Ana Sayfa Blog Sayfa 3923

Kediye işkence davası görüldü

Geçtiğimiz Şubat ayında, Eskişehir’de 20 yaşındaki M.C.A. isimli üniversite öğrencisi tarafından önce bıçaklanarak, daha sonra damacana ile ezilerek öldürülen “İLETKİ” isimli kedi ile ilgili, sanık hakkında üç yıla kadar hapis istemi ile açılan kamu davasının ilk duruşması Eskişehir 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Mahkeme, duruşmaya gelmeyen sanığa davetiye çıkarılmasına karar vererek duruşmayı 11 Kasım 2014 tarihine erteledi.

baskentte_hayvan_haklari_eylemi_h10272

Sanık M.C.A. hakkında şikâyetçi olan birçok vatandaşın dinlendiği duruşmada, çeşitli barolara mensup hayvan hakları komisyonu üyesi avukatlar, STK temsilcileri ve hayvan hakları savunucuları da hazır bulundu. Sanık M.C.A. ise duruşmaya katılmadı.

Talimat ile ifadesi alınan sanık M.C.A’nın, ifadesinde iddianamede kendisine yöneltilen suçu işlediğini kabul ettiği görüldü. Türkiye Baroları Hayvan Hakları Kurultayı’na mensup barolar ve Engelli Hayvanları Koruma ve Hayvan Hakları Derneği, Hayvanları Çaresizlik ve İlgisizlikten Koruma Derneği (HAÇİKO), Seferihisar Doğa ve Hayvan Dostları Derneği (SEHAYDER), Yaşam Hakkına Saygı Derneği (YHS) ve Yeryüzüne Özgürlük Derneği de suçtan zarar gördükleri gerekçesi ile davaya müdahillik taleplerini mahkemeye iletti. Mahkeme, baroların ve derneklerin müdahillik taleplerini reddederken davanın müştekilerinin katılma taleplerini kabul etti.

“Yürürlükteki kanunda da tasarıda da hayvanlar hâlâ birer mal”

Davaya müdahillik talebinde bulunan Engelli Hayvanları Koruma ve Hayvan Hakları Derneği ile Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nden açıklama yapan Burak Özgüner “Birkaç ay önce yaşanan bu olay karşısında, tüm Türkiye ayağa kalktı. Ancak her zaman olduğu gibi bu cinayet de unutulup gitti. Mahkeme ne karar verirse versin, sanık ve benzer fiillerin failleri, katiller bizlerin vicdanında zaten mahkûmdur. Son derece sadist duygularla işlenen bu cinayetin ardından gündeme gelen Hayvanları Koruma Kanunu değişikliği yasa tasarısı şu anda TBMM Genel Kurulu gündeminde. Ancak gündemde olan tasarı, bu tür suçların caydırıcı bir yaptırımla sonuçlanmasını sağlamaya dahi yetmiyor, hatta tasarıdaki son derece ucu açık maddeler nedeni ile tasarının yasalaşmasından, hayvanların korunamayacağı, kolaylıkla öldürülebileceği gerekçesi ile ciddi endişelerimiz var. Yürürlükteki kanunda da gündemdeki tasarıda da Türkiye’de hayvanlar hâlâ birer mal. Bir hayvanı öldürmek ile başka bir savunmasız insanı öldürmek arasında hiçbir fark yok. Hepsi birer yaşam hakkı ihlâli. Adı ‘hayvanları koruma’ olan bir kanun ve bununla ilgili tasarı dahi, hayvan haklarını değil, insan menfaatini gözetiyor. Bu zihniyet değişmediği sürece bu davadakine benzer olaylar yaşanmaya, hatta artmaya devam edecek” açıklamasında bulundu.

(Yeşil Gazete)

Su arıtmasından pis kokular çıkıyor

İstanbul’un bazı ilçelerinde çeşmeden akan suyun son günlerde kokuyor olması dikkatleri barajlardaki suların azalması konusunda uzun süre sessizliğini koruyan İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi’ne (İSKİ) çevirdi. İSKİ, Cumartesi günü yaptığı açıklamada su azlığı sebebiyle Sakarya Terfi Merkezi’nden su alınmaya başlandığını açıkladı. Kokulu suyu ise barajların dibindeki yosunlaşmaya bağladı. DSİ (Devlet Su İşleri) eski yetkilisi Dursun Yıldız “Şeffaf olunmalı” derken, ÇMO (Çevre Mühendisleri Odası) İstanbul Şube Başkanı Emine Girgin bağımsız bir su analizi yapacaklarını açıkladı. Patika Ekoloji Kolektifi’nden Alp Temiz ise kamuoyunu bilgilendirmedikleri gerekçesiyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İSKİ hakkında suç duyurusunda bulundu.

sakarya

Birgün’den Seçil Türkkan’ın haberine göre, Orman ve Su İşleri Bakanlığı 2013 yılında, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası’nın yaptırdığı ‘Sakarya Nehri kirlilik yükünün belirlenmesi’ durum raporundan sonra ‘Sakarya Nehri Kirlilik Haritası’ çıkardığını açıkladı. Haritaya göre nehirde yoğun kirlenme oranı olduğu, nüfus ve sanayileşme ile orantılı bir şekilde arttığı belirtiliyor. Kirliliğe sebep olan etkenler, yan kollar ile nehir havzasındaki yerleşim bölgelerinden gelen evsel atıklar ile, ‘tarım arazilerine karışan gübre ve pestisitler’ olarak belirlenirken, nehri besleyen derelerin kenarına kurulan sanayi işletmelerinden gelen demir ve ağır metallerin yüksekliğine de vurgu yapılıyor.

“Arıtma sağlıklı yapılamıyor”

Uzun yıllar DSİ’de görev yapan ve Melen Projesi Koordinatörlüğünde çalışan Dursun Yıldız konuyla ilgili olarak, “Koku barajlardaki su seviyesinin azaldığı dönemde başladı. Sadece yosunla bağlantılı olmadığını düşünüyorum. İstanbul’a daha önce de bu seviyelerde su verilmiş olmasına rağmen barajlardaki böyle bir koku yoktu” dedi. Sebebini ise “Arıtma tesisleri bugünlerde kapasite üstü çalışıyor, bu da arıtmanın sağlıklı yapılamadığı anlamına gelir.” diyerek açıkladı. Ayrıca “Su yönetiminde ekonomik ve ekolojik açıdan zorlamayacak şekilde şeffaf olmak zorundayız. Sakarya’dan gelen suyun etrafında pek çok sanayi kuruluşu olması sebebiyle kirliliğe açık” dedi.

