Ana Sayfa Blog Sayfa 3922

Mesafe koymanın tahammül sınırı ve derin anlamı! – Taner Akçam

Oyum Demirtaş’a…

Bunun birçok nedeni var ama en önemlisi, ona verilecek oyların HPD-BDP’ye verilecek oyların ötesinde anlam ve öneme sahip olduğuna inanmamda…

Aslında her şey, Demirtaş’a verilecek oyların yüzde 10 barajını aşıp aşmayacağına bağlı; ben rahat aşacağını tahmin ediyorum, daha doğrusu ümidim bu.

Biliniyor, HDP-BDP oyları yüzde 5-6 civarında! Eğer, Demirtaş cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de bu düzeyde bir oy alırsa, ortada önemli ve yeni bir şey yok demek olacak. Sadece ben yanılmış olacağım!

Tüm mesele Demirtaş’a özellikle Batı’dan gidecek oyların yüzde 10 barajını zorlaması ve hatta geçmesinde yatıyor. Sağlanması gereken bu. Niçin mi?

Eğer bunu başarırsak, Demirtaş’ın alacağı oylar ile HDP-BDP oyları arasındaki farkın tarihî anlamı üzerine spekülasyon yapmaya başlayabiliriz. Burada yapacağım da bu.

Ben Türkiye’nin yarınında siyasi olarak yeni bir şeylerin ortaya çıkabilme şansını, aradaki bu farkta görüyorum.

Asıl sorun şu: inanıyorum ki Batı’da, muhtemel benim gibi, HDP-BDP çizgisine oy vermeyecek oldukça geniş ve yaygın bir seçmen grubu var! Bu seçmen grubunu BDP’den uzak tutan, bu hareket üzerindeki PKK vesayetidir.

Ve PKK’nın demokrasi ve özgürlükler konusunda, sıradan İttihatçı- Kemalist çizginin Kürt versiyonu olmaktan başka bir şey olmayan tutumudur.

PKK Kürtlere devlet vaat edebilir. Muhtemel Kürtlere devlet de kazandırır ama demokrasi ve özgürlükler değil! Kemalistler de Türklere devlet kazandırmıştı ama demokrasi için Kemalistlerin iktidardan uzaklaştırılmaları gerekti.

Batı’da, Türk seçmenine yönelik, bazı eski sosyalistlerle birleşerek yapılan HDP operasyonu, çok anlamı olmayan sıradan kozmetik bir girişimdi, zaten yanılmıyorsam BDP’ye oy bile kaybettirdi.

Sonuçta motoru- dinamiği İmralı’da kurulmuş ve oradan veya Kandil’den gelecek bir sözle dağılma potansiyeli taşıyan, PKK vesayeti altındaki bir partinin Türkiye için bir seçenek olamayacağı açık.

O hâlde Demirtaş’ta farklı olan ne?

Onun Türkiye’nin yarınına ilişkin ve özellikle de demokrasi ve özgürlükler konusunda söyledikleri ile Batı’da, BDP-PKK çizgisine soğuk bakan çevreleri –benim gibi insanları– heyecanlandırmış olması!

Mesajın bir partiden değil, doğrudan bir bireyden geliyor olması çok önemli!

Ve de bu bireyin, bu çevrelerle, Kürtlerin demokrasi ve özgürlük talepleri arasındaki özlem duyulan sinerjiyi yaratma potansiyeline sahip olması!

Bu nedenle, Demirtaş önümüzdeki günlerde, PKK çizgisi ile kendisinin savundukları arasına “mesafe koymanın tahammül sınırı” gibi ciddi bir sorunla karşı karşıya kalacak! Ne Demirtaş’ın, ne Batı’da Demirtaş’ın söz ve demeçleriyle heyecanlanan çevrelerin, ne de PKK’nın bu “tahammül sınırını” zorlamamalarında fayda var!

Çünkü Türkiye’de demokratik ve özgürlükçü bir hareket İmralı’dan gelecek emirler ve PKK vesayeti ile kurulamaz ama böylesi bir demokrasi hareketi Kürtlerin özgürlük taleplerine sınırsız destek vermeden de hiçbir şey elde edemez.

Tüm sorun bu dengenin kurulabilmesinde… Siyaset de böyle bir sanat zaten. Demirtaş bu dengeyi sağlayacak kumaşa sahip gibi duruyor! Yeter ki önü açılsın. Yeter ki yüzde 10 sınırı aşılsın ve “yeni” olanın filizleri görülsün.

O zaman Türkiye’de birçok şeyin yeniden konuşulmaya başlandığını görebileceğiz.

Geçen aylarda Demirtaş, partisinin grup toplantısında Öcalan’ın Diyarbakır Nevroz konuşması ve Bese Hozat başta olmak üzere PKK önderliğinin Ermeni soykırımı konusundaki tutumlarını eleştirdiğim için, ismimi de vererek, “Taner Akçam geçmişten gelen önyargılarıyla yazıp çiziyor”, beyanında bulunmuştu.

Zannediyorum Demirtaş, hiç bahsetmediği ve ama ne olduğunu çok iyi bildiği bu “geçmişten gelen önyargılarımın” Türkiye’nin özgürlükçü bir geleceğinin teminatı olduğunun farkındadır!

Çünkü birey olarak geliştirmeye başladığı özgürlükçü çizgi ile PKK’nın kendi geçmişi ile hesaplaşmasının kapısı belki aralanabilecek!

Yeter ki kimse “mesafe koymanın tahammül sınırını” zorlamasın!

Oyum Demirtaş’a

Taner Akçam – Taraf

 

Bir dünya kupası finali günü hikayesi – Muzaffer Ekin Şişli

Brezilya’ da gerçekleşen 2014 FIFA Dünya Kupası ile ilgili çok yazıldı çizildi. Gerçekten de konuşulacak tartışılacak boyutları çok olan, biraz derinlemesine bakıldığında futboldan çok daha fazlasının, insanların yaşama-barınma gibi en temel haklarının uluslararası bir şov, büyük bir parti ve bundan gelecek aşırı karlar uğruna yok edildiği; tüketim çılgınlığının, ekolojik yıkımın ve bir halkın hizmet sektörü adı altında sömürüsünün tavan yaptığı bir etkinlikten bahsediyoruz…

Ancak bu yazı bunlarla ilgili değil. Bu yazı sadece Dünya Kupası’nın final gününde başımdan geçenleri, düşündürdükleri ve hissettirdiklerini paylaşmak için yazıldı. Dünya Kupası başka bir öyküdür başka bir zaman anlatılmalı[1].

