Ana Sayfa Blog Sayfa 4145

Adana Devlet Tiyatroları’nda sansür iddiası

CHP Milletvekili Hüseyin Aygün Twitter üzerinden Adana Devlet Tiyatroları‘nda Orhan Asena’nın Fadik Kız oyununun sansür edildiğini iddia etti.

Hüseyin Aygün’ün konuyla ilgili tweet’leri şöyle:

“Adana’da Devlet Tiyatroları, bugün oynayacağı Orhan Asena’nın Fadik Kız adlı oyunuyla sezonu açıyor. Fakat Devlet Tiyatroları genel müdür vekili tarafından oyun sansürlenip büyük ölçüde budanmış, mesela kadın ve erkek oyuncular birbirine dokunmasın, yaklaşmasın ve sarılmasın emri verilmiş, kadın oyuncuların kıyafetlerini ‘açık’ bulup tayt giydirmişler ve birçok kelime ‘müstehcen’ denerek metinlerden çıkarılmış.

Eeee Molla Hüseyin Çelik’in ‘açık’ diye kadın sunucuyu işten attığı ülkede Adana’daki tiyatro oyunu da böyle olur. Tayyip ve Mollaları ülkeyi hızla Katar ve Suudi Arabistan’a çevirme yolunda devam ediyorlar; anlaşılan Gezi’den hiçbir ders almamışlar!”

Adana Devlet Tiyatroları sezonu Orhan Asena'nın Fadik Kız oyunuyla açıyor

Adana Devlet Tiyatrosu’nda prömiyeri bugün yapılan Orhan Asena’nın “Fadik Kız” adlı oyununu Levent Ulukut yönetiyor. Tiyatronun internet sitesinde oyun şöyle tanıtılıyor:

“Usta yazar Orhan Asena tarafından 1968 yılında kaleme alınan oyun, bir kadının dramını, başta babası olmak üzere tüm erkekler tarafından bir mal gibi alınıp satılmasını ve çürümüş toplum değerlerinin cehaletle birleşip, bir kadını ve çocuklarının yitip gittiğini gözler önüne seriyor. Yıllar önce yazılmış olan bu oyun; günümüzde bizler için bir nostaljiden ibaret olması gerekirken ne yazık ki günümüz gerçekleri ve değişmeyen kadın dramları, bu konunun hala üzücü bir şekilde hayatımızda var olduğunu beynimize şimşek gibi çakıyor. Müziğin ve dansın birleşmesiyle bu dram siz seyircilerimizle buluşuyor.”

Fadik Kız’ın oyuncu kadrosu ise şöyle:

Fadik: Saliha Özkanlı
İpsiz Ali: Murat Özben
Güllü, Mürüvet: Sevinç Gediktaş
Gömleksiz Ali: N. Fırat Demirağ
Elif Nine: İ. Gözde Korbek
Veysel Dayı: Gökhan Doğan
Kontes Melahat: Burçin Börü
Hatice: Özlem Özkan Kaya
Şeref: Efe Ünsal
Lokman, Recep: Ozan Sargın
Şehnaz: Dilek Aslan
Sekreter: Gizem Gülüş
1.kadın: Hülya Yıldırım
2.kadın: Özlem Özel

(Yeşil Gazete)

[Özel Haber] Cizre’den Notlar 1. gün: Açılım buralara uğramamış

Arkadaşımı bıraktık. Şoför beni eve götürecek. Yolun ortasına iki tane yakılmış kamyon lastiği bırakılmış. Atılan gazlar henüz dağılmamış havadan. Arabanın camları sıkı sıkıya kapalı. Cizre’ye ilk defa yarım saat önce ayak basmışım. Ne nerdedir bilmiyorum, kalacağım ev nerede, hangi yoldan oraya varırız, malumatım yok. Yüzü maskeli bir genç görüyorum. Trafiği kapatmışlar. “Trafiği kapatıp uygulama yapmaya çalışıyorlar” diyor şoför. Bunun kimlik kontrolü olduğunu daha sonra öğreniyorum. Sıra bize gelmeden hemen önce bir boşluk bulup ordan gaza köklüyor. 7 Ekim 2013 Pazartesi, saat 19:45, Şırnak’ın Cizre ilçesindeyiz. Kafam karmakarışık. Hani demokratik açılım sonrası tüm silahlar susmuştu, hani artık ülkemizin her karış toprağını gönül rahatlığı ile dolaşabilecektik?

Adana’dan geldim Cizre’ye. Herkeste bir şaşkınlık, anlamaz yüz ifadeli bir telaş. “Cizre mi?” diye soruyorlar hayretle, “Niye Cizre’ye gidiyorsun ki?” peşin hükümlü sorusu da hemen ardına geliyor.

Arkadaşım 1,5 yıldır burada görev yapıyor. Görev süresinin bitmesine kısa bir süre kalmışken “fırsat bu fırsattır” dedim atladım geldim Cizre’ye. Yola çıkmadan tavsiyeler de aldım, İdil ve Midyat arasındaki Manastırı görmeden gelme dedi dayım, Mardin’e tam bir gün ayırmamı ise özellikle salık verdi. Diyarbakır’a mesafesi 2 saat imiş.

Tüm bu turistik planlar Cizre’ye geleli yarım saat bile olmadan neredeyse sona erdi. Burada yaşananları hiç bilmeyenlere Batı’dan! yeni gelmiş bir Doğu! cahili olarak gözlemlerimi aktarmak istedim ben de.

“Uygulama”dan 1,5 saat kadar sonra beni bıraktıkları yerden alıyorlar. “Uygulama” dedikleri kimlik kontrolünün yapıldığı kavşakta şimdi (benim gördüğüm) 5 tane akrep tipi zırhlı araç var. Kavşak ve çevresinde bu araçlar haricinde kimseler görünmüyor. Beni arkadaşın evine bırakıp hemen çıkıyorlar.

Gece pencereyi açıp Cizre’yi seyrediyorum. Cizre köprüsünün üst tarafında kaldığım ev. Hemen hemen tüm Cizre kuşbakışı görünebiliyor. Makineli tüfek sesleri, bomba seslerine karışıyor. Şehrin batısında bir bomba sesi duyup oraya bakmama kalmadan bu sefer doğusundan bir bomba sesi geliyor. İşin tuhafı sanki Cizre’de bu duruma şaşıran tek insan benim gibi bir durum var. Sokaklara çıkan, telaşa kapılan hiçkimse yok. Şehrin tüm evlerinde ışıklar yanıyor. Kulağıma televizyon, çatal bıçak sesleri geliyor. Cizre’de ikamet eden herkes bu duruma o kadar alışmış ki sanki ortada şaşılacak bir durum yokta ben halüsinasyon görüyorum diye geçiyor aklımdan.

Tüm bu sahneyi daha görmemişken İstanbul’dan kuzenim telefon ediyor. Laf arasında Cizre’de olduğumu söylediğimde dalga geçtiğimi sanıyor, “Orda ne işin var senin abi?” diye soruyor. Gördüklerimi aktardığımda çocukluk yıllarında babasının vazifesi dolayısı ile yaşadığı Hakkari’yi anımsıyor. Pek bir şey değişmemiş desene diyor telefonu kapatırken.

Arkadaşımın ev arkadaşı bu yaşananların medyada yer almamasından şikayet ediyor. Buna bende anlam veremiyorum. Hadi diyorum içimden, hükümete bağlı medya bir şekilde tahakküm altında, onların artık gazetecilik ile ilgisi yok ama alternatif medyada niye yok hiç haber, muhalefete yakın medyada niye yok. Bu sorular ile dolu bir şekilde giriyorum yatağa.

Bu sabah yaşananları yayın ekibimiz ile paylaştığımda yüksekovahaber’in geçtiği haberi benimle paylaşıyorlar. Bölgede yaşananları ilk elden paylaşan yüksekovahaber gerçekten de Cizre’deki tüm gelişmeleri DİHA (Dicle Haber Ajansı) kanalı ile aktarmış. Arkadaşımın ev arkadaşını gösteriyorum haberi, tamam ama Batı’da yaşayanlara gene de ulaşmıyor buradaki durum diyor.

9 Ekim 1998, Abdullah Öcalan’ın Suriye’den sürgün edildiği tarih. Bu sürgünün 15. yıldönümü dolayısı yapılıyor DİHA’nın haberine göre gösteriler. Bu akşamda en az dün olduğu kadar sert çatışmaların yaşanması bekleniyor. 9 Ekim Çarşamba günü ise şu anda akşam saatlerinde başlayıp gece yarılarına kadar süren çatışmaların gün boyu yaşanmasından endişe ediliyor.

Cizre’ye geldiğime pişman değilim elbette. Burada yaşayanların on yıllardır içinde olduğu ve artık “hayatın kendisi imiş gibi” kanıksadığı bu durumu Türkiye’de yaşayan herkes bence gelip yerinde görmeli.

Cizre’den Notlar’ı sizinle paylaşmaya elimden geldiğince devam edeceğim.

 

#anavarrza

Yazı ve Fotoğraflar: Alper Tolga Akkuş

(Yeşil Gazete)

AVM’den çık, sinemana sahip çık!