ÇMO: Sakarya’dan su getirmek çözüm değil

ÇMO (Çevre Mühendisleri Odası) İstanbul Şube Başkanı Emine Girgin ise Sakarya Nehri ile ilgili olarak bağımsız bir analiz yapıp sonucu önümüzdeki günlerde kamuoyuyla paylaşacaklarını açıkladı. Girgin’de kokunun sebebinin ancak analiz yapılmasıyla anlaşılabileceğini belirtirken “Melen’den su getirmek çözüm olmadıysa Sakarya da çözüm olmayacak. Ekosistemi bozduğunuz zaman kuraklık etkisi daha şiddetli gerçekleşmeye başlayacak. Dolayısıyla başka bir havzadan su taşımak kurutmak demek. Uzun vadede çözümler değil, sorunları arttıracak uygulamalardır” dedi.

İSKİ’ye suç duyurusu

Patika Ekoloji Kolektifi üyesi ve Hemşire olan Alp Temiz ise konuyla ilgili olarak önceki gün İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İSKİ yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulundu. İstemde değişik bölgelerden su numunesi alınarak analiz yapılmasını ve konuyla ilgili olan sorumluların cezalandırılmasını istediğini beyan etti. Temiz BirGün’e yaptığı açıklamada: “ Devletten esasen çok bir beklentim yok. Fakat bunlar kayıtlara geçmezse atlanıyor. Sudaki koku cumartesi günü açığa çıktığı için Kadıköy Toplum Sağlığı Merkezi, Hıfzısıhha Müdürlüğü gibi merkezler analiz için geç kalmıştı. Ben kendi imkanlarımla tarihli ve saatli bir şekilde numuneler topladım. Sudaki koku “su koktu” etiketiyle sosyal medyada sıkça paylaşıldı. Aseton ile foseptik kokusuna benzetilmişti” dedi.

(Birgün/ Yeşil Gazete)

Hukuksuz HES inşaatında molozlar dereye dökülüyor

Ordu’nun Fatsa ilçesi Bolaman Vadisi’nde yapımı planlanan Atilla Regülatörü ve HES için hukuk kararlarına rağmen inşaat devam ediyor. İŞ makineleri, yasak kararına rağmen hafriyatları dün Golaman Deresi’ne döktü.

fatsa

Ordu Valiliği tarafından 12 Haziran 2014 tarihinde faaliyetlerinin tümü durdurulan Atilla Regülatörü ve HES şirketi yasak kararına rağmen derelere moloz dökmeye devam ediyor. Daha önce şirket yetkililerine Fatsa Sulh Ceza Mahkemesi tarafından çevreyi kasten kirletmek suçlamasıyla verilen 5 ay hapis cezasına rağmen dün de jandarmaların gözleri önünde şirket kamyonları boşaltım yaptı.

Geçtiğimiz günlerde Valilik ve Kaymakamlığa verilmek üzere imza kampanyası başlatan Demirciköy çevre hakkı savunucuları, dün gerçekleşen hafriyat boşaltma sırasında firma yetkililerinin izin kağıdının olmadığını belirtti. Jandarmaya suç duyurusunda bulunmalarına rağmen henüz bir işlem uygulanmadığını belirten Güven Atabay,”Yargının durdurma yetkisini kolluk kuvvetlerine uygulatamıyoruz.Kimse jandarmaya emir veremiyor” diyor.

Şirketin taşeron firmalarının aynı zamanda özel mülke de hafriyat boşalttığını iddia eden Atabay, “bahçenin sahibiyle anlaşmışlar molozlar oraya dökülüyor. Oranın yakınındaki Hazine arazisine de girmişler”dedi.

(Gözde Kazaz / Yeşil Gazete)

Dink cinayeti davası 30 Ekim’e ertelendi

Hrant Dink cinayeti davasına bugün İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edildi. Kapatılan özel yetkili İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nden İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gittikten sonra ikinci kez görülen duruşmaya katılan sanık olmadı. Sanıkların hiçbirinin katılmadığı duruşmaya Dink Ailesi avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu, Bahri Belen, Sebu Aslangil, Naciye Demir ve Osman Hayal ile Yasin Hayal’in avukatı Fatma Aygören katıldı.

berge photo dink dava onur unlu
Hrant’ın Arkadaşları adına basın açıklamasını yönetmen Onur Ünlü okudu. Fotoğraf: BERGE ARABIAN

Duruşmada söz alan Dink Ailesi avukatlarından Bahri Belen, mahkemenin yakalanmayan sanık Ahmet İskender’in dosyasını ayırarak Yargıtay’ın verdiği bozma kararına ilişkin karar açıklaması gerektiğini söyledi. Mahkeme Başkanı, Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü’nün, ‘Ahmet İskender’in 2012’ye kadar ailesiyle Trabzon’da yaşadığını ancak daha sonra İstanbul’a taşındığını bildirdiğini’ de ifade etti.

Mahkeme heyeti, Yargıtay’ın verdiği bozma kararına ilişkin karar verebilmek için sanıkların tamamının beyanının alınması gerektiğini belirterek Ahmet İskender hakkında verilen yakalama kararınını sürdürülmesine karar vererek bir sonraki duruşmayı 30 Ekim tarihine erteledi.