9 Brezilya...

Rio[2]’nun kışından bir gündü. İstanbul’un bir güzel Mayıs günü benzeri, güneşli, esintili, serin gölgeli. Böylesi güzel bir iklimde nasıl olup da grip olduğumu anlamakta zorlansam da Carioca[3]’lar havanın soğuk olduğu konusunda iddialıydılar! Muhabbeti uzattığımız birkaçı ile Dünya’nın her yerinden kupa için Rio’ya gelenlerin virüs taşıyıcıları olarak asıl kabahatliler olduğu konusunda uzlaşmıştık. Neyse hastalığı atlatıyor gibiydim, zira önceki gün Rio gibi şahane bir şehirde evde yatmaktan sıkılmış ve kendimi sokaklara atıp gücümü denemiştim, vücudun bugünü atlatabilmesi beklentilerim dahilindeydi.

Copacabana sokaklarından hızla metroya ilerledim. Her ne kadar Brezilya’da herşeyin her zaman geç başladığını ve programlar yapılırken geç kalma paylarının geniş geniş hesaplandığını bilsem de protesto gösterilerinin akıbetini tam bilemediğimden işi sıkı tutmaya kararlıydım.

17 Brezilya
Brezilya iklimine uygun giyinmiş “Donlu” Batmanin pankartında, “Protesto suç değildir” yazıyor

Saens Peña meydanına çıktığımda beklediğimden daha şenlikli bir Kupa karşıtı gösteri ile karşılaştım. Protestodan daha çok bir panayır havası ortama hakimdi. Sosyalistlerin, devrimcilerin (PCR, PCB…) ve anarşistlerin büyük çoğunluğunu oluşturduğu grubun isyankar bir Batman’i (kıyafeti Brezilya iklimine uydurulmuş biçimde tek bir don üzeri pelerin ve maske olacak şekilde mütevazi), efendime söyliyeyim bir yaşlısı, çocuğu da eksik değildi! “Warldcup” (Savaş Kupası) adını verdikleri fotoğraf sergisinde Brezilya halkının Kupa’yla imtihanı, bu iki yüzlü organizasyonun binbir yüzü ifşa edilmekteydi. Hoş bir nükte olarak da fotoğrafçıların isimlerini yer aldığı listede yanıbaşlarına ülke bayrakları eklenmiş Warldcup’ın “oyuncu” kadroları “seyirci”lerle paylaşılmakta idi.

11 Brezilya
“Warldcup” (Savaş Kupası) adını verdikleri fotoğraf sergisi

 

 

Meydanı oluşturan parkın çeşitli bölümlerinde kümelenen pankart çeşitliliği göz kamaştırıyor, Pankartlarda ücretsiz ve kaliteli eğitim, sağlık, barınak, ulaşım gibi temel talepler ile ülkemizden alışık olduğumuz “katil polis” türü evrensel sloganlar birlikte yer alıyordu. Büyük bir Filistin bayrağı açılmış bir başka köşe ise Filistin’le dayanışma sergilemekteydi. Bir eylem içerisinde başka bir eylem gibi olması bakımından ilginç de olsa belli ki Gazze’de siviller katledilirken sadece kupaya karşı yürümek vicdanen eksik kalacak idi. Neşesi, çeşitliliği ve direniş ruhuyla küçük bir Gezi parkı gibiydi desem yanlış betimlemiş olmayacağımı umuyorum. Tabi Gezi’den bi başka farklılığı da parkın etrafındaki sokak çıkışlarının tümünü tutmuş Policia Militar[4] dışında bir de göstericilerin aralarında da küçük küçük polis gruplarının dolanmasıydı. Protestocular sinmedi, katil polis temalı şarkılarını bağıra çağıra yanıbaşlarındaki cellatlarının yüzlerine haykırdılar. Bu böyle bi süre devam etti.

13 Brezilya

 

Derken protestocuların bir kısmı birden hareketlendi ve caddeye yöneldi. Herkesin takip etmesiyle cadde işgal edildi trafiğin fiilen durmasıyla polis caddenin ilerisi ve gerisinden araçları çevirmeye başladı. Yan sokaklardan gelen takviye polis kuvvetleri ise Brezilya polisinin çeşidini, envanterini bir geçit töreni edasıyla sunarak gözlerimizin bayram etmesini sağladı(!). Piyadeleri, motorize ekipler, onları arabacılar ve süvariler izledi. Birkaç yüz gösterici birike birike bin kişiye ya ulaşmış ya ulaşamamışken polis nüfusunun göstericilerden kat kat fazla olduğu açıkça görülmekteydi. Protestocular olarak yürüyüşümüzü durdurulana kadar sürdürdük. Polisin grubumuzu tamamen durdurmasının akabinde itiş kakış şimdi başlar diye beklerken ilginç birşey oldu, öncü grup U dönüşü yapıp ters istikamette ilerlemeye başladı! Polis de binbir manevrayla caddenin öbür yönüne doğru hareketlendi. Böyle de ancak bir 5-10 dakika kadar yürünebildi.

Final maçının yapılacağı Maracana stadyumuna oldukça yakın olmamız ve maçın başlamasına 1-2 saat kadar kalmış olması dolayısıyla hareketlerimizi tamamen kısıtlamak istemelerine şaşırmamak gerek korkarım. “Hah şimdi atarlar gazı!” dediğim anda öncü grup bir U da yapmaz mı! Gerisin geri başladığımız parka doğru başladık koşmaya! Başkaları ne düşünür bilmem ama ben bu tür manevraların hem eğlenceli hem de gösteriyi uzatabilmesi bakımından akıllıca olduğunu düşündüm. Geriye yürüyüş esnasında polis grubun etrafında aralıklı tek sıra olarak yürüdü. Kuzey Avrupa ülkelerinde görmeye alıştığımız göstericiyi diğer grupların olası saldırılarından koruyan polis tiplemesi kısa bir süre andıran bu görüntü “Acaba bu gösteri medeni bir şekilde polis saldırısı olmadan bitecek mi yoksa?” sorusunu aklıma düşürdü.