1.İstanbul Tasarım Bienali “Musibet” sergisinin açılışı için aynı isimle hazırladıkları video ve Herkes için Mimarlık ile birlikte kapanma tehlikesi yaşayan Beyoğlu Sineması için yaptıkları kısa filmle adlarını duyuran Sarraf Galeyan Mekanik bir kez daha herkesi AVM’den çıkıp sinemasına sahip çıkmaya çağırıyor.

Daha önce yaptıkları kısa filmden ilhamla bir poster çalışması hazırlayan ekip 14 semte yayılmış 22 bağımsız sinema işletmesini haritada bir araya getiriyor. Haritanın kriterlerini, büyük sinema/eğlence zincirlerinin halkası olmamak ve/veya AVM içinde yer almamak oluşturuyor.

Foto: AVM’den çık sinemana sahip çık_harita

Yapılan çalışma ile kapanan Emek, Alkazar, Rüya, Sinepop gibi işletmelerin ardından gişeye büyük yatırımlarla giremeyecek ulusal ve uluslararası filmlere vizyon imkanı tanıyan sinema mekanlarına dikkat çekmek ve sinema izleyicisine büyük zincirlerin tekelleştirdiği sinema ortamından başka alternatiflerin de var olduğunu hatırlatmak amaçlanıyor.

Sarraf Galeyan Mekanik’in internet sayfasında bulunan nota göre posterin hazırlığı sırasında tüm ilgili işletmelerden telefonla teyit alınmasına rağmen, grafik hazırlık sürecinde Kozyatağı Cinepol’ün de perdelerini kapattığı öğrenildi.

Sinematik deneyimi sokağa taşıyan alternatiflerin daha fazla kan kaybetmemesi için siz de AVM’den çıkın sinemanıza sahip çıkın.

Sarraf Galeyan Mekanik’in diğer işlerine ulaşmak için: sarrafgaleyanmekanik.com/

 

Haber: Gizem Hasırcıoğlu

(Yeşil Gazete)

 

 

İklim değişikliği kader değil – Pelin Cengiz

Geçen hafta Birleşmiş Milletler IPCC’nin (Intergovernmental Panel on Climate Change- Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) iklim bilimi üzerine çalışan biliminsanlarının son altı yıllık çalışmalarını ortaya koyduğu 5. Değerlendirme Raporu’nun bir bölümü yayımlandı. Bilimsel bir envanter niteliğindeki raporda, iklim değişikliğine dair yer alan çarpıcı rakamlara pazar günkü yazıda yer vermiştim. Şimdi, bu raporu nasıl “okumak” gerektiğinden ve hükümetlerin acil eylem planları oluşturmasının zorunluluğundan bahsetmek istiyorum.

Raporun önemi, IPCC’nin bilimsel verilere dayanarak, devletlerüstü politik bir kanaate önderlik etmesinden kaynaklanıyor. Raporun önümüze koyduğu en büyük gerçek, artık tartışma götürmez bir biçimde, küresel ısınmanın insana ait faaliyetlerden kaynaklandığı. Ve dolayısıyla iklim değişikliğinin dünyanın yaşamsal döngüsünün bir sonucu olarak ortaya çıktığı inkârcılığının sonu.

Rapordaki bulgular net: Sıcak hava dalgalarının hem sayısı hem şiddeti artacak. Buzulların erimesi devam edecek, bu da denizlerin seviyesini yükseltecek, okyanuslardaki asitlenme artacak. Ormanların azalmasıyla araziler giderek verimsizleşecek. Binlerce canlı hayatını kaybedecek. İklime bağlı olarak yaşanan afetlerin şiddeti artacak, iklim değişikliğine sebep olan insan faaliyetlerinden en az sorumlu olanlar, bu felaketlerden en fazla etkilenecek kesim olacak. Hızı giderek artan bir tempoda kıyamete yaklaşıyoruz.

Başta hükümetler olmak üzere sorumlu tüm taraflar iklim değişikliğiyle ilgili yükümlülüklerini ötelerken, yaklaşan kıyametin giderek kontrolden çıkma noktasına yaklaştığını, beraberinde insan türü de dâhil canlılar için ciddi yaşamsal sorunlarla birlikte gıda, barınma sorunları getirdiğini de bilmeliyiz. Seragazlarını bu şekilde salmaya devam ettikçe, bu gezegende yaşamanın giderek zorlaşacağının bilincinde olmalıyız.

Geçen yıl Katar’da gerçekleştirilen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 18. Taraflar Konferansı’nda (COP18) görüşmeler uzlaşmanın sağlanması için bir gün uzatılmıştı. Uzlaşma arayışı, yeni bir anlaşma için değil, 2012’nin sonunda süresi dolan ve uluslararası iklim değişikliği rejimini düzenleyen mevcut tek resmî mekanizma olan Kyoto Protokolü’nün geçerliliğinin 2020′ye kadar uzatılması içindi!

19. Taraflar Konferansı bu yıl Polonya’da. Uzmanlara göre, iklim değişikliğinin kısmen de olsa kontrol altına alınabilmesi için sıcaklık artışının iki derece ile sınırlandırılması gerekli. Uluslararası iklim müzakerelerinde iki derece şartı temel alınıyor ancak, IPCC raporunun bulguları 2100 yılına kadar sıcaklığın 4,8 derece artacağını gösteriyor.

Gezegenin daha fazla ısınmasının önüne geçebilmek için çok az vaktimiz var. Pazartesi günü “Türkiye’nin ustası, yeşilin hastası” Başbakan Erdoğan tarafından açıklanan demokratikleşme paketinde ekolojiye en ufak bir atıfın yapılmadığı, doğa tahribatının doruğa ulaştığı Türkiye gibi dünyadaki en duyarsız ülkeler, bu ısınmadan en fazla etkilenecek ülkeler. İklim değişikliği kader değil, seragazı emisyonlarının en büyük sebebi olan fosil yakıtlara dayalı enerji politikalarından vazgeçerek, yenilenebilir enerjileri tercih etmek, kaynakları doğru kullanmak, tüketimi azaltmak tek yol. Artık sorumlulukları ötelemeden, kaderciliği bir yana bırakarak, hükümetlerin uzlaşma sağlaması yönünde baskı yapma zamanı.

Pelin Cengiz – Taraf

Ormana gittiler, orman bulamadılar


Kuzey Ormanları Savunması üyelerinden Ali Yıldırım ve Alper Atmaca’nın doğanın talanına karşı 3. Köprüden 3.Havalimanına yaptığı 3 günlük yürüyüş dün Çekmeköy’de tamamlandı. 100 km.lik yürüyüş boyunca Yıldırım ve Atmaca çektikleri fotoğraflarla doğanın talanını kamuoyuyla paylaşmışlardı. Yürüyüşün sonunda basın açıklamasında Başbakan’a seslenen grup:

‘Ağaç isteyen ormana gitsin’ dedin. Biz ağaç istiyoruz, biz orman istiyoruz. Biz doğayla barışık yaşamak istiyoruz. Bunun için geldik buraya. Ama gördük ki ortada orman yok, katliam var, katliamdan kalan alanlar var. Başbakana soruyoruz şimdi nereye gidelim. Orman bizim hem doğal hem de kamusal alanımız.” dedi.

koprufotograflari.com/web sitesi de ormanların katlini belgeleyen uydu fotoğrafları yayınladılar:

Haber: Özgecan Kara

(Yeşil Gazete)

Beyaz gökkuşağı – Erdem Aksakal

Sosyal medyayı  takip edenler hatırlar, 26 Eylül günü Twitter’ı sıkı bir #beyazyakalı dalgası sardı. Beyaz yakalılar büyük kentleri bir süredir sarmıştı zaten.  Gezi direnişinde ilk kez sosyal olarak var olduklarını da gördük. Kendine has bir eğitim, sosyal yapı, yaşam ve hatta davranış biçimi taşıyan bu sınıfçığın uzun yıllardır ben de bir parçasıyım.  Twitter’ın karakter limitleriyle, beyaz yakanın hayat yapısını çarpınca sonu #beyazyakalı ile biten binlerce dörtlük ortaya çıktı o gün. Çok eğlenceliydi beyaz yakanın yaşamına neşeli dörtlüklerle sallamak.

Soğuklar bastırdı, unutuverdik yazı
Yakanın rengi mühim, mavisi beyazı
Bu Pazar ekinde sayfa sayfa yazı
Yazılacak hakkında  #beyazyakalı

Çok uluslu şirketler güçlendikçe dünyanın her yerinde birbirine benzeyen çalışan sınıflar yarattı. Sınıf teorileri, üreten sınıf üretim araçlarının sahibi olan sınıfın (patronlar, hissedarlar yani) doğal olarak karşısındadır der. Lakin beyaz yakalılar aldıkları eğitimin, kol gücüyle çalışanlara nazaran görece iyi gelir ve çalışma koşullarının da etkisiyle bir biçimde patronlara daha yakın hissetti. Büyük şehirlerde yaşayan, kapitalizmin ortak dili olan İngilizceyle kendi dilinin harmanı uyduruk bir dil konuşan, ekonomiyi elinde tutan sınıflara öykünen yaşam biçimine sahip beyaz yakalıları anlatmaya çalışacağım.

