Silahların susmasından kimler endişe ediyor?-Kemal Burkay

Silahların susması ve PKK’nın silah bırakması hangi çevreleri tedirgin eder? Bunu anlamak zor değil. Gazetelerin köşe yazarlarını okumak bile bu konuda yeterince fikir veriyor.

Ben okurlara yalnızca sevdikleri, görüşlerini kendilerine yakın buldukları yazarları değil, ötekilerini de salık veririm. Hani çoğu zaman dönüp bakmadıklarımız… Şoven, Ergenekoncu muhibbi, darbeci dostu, Kürt düşmanı bildiklerimiz… Yazılarını sitelerimizde okurlara sunmadığımız… Zaman zaman, örneğin şu dönemde onların yazdıklarına da bakmakta yarar var.

Öcalan’la görüşülmesine, ortamın yumuşamasına, PKK’nın elindeki tutsakların bırakılmasına, PKK’nın silah bırakmasına yönelik sürecin şimdilik ciddi bir engele takılmadan ilerlemesine nasıl da ateş püskürüyorlar. Barışa açıkça karşı çıkamıyorlar, “Hayır ben savaşın devamını istiyor, kan dökülmesinden zevk alıyor, yarar görüyorum” diyemiyorlar tabi. Ama söyledikleri aynı kapıya varıyor. Silahların susması gereğinden, kanın durmasından söz edenleri alaya alıyorlar. Bu görüşmeleri başlatan hükümeti, daha önceki benzer girişimlerde ve adımlarda olduğu gibi ihanetle suçluyorlar. Üstelik bu kez, yalnızca hükümeti değil, söz konusu sürece engel çıkarmayan, uyum sağlamış görünen BDP’yi de suçluyorlar. Oysa daha kısa süre öncesine kadar bunlar BDP ile aynı cephede görünüyorlardı. Darbecilerin işi kırık gittiğinden bu yana PKK’nın ve KCK’nın eylemlerine umut bağlamışlardı…

Onlara göre AKP hükümeti ve “Kürtçüler, bölücüler” el ele vermiş… Türk milleti yok olmakla, vatan bölünmekle yüz yüze!

Evet, bu kesimin tutumu anlaşılırdır. Bu kesim geçmişten beri, tek tip toplum yaratma adına ülkedeki farklı renkleri yok sayan, yok etmek isteyen, Kürt halkının haklı taleplerini şiddetle ezmeye çalışan, asimilasyoncu kesimdir. Ama tüm zulümlerine, katliamlarına, soykırımlarına rağmen başarıya ulaşamadılar ve gelinen noktada toprağın altlarından kaydığını görüyorlar. Bu nedenle statükoyu korumak için canhıraş bir çaba içindeler. Ama bu aşamadan sonra değişimi durdurmalarına imkan olmadığını görüyor ve bu duruma ağıt yakıyorlar. Evet, bunların derdine derman yoktur.

Salt bu kesimin tutumuna bakarak bile, silahları susturmaya yönelik sürecin bu ülkenin, Kürt-Türk tüm insanlarımızın yararına olduğunu anlayabiliriz.

Öte yandan silahların susması konusunda ikircikli olan, hatta endişe duyan başka kesimler de var. Bunlar hem Kürtler, hem de kendilerini Kürt dostu sayan Türkler arasında var.

Kürt kesimindekiler “PKK silah bırakırsa ne olacak, Türk devleti ne verecek?” diye düşünenlerdir. Bunlar PKK’nın, BDP’nin tabanında da var, dışında da. Böyle düşünenler bu örgütün ortaya çıkış öyküsünü ve 35 yıllık serüvenini iyi bilmeyen, kavramayanlardır. Bunlar söz konusu savaşın ne getirip ne götürdüğünü bir türlü bilemediler. Silahları, hak talep etmek ve elde etmek için sigorta sanıyorlar.

PKK’nın geçmişine, kurulduğu günden bu yana izlediği politikalara ilişkin olarak çok şey söyledik, yazdık ve bunların tekrarı gerekmez. Şu kadarını söyleyelim ki PKK açısından bugün gelinen durum hiç de sürpriz değil. Bugün olup bitenlere şaşıranlara şunu sormak gerekir: Ne bekliyordunuz? Böyle olacağı daha başından belli değil miydi?