15 Brezilya

Ancak beklenen oldu ve Brezilya polisi önceki tüm disiplin ve gösterişini bir kenara atarak birden ve en beklenmeyen zamanda ve hatta meslektaşları göstericilerin yanında maskesiz dolaşmaktayken gaz bombalarını grubun ortasına atıverdi! Meydanın etrafındaki tüm yolların polis tarafından tutulmuş olması ve yabancı bir öğrenci olarak gözaltına alınmanın yaratabileceği bürokratik sıkıntılar gazlı ortamda normalde tercih etmeyeceğim metro seçeneğini anlamlı kıldı. Rahatça girişi geçtim, benden sonra bir grup insan daha girebildi sonra metro kapısını da zincirlediler, tabi içeriye de gaz bombası atmayı da unutmadan! Kapalı ortamda gazın tadı bir başkaymış meraklılarına tavsiye edilir! Boğulma tehlikesi geçiren grup can havliyle turnikelerden atlayıp istasyona indi. Ancak istasyonda da yoğun gazla birlikte rastgele servis edilen eser miktarda copla karşılaştı kitle. Neyse ki göstericiler bindikleri metronun kapılarının kapasını engelleyerek diğerlerinin de girebilmesi için zaman kazandı. Kendimi bir koltuğa attım, önümdeki yaşlı teyzenin yanındaki cama copuyla vuran bir polis camı çatlatarak şiddet duygu selini bizimle paylaştı. Göstericilerin yoğun tepkisi üzerine kaçan bu gaz maskesiz polisin gazı atan arkadaşına da sonradan dalaşıp dalaşmayacağını merak ettim.

Metro bir şekilde hareket etti içerdeki her türlü insanın acısı ve biber gazı ile. Yanımda kocaman fotoğraf makinesi objektif setiyle ve kuzeyli görünümüyle Avrupalı olduğunu tahmin ettiğim birini oldukça ürkmüş olduğunu fark ettim. Konuşmak en güzel dayanışmadır diyerek sohbet etmeye başladım. Serbest çalışan bir fotoğrafçıymış ve biber gazıyla ilk tanışması imiş. Polisin nasıl bu kadar anlamsız bir şiddet eylemi içerisinde olabileceğini sorgulayıp duruyordu. Evet dedim normal-insani düşünme şekli bu! Bir an için şiddeti kanıksamışlığımıza üzüldüm biz ve bizim gibi olan ülkeler olarak.

Brezilyalılar modern stadlar ve dünya kupası değil bu pankartta da ifade ettikleri gibi, "Sağlık, ev, ulaşım, eğitim istiyoruz" diyor
Brezilyalılar modern stadlar ve dünya kupası değil bu pankartta da ifade ettikleri gibi, “Sağlık, ev, ulaşım, eğitim istiyoruz” diyor

Sonraki duraklarda da polis ablukası ile karşılaştık. Birkaç durak stresli geçti. Nerede tam hatırlamıyorum ama bir yerlerde plaja giden taraftarlar metroyu doldurdu ve metrocak yeniden “makbul” halka dönüşmüş olduk! Yeni edindiğim dostumun halen eli titremekteydi. Ne yapacağımızı konuşurken taraftarların da yarattığı tezatlar ile plajda dev ekranların kurulduğu “FIFA Fan Fest“e gidip bu ikilemi doyasıya gözlemlemeye ve kayda geçirmeye karar verdik.

Sonrası televizyonlarda gördüğünüz görüntüler. Metrodan akın akın çıkan, plaja dev ekranlara hücum eden, yarı sarhoş, bağıran çağıran ülke bayrakları ile kuşanmış bir insan seli. Ağırlıklı Arjantinlilerin oluşturduğu bu gruba sahildeki kalabalık da eklenince kelimenin tam anlamıyla ufka kadar giden bir insan seli oluştu. Sahile çekilmiş eski püskü Arjantin plaka arabalar ve bazılarının içerisinde görülebilen uyku setleri final maçı heyecanı için arabaya atlayan Arjantinli’nin soluğu Rio’da aldığına işaretti!

Maç bitti Arjantinliler yıkıldı. Bekledikleri büyük parti gerçekleşmedi, bu hayal kırıklığı bazı yerlerde taşkınlıklar olarak geri döndü Rio sokaklarına. Kupa bitti Brezilya’nın harcadığı milyarlardan sonra elinde çoğunu nerede kullanacağını bilmediği stadyumları ve kupayı alamamanın verdigi hayal kırıklığı kaldı. Daha iyi eğitim, sağlık ve insanca yaşam talep eden kupa karşıtları ise meydanlarda gaza boğuldu, dövüldü, tutuklandı. Brezilya’da tamamı sağ güçlerin elinde olan ulusal medya bu eylemleri görmek istemedi. Final günü öncesi, protestoya katılma ihtimali üzerine evlerinden alınarak tutuklanan 17 aktivistten 12 si yapılan eylemler sonucu serbest bırakılsa da 5 tanesi işlemedikleri bir suçtan dolayı 1 haftadır tutuklu.

Dünyanın en büyük gösterisine hoşgeldiniz!

Rio de Janeiro – 18.07.2014

[1] Ende, Michael. Bitmeyecek Öykü (Almanca: Die Unendliche Geschichte), 1979.

[2] Rio de Janeiro şehri, Brezilya

[3] Carioca: Rio de Janeiro sakinlerine verilen ad.

[4] Policia Militar: Darbe döneminde kurulmuş polis organizasyonu halen Brezilya’nın ana kolluk kuvvetini oluşturuyor. “Önce vur, sonra sorgula” düsturuna sahip olduğu söylenen bu polis grubunun halka karşı işlediği suçların listesi kabarık. Halen yargılanmıyor ve dönüştürülemiyorlar.

8 Muzaffer Ekin Şişli

 

 

Muzaffer Ekin Şişli

 

Kömürün gerçek maliyeti! “ Harvard üniversitesinden tartışma yaratan araştırma”

Yenilenebilir enerji, günümüze kadar “hippi” felsefesinin sonucu sayılır ,  hatta  marjinal  kesimin savunduğu bir  enerji türü gibi algılanırdı ki  nihayet ; General Motors ,Walmart , Johnson & Johnson , Proctor&Gamble , Sprint,Intel , Hewlett-Packard , Bloomberg , Mars , Novelis , REI , Facebook gibi dünya devi şirketler de  yenilenebilir enerjinin peşine düştü .

Bu 12 dev şirketin çoğu  Amerikan menşeili köklü kuruluşlar şirketlerin karlılığı , sürdürülebilirliği , toplum tarafından saygınlığı  hedeflemediğini  hayal edebilir misiniz ?