Öğrenci evinde rezistanslı soba
Kiraya zam geldi, para gönder baba
Diplomayı almaya bu kadar çaba
Gösterdikten sonra olurum #beyazyakalı

Beyaz yakalıların kaderi birbirine pek benziyor. Sınav stresiyle girilip zor ekonomik koşullarda üniversite okunuyor. Ülkede ekonomi malum, hep kritik. Özel şirketlerde çalışan, kendisinden yarım nesil ilerideki örnekleri gören gençler en iyi seçeneği bir şirkete girip çalışmakta buluyor.

Okul bitince burs kesildi para işi kesat
Mühendislik okudum, yan dal iktisat
Son şansım muhtemelen bu mülakat
Al beni işe müdür, olayım #beyazyakalı

Öğrenciyken ailesinden gelen, bursla ya da yarı zamanlı işlerle desteklenen gelir işe girince bir anda artıyor. Çoğu beyaz yakalı genç, ebeveynlerinin aldığı işçi ya da memur maaşını ilk günden geçiyor. Lacivert takım elbiseler, topuklu ayakkabılar, kravat, son model diz üstü bilgisayar, havalı bir şirket, üzerinde ismi yazan kartvizit, son model plaza mimarisi, ay sonu yatan düzenli maaş yeterince büyülü. Eh zaten daha iyi bir çare de yok. Akademik kariyer yapsa  yıllarca sürünecek, devlet memurluğu komple torpil, kadrolaşma. Kendi işini kuracak cesaret ve birikim de yok zaten. Atıyor adımını özel sektöre.

Finanstaki şu çocuk tanıdık gibi
Bizim müdür çok kafa, adamın dibi
Sıkı ciro yapıyor şirket sahibi
Bu gece de mesaide #beyazyakalı

Şirketler yeni mezun gençlerin enerjisinden fazla mesailerde, yaratıcılıklarından bitmeyen toplantılarda alabildiğine faydalanıyor. Gençler ise zaten kendilerini ifade etmeye pek alışık değiller. Özgünlüğünü ortaya koyanlar da kınama adlı toplumsal araçla bundan vazgeçiyor. Hızla bulundukları yeni ortamın renklerine bürünüyorlar, kendi renklerinden ve zamanlarından vazgeçmek pahasına.

Saati kurarsın altıkırkbeşe
Sabah toplantısında ne arar neşe
Plaza katında gün boyu güneşe
Yine hasret kaldın #beyazyakalı

Bir yandan kendisi gibi yeni mezunlarla vakit geçirip çalışma yaşamının üniversiteden çok da farklı olmadığına ikna olmaya çalışan beyaz yakalı, öte yandan iş hayatının ucundaki yemi fark ediyor. Daha başarılı olup yükseleyim, daha çok kazanayım. Uyum sağlamaya çabalarken kazandığı dostları, artık kariyer yarışında ekarte etmesi gereken rakiplere dönüşüyor. İş yaşantısının zorlu kurallarını hızla kabul eden beyaz yakalı, daha çok çalışıyor. Varını yoğunu, başarılı olup yükselme hedefine adıyor. Kendini beğendirme arzusuyla şirketteki yaşam tarzını daha çok benimsiyor. İş dünyası terimlerini diline doluyor, üç ay önce garipsediği plaza lisanını kullanmaya başlıyor. Ailesinin, iş dışındaki arkadaş çevresinin anlamakta zorlandığı bir kişiliğe bürünüyor.

Yarın sunum var üst yönetime
Hafta sonu otelde katıl eğitime
Üretimden satışa, iç denetime
Çapraz geçişlerle yüksel #beyazyakalı

Şirketler de çalışanların bu tempoya, kariyer beklentilerine, yoğun strese uzun süre dayanmasının zor olduğunu fark ediyor elbet. Şirket eğlenceleri, motivasyon eğitimleri, geleceğe dair umutlar ve hedefler koyarak çalışanlarını zihnen diri tutmaya çalışıyor. Artık tam bir beyaz yakalıya dönüşüyor yeni mezun. Çevresindeki arkadaşlarını sadece iş yaşantısında değil, özel hayatında da rakip olarak görüyor. Pahalı mağazalardan giyinip, özel restoranlarda yemek yiyor. Şık salonlarda spor yaparak sağlığına dikkat ediyor. Son model teknolojiyi kullanıyor. Yurtdışı tatiller yapıp, resimlerini facebook’ta hızla paylaşıyor. Kendisini olduğundan daha “business” gösteriyor. Bilinçaltından yayılan “Gördünüz işte ben tam da iş dünyasının insanıyım. Çok çalışıyorum ama keyif alıyorum. Kazandığım parayla mutlu bir hayat elde ettim.Daha yüksek mevkilere uygun bir yaşam sürüyorum. “ mesajını dışarıya megafonla bağırıyor. Dışı seni içi beni yakar derler. Çok kazanıyorum ve mutluyum mesajını ayakta tutmanın yolu indirimli fırsat sitelerinden, kredi kartıyla taksitli alışverişten geçiyor. Boyundan büyük görünmek için boyundan büyük harcıyor. O çok görünen maaşından daha çok harcamak zorunda kaldığı bir düzende buluyor kendini.  Artık beyaz yakalı, bembeyaz yakalıya dönüşüyor. Daha üst bir sınıfa aitmiş gibi görünmek genine işliyor. Restoranda garsonu, çağrı merkezinde telefon operatörünü, mağazada satış görevlisini azarlıyor, hiç tarzı olmadığı halde(!). Ne kadar özel bir beğeni ve stil sahibi olduğunu ispat etmek adına bir yarışa giriyor. Farklı olduğunu sanırken, kendi klişelerini yaratıyor.

Makarnaya vermişsin 23,5 lira
Maaşın yarısı kredi kartı, yarısı kira
Mojito çıktı çıkalı içmez artık bira
Ömrün geçti triple #beyazyakalı

Çok da sıra dışı bir öykü değil bu. Özel sektörün geliştiği 90’lar ve 2000’ler boyunca milyonlarca genç yaşadı bunu. Kimisi bulduğu ilk çıkış yolundan çıktı bu hayattan, beyaz yakalılığın tam tersine yöneldi. Küçük kasabalara yerleşti, esnaflığa yöneldi. Büyük çoğunluğu da kaldı. Kalanların içinden bazı istisnalar çıktı. Sendikalaşma, eylem grubu kurma gibi adımlar attılar. Yeterince ses getiremese de renk kattılar bu beyaz hayata. Ama beyaz yakalıların gürültüsü içinde kayboldu bu muhalif sesler. Ta ki, Gezi direnişine kadar. Yıllarca renklerini göstermeyip, içinde saklayan milyonlarca beyaz yakalının içinden gökkuşağı çıktı. Olduğu gibi görünmemekten bıkan beyaz yakalılar mesleki bilgileri, yaratıcılıkları, bitmeyen mesailerden idmanlı enerjileriyle 2013 yazında değiştiler ve değiştirdiler. Belli ki, kabından bir kere çıkan beyaz yakalı yeni renginden eskisi kadar kolay vazgeçmeyecek.

 

ERdem Aksakal – Evrensel

Bir dakikada Türkiye – 8 Ekim Salı

Bayram Oteli sahibine hapis

23 Ekim 2011 Van depreminin ardından gelen 6 Kasım 2011 depreminde kaybettiğimiz 40 kişinin 24’ü Bayram Oteli’nin yıkılması yüzünden aramızdan ayrılmıştı. Otele sağlam raporu veren yetkililer, Van Valiliği ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı yetkililerinin de soruşturulmasını talebine karşılık tek sanıkla devam eden dava sonucu otel sahibi Tevfik Bayram 11 yıl 3 ay 10 gün hapis cezası aldı.

Van Valisi kira yardımı sözü verdi

Radikal Gazetesi’nin haberine göre Van Valisi Aydın Nezih Doğan gazeteyi arayarak konteynır kentte kalan aileler için ‘‘Kiralık ev bulup çıksınlar. Mağduriyetleri bitene kadar kira yardımına devam edeceğiz. Sigortalı işe girdikleri güne kadar da mağdur statüleri sürecek. Bu kaç yıl devam ederse, o tarihe kadar kira yardımı da devam edecek.’’ dedi.

Paketin ilk adımları

Başbakan Erdoğan’ın indirdiği Demokratikleşme Paketi’nin içeriklerinden bir kısmı bugün uygulanmaya başlandı.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın “öğrenci andı” maddesini yürürlükten kaldırması yönünde yönetmelik Resmi Gazete’de yayınlandı. Böylelikle andımız resmen kaldırıldı.

Başbakan yardımcısı Bülent Arınç twitter hesabından Vakıflar Meclisi’nde Mor Gabriel Manastırı Vakfı’na ait 12 parselin vakfa iadesi yönünde olumlu karar alındığını duyurdu. Mardin’deki Süryani Kırklar Kadim Kilisesi Papazı Gabriel Akyüz karar hakkında “Bu olağanüstü karar, harika bir şey, bizleri çok sevindirdi” dedi.