“Beklenen ayrı davaların birleştirilmesi, devletle iç içe isimlerin hesap vermesidir”

Duruşma öncesi, Hrant’ın Arkadaşları Çağlayan Adliye Sarayı’nın önünde bir araya geldi. Grup adına yönetmen Onur Ünlü’nün okuduğu açıklamanın tam metni şöyle:

“7 yıllık bir mücadelenin ardından devletin o koca ve ağır kapısı bir parmak aralandı. Cinayette kusuru olduğu düşünülen ancak soruşturma izni verilmeyen 24 kamu görevlisinden 8’i için mahkeme yolu açıldı. Haklarındaki “kovuşturmaya yer yoktur” kararı iptal edildi. Şimdi beklenen, gereken, ilk olarak o dönem İstanbul Emniyeti’nde görev yapan 8 kişi, yani dönemin İstanbul Vali Yardımcısı Ergun Güngör, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, dönemin İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler ve 6 polis memuru için dava açılması…
Açılması gereken bu dava, hazırlanması gereken iddianame, nereye gider, devlet o klasik refleksiyle yine kendini korumaya devam eder mi, ederse nasıl eder, bilinmez. Ancak bu gelişme, ailenin, avukatların ısrarının yanı sıra, “bu dava böyle bitmez” diyenlerin adalet nöbeti sayesinde de oldu.
Fakat bu kişiler, yargılanması istenen kamu görevlilerinin sadece bir kısmıdır. AKP Hükümeti’nde bakanlık koltuğuna kadar yükselen, ancak hakkında yolsuzluk iddiaları ortaya dökülünce bir köşeye alınıveren isimler hakkında, hâlâ bir işlem yoktur. Keza yine o dönem Trabzon Emniyeti’nde yuvalanmış AKP’nin eski iktidar ortağına yakın polis şefleri hakkında da bir gelişme yoktur. Zira onların dosyası ayrılmıştır.
Asıl olarak beklenen, gereken, bu cinayette kusuru bulunan tüm kamu görevlilerinin yargı önüne çıkması, hesap vermesidir.
Asıl olarak beklenen ayrı ayrı yürütülen davaların tek bir dava olarak birleştirilmesidir.
Ve elbette asıl olarak beklenen, Hrant Dink’i katillerin önüne atan, ona hayatı dar eden, devletle içiçe geçmiş, şu günlerde aklanmışçasına ortalıkta gezen isimlerin cinayetteki rolünün açığa çıkarılmasıdır.
Buradan tekrar sesleniyoruz, uyarıyoruz: Devlet tüm kanatlarıyla hesap vermek zorundadır. Ancak o zaman, devletçe dilenen taziye, biraz daha anlam kazanacaktır.
Biz bu cinayetin arkasındaki yapı ortaya çıkana, sorumlular hesap verene kadar adalet nöbetimizi sürdüreceğiz.
“Hrant için, Adalet için!” demeyi sürdüreceğiz.
Şimdilik “Kamu görevlileri, mahkemeye bekleniyorsunuz!” diyor ve ekliyoruz:
Biz bitti demeden bu dava bitmez!
Hrant’ın Arkadaşları”

(Agos/ Yeşil Gazete)

Anayasa Mahkemesi: Sapkın demek ifade özgürlüğü değil, nefret söylemi

Kaos GL’den Yıldız Tar’ın haberine göre Anayasa Mahkemesi önemli bir karara imza tarak sapkınlık demenin ifade özgürlüğü sayıamaycağını, nefret söylemi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini  belirtti.

Habervaktim.com internet sitesinin kendisini ve Kaos GL Derneği’ni hedef gösteren, nefret söylemi içeren yayınından ötürü Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvuran Av. Sinem Hun’un başvurusu sonuçlandı.

Anayasa Mahkemesi, Habervaktim.com internet sitesinin “Kaos GL isimli sapkınların derneğinin de avukatlığını yürüten Ankara Barosu’na kayıtlı Sinem Hun” ifadelerinin cinsel yönelim temelli nefret söylemi olduğunu, Kaos GL Derneği’ni hedef aldığını ancak başvurucu yönünden nefret söylemi ve nefret suçu niteliği taşımadığını söyledi. Böylelikle ilk kez AYM kararlarında cinsel yönelim nefret söylemi tanınmış oldu.

Şeref ve itibara saldırı değilmiş!

Mahkeme, Hun’un maddi ve manevi hakkının korunması kapsamında şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialarının kabul edilebilir olduğuna oy birliğiyle karar verirken; şeref ve itibara saygı hakkının ihlal edilmediğine oy çokluğuyla karar verdi.

Anayasa Mahkemesi kararın gerekçesini açıklarken, “Demokratik toplumda şiddet çağrısı veya nefret söylemi gibi çoğulcu demokrasiyi ortadan kaldırmayı amaçlayan ifadeler söz konusu olmadıkça kişiler hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmekten kaçınılması gerekmektedir” dedi.

Habervaktim.com’un “Siyonist uşakları yine teröre saldırdı” başlıklı haberini inceleyen AYM, “Siyonist uşakları” tabirinin AYM’ye başvuran Sinem Hun’u hedef almadığını öne sürdü.

AYM, Hun’un kendisi hakkındaki “sapkınların avukatı” tabirinin nefret söylemi içerdiği, şeref ve itibarına saldırıda bulunulduğu, habervaktim.com’un yayınlarıyla eşcinselleri sürekli hedef gösterdiği ve nefret söylemi ürettiği ifadelerini ayrıca inceledi.

AYM, “sapkın” demenin nefret olduğunu kabul etti
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Hun’un başvurusu üzerine kovuşturmaya yer olmadığı kararını hatırlatan AYM, “sapkın” ifadesinin doğrudan Kaos GL’ye yöneltildiği ve Hun ile doğrudan bağlantısı olmadığını ifade etti.

AYM, “sapkınların derneği” ifadesinin doğrudan Kaos GL’yi ve “belli bir kesimi” hedef aldığını kabul etti. Böylece, LGBTİ’lere ve LGBTİ örgütlerine “sapkın” demenin hedef göstermek olduğu AYM tarafından tescillenmiş oldu.

Cinsel yönelime dayalı nefret söylemi ilk kez AYM kararlarında
Başsavcılık’ın kovuşturmaya yer olmadığı yönündeki kararını kabul edilebilirlik yönünden de inceleyen AYM, cinsel yönelim temelinde nefret söyleminin “ırk, köken ya da renk” temelinde nefret söylemi kadar ciddi bir olgu olduğunu belirtti. Bu karar aynı zamanda AYM’nin nefret söylemine ilişkin de ilk kararı.

AYM üyesinden cezasızlığa itiraz
AYM’nin red kararına itirazlarını sunan AYM üyesi Osman Alifeyyaz Paksüt ise, “Başvurucu haberi yayınlayan sitenin esas itibariyle Yahudi karşıtlığı ekseninde açıkladığı görüşlerin doğrudan hedefi olmamakla beraber, bir şampuan reklamında Hitler’in kullanılmasının ırkçılık suçu teşkil ettiği düşüncesiyle şikayette bulunmuş olmasından dolayı, bahse konu internet gazetesinin hedefi olmuştur” dedi.

“Sapkın demek fikir özgürlüğü değildir!”
Paksüt, “sapkınların derneği Kaos GL’nin avukatı” ibarelerinin fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini belirterek, “Farklı cinsel eğilimleri olan kişilere karşı toplumda egemen olan ayrımcılık, dışlayıcılık ve nefretin önlenmesinin, devletin pozitif yükümlülükleri olduğunda tereddüt bulunmamaktadır” dedi. Paksüt AİHM kararlarını hatırlatarak, eşcinsellere dönük nefret söyleminin cezalandırılmasında hukuka aykırılık olmadığını vurguladı.

Hun’un savunması gereken grup olan LGBTİ’ler üzerinden itibarsızlaştırılmaya çalışıldığını da sözlerine ekleyen Paksüt, “Başvurucunun katlanmak, hoş görmek zorunda olmadığı, hakaret içeren ifadelere karşı devletçe etkin bir biçimde korunması gerekirdi” dedi.

Av. Hayriye Kara: Nefret söylemi ilke kararı cinsel yönelim üzerinden
Kararı KaosGL.org’a değerlendiren Kaos GL Derneği’nden Avukat Hayriye Kara ise, “Bu oldukça önemli bir karardır” dedi ve ekledi:

“Bu karar Anayasa Mahkemesinin nefret söylemine ilişkin ilk kararıdır yani nefret söylemi ilk kez hukuki bir olgu olarak AYM kararında yer almıştır. Anayasa Mahkemesi başvuruyu kabul edilebilirlik yönünden değerlendirirken şeref ve itibara yapılan müdahalelere karşı hem hukuki hem de cezai yaptırımların söz konusu olduğunu, AYM’ye bireysel başvuru için tüm hukuk yollarının tüketilmesi gerektiğini belirtmiş olsa da hakaretin nefret söylemi kullanılarak edildiği iddia edilen başvurular açısından ceza muhakemesi yolunun tamamlanmış olmasını yeterli görmüştür. Kuşkusuz bu oldukça önemli bir karardır. Nefret söyleminin cezai bir müeyyidesinin olması gerektiği, hukuk davası yoluyla giderim sağlanmasının yeterli olmayacağı kararda açıkça belirtilmiştir. Ayrıca karar AYM’nin nefret söylemine ilişkin tavrını da ortaya koymaktadır. AYM’nin nefret söylemine ilişkin ilke kararının ‘cinsel yönelim’ gerekçe gösterilerek üretilen nefrete karşı olması önemlidir.

“Nefret söylemi Av. Sinem Hun’u da hedef alıyor”

“Her ne kadar kararda ‘sapkın’ ifadesi nefret söylemi olarak değerlendirilse de bu nefretin Kaos GL’ye yöneldiği, Av. Sinem Hun’a yönelmediği kabul edilmiştir. Kararda karşı oy gerekçesinde de açıkça belirtildiği gibi 2cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği’ gerekçe gösterilerek üretilen nefret sadece LGBTİ’leri hedef almıyor. LGBTİ’lerin aileleri, avukatları ve onlarla birlikte hak savunuculuğu yapan herkesi hedef alabiliyor ve bu nefret söylemlerinin toplumsal yansımaları sayılan gruplara yönelik nefret suçu olabiliyor. Bu nedenle ‘sapkınların avukatı’ ifadesinde yer alan nefret söyleminin Av. Sinem Hun’u hedef almadığı söylenemez.”

Ne olmuştu?

Avukat Sinem Hun, “Hitler’li şampuan reklamı” olarak tanınan “Biomen” isimli şampuanın reklam filminde kadın kimliğine hakaret ve Yahudilere karşı nefret söyleminde bulunulması sebebiyle “suçluyu övme ve halkın bir kesimini aşağılama” suçlarının işlendiğini belirterek; Biota İlaç ve Kozmetik Laboratuvarları ve Marka Reklam şirketinin yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.

Bunun üzerine habervaktim.com sitesi “Siyonist uşakları yine teröre saldırdı” başlıklı bir yazıyla hem Sinem Hun’u hem de Kaos GL Derneği’ni hedef göstermiş; Yahudi karşıtlığı ve ırkçılığın yanı sıra “sapkınların derneği Kaos GL” diyerek homofobik nefret söyleminde bulunmuştu.

Hun’un yazıya ilişkin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı başvuru kovuşturmaya gerek olmadığı iddiasıyla reddedilmiş; bunun üzerine Av. Hun Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu.

(Kaos GL – Yeşil Gazete)

“Kürtler Gezi’de vardı-yoktu” meselesi – Ümit Kıvanç

Şu “Gezi ve Kürtler” sakızını nihayet çöpe atabilme umuduyla birkaç şey söyleyeceğim.

Bu bir hakikat meselesi: Kürtler Gezi’ye katıldı. Nokta. Üstelik gayet incelikli ve diplomatik bir şekilde, örgütlü olarak katıldılar. Bireysel olarak değil.

Bundan ne anlıyoruz? Şunu: Bir karar aldılar, “şöyle şöyle katılalım, böyle davranalım” dediler, buna göre davrandılar. Şimdi: (1) Karar verdikleri ve uyguladıkları şeyi doğru veya yanlış bulabiliriz. (2) “Örgütlü katılmadılar, sadece kafasına esen geldi” muhabbeti yapamayız.

Olgular:

1. “Kürtler”, Taksim Meydanı’ndan Gezi Parkı’na girişte, merdivenleri çıkar çıkmaz solda kalan bölgeye yerleştiler.

2. Orada her zaman, belirli bir topluluk bulundurdular. Asgarî bir topluluk öngördükleri, bundan daha az olmamayı sağladıkları belliydi.

3. Varlıklarını, yani “Kürtler burada”yı duyurmak, hatırlatmak için ne lazımsa yaptılar. Her vesileyle halay çeken, en az kırk-elli kişilik gruplar, çok sık rastlanan bir görüntüydü, hattâ bir defasında da, meydanda, nöbetleşe, aralıksız iki gün halay çekme rekoruna kalkıştılar.

4. Ama esas olarak, “orada olduklarını” renkleriyle, flamalarıyla ve tabiî, on bir gün boyunca birilerinin kâbusu olan Apo bayraklarıyla gösteriyorlardı. Her türlü milliyetçi ve Kemalist, Gezi Parkı’na doğru merdivenleri çıkarken kafasını sağa çevirmek zorunda kaldı bu süre içerisinde.

5. Kürtler o kadar oradaydı ki, sosyal medya âlemi günlerce, gelip ortamı görmediği, oradaki havayı solumadığı için şuursuzca atıp tutan “TC” rumuzlu Kemalist ve milliyetçilerin “yoldaşlarına” sitemkâr mesajlarıyla çalkalandı. “Tutun indirin o paçavraları, ne duruyorsunuz!” mealindeki mesajları derlesek kimbilir kaç ekran eder.

6. Kürtler var mıydı yok muydu diye tartışılan yerde, gayet kalabalık TGB ve İşçi Partisi grupları vardı. Bunlar, evet, hem belli ki bir miktar sağduyu göstererek hem de imkânsızlığını görerek, ayrıntısını tam bilmediğim ama az buçuk kulağımıza çalınan bir-iki zayıf teşebbüsten sonra, Apo bayraklarını falan sorun etmemeyi yeğlediler. Ancak kendi içlerinde bunu ne çok sorun ettiklerini tahmin edebiliriz. Sorulabilir.

7. “Kürtler”in Gezi’deki varlığı “sınırlı” bir varlık mıydı? Evet. Peki, oradaki varoluşları, çekingen bir varoluş muydu, müdahalelerde, çatışmalarda geri mi duruyorlardı, başkalarından farklı mı davranıyorlardı? Hayır. Herkes ne yapıyorsa yapıyorlardı.

8. Niye bu isyana sınırlı bir katılımı tercih etmişlerdi? Çünkü şu ya da bu siyasî sebeple, böyle karar vermişlerdi. İhtimaller: (1) Barış süreci dolayısıyla hükümete çok sert ve açık tavır almaktan kaçındılar. (2) “Gezi” kitlesi içindeki milliyetçi ve Kemalist gruplarla aralarına mesafe koymak istediler. (3) Bilmediğimiz mülahazalarla böyle yaptılar. Yani bir siyasî tercihten sözediyoruz.

8. Böyle bir tercih yapmaya hakları var mı? Var. Başkalarının bu tercihi eleştirme hakkı var mı? O da var. Ama “Kürtler Gezi’de yoktu”, bir yalandır veya bilgisizlik ürünüdür. Gayet “mesajlı” bir biçimde vardılar, kısaca anlatmaya çalıştığım gibi.

Şöyle bitireyim: Gezi, aslında, Kürtlerin mücadelesiyle başkalarını ilk defa bu kadar yaklaştıran, yakınlaştıran, fenomenal bir hadiseydi. Günün birinde İstiklâl Caddesi’nde, aslında yanlarından kaçmaya çalıştığım, Atatürklü Türk bayraklı bir grupla birlikte “Diren Lice, Taksim seninle!” diye bağıracağımı biri söylese herhalde güler geçerdim, ama oldu (Lice’de kalekol protestosunda Medeni Yıldırım’ın vurulması üzerine). Magazini bolca yapılan, “şimdiye kadar Kürt meselesini de bu medyadan izledik, kimbilir ne yalanlar söylenmiş” muhabbetleri sahiden döndü ve bazı insanlar sahiden bu konuda az buçuk kafa değiştirdiler.

Hiçbir şey olmadıysa, insanlar Apo bayrakları asmış Kürtlerin yanından geçerek parka girip çıktılar günler boyunca. Yarın öbür gün, Gezi isyanının, askerî darbeye ortam hazırlamak isteyenlerce kalkışılmış bir tertip olmadığı anlatılırken gösterilecek en büyük kanıtlardan biri, ister istemez bu olacaktır. Yarına öbür güne de lüzum yok. Oradaki bu sembolik Kürt varlığı, şartlanmışlıklarla, alışkanlıklarla, öğrenilmiş şuursuzluklarla, kolayca Kemalist-milliyetçi tesir altına girebilecek geniş bir insan topluluğunun, tam aksine, radikal demokrat, yer yer anarşizan duygularla hareket etmesini kolaylaştırdı, genel bir ufuk genişlemesine sebep oldu.

Son bir nokta: Özellikle bu memlekette Kürtlerin Türklerle eşit haklara sahip olması için çalışan, Kürtlerin, eğer istiyorlarsa ayrılma hakkı da vardır, diyen insanlar, elbette Kürt siyasî hareketinin her türlü unsurunu eleştirirler. Buna ne Kürtler itiraz edebilir ne başkası. Ancak, Kürtlere yapılacak eleştiri, “neden bizim istediğimiz gibi davranmıyorlar”dan ibaret olacaksa bu hem çok anlamsız hem de işlevsiz. Türkiye’nin son birkaç onyılında Kürtlerin yaşadıklarıyla toplumun gerikalanının ilişkisi gözönüne alınırsa, şu soru çok sağlam ve yerindedir: Neden davransınlar?

Ümit Kıvanç -http://riyatabirleri.blogspot.com.tr/

Sudaki kokunun nedeni yosunmuş

İstanbul su ve Kanalizasyon İşleri (İSKİ), son günlerde vatandaşların sularda koku olduğuna yönelik şikayetleri konusunda bir açıklama yayınladı.

Musluklardan akan suların sürekli denetlendiğini ve sağlığa zararlı bir içerik olmadığını belirten İSKİ, kokunun kaynağının ‘yosunlar’ olduğunu açıklayarak “yosunlaşma sebebiyle su kalitesinin estetik parametrelerinde (koku) değişim yaşanabiliyor” dedi.

su-yosunu-biyodizel--HI-114875

İSKİ’den yapılan açıklamada şunlara yer verildi:

“Son günlerde İstanbul’un bazı bölgelerinde musluklardan akan su ile ilgili kurumumuza şikayetler ulaşmakta, konuyla ilgili basın-yayın organlarında haberler yayınlanmaktadır. İdaremiz İstanbul halkına düzenli ve kaliteli su temin edebilmek için kesintisiz olarak çalışmaktadır. Bu çalışmalar neticesinde ilave kaynaklar ve ilave arıtma sistemleri devreye alınmaktadır. İstanbul halkına 1 Ocak 2014 tarihinden itibaren arz edilen su miktarı günlük ortalama 2,5 milyon m3 civarında iken, 2014 yılı Temmuz ayında arz edilen su miktarı günlük 3 milyon m3‘e ulaşmıştır.

İçinde bulunduğumuz günlerin Ramazan ayına tekabül etmesinden dolayı iftar ve sahur vakitlerinde anlık yüksek su tüketimleri yaşanmakta, bunun sonucu olarak da zaman zaman basınç düşüklükleri meydana gelmektedir. Kurumumuzca kesinti yapılmaksızın şehre sürekli su verilmeye devam edilmektedir.

İdaremiz, su temininde sürekliliği sağlamak maksadıyla şehre yeni kaynaklar ve tesisler kazandırmaya devam etmektedir. Bu kaynakların ve tesislerin devreye alınması aşamasında, su kalitesi sürekli olarak izlenmeye devam edilmekte, ulusal ve uluslararası standartlara uygun olmayan su şehre verilmemektedir. Bununla beraber, yeni devreye alınan sistemlerin testleri aşamasında halkımızdan gelen şikayetler hassasiyetle izlenmekte, şehrin belli noktalarında gerçekleşen bu şikayetlere acilen müdahale edilmekte, gerekli deşarj ve iyileştirme çalışmaları anında yapılmaktadır. Şikayet gelen yerlerden sürekli numuneler alınmakta ve su kalitesi araştırmalarına dönük analizler yapılmaktadır. Koku şikayeti gelen bölgelerde Türk Standartları ve uluslararası standartlar çerçevesinde yapılan analiz ve incelemeler neticesinde suyun kullanılabilirliğine engel olacak herhangi bir veriye rastlanmamıştır. Sıcaklıkların mevsim normallerin üzerinde seyretmesi, göllerdeki su seviyesinin düşmesi ve yosunlaşma sebebiyle su kalitesinin estetik parametrelerinde (koku) yaşanabilen değişimin suyun kullanımı açısından herhangi bir olumsuz duruma sebebiyet vermesi söz konusu değildir.

İdaremiz İstanbul halkına düzenli ve sürekli su temini için aynı titizlik ve heyecanla çalışmaya devam etmekte olup, halkımızdan gelen her türlü talebi anında karşılamak için gerekli gayreti göstermektedir.”

Kadın cinayetlerine karşı meclise çağrı: Acil eylem planı

124 kadın örgütü, kadın ve trans cinayetlerini engellemek için siyasileri acil bir plan yapmak için mecliste göreve çağırdı. Kadın örgütleri taleplerini haykırmak için 20 Temmuz’da sokakta olacak.

kadin-cinayetleri-eylem

İki günde altı kadın cinayetinin işlenmesi üzerine kadın örgütlerinden, feminist ve LGBTİ örgütlerden, siyasi partilerden, demokratik kitle örgütlerinden  oluşan 124 örgüt harekete geçti ve bir çağrı metniyle meclisin olağanüstü toplanmasını talep etti.

“Her hafta, kocası, babası, erkek kardeşi, oğlu, boşanmak/ayrılmak istediği kocası/sevgilisi, müşterisi tarafından öldürülen kadınların ve trans kadınların haberlerini duyuyoruz” denilen çağrıda Aile Bakanlığı’nın politikaları da eleştirildi:

“Kadınlara ilişkin nadiren konuşurken gördüğümüz Aile Bakanı Ayşenur İslam, erkek şiddeti konusunda konuşmuyor; konuştuğunda ise, kadın cinayetlerini normalleştiren bir dil kullanıyor. ‘Kadınlar koruma altındayken öldürülmüyor’ diyen Aile Bakanı, 6284 Sayılı Yasa’dan habersiz olduğu gibi, aynı zamanda kadın cinayetleri açısından bakanlığını “temize çekmeye” çalışan bir söylem geliştiriyor. Bir sözümüz var Aile Bakanı’na: Devlet, kadın cinayetlerini gündeme almayan ve etkili mücadele yöntemleri kurmayan yasama ve yürütmesi ile, haksız tahrik indirimleri ile, erkeklere “teşvikler” sunan yargısı ile kadın cinayetlerinden sorumludur.”

6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” unun mekanizmalarının hala kurulmadığını hatırlatan kadınlar, “Mekanizmaları hâlâ kurulmamış, cinsiyetsizleştirilmiş 6284 sayılı yasa, şiddete karşı koruma ve önleme talep eden kadınların talepleri karşısında, gereği gibi inceleme ve değerlendirme yapmayan mahkemeler tarafından kopyala-yapıştır kararlarla uygulanıyor” dedi.

“20 Temmuz’da kadın cinayetlerine karşı isyanımızı haykırmak için ev işi, çocuk bakımı dayatmalarına da kulak asmadan sokaklara çıkıyoruz! Herkesi de olduğu yerde sokaklara çıkmaya çağırıyoruz! Meclisin olağanüstü toplanması için ses çıkarıyoruz!” diyen örgütler “Cinayetlere Karşı Acil Eylem Grubu” olarak eylemlerine devam edecek.

Kadın örgütleri, geçtiğimiz hafta İstanbul Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’nde bir eylem gerçekleştirmişti. 20 Temmuz Pazar gerçekleşecek eylem öncesinde de 17 Temmuz Çarşamba (bugün) ve 19 Temmuz Cuma günleri saat 16.00-17.00 arasında #KadınKatliamıVar hashtag’i ile sosyal medyada eylem düzenlenecek.

17 Temmuz Perşembe günü de saat 10:00’da, Cezayir Toplantı Salonu’nda düzenlenecek toplantıda oluşturulan eylem birliği ve önümüzdeki günlerdeki program konuşulacak.