Örneğin 1886’da kurulmuş olan  Johnson& Johnson’ ın kamuoyuna yaptığı bildirim “ Yenilenebilir enerjinin rekabetçi maliyetlere çekilebileceği kabul görüyorsa da problem bazı şirketler hala yenilenebilir enerji yatırım maliyetinin yüksek olduğunu düşünüyor. Bu sebeple çok az sayıda şirketin yenilenebilir enerjiye yatırım yapacak gücü ve bilgisi var fakat biz  pazarın hareketlenerek  yenilenebilir enerji maliyetlerinin düşeceğini umuyoruz” şeklinde oldu..

1908 de kurulmuş olan General Motors ise  “Biliyoruz ki yenilenebilir enerji maliyetleri  rekabetçi olabilir , maliyet-fayda ekseninde dengeyi sağlayabilir .Biz  yenilenebilir enerjide sermaye maliyetlerini daha aşağı çekmek için tedarikçilerimizle uzun dönemli anlaşmalar yapmak arzusundayız” diyerek yenilenebilir enerjiye bakışını açıklıyor.

Hiç şüphesiz kömür kullanımının faturasını direkt olarak şirketler değil fakat endirekt olarak tüm canlılar ödüyor. Bununla birlikte Harvard  Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre kömür kullanımının gerçek maliyetinin maddi karşılığı da hesaplandı ; hastalıklar , ölümler , çevresel yıkım dikkate alınınca her yıl milyarlarca dolara tekabül ediyor .

Araştırmaya göre “kömür kaynaklı maliyetlerin ABD kamuoyuna maliyeti her 1 trilyon doların  üçte birine yaklaşıyor  Reuters bu araştırmayı “Kömürün gizli maliyeti $345 milyar ” manşetiyle verirken  Climate Progress de  aynı haberi “ kömürün maliyeti: Kömür kullanımının sebep olduğu toplam zarar , “ üretilen elektriğin 17.8¢/kWh’ ne yakın   ”şeklinde verdi.

Diğer bir deyişle , bu araştırma,  kömür kullanımının endüstri içerisinde maliyet –fayda analizine tabi tutuyor ve maliyeti esas  göğüsleyenin işletmeler değil DÜNYA olduğunu ortaya koyuyor. Trilyon doların yarısına yakın bir maliyet azımsanamaz . Araştırma bir annenin astım olan çocuğunu astım krizine bağlı bir sebepten hastaneye götürmesinin maliyetini ve ailede geçimini sağlayanın yaşamını kaybetmesi gibi maliyetleri de kapsıyor.

Astarı yüzünden pahallı

 

Bu araştırma aynı zamanda bir ülkelerin enerji politikalarına dair yeni bir tartışma başlattı.  Götürü maliyetlerinin yanısıra kömürden elde edilen enerjinin bedelinin de bu maliyete dahil olduğunu hatırlatıyor. Peki sonuç ne? Kömür yakıttan elde edilen elektriğin maliyeti, harici maliyetlerle birlikte 2 veya 3 katına  çıkabiliyor ; örneğin Amerikada 1 kw elektrik maliyeti  9 cent  değil de 27 cente gelmiş oluyor.

Bu durum kömürün ucuz ve kullanışlı olduğunu savunan propagandanın yersiz hatta yalan olduğunu göstermiyor mu?

(Cleantechnica/Greenpeace USA/Yeşilgazete -Pınar Demircan)

Danıştay’dan Tarlabaşına iptal

tarlabaşıDanıştay Beyoğlu Belediyesi’nin 5366 sayılı yenileme kanununu kullanarak yaptığı kamulaştırmaların ‘kamu yararına olmadığına’ karar vererek kamulaştırmaları iptal etti.

Daha önce Tarlabaşı ile ilgili kamulaştırma kararının iptali için idari mahkemeye gidilmiş ve dava kaybedilmişti. Bunun üzerine kararın iptali için danıştaya davaya gidilmişti. Danıştayın  Tarlabaşı davasıyla ilgili kamulaştırma kararını kaldırması üzerine Ahmet Gün’e göre bu karar bir çok yerde emsal niteliği olacak bir karar ve en önemlisi bu kararın ardından Tarlabaşı Projesi de iptal edilebilir.

Danıştayın iptal kararı verdiği Tarlabaşı dönüşüm projesini Beyoğlu Belediyesi GAP İnşaat’la birlikte yürütmekteydi.

Yeşil Gazete

Yeşiller / Sol: Düşman Suriyeliler değil, savaşları örgütleyenlerdir

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisinden açıklama: Düşman Suriyeliler Değil, Savaşları Örgütleyenlerdir

Sınırlarımızda süren savaşlar sonunda her geçen gün mülteci sayısı artıyor. Bugün bu sayı kimilerine göre bir milyon kimilerine göre de bir buçuk milyon civarında. Yaşanan savaş koşulları ve hükümetin bölge üzerindeki yanlış hesapları sonucu bölgeden sürekli olarak bir göç yaşanıyor. Bu göçten de başta sınır bölgeleri olmak üzere birçok il etkileniyor. Savaştan kaçanlar dilini bilmediği ülkelerde bir yandan yaşam savaşı verirken diğer yandan bölge halkıyla uyuşmazlıklar da ortaya çıkıyor. Bu anlaşmazlıklar taraflar arasında çözüme ulaşabilecekken birtakım kesimler bu durumu fırsat bilerek ırkçı söylemlerle gelenlere karşı ırkçı eylemler düzleniyorlar.

Başta kadın ve çocuklar olmak üzere mülteciler güç koşullarda yaşam savaşı veriyorlar, kadınlar fuhuş, para karşılığı zorunlu evlilikler yapmak zorunda kalıyor. Çocuklar olumsuz yaşam koşulları nedeniyle hastalıklarla mücadele ediyorlar.

Büyük şehirlerde sokaklarda, parklarda dilenen özellikle çocuk Suriyeliler savaşın kirli yüzünü şehrin sokaklarında her birimizin yüzüne bir tokat gibi vurmaktadır.

Erkeklerin ucuz işgücü olarak emekleri sömürülmekte, kendilerine iş kurabilenler de saldırılara maruz kalmaktadır. Özellikle son günlerde Adana, Mersin ve Maraş’ta esnaflık yapan Suriyelilere saldırılar linç girişimlerine kadar vardırılmıştır.

Artan ırkçı faşist gösteriler giderek tehlikeli bir hal almaktadır.

AKP hükümetinin izlediği savaş yanlısı politikalar  ve El Nusra, İŞİD gibi çetelere yaptığı yardımlar ve verdiği gizli destekler bugün ortaya çıkan sorunun asıl kaynağıdır. Sorun yoksul Suriye halkı ile Türkiye halklarının sorunu değildir. Sorun AKP hükümetinin Orta Doğu politikasından rol çalma çabalarının başarısızlığıdır.

Hükümetin Suriyeli mültecilere yönelik politik tutumu da bu tehlikeli gelişmelerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Suriyelilerin ülkemizde yaşamasından rahatsız olanların da asıl sorumluların kimler olduğu konusunda bir kez daha düşünerek savaşlara karşı tavır almasını, eylemlerini savaş karşıtlığı, katledilen insanların yaşam haklarına sahip çıkmaları üzerinden kurmalarını diliyoruz.

Türkiye sığınmacılar için bir geçiş ülkesi ve mülteci kabul etmiyor, Avrupa dışından gelen mültecilere uzun vadede yerleşme hakkı tanımıyor. Geçici sığınmacı durumundaki bu insanlar Türkiye’de barınma, sağlık, dil sorunu, kültür farklılıkları, psikolojik sorunlar gibi birçok sorunla baş etmeye çalışıyor. Sığınmacıların çoğunluğuna iç bölgelerde bulunan illerde ikamet etmeleri koşulu getirilmekte Devletten ya da, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nden (BMMYK) maddi destek alamayan, iş bulmakta zorlanan bu insanlar, ayrıca geçici sığınmacı olarak Türkiye’de kalabilmek için ikamet harcı denilen bir para ödemek zorunda.

Ülkelerinden savaş, zulüm, şiddet gibi nedenlerle kaçarak Türkiye’ye  gelen sığınmacıların çoğunluğu ülkeye düzensiz yollardan gelmeleri nedeniyle kaçak konumuna düşüyor, hareket halindeyken, kaçak durumdayken yakalanan kişilerin Türkiye’de sığınma başvurusu yapması önünce ciddi engeller var. Yabancılar Misafirhanesi adı altında göçmen nezarethanelerinde tutulan insanlara yasadışı göçmen muamelesi yapılıyor, sığınma talepleri keyfi olarak işleme konmuyor ve tekrar mağdur olacakları ülkelere sınır dışı edilme tehdidi ile karşı karşıya kalıyorlar.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi olarak hükümeti uyarıyor ve öncelikle Suriyeli sığınmacılara karşı yürütülen bu ırkçı ve faşist saldırılar konusunda derhal önlem almaya çağırıyoruz.

Bir an önce Suriyeliler ve ülkede bulunan tüm  sığınmacılar için, göç ve iltica alanında Türkiye’nin, insan ticaretini engelleme ve cezalandırma konusunda gereken yasal düzenlemeler yapmasını,  bu insanların  desteklenerek korunmasının sağlanmasını istiyoruz.

İnsan hakları herkes içindir.

Hrant Dink Vakfı’ndan Türkiye-Ermenistan burs programı

Hrant Dink Vakfı, iki komşu ülkeden (Ermenistan ve Türkiye) profesyonellerin sınır ötesi işbirliği ağları kurmalarını teşvik etmek amacıyla Türkiye-Ermenistan Burs Programı’nı başlattı.

Program, iki komşu ülke arasında uzmanlık paylaşımı ve kalıcı işbirliğine en çok ihtiyaç duyulan akademi, sivil toplum, basın, kültür-sanat, çeviri-dil eğitimi, hukuk ve benzeri alanlardaki faaliyetleri destekleyecek.

6 hrant dink vakfı burs programı

Türkiye’den kuruluşlar Ermenistan’dan gelecek uzmanlara ev sahipliği yapacak

Türkiye’den 63, Ermenistan’dan 25 kuruluş, program kapsamında komşu ülkeden gelecek profesyonellere kapılarını açıyor. İstanbul, Ankara, İzmir, Çanakkale, Kars, Van ve Diyarbakır’dan üniversiteler, araştırma merkezleri, basın-yayın organları, sanat merkezleri ve çeşitli alanlarda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları kendi faaliyet alanlarında Ermenistan’dan gelecek uzmanlarla kalıcı işbirliklerine imza atmaya hazırlanıyor.

Türkiye ve Ermenistan’ın önde gelen üniversite ve araştırma merkezleri, iki ülke akademisyenlerinin ortak araştırmalarını destekleyecek, eğitim alanında kalıcı değişim programlarının önünün açılması için ilk adımlar atılacak. İnsan hakları, kadın, çocuk, çevre, kalkınma, barış çalışmaları gibi çeşitli alanlarda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının önerdikleri programlar, demokratikleşme süreci devam eden her iki ülkenin sivil toplumu arasında kalıcı köprülerin kurulmasına ve ortak projelerin hayata geçmesine katkı sağlayacak.

Mutfak kültürü, edebiyat, fotoğrafçılık, tasarım gibi çeşitli kültür-sanat dallarından faaliyet önererek programa katılan sanat merkezleri ve müzeler, iki komşu ülke sanatçılarının etkileşimi, üretimi ve kültürlerin buluşması için fırsatlar yaratacak.

Haberleşme ve iletişimin en önemli mecraları olan gazete, televizyon, radyo ve haber siteleri, komşu ülkeden gazetecilerle iki ülke gündemini birlikte takip ederek, sağlıklı haber akışı ve iletişime destek sağlayacak.

Türkiye’den profesyoneller ve sanatçılar da Ermenistan’a gidebilecek

7 beyond borders logo

Türkiye’denakademisyenler, araştırmacılar, insan hakları savunucuları, sivil toplum çalışanları, gazeteciler, muhabir ve foto-muhabirler, fotoğrafçılar, sanatçılar, tasarımcılar, mimarlar, yazarlar ve çevirmenler de program kapsamında dört ila sekiz ay boyunca Ermenistan’a gidebilecek.

Ermenistan’ın başkenti Yerevan ile Gümrü ve Vanadzor şehirlerinde çeşitli alanlarda faaliyet gösteren 25 Ev Sahibi Kuruluş da Türkiye’den gelecek profesyonellere ve sanatçılara ev sahipliği yapacak.  Ermenistan’ın önde gelen üniversite, araştırma merkezi, müze, basın-yayın organları ve sivil toplum kuruluşları program kapsamında Türkiye’den meslektaşları ile tanışarak akademik işbirliği, medya işbirliği, insan hakları, çocuk, kadın, çevre, teknoloji, barış çalışmaları, Kafkasya çalışmaları, Avrupa çalışmaları gibi çeşitli alanlarda somut işbirliklerini hayata geçirmeye hazırlanıyor.