Resmi Gazete’de yayınlanan düzenleme ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetine Dair Yönetmeliğin 5. maddesi a bendindeki “Elbise, pantolan etek temiz, düzgün, ütülü ve sade, ayakkabılar ve/veya çizmeler sade ve normal topuklu, boyalı, görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya toplanmış, tırnaklar normal kesilmiş olur” cümlesi kaldırılarak Kamu çalışanlarının başının açık olması zorunluluğu ortadan kaldırıldı.

Twitter Kuvvet

Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’nda bir zirve yapılarak Gezi Parkı olaylarından niye polisin haberdar olmadığı sorgulandı. Ortaya çıkan sonuç, eylemlerin arkadasında örgüt olmadığı için istihbaharat ağının çalışmadığıydı! Bir daha asla böyle bir şey olmaması için polisin de twitterı takip etmesi kararlaştırıldı. Bir diğer öneri ise 3G’nin kapatılmasıydı; ancak şimdilik özel “twitter kuvvet” ekipleriyle sosyal medyanın takip edilmesi kararlaştırıldı. Toplantıya savcılar temsilen katıldı.

Hükümetten yeni ‘hamle’: İklim değişikliğiyle ilgilenmiyoruz diyeceğiz de, dilimiz varmıyor!

Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayınlanan Başbakanlık genelgesiyle Türkiye’de devletin iklim değişikliğiyle ilgili en önemli kurulu olan İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu tarih oldu!

Genelgede ‘İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu’ ile ‘Hava Emisyonları Koordinasyon Kurulu’nun birleştirildiği ve ‘İklim Değişikliği ve Hava Yönetimi Koordinasyon Kurulu’nun oluşturulduğu kararı yer alıyor.

Genelgeye göre değişikliğin gerekçesi şöyle: “İklim değişikliği ile mücadele ve hava emisyonları yönetimi konularının birbiriyle ilişkili ve bütüncül olarak ele alınması gereken konular olması ve ulusal ölçekte ilgili kurum ve kuruluşların ortak olması nedeniyle anılan kurulların birleştirilerek “İklim Değişikliği ve Hava Yönetimi Koordinasyon Kurulu” (Kurul) adıyla yeniden yapılandırılması uygun görülmüştür.”

2001’de kurulan İDKK’nın hava emisyonları koordinasyon kuruluyla birleştirilmesi, hükümet politikalarında iklim değişikliğine verilen önemin giderek azaldığının ve iklim politikalarının sulandırılmasının bir belirtisi olarak kabul ediliyor.

Genelgeyle gelen bir yenilik de kurulun kamu kuruluşu dışındaki üyelerine MÜDİAD‘ın da eklenmesi.

Kurul, Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın Başkanlığında; Avrupa Birliği, Bilim, Sanayi ve Teknoloji, Dışişleri, Ekonomi, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Gıda, Tarım ve Hayvancılık, İçişleri, Kalkınma, Maliye, Milli Eğitim, Orman ve Su İşleri, Sağlık, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlıklarının Müsteşarları, Hazine Müsteşarı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı, Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Genel Sekreterlerinin katılımıyla oluşturuluyor.

Daha önce sermaye çevrelerini temsilen sadece TOBB ve TÜSİAD’ın bulunduğu kurula MÜSİAD temsilcisi de eklenmiş oldu.

Kurulda herhangi bir üniversite ya da sivil toplum kuruluşu temsilcisi yer almıyor.

Değişikliğin IPCC’nin 5. Değerlendirme Raporu’nun hemen ardından yapılması ayrıca anlamlı bulunuyor.

Bir süre önce Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın İklim Değişikliği Dairesi de şube düzeyine düşürülmüştü.

(Yeşil Gazete)

IPCC’nin gözlenen ve öngörülen iklim değişikliğine ilişkin yeni bulgu ve sonuçlarının değerlendirmesi

İklim bilimci Prof. Dr. Murat Türkeş tarafından Yeşil Gazete için kaleme alınan değerlendirme yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz.

***

Prof. Dr. Murat Türkeş

 

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 1. Çalışma Grubu’nun 12. ve IPCC’nin 36. Genel Kurul toplantıları, 23-26 Eylül 2013 tarihleri arasında Stockholm’de yapıldı. Hazırlıklarına 2009 yılında başlanan IPCC 1. Çalışma Grubu’nun 5. Değerlendirme Raporu’na katkısı niteliğindeki İklim Değişikliğinin Fiziksel Bilim Temeli Raporu’nun Politikacılar İçin Özet raporu, 23-26 Eylül 2013 tarihleri arasında Stockholm’de yapılan IPCC 1. Çalışma Grubu’nun 12. ve IPCC 36. Genel Kurul toplantıları sırasında gerçekleştirilen kısa ama çok yoğun tartışma ve çalışmalar sonunda 27 Eylül sabaha karşı saat 05: 00’de tamamlandı ve kabul edildi. Rapor, aynı gün, hem Stockholm’de hem de başta İstanbul olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde IPCC ile aynı saatte gerçekleştirilen basın toplantılarıyla dünyaya ve kamuoyuna duyuruldu.

Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen katıldığım toplantı süresince, Türkiye adına raporun çeşitli konularına ilişkin birçok kere söz alma, görüş, eleştiri ve önerilerimi sunma olanağını buldum. Bu kapsamda, IPCC’nin söz konusu toplantıları sırasında yaptığım konuşmalarda, hem doğrudan raporun fiziksel iklim sisteminde gözlenen ve gelecek için beklenen model kestirimleri ve iklim değişikliğinin fiziksel bilim temeli konularında bilimsel açıdan daha iyi olmasını sağlamaya, hem de yeni raporun politikacılara mesajının en doğrudan ve en anlaşılır biçimde yazılmasına çalıştım (1).

Bu makalede, IPCC 5. Değerlendirme Raporu’na (IPCC AR5) katkı çerçevesinde IPCC 1’nci Çalışma Grubu’nca hazırlanan, İklim Değişikliğinin Fiziksel Bilim Temeli Politikacılar İçin Özet raporunun ana mesajları (burada kalınlaştırarak gösterildi) ile 1. Çalışma Grubu raporunun ana bölümlerindeki öne çıkan önemli bulgu ve değerlendirmeler, kısa ve öz olarak aşağıdaki satırlarda özetlenmiştir.

1. İklim Sisteminde Gözlenen Değişiklikler

IPCC 1. Çalışma Grubu 5. Değerlendirme Raporu’na göre, küresel iklimdeki ısınma kesindir ve 1950li yıllardan beri iklimde gözlenen değişikliklerin çoğu on yıllardan bin yıllık bir zaman dönemine kadar daha önce hiç görülmemiş düzeydedir. Bu dönemde, atmosfer ve okyanuslar ısınmış, kar ve buz tutarları azalmış, ortalama deniz düzeyi yükselmiş ve sera gazlarının atmosferdeki birikimleri artmıştır.

1.1 Atmosfer

IPCC 1. Çalışma Grubu 5. Değerlendirme Raporu’na göre, geçen 30 yılın her 10 yılı, yeryüzünde 1850’den beri kaydedilen küresel sıcaklık verileri için hesaplanan tüm on yıllık dönemlerden ardışık bir biçimde daha sıcak olmuştur (2). Çözümlenen dolaylı eski iklim verileri, Kuzey Yarım Küre’de 1983 – 2012 döneminin olasılıkla son 1400 yılın en sıcak 30 yıllık dönemi olduğunu (orta güvenirlik) göstermektedir.

  • Küresel ortalama birleşik kara ve okyanus yüzey sıcaklığı verileri, birbirinden bağımsız olarak üretilmiş olan veri setleri kullanılarak, 1880 – 2012 döneminde 0.85 [0.65 – 1.06 °C güven aralığında] °C’lik bir doğrusal ısınma eğilimi göstermiştir.
  • Var olan en uzun tek veri setine dayanarak hesaplanan, 1850 – 1900 dönemi ve 2003 – 2012 dönemleri arasındaki toplam ısınma ise 0.78 [0.72 – 0.85] °C’dir.
  • Küresel ortalama yüzey (kara ve okyanus) sıcaklığı verileri, bölgesel eğilimlerin yeterli düzeyde hesaplanabildiği en uzun dönem olan 1901 – 2012 döneminde, 0.89 [0.69 – 1.08 °C güven aralığında] °C’lik doğrusal bir artış göstermiştir. Bu dönem boyunca hemen tüm Yerküre yüzeyi ısınmıştır.
  • Kıtasal ölçekte belirlenmiş olan dolaylı yüzey sıcaklığı verileri, yüksek güvenirlik düzeyinde, Ortaçağ İklim Anomalisi (ya da Sıcak Dönemi) dönemindeki (950 – 1250 yılları arasında) bazı dönemlerin bazı bölgelerde 20’nci yüzyılın sonundaki kadar sıcak olduğunu göstermiştir. Ancak bu bölgesel sıcak dönemler, alansal olarak 20’nci yüzyılın sonundaki ısınma (yüksek güvenirlik) kadar tutarlı değildi.
  • Birçok ekstrem (aşırı) hava ve iklim olaylarında 1950’den beri değişiklikler olduğu gözlenmiştir. Yüksek olasılıkla (% 90 – 100), küresel ölçekte soğuk gün ve gecelerin sayıları azalmış, sıcak gün ve gecelerin sayısı artmıştır.
  • Avrupa, Asya ve Avustralya’nın geniş bölgelerinde sıcak hava dalgalarının sıklığı olasılıkla (% 66 – 100) artmıştır.
  • Kuvvetli yağış olaylarının sayısının artış gösterdiği kara bölgeleri, kuvvetli yağışların azaldığı karalardan olasılıkla daha çoktur.
  • Kuvvetli yağış olaylarının sıklığı ya da şiddeti olasılıkla Kuzey Amerika ve Avrupa’da artmıştır.

1.2 Okyanuslar

IPCC 1. Çalışma Grubu 5. Değerlendirme Raporu’na göre, küresel okyanuslardaki ısınma iklim sisteminde biriken enerjideki artışı denetlemektedir. Bu kapsamda, 1971 – 2010 döneminde okyanuslarda biriken enerjinin % 90’dan fazlası (yüksek güvenirlik) küresel okyanus ısınmayla bağlantılıdır. Üst okyanus (0 – 700 m) 1971 – 2010 döneminde kesin olarak ısınmışken, 1870’ler ve 1971 arasında olasılıkla ısınmıştır.

  • Küresel ölçekte, okyanusların ısınması yüzeye yakın bölümde en büyüktür ve üst 75 m’lik katman 1971 – 2010 döneminde her 10 yılda 0.11 [0.09 – 0.13] °C ısınmıştır.
  • IPCC 4. Değerlendirme Raporu’ndan (IPCC AR4) sonra, üst okyanus sıcaklık kayıtlarındaki aletsel hata eğilimleri tanımlanmış ve azaltılmıştır. Bunun sonucunda yüzey sularındaki sıcaklık değişikliklerine ilişkin güvenirlik düzeyi de artmıştır.
  • Yüksek olasılıkla, buharlaşmanın egemen olduğu (buharlaşma yağıştan fazla) yüksek tuzluluk bölgeleri daha tuzlu olurken, yağışın egemen olduğu (yağış buharlaşmadan fazla) düşük tuzluluk bölgeleri 1950lerden beri daha tatlı (az tuzlu) olmuştur.
  • Okyanus tuzluluğunda gözlenen bu bölgesel eğilimler, okyanuslar üzerindeki buharlaşma ve yağışın değiştiğine ilişkin dolaylı kanıtlar sunmaktadır (orta güvenirlik).

1.3 Buzküre

IPCC 1. Çalışma Grubu 5. Değerlendirme Raporu’na göre, Grönland ve Antarktik buz kalkanları geçen 20 yıllık dönemde kütle kaybetmekte, buzullar (dağ vadi ve takke buzulları, vb.) neredeyse küresel ölçekte küçülmeyi sürdürmekte, Arktik deniz buzu ve Kuzey Yarımküre ilkbahar kar örtüsü alansal olarak azalmasını sürdürmektedir (yüksek güvenirlik).

1.4 Küresel deniz düzeyi

IPCC 1. Çalışma Grubu 5. Değerlendirme Raporu’na göre, 19’ncu yüzyıl ortasından beri gözlenmiş olan deniz düzeyi yükselmesi oranı (hızı), önceki iki bin yıllık dönemdeki ortalama yükselme oranından daha büyüktür (yüksek güvenirlik). Küresel ortalama deniz düzeyi 1901 – 2010 döneminde 19 cm (0.19 [0.17 – 0.21] m) yükselmiştir.

  • 1970’lerin başından beri, ısınmadan kaynaklanan buzulların kütle kaybı ve okyanusların termal genleşmesi, gözlenen küresel ortalama deniz düzeyi yükselmesinin yaklaşık % 75’ini açıklar, başka bir deyişle bu yükselmenin % 75’inden sorumludur.
  • Son buzularası dönemdeki (129,000 – 116,000 yıl önce) maksimum küresel ortalama deniz düzeyi, binlerce yıl boyunca, günümüzden en az 5 m daha yüksekti (çok yüksek güvenirlik) ve günümüzdeki düzeye göre 10 m’nin üzerine çıkmamıştı (yüksek güvenirlik).
  • Son buzularası dönem süresince, Grönland buz kalkanı yüksek olasılıkla daha yüksek küresel ortalama deniz düzeyine 1.4 – 4.3 m arasında değişen bir katkı yapmıştır.
  • Antarktik buz kalkanının ek katkısıysa, orta güvenirlik düzeyindedir.

2. Karbon ve Öteki Biyojeokimyasal Döngüler

IPCC 1. Çalışma Grubu 5. Değerlendirme Raporu’na göre, karbondioksit (CO2), metan (CH4) ve diazotmonoksit (N2O) gazlarının atmosferik birikimleri (konsantrasyonları), en az son 800,000 yıllık dönemde hiç olmadığı kadar yüksek bir düzeye ulaşmıştır. CO2 birikimleri, temel olarak fosil yakıt yanması ve ikincil olarak net arazi kullanımı değişikliğinden kaynaklanan salımlar nedeniyle, sanayi öncesi döneme göre % 40 oranında artmıştır. Okyanuslar atmosfere salınan insan kaynaklı karbonun yaklaşık % 30’unu emerek asitlenmiştir.

  • CO2, CH4 ve N2O gazlarının atmosferdeki birikimleri, insan etkinleri nedeniyle 1750 yılından beri artmıştır. Bu gazların 2011 birikimleri, sanayi öncesi düzeylerine göre sırasıyla % 40, % 150 ve % 20 oranında artarak, aynı sırayla 391 ppm (kısaca milyonda bir), 1803 ppb (milyarda bir) ve 324 ppb (milyarda bir) düzeylerine yükselmiştir.
  • Atmosferdeki CO2, CH4 ve N2O birikimleri, geçen 800,000 yıllık dönemde buz karotlarında kayıtlı en yüksek birikimleri önemli oranda aşmıştır.
  • Geçen yüzyıldaki ortalama artış oranları, çok yüksek güvenirlikle, son 22,000 yıllık dönemde daha önce hiç gerçekleşmemiş düzeydedir.
  • Okyanus asitliği pH düzeyindeki azalmayla ölçülür. Okyanus yüzey suyunun pH’ı, sanayi döneminin başlangıcından beri, hidrojen iyon konsantrasyonundaki % 26’lık bir artışa karşılık gelen bir oranda, 0.1 azalmıştır (yüksek güvenirlik).

3. İklim Değişikliğinin Yönlendiricileri (Yöneticileri)

IPCC 1. Çalışma Grubu 5. Değerlendirme Raporu’na göre, toplam ışınımsal zorlama pozitiftir ve iklim sisteminde ısı enerjisinin birikmesine yol açmaktadır. Toplam ışınımsal zorlamaya en büyük katkı, atmosferdeki CO2 birikimlerinde 1750’den beri gözlenen artış tarafından yapılmıştır.

  • Yerküre’nin enerji bütçesini değiştiren ya da bozan doğal ve antropojen maddeler ve süreçler, iklim değişikliğinin yönlendiricileridir.
  • Stratosferdeki volkanik kökenli aerosollerden kaynaklanan zorlama, volkanik püskürmelerden sonra da yıllarca iklim üzerinde büyük bir etkiye sahip olabilir
  • Toplam Güneş enerjisindeki değişikliklerden ve stratosferdeki volkanik aerosollerden kaynaklanan toplam doğal ışınımsal zorlama, son yüz yıl boyunca –büyük volkanik püskürmelerden sonraki kısa dönemler dışında– net ışınımsal zorlamaya ancak küçük bir katkı yapmıştır.

4. İklim Sisteminin Anlaşılması ve Güncel Değişiklikler

IPCC 1. Çalışma Grubu 5. Değerlendirme Raporu’na göre, iklim sistemi üzerindeki insan etkisi açıktır. Bu etki, atmosferdeki artmakta olan sera gazı birikimlerinden, pozitif ışınımsal zorlamadan, gözlenen ısınmadan ve iklim sisteminin anlaşılmasından bellidir.

4.1 İklim modellerinin değerlendirmesi

IPCC 1. Çalışma Grubu 5. Değerlendirme Raporu’na göre, iklim modelleri IPCC AR4’ten bugüne değin gelişmiştir. Modeller gözlenen anakarasal ölçekli yüzey sıcaklığı desenlerini ve onlarca yıllık zaman ölçeklerindeki eğilimleri, 20’nci yüzyılın ortalarından beri gözlenmiş olan daha hızlı ısınma eğilimini ve büyük volkanik püskürmelerden hemen sonra ortaya çıkan soğumayı yeniden üretmektedir.

  • Uzun süreli iklim model benzeştirmeleri küresel ortalama yüzey sıcaklıklarında, gözlenen eğilimle de uyumlu olmak üzere, 1951’den 2012’ye kadar bir ısınma eğiliminin varlığını gösterir (çok yüksek güvenirlik).
  • Işınımsal zorlamadaki azalma eğilimi, temel olarak volkanik püskürmeler ve 11 yıllık güneş döngüsünün alçalma ya da azalma evresinin zamanlaması nedeniyle ortaya çıkmıştır.
  • Ancak, ışınımsal zorlamadaki değişikliklerin azalan ısınma eğilimine neden olmasındaki rolünün niceliksel olarak belirlenmesi, düşük güvenirlik düzeyindedir.

4.2 İklim sistemi yanıtlarının niceliksel açıklaması

IPCC 1. Çalışma Grubu 5. Değerlendirme Raporu’na göre, gözlemsel ve model sıcaklık değişikliği çalışmaları, iklim geribeslemeleri ve Yerküre’nin enerji bütçesindeki değişiklikler birlikte, geçmiş ve gelecekteki zorlamalara verilen yanıtlar açısından, küresel ısınmanın büyüklüğünde güvenirlik sağlamaktadır.

  • Küresel ölçekteki alt sıcaklık artışı sınırı değerlendirmesi, IPCC AR4’teki 2°C’den daha azken, üst sınır aynıdır. Bu değerlendirme, iklim sistemin daha iyi anlaşılmasını, atmosfer ve okyanus için daha uzun sıcaklık kayıtlarını ve ışınımsal zorlamaya ilişkin yeni kestirimleri yansıtmaktadır.
  • Denge iklim duyarlığı, iklim sisteminin ışınımsal zorlama sabitine yüzyıllık zaman ölçeklerindeki yanıtını niceliksel olarak belirlemeye yarar.
  • Dengedeki küresel ortalama yüzey sıcaklıklarındaki değişiklik olarak tanımlanan denge iklim duyarlığı, atmosferdeki CO2 birikiminin ikiye katlanması sonucunda oluşur.
  • Küresel sıcaklıklarda beklenen artış açısından, denge iklim duyarlığı, gelecekte olasılıkla 1.5 – 4.5 °C arasında (yüksek güvenirlik düzeyinde) gerçekleşecektir.
  • Denge iklim duyarlığının 1°C’den daha az olması hiç gerçekleşmeme durumundayken (yüksek güvenirlik), 6°C’den daha yüksek olması yüksek gerçekleşmeme durumundadır (orta güvenirlik).

4.3 İklim değişikliğinin belirlenen kanıtları ve nedenleri

IPCC 1. Çalışma Grubu 5. Değerlendirme Raporu’na göre, insan etkisi atmosfer ve okyanus ısınmasında, küresel su döngüsündeki değişikliklerde, kar ve buzdaki azalmalarda, küresel ortalama deniz düzeyi yükselmesinde ve bazı aşırı iklim olaylarındaki değişikliklerde saptanmıştır. İnsan etkisinin bu kanıtı IPCC 4. Değerlendirme Raporu’ndan (AR4) beri çoğalmıştır. Çok yüksek olasılıkla (% 95 – 100), İnsan etkisi 20’nci yüzyılın ortasından beri (1951 – 2010 döneminde) gözlenen ısınmanın egemen nedeni olmuştur.

  • Küresel ortalama yüzey sıcaklıklarında 1951 – 2010 döneminde gözlenen artışa, çok yüksek olasılıkla, atmosferdeki sera gazı birikimlerinde ve öteki insan kaynaklı zorlamalardaki antropojen artışlar neden olmuştur.
  • Küresel ısınmaya yapılan insan nedenli katkının en iyi kestirmesi, bu dönemde gözlenen ısınmaya benzemektedir.
  • Doğrudan uydu gözlemleri ile yapılan toplam Güneş enerjisi ölçümlerine göre, toplam Güneş enerjisinin 1986 – 2008 dönemindeki küresel ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artışta katkısı olmamıştır (yüksek güvenirlik).
  • Güneş’in değişkenliğindeki 11 yıllık döngü, bazı bölgelerdeki on yılık zaman ölçeklerindeki iklimsel dalgalanmaları etkilemektedir (orta güvenirlik).

5. Gelecekteki Küresel ve Bölgesel İklim Değişiklikleri

IPCC 1. Çalışma Grubu 5. Değerlendirme Raporu’na göre, sera gazlarının sürmekte olan salımları, daha fazla ısınmaya ve iklim sisteminin tüm bileşenlerindeki değişikliklere neden olacaktır. İklim değişikliğinin sınırlandırılması, sera gazı salımlarının önemli ve sürekli azaltılmasını gerektirecektir.

  • IPCC AR5’teki yeni IPCC senaryolarına (Temsili Konsantrasyon Yolu – RCP) dayanan öngörülen iklim değişikliği, senaryo farklılıkları hesaba katıldıktan sonra, hem desenler hem de büyüklük açısından IPCC AR4’tekilere benzemektedir.

5.1 Sıcaklık

  • Küresel yüzey sıcaklığı değişikliği, 21’nci yüzyılın sonuna kadar, biri (RCP2.6) dışında tüm yeni IPCC senaryolarına (RCP’ler) dayanarak olasılıkla 1850 – 1900 döneme göre 1.5 °C’yi ve iki yeni senaryoya (RCP6.0 ve RCP8.5) göre olasılıkla 2 °C’yi aşacak; RCP4.5 senaryosuna göreyse, daha yüksek olasılıkla 2 °C’yi aşmayacaktır.
  • 1986 – 2005 dönemine göre 2016 – 2035 dönemindeki küresel ortalama yüzey sıcaklığı değişikliği, olasılıkla 0.3 – 0.7 °C aralığında olacaktır.

5.2 Okyanuslar

  • Okyanuslar 21’nci yüzyıl süresince de ısınmaya devam edecektir. Isı yüzeyden derin okyanusa doğru geçecek ve okyanus dolaşımını etkileyecektir.

5.3 Buzküre

  • Arktik deniz buzu örtüsü olasılıkla azalmaya ve incelmeye devam edecek ve Kuzey Yarımküre ilkbahar kar örtüsü, küresel ortalama yüzey sıcaklığı yükseldikçe, 21’nci yüzyıl boyunca azalacaktır.

5.4 Deniz düzeyi

  • Deniz düzeyi yükselmesi kestirimleri, temel olarak kara-buz katkılarının modellenmesindeki iyileştirmeler nedeniyle, IPCC AR4’tekinden daha yüksektir.
  • Küresel ortalama deniz düzeyi 21’nci yüzyıl boyunca yükselmesini sürdürecektir.

 

5.5 Karbon ve öteki biyojeokimyasal döngüler

  • İklim değişikliği, atmosferdeki CO2’nin artışını büyüterek ya da abartarak, karbon döngüsü süreçlerini etkileyecektir (yüksek güvenirlik).
  • Karbonun okyanuslarca daha fazla biriktirilmesiyse, okyanus asitliğinin artmasına yol açacaktır.

5.6 İklimin kararlılığı ve iklim değişikliği yükümlülükleri

  • CO2’nin birikimli salımları, küresel ortalama yüzey sıcaklığının 21’nci yüzyıl ve sonrasındaki artışını (küresel ısınma) büyük ölçüde karşılamaktadır.
  • İklim değişikliğinin pek çok özelliği, CO2 salımları durdurulsa bile –önceki IPCC değerlendirme raporlarında da hep vurgulandığı ve gösterildiği gibi– yüzyıllarca sürecektir.
  • Bu olgu, CO2’nin geçmiş, günümüz ve gelecek salımlarınca yaratılan yüzyıllarca sürecek önemli bir iklim değişikliği yükümlülüğünün varlığını temsil etmekte ya da göstermektedir.

 

(1): Henüz IPCC AR5 1. Çalışma Grubu (İklim Değişikliğinin Fiziksel Bilim Temeli) Politikacılar İçin Özet Raporu (SPM) ve asıl rapor kamuya açık kullanıma sunulmadığı ve IPCC gözden geçirme ve rapor hazırlama kurallarına göre, SPM şekilleri de henüz denetim ve gözden geçirme sürecinde olduğu için, bu makalede şekillere yer verilmedi.

(2): 2010 yılı başında, aday olduğum IPCC 1. Çalışma Grubu AR5’e başyazarlardan birisi olarak seçilmiş olmama ve bu grubun birinci çalışma toplantısına katılmış olmama karşın, 2011 yılı yazında yaşadığım sağlık ve sonrasındaki özel sorunlar nedeniyle, sürecin ortasında başyazarlıktan çekilmek zorunda kaldım. Sonrasındaysa, aynı çalışma grubuna katkı veren yazar olarak bilimsel katkılarımı sürdürdüm.

 

Prof. Dr. Murat Türkeşİklim Bilimci (Fiziki Coğrafya ve Jeoloji – Klimatoloji ve Meteoroloji),
İstatistik Bölümü Bağlantılı Orta Doğu Teknik Üniversitesi

 

(Yeşil Gazete)


Ebru Arıman: “Vejetaryenlik bir tercih meselesi değil, bir zorunluluk”

Sofralarımızdaki sorgulamadığımız alışkanlıklarımız üzerine bir kez daha düşünmenin tam zamanı bu ay. Dünya vejetaryen ayı kapsamında Türkiye Vegan & Vejetaryenler Derneği (TVD) Kurucu Başkanı Ebru Arıman‘a vejetaryen beslenme ve bu özel ay ile ilgili merak ettiğimiz soruları mail üzerinden yönelttik.

***

Dünyada ve Türkiye’ de ne zamandan beri “1 Ekim Dünya Vejetaryenler Günü” kutlanmaktadır?

Dünyada ilk kez 1977 yılında Kuzey Amerika Vejetaryen Derneği tarafından yerel bir organizasyon olarak kutlanmış Dünya Vejetaryen Günü. Ertesi yıl yani 1978’de Uluslar arası Vejetaryenler Birliği tarafından da resmi olarak kabul edilerek uygulanmaya ve tüm dünyada kutlanmaya başlıyor. Şimdilerde Dünya Vejetaryen Günü genellikle bir gün olarak değil bir hafta olarak kutlanıyor. Hatta 1 Kasım Dünya Vegan Gününü de bağlayan Ekim ayı, Dünya Vejetaryen ayı olarak kabul ediliyor artık.

Ülkemizde bu alanda biraz geç kalındığını kabul etmek lazım. Türkiye’de ilk kez 2009 yılında Vejetaryen Kulübü’nün basın açıklamasıyla gündeme geldi. 2010 yılında Vejetaryen Kulübü organizasyonuyla Türkiye’de de kutlanmaya başladı.

Türkiye’ deki organizasyonun öncü kuruluşları?

Türkiye’de bu alandaki öncü kuruluş Vejetaryen Kulübü oldu. Yakın zamanda kulübün bünyesinde toplanan ve sayısı her geçen gün artan vejetaryenler olarak organizasyonun resmi bir hal alması için gerekli çalışmaları başlattık ve 03 Mart 2012 tarihinde Vejetaryenler Derneği’ni kurduk. Şu anda vejetaryenleri ve veganları tek çatı altında toplayan ilk ve tek resmi organizasyon olarak yer alıyoruz. Aslında vejetaryen kelimesi içinde anlamını barındırıyor olmasına rağmen vegan ibaresini de ayrıca ekleyerek, Vegan&Vejetaryenler Derneği Türkiye(TVD) olarak isim değişikliğine de gittik.

Derneğimiz, bu alandaki tüm uluslararası organizasyonlarda Türkiye’yi temsilen çalışmalar yapmaktadır; Uluslararası Vejetaryenler Birliği ve Avrupa Vejetaryenler Birliği tam üyesidir. Ayrıca vejetaryenlik (ve dahi veganlık) kriterlerine uyguluk simgesi olan ürün etiketi V-Label’ın da Türkiye temsilcisi/lisans dağıtıcısıdır. Avrupa Vejetaryenlik ve Hayvan Hakları Haber Ajansı’nın Türkiye temsilcisidir. Bunun dışında tüm Avrupa Üyesi vejetaryen birlikleri ile ortak bir proje içerisindedir ve yaklaşık 2 ayda bir düzenlenen yurtdışı toplantılarına katılmaktadır. Bu sayede farklı ülkelerin çalışmaları da gözlemlenebiliyor ve onların bilgi ve tecrübelerinden istifade edebiliyor.

Etkinlik haftası kapsamında programınızda neler var? Nerelerden takip edilebilir?

Etkinlik haftası olarak organize ettiğimiz programımızı, bu yıl 27 Ekim – 3 Kasım tarihleri arasında daha geniş bir organizasyon olarak 3 büyük ilde eş zamanlı olarak gerçekleştirmeyi planladık. Bununla ilgili olarak web sitemiz ve sosyal platformlardaki sayfalarımızı takip eden üyelerimize duyuru yapıyoruz. Bunun beraberinde üniversitelerde gerçekleştirmeyi düşündüğümüz etkinliklerimiz var. Panel ve sempozyumlar düzenleyerek doğru bilgiye birinci elden ulaşılmasını sağlamak, işin uzmanlarıyla bu konuyu konuşmak ve tartışmak istiyoruz.

Gezegen açısından Vejetaryen beslenmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gezegenimiz açısından bir çok insanın tahmin edemeyeceği boyutlarda bir yok oluş yaşanıyor, ana sebebi sınai hayvancılık. Bu konuda geçerli kaynaklara dayanan birçok istatistik mevcut. Et tüketimi iklimin, doğal yapının, türlerin ve neticesinde gezegenin sonunu hazırlayan küresel ısınmanın en büyük sebebi. Sınai hayvan çiftliklerinden atmosfere karışan CO2 gazı, dünyadaki tüm taşımacılık faaliyetlerinden kaynaklanan CO2 salınımından %40 daha fazladır. Örneğin normal boyutlarda bir ineği, eti için besleyerek atmosfere saldığınız karbon salınımı, bir otomobilin 70.000 km yol almasıyla ortaya çıkan karbon salınımına eşittir. Et üretimi için beraberinde kullanılan su ve yem tüketimi de göz ardı edilemeyecek kadar büyük boyutlardadır. Her kg et için ortalama 20 kg tahıl harcadığınız bir sistemi, dünyada 2 milyardan fazla insan aç insan olduğunu düşünerek tersine çevirirseniz küresel açlığı bile sona erdirebilirsiniz. Şu anda dünyadaki toplam ekilebilir tarım arazinin 3’te 1’i hayvanları beslemek için yem üretiminde/tahıl ekiminde kullanılıyor.Yaratmaya çalışılan tarım alanları sürekli büyüyen et ihtiyacını karşılayamadığı için ormanlar da, temiz su kaynakları da aynı hızla yok ediliyor. Etin her kg’ı karşılığında 16.4 ton (yanlış duymadınız 16.400 lt!) temiz su kullanılıyor. Yani tüketilen her 1 kg et karşılığında gezegenden 16.4 ton su çalınıyor. Buna kimsenin hakkı yok. Çünkü gezegen yalnızca onların şımarıklığıyla yok edilemeyecek kadar bize ve diğer canlılara da ait. Neden önlem alınmıyor diyebilirsiniz. Merkezi Stocholm’de bulunan Dünya Su Enstitüsü’nün 2011 yılında yayınladığı araştırma raporuna göre; 2050 yılında yaklaşık 9 milyarı vuracak bir açlık, susuzluk tehdidiyle karşı karşıya dünya. Buna engel olması beklenen tek çözüm ise dünya nüfusunun bir an evvel vejetaryenliğe yönelmesi…” Yani artık bu bir tercih meselesi değil, bir zorunluluk! Bu bile yanlışın boyutlarını anlatmaya yetiyor. Ancak kimse bunları duymak, bilmek istemiyor. Bu büyük bir zincir, zincirin ilk halkası da insanoğlu ve ne acıdır ki her şey bu kendini bilmez türün elinde. Sınai hayvancılığa, üreterek ya da tüketerek destek veren hiç kimse çevrecilikten bahsedemez!

Hayvanlar açısından Vejetaryen beslenmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

O konu ayrı bir dram. Veremediğimiz canı almaya da hakkımız olmadığını düşünürüm hep. Yok etmek işin en kolay kısmı. Siz sadece 1 hayvanı yok etmiyorsunuz, bir canı, bir yavruyu, bir anneyi, bir babayı, ekosistemin bir parçasını, yerkürede en az bizler kadar yaşama hakkı bulunan bir yapıyı, beraberinde merhametinizi, empatinizi, iyi niyetinizi yok ediyorsunuz. Bununla ilgili karşı savda bulunan birçok insan doğal yaşam zincirinden bahseder; hani şu gücü yetenin yetmeyeni yuttuğu, birbirini ayakta tutan doğal sistemden. Kendilerini vahşi bir hayvanın hayatta kalmak için doğal olarak içinde var olan ve öğretilmemiş yok etme dürtüsüyle kıyaslarlar. Ancak anlayamadıkları en önemli ayrıntı şudur ki; biz aynı yapının parçası değiliz, etçil değiliz. Doğduğumuz andan itibaren hayvanları parçalayıp yeme dürtümüz yok, bunlar öğretilmiş davranışlar. Tersine doğamızda bitkilere yönelten bir dürtü var. Bu hep şu örnekle açıklanır; doğduğu andan itibaren dış etkilere kapatılmış bir bebeğe 1 elma ve bir tavşan sunarsanız, bebek elmayı yemek üzere hamle yapacak, tavşanı besin olarak düşünmeyecektir. Hayatta kalmak için öldürmeye ihtiyacımız yok; denediğinizde bunu siz de göreceksiniz. Bütün canlıların eşit derecede yaşamaya hakkı vardır. Ve hayvanlar bu mükemmel düzenin bir yapıtaşı, olmazsa olmazıdır. Çığ gibi büyüyen et ihtiyacına yönelik, seçtiğimiz türde hayvanların istemleri dışında üremesini sağlıyor ve sonra onları annelerinden, yavrularından kopararak öldürüyoruz. Ve ardından da hayvan haklarından bahsediyoruz. Hangi hayvan, hangi hak?

İş sadece et tüketimiyle sınırlı da değil, sınai hayvancılık daracık alanlarda bedenlerini hapsederek süt ve yumurta sektörüne cevap vermek üzere, onları son derece eziyetli bir şekilde üretmeye zorluyor. Süt içebilmek için her şeyden önce yeni doğum yapmış lohusa bir canlıya ihtiyacınız var. Yani “süt ineği” denen kavram, sadece o ineğin süt verme konusunda yüksek verimde olduğunu ifade ediyor, hayatı boyunca süt üreten bir yapıda olduğunu değil. Doğum sonrası yavrunun ne kadar süt içebileceğine sistem karar veriyor. 1 hafta-2 hafta … Sonrası insana. Sütü biten canlı tekrar döllenmeye… Döllenme, doğurma ve süt verme yetisini kaybedince de mezbahaya. O şartlar altında siz olsanız direk ölmeyi tercih edebilirsiniz, ancak bu konuda bile seçme özgürlüğünüz yok. Bunu bir çocuk sahibi olduğunuzda çok daha net kavrayabiliyorsunuz.

Yumurta ise vücuttan belli periyotlarla atılan bir üreme hücresi. Elbette bu doğal bir döngü. Ancak doğal olmayan, son derece eziyetli bir yaşam sürecinde, kıpırdamanın bile özgürlük olduğu daracık kafeslerde çeşitli ışık oyunlarıyla gece gündüz kavramını yok ettiğiniz canlılardan ilaç ve hormonların da desteğiyle yüksek verim alma kandırmacası. Bir nevi tutuklu kampı, ölüm kampı.

Beslenme alışkanlıklarınızı bir anda değiştirmekte zorlanıyor olabilirsiniz. İlk hedefiniz eti kesinlikle terk etmek olmalı, sonrasında hayvansal ürünlerden vazgeçiş sürecinde en azından bir endüstri yaratmadan, doğal yaşam alanlarına müdahale etmeden ve sayılarını artırmaya hizmet etmeden kendi tüketiminizi minimuma indirerek, tükettiklerinden kalan sütü, doğal döngülerinden kalan döllenmemiş yumurtayı tercih edebilirsiniz, ki bu bile gerekli değildir aslında. Bu süreç doğal üretimi artıracak bir boyutta üretime hizmet etmenize sebep olabilir, o nedenle tüketim alışkanlıklarınızı minimuma indirerek işe başlamanız ve bireysel çıkarlarınızı ikinci planda tutmanız çok önemli, sonrasında bu alışkanlığınızı terk etmeniz de öyle. Bunun bile gerekli olmadığı, bir süre sonra kendiliğinden şekillenecektir zaten. Her şeyden önce etik olmayı hedeflemelisiniz ve hayvanları bir tüketim malzemesi olarak görmemelisiniz. Yani onların haklarına tecavüz etmeden ve hayatlarına müdahale etmeden yaşamak. 80 yaşına gelmesine rağmen sütü gelişimi için hala gerekli gören tek canlı insandır.

Sağlık açısından Vejetaryen beslenmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Et tüketimi, kalp ve damar hastalıklarından, dolaşım bozukluklarına, diyabete ve hatta birçok kanser türüne kadar birçok hastalığın ana sebebi ya ada tetikleyicisi konumundadır. Bu konuda yapılmış birçok akademik çalışma mevcut, bunları sitemizden takip edebilirsiniz. Et tüketimi, az önce bahsettiğim; insanın fizyolojik yapısının bir etçilden ziyade otçul beslenmeye uygun olması sebebiyle insan sağlığı açısından doğru bir seçenek değildir. Örneğin bir etçile göre daha uzun olan bağırsak yapımız, etin uzun süre bağırsaklarda kalarak çürümesine ve toksik etkisinin ortaya çıkmasına yol açar.  Halbuki tüm etçillerin bağırsakları kısadır. Ayrıca beklemiş etin tüketimi, hiçbir etçilde sorun yaratmazken, bunu absorbe edemeyen insanda sonu ölümle bile sonuçlanabilen zehirlenmelere yol açar. Neden bizim vücudumuz bunu tolere edemiyor, hiç düşündünüz mü? Peki bu kadar zararlı bir alışkanlık nasıl oluyor da sadece bizim tarafımızdan telaffuz ediliyor ve kimse duymuyor , görmüyor, önemsemiyor ya da önlem almıyor? Dünyanın en büyük endüstrilerinden hayvancılık endüstrisinde trilyon dolarla ifade edilebilen bir para akışı döner. Hayvanların etinden, sütünden, gücünden, yününden, derisinden, dışkısından, kanından, hatta deney yapmak üzere canlı bedeninden faydalanırlar. Bu da yetmez ardından devreye ilaç sektörü girer. Ve bu iki sektörün çarkları muazzam şekilde işler. Biri cama taş atarken, diğeri de camı değiştirir. Ve elbette ki bu büyük gücün sesi bizim sesimizden daha gür çıkar. Hepsi bu…

Vejetaryen  beslenmenin geniş kesimlerce sağlıksız beslenme olarak nitelendirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ön yargılar nasıl kırılabilir?

Bugün tüketmekten son derece hoşnut ve etin zararlı etkilerini görmek istemeyen bir kesim var. İnanmak istedikleri şeye inanıyorlar onlar. Biliyorsunuz sağlık sektöründe bile bu konuda farklı görüşler var. Bir kısmı et tüketmeden sağlıklı olunamayacağını söylerken diğer kısmı da tam tersi görüş belirtmektedir.

Bu durumda en doğru şeyi yapın ve bunu uzun vadede yaşayan insanlara bakın.

Türkiye’ de vejetaryen olmanın zorlukları nelerdir?

Türkiye’ye vejetaryenlik henüz çok yabancı bir kavram. Göçebe bir toplumdan yerleşik düzene geçmiş bir yapının izleri hala var olsa da, zengin bir coğrafyada yer alıyor olmamız tarımın çeşitliliğine olanak veriyor. Bu da eti hayatınızdan çıkardığınızda alternatiflerinizi artırıyor, hayatınızı kolaylaştırıyor. Kutuplarda bir Eskimo değilsiniz yani ;)

Ancak beraberinde geçmişten gelen ve sebebi sorgulanmayan birçok geleneğimiz var. Etsiz sofrada misafir ağırlamanın ayıp olduğu düşünülür mesela. Nedendir bilinmez. Müslüman yoğun bir yapıda olmamız mutfağımız ve yemek kültürümüze de etki etmiş. Her kurban bayramı bir kavurma şöleni yaşanır. İnsanlar bu şekilde dini ibadetlerini yerine getirdiklerini söyleseler de birçok din adamı kurban geleneğinin o dönemin şartlarını yansıttığını ve paylaşmanın esas olması gerektiğini belirtiyor. Ancak yine de bu bir ritüel olarak tekrarlanır her yıl. Beraberinde herhangi bir belayı başından savan da, isteğine ulaşan da, sevinci paylaşan da anında bir koç yatırır toprağa. Bunlar da işin zorlukları. Yani Müslüman bir ülkede vejetaryenlik belki dinsizlik gibi algılanıyor ancak din iman Allah ile kul arasındadır. Ve yaratılanı yaratandan ötürü sevmek de bu imanın bir parçasıdır.

Bir vejetaryenin en sık karşılaştığı soru nedir? Karşı görüş argümanı nedir?

“Ama bitkiler de canlı, onları niye yiyorsunuz?” Cevap vermeye bile gerek yok sanırım öyle değil mi? Yine de geniş duyarlılığımız ve merhametimize örnek olur diye söylüyorum; bu yaz sonu sebze bahçemde dolaşıp bütün meyve ağaçlarıma, domates fidelerime, nanelerime, soğanlarıma yanlarına eğilerek tek tek teşekkür ettim, bana sundukları nimetler için. Komik mi geliyor? Bence hayır. Onlar az önce bahsettiğim insan için doğal yaşam döngüsünün birer halkası. Onlar sayesinde sağlıklı ve ayaktayız. Kısacası onlara minnettarız.

Vejetaryen beslenmenin yaygınlaşması / tanıtımı açısından yapacağınız/yaptığınız kampanyalar var mı?

Evet, öncelikle işe vejetaryenliğin ne demek olduğunu anlatmakla başladık. Beraberinde etik, ekolojik, sağlık ve sosyal anlamdaki faydalarından. Yeni başlayanlar/başlayacak olanlar geriye doğru bakıldığında çok daha şanslı; önlerinde biz varız, uzun vadede yaşamışlığımız tecrübelerimiz ve somut sonuçları var. Oysa eskiden, örneğin ben başladığımda (30 yıla yakın bir zaman oldu),son 10 yıla kadar kendimden başka tanıdığım bir vejetaryen yoktu, vejetaryenler ortada yoktu ya da iletişim kurulamıyordu. Bu şekilde sosyal paylaşımlar yoktu, yapılan bilimsel çalışmalar çok daha sınırlıydı ya da bize kadar gelmiyordu. Doktorlarsa her zaman olduğu gibi üstünkörü  konuşuyorlardı. Zararlı! İnsanlar bilmedikleri şeylerden korkarlar, bu da onlar için karanlıktı. Oysa bunu artık deneyimledik ve bizden sonrakilere anlatacak çok şeyimiz var.

Doğru bilgileri anlatarak, sonuçlarını bizim de yaşadığımız bu yanlışın düzeltilmesi için elimizden ne geliyorsa yapmamız gerekiyor. Bildiklerimizi paylaşmak, bizden daha önde olanların deneyimlerinden faydalanmak. Bunun bizim sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum.

Eklemek istediğiniz?

Herkesi “düşünmeye” ve “gerçeklerle yüzleşmeye” davet ediyoruz. Veggie sevgilerimizle.

www.vejetaryenkulubu.com

www.facebook.com/VejetaryenlerDernegi

www.tvd.org.tr (yapım aşamasında)

Röportaj: Zeliha Yıldırım – Yeşil Gazete