İmza veren kadın örgütleri

1. Adana Ev Hanımları Dayanışma ve Kalkındırma Derneği
2. Adıyaman Yaşam Derneği
3. AKDAM Kadın Dayanışma Merkezi ve Sığınma Evi Derneği
4. Anarşist Kadınlar
5. ANKA LGbt
6. Ankara Feminist Kolektif
7. Antalya Kadın Danışma Merkezi ve Dayanışma Derneği
8. Ayvalık Bağımsız Kadın İnisiyatifi
9. Bağımsız Kadın Derneği – Mersin
10. Bağlar Kadın Kooperatifi-Diyarbakır
11. Barış İçin Kadın Girişimi
12. Batman Selis Kadın Merkezi
13. Berfin Kadın Merkezi -Siirt
14. Berjin Amara Kadın Merkezi-Viranşehir
15. Bodrum Kadın Dayanışma Derneği
16. Buca Evka-1 Kadın Kültür ve Dayanışma Evi
17. Bursa Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği
18. Ceren Kadın Derneği-Diyarbakır
19. Çiğli Evka-2 Kadın Kültür Evi (ÇEKEV)
20. Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH)
21. Dersim Yaşam Kadın Merkezi
22. Dersim Yenigün Kadın Dayanışma Derneğ
23. Didim Kibele Kadın Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
24. DİKASUM-Diyarbakır Büyükşehir
25. Ekin Ceren Kadın Merkezi-Diyarbakır Kayapınar
26. Ekmek ve Gül Programı ve Dergisi
27. Elder Kadın El Emeğini Değerlendirme Derneği
28. EPİDEM-diyarbakır Yenişehir
29. Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği
30. Eşit Yaşam Derneği
31. Eşitlik İzleme Kadın Grubu – EŞİTİZ
32. Ev Kadınları Derneği – Adana (EVKAD)
33. Ev-eksenli Çalışan Kadınlar Çalışma Grubu
34. Filmmor Kadın Kooperatifi
35. Girişimci Kadınların Desteklenmesi Derneği (GİKAD)
36. Gökkuşağı Kadın Derneği
37. Gülşilaw Kadın Merkezi-Nusaybin
38. Halkevci Kadınlar
39. İlerici Kadınlar Derneği
40. İmece Ev İşçileri Sendikası
41. İmece Kadın Dayanışma Derneği
42. İstanbul Feminist Kolektif
43. İştar Kadın Merkezi-Mersin
44. İzmir Amargi
45. İzmir Bağımsız Kadın İnisiyatifi
46. İzmir Kadın Dayanışma Derneği
47. İzmir Feminist Kolektif
48. Jinwar Kadın Merkezi-Çınar
49. KADEM Diyarbakır-Sur
50. Kadın Adayları Destekleme Derneği – KA.DER
51. Kadın Dayanışması
52. Kadın Dayanışma Vakfı
53. Kadın Emeği Kolektifi
54. Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi Platformu
55. Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği
56. Kadınlarla Dayanışma Vakfı
57. Kadınlara Hukuki Destek Merkezi (KAHDEM)
58. Kampüs Cadıları
59. Kapadokya Kadın Dayanışma Derneği
60. Kardelen Kadın Merkezi-Diyarbakır Bağlar
61. Karadeniz Kadın Dayanışma Derneği
62. Karya Kadın Derneği
63. Kayseri Kadın Dayanışma Derneği
64. Keskesor LGBTİ Diyarbakır Oluşumu
65. Kırmızı Biber Derneği
66. Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği
67. Koza Kadın Derneği
68. Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu
69. Mavi Kalem Derneği
70. Maya Kadın Merkezi-Bostaniçi
71. Mersin Kadın Emeği Kolektifi Derneği
72. Mersin LGBTİ 7 Renk Derneği
73. Meya Kadın Merkezi-Silvan
74. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı
75. MorEl Eskişehir LGBTİ
76. MSGSÜ Kadın Araştırmaları Kulübü
77. Muğla Kadın Dayanışma Grubu
78. Muş Kadın Derneği (MUKADDER)
79. Nujen Kadın Merkezi-Bismil
80. Nujiyan Kadın Merkezi-Lice
81. ODTÜ LGBTİ
82. Özgür Genç Kadın
83. Peljin Kadın Merkezi-Derik
84. Petrol-iş Kadın Dergisi
85. Pembe Caretta LGBTQ
86. Selis Kadın Derneği-Diyarbakır
87. Selis Kadın Merkezi-Ergani
88. Sınır Tanımayan Kadınlar
89. Sitiya zin Kadın Merkezi-Cizre
90. Smyrna İş ve Meslek Sahibi Kadınlar Derneği
91. Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Derneği / SPoD LGBTİ
92. Sosyalist Feminist Kolektif
93. Sosyalist Kadın Meclisleri
94. Şanlıurfa Yaşam Evi Kadın Dayanışma Derneği
95. Şiddete Son Platformu (271 örgüt)
96. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu
97. Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği
98. VAKASUM-Van
99. Van Kadın Derneği (VAKAD)
100. Van Mavi Göl Kadın Derneği
101. Van Yaşam, Kadın, Çevre, Kültür ve İşletme Koop.
102. Yeni Demokrat Kadın
103. Yoğurtçu Kadın Forumu
104. DİSK Kadın Komisyonu
105. EMEK Parti’li Kadınlar
106. Genel-iş Sendikası’ndan Kadınlar
107. Hak ve Özgürlükler Partisi / Hak-Par Kadın Komisyonu
108. Halkların Demokratik Kongresi / HDK Kadın Meclisleri
109. İnsan Hakları Derneği / İHD Kadın Komisyonu
110. İnsan Hakları Derneği / İHD Ankara Şubesi Kadın Komisyonu
111. İstanbul Eğitim-sen 2 Nolu Şube Kadın Komisyonu
112. İstanbul Eğitim-sen 5 Nolu Şube Kadın Komisyonu
113. İstanbul Eğitim-sen 6 Nolu Üniversiteler Şubesi Kadın Komisyonu
114. İstanbul Eğitim-sen LGBTİ Komisyonu
115. İşci Demokrasisi Partisi’nden Kadınlar
116. İzmir Kent Konseyi Kadın Meclisi
117. Kadın Partisi
118. Mahalle Yaşam Dayanışma Derneği’nden Kadınlar
119. Nilüfer Kent Konseyi Kadın Meclisi
120. Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi Kadın Meclisi
121. TMMOB’li Kadınlar
122. Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği (TODAP) Kadın Komisyonu
123. Türk Tabibler Birliği / TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu
124. Yeşil Sol Kadınlar

Çin’de kamu araçlarının %30’u alternatif enerji kullanmak zorunda

Hava kirliliğiyle mücadele yolunda sert önlemler alan Çin, 2016 yılında filoya katılacak kamu araçlarının %30’unun alternatif enerji kullanan araçlar olması zorunluluğunu getirdi.