Bu bir yana, savaşın Kürtlere bedeli çok ağır oldu. Bu aşamadan sonra ise silah Kürt halkının haklı mücadelesinin önünde tümüyle engeldir. Silahlar bir an önce susmalı ki Kürt siyaseti normal kanallarına yönelsin.

“Devletin ne vereceğine” gelince… Bu kaygıyı duyanlar öncelikle şu altın kuralı hatırlamalı: Hak verilmez, alınır. Bunun yolu da ille silahlı eylem, hele hele, yanlış bir elde, yanlış bir yolda yürütülen silahlı mücadele değildir. Temel mücadele siyasaldır ve bunun için doğru bir program üzerinde el ele vermek, doğru yol ve yöntemler izlemek gerekir. Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye sınırları içinde nüfusu 25 milyona ulaşan Kürt halkı, sağlıklı bir siyasal mücadele ile bunu başaracak güçtedir.

PKK’nın silah bırakması konusunda endişe duyan bir kesim de Kürt dostu olduklarını söyleyen bir bölüm Türk solcularıdır. Bunlar da PKK-BDP kesiminin Öcalan’a uyup “demokratik özerklikten”, “anadilde eğitimden” bile vazgeçtiğini söylüyorlar.

Ne var ki, eğer bu kesimler hafızalarını yoklarlarsa, Öcalan’ın daha 1999’da, yani yakalanıp İmralı’ya konduğunda her şeyden vazgeçtiğini “demokratik cumhuriyet” talebi adına Türk devletinin ve kendisinin sağlığından başka bir şey istemediğini, partisinin de onun dediklerine bir bir uyduğunu hatırlayacaklardır. Sonradan ne olduysa, herhalde Kürtlere bir şey istiyormuş görünümü vermek ve onları oyalamak için “demokratik özerklik” diye literatürde bile olmayan, içi boş bir şey ileri sürdüler ve anadilde eğitimden söz eder oldular.

Bu sol çevreler ayrıca, PKK’nın 1999’da silahları tamamen susturduğunu, güçlerini sınır dışına çektiğini ve 4-5 yıl süreyle tek kurşun sıkmadığını hatırlamalı ve 2004 yılında, yani darbe girişimlerinin sahne aldığı bir aşamada, PKK’nın neden ve kimlerin itmesiyle yeniden savaş konumuna itildiği üzerinde de düşünmelidirler.

Ne var ki PKK-BDP kesimi gibi, PKK muhibbi söz konusu solcular da bunun üzerinde düşünmeye bir türlü yanaşmadılar. Çünkü onlar PKK’ya gönüllerindeki devrimci rolü verdiler. Kendileri kaybetmişti ve şu büyülü silahlı mücadele sonucu gelecek devrimin şövalyesi belki de PKK idi… “Kürt hareketi” onlar için son dayanak, son barınaktı.

Bu boş rüya da şimdi çöküyor ve bu nedenle sevgili solcularımız bir düş kırıklığı yaşıyorlar. Kraldan çok kralcılık yaparak PKK’ya akıl veriyor, “silahları ne karşılığında bırakacaksınız?” diyorlar.

Hayır hayır, kimsenin Kürtler adına endişelenmesine gerek yok. Silahlar sussun ve şiddet batağı sona ersin artık. Halk çocukları, her iki yanda da boş yere ölmesin, toplum acı çekmeye devam etmesin. Bu kirli savaş dursun.

Bizim haklarımız mı? Kürt halkı Öcalan ve PKK olmadan önce de haklarının bilincinde idi, hak ve özgürlüklerini elde etmek için mücadele ediyordu. O, PKK ve silahları olmasa da bu mücadeleyi sürdürür. Özgürlüğe ve demokrasiye ulaşmak isteyen tüm Kürt yurtseverlerine düşen de yanlış aktörlerden çözüm beklemeye artık son verip doğru bir kanalda örgütlü mücadelenin saflarına katılmak, elini taşın altına koymaktır.

Özgürlüğü hak etmek bilinç ve emek gerektirir.

Kemal Burkay-http://www.dengekurdistan.nu

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR