniz Gürsel
1989

Ekopolitika

“YURTTA DOĞAL DENGE” DÜNYADA “DOĞAL DENGE” Bugün artık yalnız “barış” yetmiyor. Çünkü doğa barış içinde de tahrip edilebiliyor. Nüfus, barış içinde artıyor-hem de çok hızlı bir biçimde Ormanlar, barış içinde yok olabiliyor. Sular, barış içinde zehirlenip kullanılmaz hale geliyor. Kentlerimiz barış içinde büyüyor, devleşiyor. Barış içinde de, altyapı sorunlarına çözüm bulunamayabiliyor. Kentsel atıklar giderek çevre sağlığını tehdit diyorlar. Sanayi ve enerji sektörleri barış içinde de çevreyi kirletiyor, dağayı, tahrip ediyorlar… İşte bunun için, 21’inci yüzyıla yaklaşırken, çağdaş ve gerçekçi devlet adamı Atatürk’ün sözünü bilinçli olarak değiştiriyoruz: “Yurtta ve Dünyada Doğal Denge”
Ekopolitika
Mehmet Arif Demirer
Anahhtar Kitaplar Yayınevi
1992

Soykırıma Uğrayan Bir Halk – AZTEKLER

Bir yolculuk sırasında molada karşılaştım bu kitapla. Hem ciddi bir indirime girmişti, hem de çok ilgilendiğim o kadim kültürlerde hayatı anlatıyordu. Aldım ve başladıktan kısa süre sonra, pek okuyasım olmadığından bir türlü bitmeyen elimdeki birkaç kitabın önüne geçti hemen.

Aslında bazı yerlerde alıntı fazlalığının metinle bütünleştirilememiş olduğunu hissettiren kopukluklar yok değil. Tekrarlar sıkça görülüyor. Belki bunlar bir gözden geçirilip hamur daha iyi yoğrulsa iyi olacak gibi..

Ancak temelinde iyi ve güzel bir kitap. Çok güzel bilgileri, ara ara hikayelerini katıştırarak veriyor. Çikolatanın Aztekler tarafından bulunduğunu ve Türkçe’ sinin “acı su” anlamına geldiğini öğrendim (aslında çikolatanın tarihini anlatan çeşitli dergi yazılarında da bu bilgi vardı sanırım)

Mesleğim itibarı ile tarımsal üretimdeki inanılmaz becerilerini, detay tekniklerini öğrenme fırsatı buldum. Tarımda “Chinampa” adı verilen yüzen tarlalar ile inanılmaz üretimler yapmışlar. Öyle başarılı olmuşlar ki yerleştikleri bataklığı, 1500’ lerde yaklaşık 150.000 kişinin yaşadığı bir kent haline getirmişler. O dönemin Avrupa’ sında 300.000 kişilik nüfusları ile sadece Paris, Venedik ve Konstantinapolis Aztek başkenti Tenochtitlan’ dan büyükmüş. Bu tarım yöntemini bir belgeselde kısa bir süreliğine görmüştüm ve o günden beri merak ediyordum. Meksika’ da bir yerli üretici uyguluyordu. Konuyu araştırmaya devam edeceğim.

Bir de Spriluna üretimi var. Bunu da Aztekler bulmuş. Dünyanın en iyi besini olan bu tek hücreli algi (bugün kurutulmuş olarak hap şeklinde vitamin diye satılıyor), Aztek’ li balıkçı ve çiftçiler üretir ve pazarlarda satarlarmış. Bundan çeşitli ekmekler, kurabiyeler ve yemekler yapılırmış.

Tarımın yanı sıra mimari, astronomi, şehircilik vb. gibi birçok alanda çok önemli işler yapmış 200 yıllık varlığı süresince Aztek İmparatorluğu.

Dediğim gibi tekrarlar sebebi ile okuma zevkini biraz zedelese de oldukça iyi bir kitap.

 

 

Hakan Ozan Erzincanlı

 

 

Madde madde “yeni” Kürt stratejisi – Ruşen Çakır

Dün iki gazetede birden (Milliyet ve Taraf) devletin Kürt ve PKK sorunları konusundaki yeni stratejisi hakkında hemen hemen birbirinin aynısı iki haber çıktı. Bunlardan Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila’nın kaleme aldığı yazıdan hareketle bu yeni stratejiyi tartışmak istiyorum. Bila bu stratejinin “temel taşlarını ve öngördüğü yol haritasını” 10 maddede özetlemiş. Biz de madde madde gidelim:

1- Kürt sorununun çözümünde sivil siyaset kanalı dışında hiçbir kanala itibar edilmeyecek, kullanılmayacak: Burada “sivil siyaset kanalı esas alınacak” gibi esnek bir cümle yerine diğer hiçbir kanala itibar edilmeyeceğinin söylenmesi dikkat çekici. Aslında bu yeni bir söylem değil, geçmişteki birçok hükümet ısrarla bu çizgiyi savunmuştu. AKP tam da bu noktada, başka kanallara da itibar etmiş olduğu için bir fark yaratma imkanı yakalamıştı. Demek bu fark arayışından vazgeçiliyor. Dolayısıyla “yeni” bir yaklaşım değil, “eski”ye dönüş söz konusu.