Ayrıntılı bilgi için Hrant Dink Vakfı Ermenistan Türkiye Burs Programı

(Yeşil Gazete)

9. Yeşil Yayla Festivali’nde tema, “Geri Dönüşüm ve Çöp”

Her yıl Doğu Karadeniz’de bölgenin yerel değerlerini tanıtmak amacıyla farklı bir tema altında GOLA Kültür, Sanat ve Ekoloji Derneği tarafından düzenlenen 9. Yeşil Yayla Kültür Sanat ve Çevre Festivali‘nin  bu yılki teması; “Geri dönüşüm ve Çöp”, sloganı ise “Sevgini bırak, çöpünü değil !” olarak belirlendi

Festival bu sene 15-16-17 Ağustos 2014 tarihlerinde  Rize’nin  Ardeşen ilçesindeki Fırtına Deresi kenarı ve Fırtına Vadisi boyunca yöre halkı ve katılımcılarıyla buluşmaya hazırlanıyor.

Festivali'nin  bu yılki teması; “Geri dönüşüm ve Çöp”
Festivali’nin bu yılki teması; “Geri dönüşüm ve Çöp”

Eski Çoraplardan Çanta Atölyesi ve Cennetteki Çöplük

Yeşil Yayla Festivali’nin programı bu sene de dopdolu. 3 günlüğüne katılımcılarını Karadeniz’in benzersiz doğası ve kültürü ile harmanlayacak olan festivalde bu sene öne çıkanlar, Denizhan Özer kuratörlüğünde açık hava sergisi, rafting, eski çoraplardan çanta yapım atölyesi, geleneksel yemek atölyesi, ve Laz kültüründe geri dönüşüm ritüelleri.

Çamlıhemşin’deki tarihi konakların da katılımcılar tarafından ziyaret edilebileceği Yeşil Yayla Festivali’nde ayrıca Fatih Akın‘ın belgeseli  “Cennetteki Çöplük”ün gösteriminin ardından  filmin görüntü yönetmeni Bünyamin Seyrekbasan ile film üzerine bir söyleşi yapılacak.

Festivale Her Yıl Farklı Bir Tema

5 yeşil yayla

İlk 8 yılında sırası ile Eko-Kültürel Turizme Giriş, Kırsal Mimari, Dereler, Taşlar, Şifalı Bitkiler, İnekler, Geleneksel Meyveler, Arılar ve Geleneksel Arıcılık temalarının işlendiği festivalin bu sene Slovakya‘dan konukları da var. Yeşil Yayla için Karadeniz’in yolunu tutacak olanlar Zahrada Kültür Merkezi’nin geri dönüşüm temalı atölye ve sunumlarına da iştirak edebilirler.

Yeşil Yayla Geleneği: “Geri Dönüşüm ve Ritim Atölyesi” ve “Karadeniz Kadın Sahnesi”

3 9. Yeşil Yayla AfisHer yıl olduğu gibi bu yıl da festival Karadeniz’in vazgeçilmezi müzik ve dans ile içiçe. Birol Topaloğlu, İrlandalı Grup D Minors  ve  Emre Pehlivanlar’ın konserlerinin yanısıra artık bir Yeşil Yayla geleneği halini alan GOLA Laz Halk Şarkıları Çocuk Korosu, Şafak Velioğlu yönetiminde “Geri Dönüşüm ve Ritim Atölyesi” ve “Karadeniz Kadın Sahnesi” de festival programında. Geçen sene BGST’li (Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu) dans sanatçıları Levent Soy ve Ömer Ongun’un verdiği  “Dans Atölyesi” nin bu sene de programa eklendiğini anımsatalım.

Festival programı, katılım, konaklama, ulaşım vbn ile ilgili ayrıntılı bilgileri ve diğer tüm son dakika haberlerini  Gola Derneği’nin resmi sitesi golader.org/ ve festivalin facebook sayfası üzerinden takip edebilirsiniz.

(Yeşil Gazete)

Son dakika – Gazze’ye kara saldırısı

İsrail ordusu, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun talimatı üzerine Gazze Şeridi’nde kara harekatına başladı.

Gazze’ye havadan ve denizden de saldırılar düzenlendiği bildiriliyor.

İsrail ordusundan yapılan açıklamada, çok sayıda birliğin, ateşkes önerilerini reddeden Hamas’a karşı yürütülen operasyonlarda yeni bir aşamaya geçtiği bildirildi.

Netanyahu’nun ofisinden yapılan açıklamada ise kara harekatının amacının “Gazze’den İsrail’e uzanan terör tünellerinin vurulması” olduğu belirtildi.

Daha önce İsrail ve Hamas’ın 10 gün boyunca düzenledikleri karşılıklı saldırılarda 200’den fazla Filistinli hayatını kaybetmişti.

Hamas’ın roket saldırılarında ise bir İsrailli ölmüştü.

 

BBC Türkçe

İSKİ kumar oynuyor

ew_1310Geçen hafta, 9 Temmuz’da, Yeşil Gazete’de yayınlanan “Hükümet, İBB ve İSKİ İstanbul’da su krizi olduğunu neden kabul etmiyor?” başlıklı yazımın ardından, 11 Temmuz’da İSKİ bir açıklama yaptı. Halen ana sayfada suların çağladığı bir havuz görüntüsü eşliğinde görülebilecek açıklamanın başlığı “İstanbul’da Su Kesintisiz Akacak”.

Yazıda, benim gibi İstanbul’un su sorunuyla ilgili kaygılarını ifade eden yazarlara hitaben (ki bildiğiniz gibi aralarında önemli iklim bilimciler ve su yönetimi uzmanları da var) “İstanbul’un su yönetim sistemine tam vakıf olmayan kişilerce su durumuyla ilgili yapılan yorumlar kamuoyunu yanıltmaktadır” deniyor. Canları sağolsun! Kendi adıma konuşursam, elbette İstanbul’un su yönetim sistemini İSKİ yöneticileri kadar iyi bilmem mümkün değil. Yaptığım yorumlar (ve daha çok da sorduğum sorular) İSKİ’nin açık verilerine ve su ve iklim değişikliği konusundaki temel bilgilere göre yaptığım çıkarımlara dayalı. Hatta İSKİ’den vazgeçtim, şu anda Türkiye’de su meselesini en iyi bilen kişinin eski İSKİ genel müdürü, eski DSİ genel müdürü ve halen Orman ve Su İşleri Bakanı olan Veysel Eroğlu olduğunu bütün samimiyetimle vurgulamak isterim. Elbette İstanbul’un nasıl bir sorunla karşı karşıya olduğunu başta Sayın Eroğlu olmak üzere tüm su yönetimi bürokrasisi çok iyi biliyor. O yüzden bu son açıklamaya ve İSKİ’nin son bir haftalık verilerine bakarak birkaç soru daha sorabiliriz diye düşünüyorum.

Barajların kapasitesi %100’den fazla mı?

İSKİ’nin halkın kaygılarını gidermek maksadıyla ve biraz da halkla ilişkiler diliyle yaptığı açıklama maalesef bana kullandıkları görsel kadar ferahlatıcı gelmedi. Her şeyden önce açıklamadaki bazı ilginç bilgilere dikkat çekmek gerekiyor. Gerek sözünü ettiğim yazımda, gerekse konuyla ilgili haberlerde esas aldığımız rakamlara göre İstanbul’un 10 adet içme suyu barajında bugünkü rakamlara göre kalan su düzeyi %20,55’e inmiş durumda. Buna denk gelen miktar 178 milyon 536 bin metreküp. Yani 100 birim suyun 79,45 birimi barajların rezervinden kullanılarak veya buharlaşarak yok olmuş. Demek ki barajlar %100 dolu olsa 868 milyon 788 bin metreküp su olması gerek. Tabi barajların ağzına kadar dolu olması zor, ama mesela 2009 yılını %85 dolulukla kapatmışız. Şimdi buraya kadar her şey normal. Ancak İSKİ diyor ki:

“İstanbul’da mevcut su kaynaklarımızın bugün itibariyle (11 Temmuz rakamları) doluluk oranı %21.68 dir. Bu rakam toplamda 188 milyon 290 bin m3 suya tekabül etmektedir. Aktif hacim dediğimiz bu su miktarına ilaveten, su kaynaklarımızda ‘0’ kotunun altında ölü hacimde toplam 100 milyon m3’e yakın kullanılabilir su bulunmaktadır.”

Yani İSKİ’ye göre barajlarda %100’ün üzerinde bir 100 milyon metreküp su daha var! Yani aslında İstanbul barajlarının kapasitesi %110, yani 968 milyon metreküp olmuş oluyor. Eğer bu doğruysa, bunun tek açıklaması, ölçümün suyun alınabildiği en düşük seviyeden yapıldığı, alınamayacak kadar dipte kalan suyun ölçüm dışı bırakıldığı olabilir. Ama İSKİ’ye göre, ‘0’ kotunun altındaki “ölü” hacimde bulunan 100 milyon metreküp su üstelik kullanılabilir su imiş. Bunun bayağı kafa karıştırıcı olduğunu herhalde İSKİ yetkilileri de kabul edecektir. İstanbul halkına sürpriz olsun diye mi 100 milyon metreküplük, ya da %10’luk kısmı hesap dışı bırakıyorlar ve açıklamıyorlar? Bunu su miktarı %0’a inince, üzülmeyin, daha 100 milyon m3 daha suyumuz var diyebilmek için mi yapıyorlar? Neden yüzdeyi bu suyun tamamına göre almıyorlar? Bu konuda açıklama beklemek hakkımız.

Mantık problemlerini bir yana bırakarak güvenilir kaynaklardan aldığım bilgileri ve kendi yorumumu aktaracak olursam durum şu: Eğer böyle bir “ölü” hacim varsa, bu alınamayacak bir yerdedir ve/veya en dipteki su olduğu için kullanılamayacak kadar kalitesizdir. Dolayısıyla hesapları yine suyun 0 noktasında bittiği üzerinden yapmak gerekir. Hatta o suyun bile bir bölümünün kullanılamayacağı ve bir kısmının da yazın artan buharlaşma nedeniyle kullanılamayacağı açıktır. Bu arada İSKİ yetkililerinin, böyle bir “ek hacim” olmasını ihtimal dahilinde kabul etmemizi, kendilerine ne kadar güvendiğimizin bir kanıtı olarak okumalarını dilerim.

Melen’den gelen su mu arttı, Melen’e gelen su mu?

Gelelim ikinci bulmacaya… Bildiğiniz gibi İstanbul’a Melen ve Yeşilçay’dan su aktarılıyor. Taşınan bu su, elbette ek bir kaynak olarak son derece anlamlı. Ancak günlük miktarı önceki yazıda da belirttiğimiz gibi 800 bin metreküp civarında, yani İstanbul’un yazın iyice artan günlük tüketiminin üçte birinden az. Melen ve Yeşilçay suyla dolup taşsa bile İstanbul’a teknik olarak akıtılabilecek miktarın bu civarda olduğunu biliyorduk. Zaten İSKİ verilerine baktığımızda, Melen ve Yeşilçay’dan en fazla su alınan 2013 yılında günlük ortalama 770 bin metreküpe geliyor. Bu yılın ilk 5 ayındaki günlük ortalama ise 850 bin metreküp. Ancak İSKİ diyor ki:

“Yeni su kaynaklarımız arasında olan Melen Sistemi’nin 2. kademesi de tamamlanmıştır. 3 metrelik çelik isale hattından oluşan 135 km uzunluğundaki Melen 2. kademe hattının, Sakarya Nehri Mevkii’nde Sakarya Terfi İstasyonu inşa edilmiş ve Melen Hattı’na bağlantısı yapılmıştır. Melen’de yeterli su olmadığı dönemlerde Sakarya Nehri’nden günlük 800 bin m3’e kadar su bulma imkanımız vardır. Melen Projesinin 2. kademesinden su alma kapasitemiz günlük toplam 1 milyon 100 bin metreküpün üzerindedir.”

Şunu anlayabilirim: Çok fazla su almaya gerek olmadığında, zaten Melen ve Yeşilçay’da da yeterince su olmadığı için, kapasiteyi sonuna kadar zorlamamış, bu nedenle ilk 5 ayda ortalama 850 bin metreküp su almış, şimdi ise bunu üst sınır olan 1 milyon 100 bine çıkartmış olabilirsiniz. Buradan benim anladığım, Melen ve Yeşilçay regülatörlerinden gelen maksimum miktarın 1 milyon 100 bin metereküp olduğu. Tamam, ama bu hala İstanbul’un yaz aylarında 3 milyon metreküpü bulan tüketiminin neredeyse üçte biri değil mi? Barajlardaki su sıfıra inerse, bu suyun yeteceğini nasıl iddia edebiliyorsunuz? Çünkü yazıda belirtlen ikinci isale hattı İstanbul’a verilen su miktarını artırmıyor, Sakarya’dan Melen’e bir hat çekildiği için Melen’in azalan suyunu tamamlıyor. Yani yeni hatla Melen’den gelen su değil, Melen regülatörlerine gelen su artmış.

İSKİ’’nin Melen’le ilgili çalışmaların son durumunu detaylarıyla açıklaması iyi olur.

2015’de biteceği söylenen ikinci isale hattıyla İstanbul’a verilebilecek toplam su miktarı kaç milyon metreküpe çıkacaktır? Bu çalışmalar 2015’in hangi ayında bitecektir? 2016 yılında biteceği söylenen Melen barajıyla bu miktar kaça çıkacaktır? Melen ve Yeşilçay’ın debisi normal şartlarda nedir? Kuraklık koşullarında bu kaça inmiştir? Bölgede yaşayan insanların ne kadarına ihtiyacı vardır? Akarsu havzasındaki diğer canlıların hakkı olan su miktarını kaç olarak hesaplıyorsunuz? Bütün bunlara bir de Sakarya’dan aktarılan suyun kalitesiyle ilgili soruları eklemek gerek, ama bu bir başka yazının konusu.

İSKİ’nin iklimle kumarı

İSKİ açıklamasında ayrıca “su yönetiminde tasarruf amacıyla su kesintisi uygulaması yapılmamıştır, yapılmayacaktır” diyor. Ama İSKi sadece kesinti değil, hâlâ doğru düzgün bir tasarruf çağrısı da yapmıyor. Hatta su sorunu olduğunu yükek sesle söylememeye de devam ediyor. Bunun nedenini hâlâ merak ediyor ve açıklamalarını bekliyorum. İstanbul’un kendi su kaynaklarında en fazla Ağustos ayı sonuna kadar yetecek su kaldığı ve Melen ve Yeşilçay’dan gelen suyun İstanbul’un ihtiyacını karşılamaya yetmeyeceği ortadayken, neden su tüketiminin azaltılması için hiçbir çağrı yapmıyorsunuz? Örneğin ABD’de California eyalet yönetimi kuraklık nedeniyle su kullanımına dair sert yasaklar getirdi. Çünkü eyaletin en önemli su kaynağı olan Hoover barajında su seviyesi rekor seviyede düştü. İklim değişikliği dünyanın çok farklı yerlerini kavurmaya devam ediyor, üstelik bu sene bir de El Nino geliyor. Yani sorun bize özgü değil. Kuraklık İSKİ’nin suçu da değil. Siz neden ciddi bir tasarruf çağrısı yapmıyor, araba yıkamak, havuz doldurmak, bahçe sulamak gibi mecburi olmayan su kullanımlarını yasaklamak veya kısıtlamak yoluna gitmiyorsunuz?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İSKİ’den bir ricam da park ve bahçeleri ve yol kenarlarındaki çimleri ve çiçekleri sulamakta kullandıkları suyun şebeke suyu olmadığını açıklamaları. Hatta sulama yaptıkları her yere tabelalar asarak bu susuzlukta şebeke suyunu böyle savurganca harcamadıklarını ilan etmeleri gerekir. Bu da bir farkındalık yaratma yoludur. Çünkü o sulama görüntüsü İstanbul’un su kıtlığı çeken değil, su bolluğu içinde yüzen bir kent olduğu imajını veriyor. Zihnimizdeki bu su bolluğu görüntüsüyle biz nasıl tasarruf yapalım?

Neticede, İSKİ’nin söylediklerinin ve yürüttüğü politikanın tek bir açıklaması olduğunu düşünüyorum. İstanbul’un ve Türkiye’nin su yönetimi bürokrasisi ve politikacılar, İstanbul’un Eylül ayından itibaren ciddi bir su sıkıntısıyla karşılaşabileceğini biliyor, ama yine Eylül ayından itibaren ciddi yağışlar olacağını ve İstanbullular hiç hissetmeden bu krizi atlatacaklarını düşünüyorlar. Bunun için de, tam seçim döneminde, İstanbullular’ın moralini bozmak, su sorunu yaşıyor olduğumuzu fazla görünür hale getirmek, su kesintisi veya az su kullanın çağrısı yaparak bu konudaki itibarlarını zedelemek istemiyorlar.

Yani İSKİ kumar oynuyor.

Eylül’de günlerce yağmur yağacağına, barajların dolacağına, her şeyin güllük gülistanlık olacağına inanıyor.

Peki ya yağmazsa?

Ümit Şahin – Yeşil Gazete

Ay Tanrıçası Selene’nin gölü için insan zinciri

Bafa Gölü’nin yıllardır artarak devam eden kirliliğine karşı Bafa Gölünü Kurtarma ve Yaşatma Platformu bu cumartesi insan zinciri oluşturuyor.

bafa gölü

Civardaki sanayi bölgelerinin atıkları, evsel atıklar, tarım için kullanılan gübre ve pestisitlere bulanmış Menderes Nehri’nde gelen suyla yılda yıla kirlenen Bafa Gölü için tehlike çanları epeydir çalıyor. Büyük Menderes Nehri ile göl arasına yapılan bent nedeniyle doğal su döngüsü bozulup, durgun suya dönen gölde alg patlaması da yaşanmaya başladı. Kokusu gittikçe artan, bir zamanlar Türkiye’nin en güzel göllerinden olan Bafa gölüyle ilgili geçtiğimiz sene yapılan bir araştırma sorunun sadece Menderes nehrinde gelen su olmadığını da ortaya koymuştu.

Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) Bilim Danışmanı, Süleyman Demirel Üniversitesi Eğirdir Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Erol Kesici, Ege Üniversitesi Biyoloji Bölümü öğretim üyeleriyle gölde yaptıkları su analizlerinde oksijen seviyeleri düşük, Ph seviyesi yüksek olduğunu, gölde tuzluluk oranları çok değişkenlik gösterdiğini belirtmişti.

Azot ve fosfat gibi besi yüklerinin artışı gölde farklı türlerdeki mavi-yeşil alglerin (su yosunlarının) artışını hızlandırdığını belirten araştırmada alglerin çürümesiyle kötü kokuların oluştuğunu, sinek popülasyonlarının arttığını ortaya koymuştu.

Bafa Gölü için mücadele veren doğa savunucuları 19 Temmuz cumartesi saat 17.30’da Hotel Silva Oliva önünde buluşup insan zinciri oluşturacak. Ay Tanrıçası Selene’nin aynası Bafa Gölü kararmasın’ demek için bir araya gelecek vatandaşlar yetkililerden acil önlem talep ediyor.

(Yeşil Gazete)