2- İmralı’da Öcalan, Kandil’de veya Avrupa’da PKK muhatap alınmayacak, devre dışı bırakılacak: Bu maddeyi AKP açısından bir tür özeleştiri gibi okuyabiliriz. Çünkü daha önceki hükümetler döneminde kısmen başvurulan bu kanallar AKP tarafından sistemli olarak kullanılmış ve buralara ciddi yatırımlar yapılmıştı. Son MİT krizinde Başbakan’ın aldığı tutum, tekrar bu tür müzakerelere dönülebileceğinin işareti olarak görülmüştü ancak anlaşılan öyle olmayacak.

3- Güneydoğu’da ve diğer bölgelerde yaşayan Kürt vatandaşlar, PKK ve KCK’nın baskısından kurtarılacak: Yine eski dönemlerden kalma bir söylem, yeni olan tek şey PKK’nın yanına KCK eklenmesi. Bu maddenin ne zamandır hayata geçirilmek istendiğini amansızca süren KCK operasyonlarıyla görmüştük, ama son olaylar örgüt ile halk arasındaki bağı kopartmanın hiç de kolay olmadığını, hatta kopartmak için atılan adımların bu bağları daha da kuvvetlendirebildiğini gösterdi.

4- Bu amaçla doğrudan halk muhatap alınacak ve sivil siyaset kanalıyla çözüm aranacak: BDP’nin dışlandığı bir ortamda “sivil siyaset”ten kastedilenin sadece AKP olduğu aşikâr. Ama Güneydoğu’dan milletvekili olarak düşük profilli isimleri tercih eden iktidar partisinin, seçim sonrasında uygulamaya konan baskı politikaları nedeniyle Kürtler’e seslenme şansının azaldığını söyleyebiliriz.

5- Çözüm yeri olarak parlamento dışında hiçbir zemin kabul edilmeyecek; ipleri İmralı ve Kandil’in elinde olmayan, demokratik yollarla seçilerek Meclis’e gelmiş, siyasi inisiyatif kullanabilecek parti veya partilerle muhatap olunacak: Dönüp dolaşıp “PKK’ya alternatif yasal bir Kürt siyasi hareketi” yaratma arzusuna geliyoruz. En son Kemal Burkay’ın ülkeye dönüşüyle yeniden gündeme gelen bu arayışın ömrü birkaç gün bile olamadı. BDP’nin İmralı ve Kandil’e meydan okuması söz konusu olmayacağına göre sonuçta AKP tek başına Kürt sorununu çözmeye çalışacağa benziyor.

6- PKK, silahlı eylemlere devam ettiği sürece silahlı mücadele devam edecek: Bu konuda söylenecek fazla bir şey yok. Hiçbir devlet, kendisine silahla kafa tutan bir güce karşı sessiz kalamaz.

7- PKK ile bir daha görüşülecekse bu ancak silah bırakması için olacak: Stratejinin en kilit maddesi bu. Seçim sonrası PKK ve KCK’ya yönelik operasyonlar, Öcalan’ın tecriti vb. hep PKK’yı pes ettirmenin araçları olarak görüldü. Bu noktada başta Barzani olmak üzere Irak Kürtlerine epey misyon yüklenmiş olduğunu da duyuyoruz. Ama şu ana kadar yaşananlar PKK’nın silah bırakmaya hiç niyeti olmadığını gösteriyor.

8- PKK silahlarını Türkiye’ye teslim ettiğinde, yargısal sorumluluğu olmayanlarla ilgili nasıl bir prosedür uygulanacağı belirlenecek: PKK’nın silah bırakması halinde en büyük tartışma lider kadronun geleceği etrafında yaşanacağı için bu maddenin fazla anlamlı olduğu söylenemez.

9- Yeni anayasada Kürt kimliği veya özerklik düzenlemesi olmayacak. Yeni anayasa, insan haklarını ve vatandaşların kanun önünde eşitliğini esas alacak: Daha yolun başında anayasa konusunda böylesi kırmızı çizgiler çekmenin hiç de akıl kârı olduğu söylenemez. Kaldı ki mevcut anayasa da insan hakları ve vatandaşların kanun önünde eşitliğini temel alma iddiasında.

10- Yerel yönetimler güçlendirilecek, uluslararası hukuka dayalı ilkeler esas alınacak: Bir önceki maddenin ardından, yerel yönetimlerin güçlendirileceği vaadi hiç inandırıcı kaçmıyor. Sonuçta mevcut devlet aklına baktığımızda, yeni anayasanın Kürt sorununun çözüme fazla bir katkı sağlaması mümkün gözükmüyor.

Bütün bu 10 maddeyi toplu olarak değerlendirmek gerekirse, bu stratejiyi “yeni” olarak tanımlamak ve bundan kalıcı bir çözüm ummak pek mümkün gözükmüyor.

 

Ruşen Çakır – Vatan