Artan nüfus ve binek araç talebi nedeniyle enerji ihtiyacındaki artışı ve giderek büyük bir sorun haline gelen hava kirliliğini kontrol etmekte zorlanan Çin, alternatif enerji ile çalışan araçlara yönelerek bu sorunlara çözüm getirmeyi hedefliyor.

Dünya’da karbon salımları sıralamasında yıllık 10 milyar ton CO2 salımına yaklaşan performansıyla açık ara birinci durumda olan Çin, küresel iklim değişikliğiyle mücadele konusunda da en büyük hedef konumunda. Çin bu yeni zorunluluk ile toplam karbon salımları içerisinde %7’ye yakın paya sahip ulaştırma kaynaklı salımların azaltılmasına da katkıda bulunmanın peşinde.

Sanayiden kaynaklanan kirlilikle birleşen araç salımları Çin şehirlerinin üzerine kara bir bulut gibi çöküyor.  Fotoğraf:   Tomohiro Ohsumi, Bloomberg
Sanayiden kaynaklanan kirlilikle birleşen araç salımları Çin şehirlerinin üzerine kara bir bulut gibi çöküyor. Fotoğraf: Tomohiro Ohsumi, Bloomberg

Çin hükûmetinin hafta başında yayınladığı açıklamaya göre %30 hedefi 2016 yılında yürürlüğe girecek, önce merkezi yönetim ve bakanlıklar için geçerli olacak ve ilerleyen yıllarda yerel yönetimlerin araç alımlarını da kapsayacak şekilde genişletilecek.

Bu yeni hedefe göre %100 elektrikli araçlar, şarj edilebilir hibrit araçlar ve hidrojen gibi alternatif yakıtlarla çalışan yakıt hücreli araçlar yeni araç alımlarının %30’undan daha düşük yüzdede olursa kamu kurumları çeşitli cezalarla karşı karşıya kalacak.

Bireysel kullanıcıları alternatif araçlara yönlendirmek için bu araçlardaki taşıt alım vergisinin 1 Eylül 2014 – 1 Ocak 2017 arasında kaldıran Çin, bu uygulamalarla enerji talebini düşürmeyi ve şehirlerini esir alan kurum bulutlarını dağıtmayı planlıyor.

(Bloomberg, Yeşil Gazete) 

 

 

 

 

İlk iklim savaşının izleri bulundu

Sudan’ın kuzeyinde Aswan Barajı yapımı sırasında keşfedilen Jebel Sahaba arkeolojik sitesinde 1965-66 yılları arasında başlayan UNESCO destekli kazılar, insanlık tarihinin ilk mezarlığının keşfi ile sonuçlandı. Ancak belki de daha önemlisi, topluluklar arası bilinen ilk çatışmanın bu coğrafyada gerçekleşmiş olduğunun keşfiydi. Şimdi sular altında olan bu arkeolojik sitede kazı sonucu çıkartılan iskeletlerin en az 61’inin 13 bin yıl önceye ait olduğu biliniyor. Kazıyı yöneten Amerikalı arkeolog Profesör Fred Wendorf üniversiteden emekli olduktan sonra koleksiyonunu, araştırma notlarını, fotoğraflarını ve site çizimlerini 2002 yılında British Museum’a bağışladı. Bulunan iskeletler de  British Museum’a  nakledilirken bu hafta başında kazı sonuçları halkın ziyaretine açıldı.

Kemiklerde çatışmanın izleri

Erkek, kadın ve çocuklardan oluşan kurbanların kafa ve göğüs kemiklerinde görülen ok izleri ve ezilmiş kemikler kurbanların çatışma sonucu öldürüldüğünün kanıtı. Ayrıca önceki çatışmaların izlerinin de kemiklerde olması çatışmaların aylarca sürdüğünü gösterirken, ölülerin standart bir biçimde (tüm cesetler sol tarafları üzerinde, kafa güneye doğru, gözler doğuya bakıyor) gömülmüş olması kurbanların kendi halkları tarafından gömüldüklerini gösteriyor.

 

sahaba-site-plan
Jebel Sahaba’daki Mezarlık 117’nin haritası. Kırmızı noktalar şiddet sonucu öldürülen kurbanları gösteriyor.

 

Diğer kurbanlara göre daha talihsiz olan (20 ve 21 numaraları iskeletler) iki kurbanın kemiklerinde, öldürüldükleri silahın kalıntıları görülüyor.  21 numaralı iskelet üzerinde toplam 19 silah kalıntısı görülüyor ve bunların bir tanesi hala leğen kemiğinde bulunuyor.

jebel-sahaba-1-b20-21_544
Fotoğraftaki kalemler silah kalıntılarını işaret ediyor. (Wendorf Arşivi, British Museum)

 

Çatışmanın nedeni iklim şartları

Independent gazetesi ve diğer başka gazeteler bu çatışmanın nedenini  ırk savaşı olarak yansıtıyor. Ancak serginin küratörü Renée Friedman’a göre bu şiddetin en olası nedeni ilkim değişikliği.

Buzul çağında Avrupa ve Kuzey Amerika’nın çoğunu kaplayan buzullar Mısır ve Sudan’da soğuk ve kurak bir iklim yarattı. Gidilecek tek yer Nil nehri yakınlarıydı. Ancak nehir rejimi düzensizleşti; sular bazen çok yükseliyor, bazen de çok düşüyordu. Her iki durumda da, yaşamak için kullanılabilir kısıtlı arazi  ve kaynak oluyordu.

Balıkçılık ve toplayıcılık için nehir etrafında kümelenmiş ve bölgeden uzaklaşmak istemeyen topluluklar için yiyecek, çatışma nedeni olabilir. Dr Wendorf tarafından bulunan diğer iki mezarlık içinde, bu alanı evleri kabul eden küçük kabileler ve sosyal birimler için bu yiyecek kısıtı sürtüşmeye neden olmuş olabilir. Diğer mezarlıklarda uzun süreli çatışmanın izlerine rastlanmazken  Mezarlık 117’de bulunanlar ya çok şansızdı ya da çatışma sonucu öldürülenler buraya gömülüyordu. Araştırmalar devam ettikçe bu belirsiz zaman ile ilgili daha fazla şey öğreneceğiz.

British Museum adına araştırmaları yürüten çeşitli üniversitelerden bilim insanları iskeletler üzerinde araştırmalar yapılmaya ve kurbanlar hakkında daha detaylı bilgiler elde etmek için çalışmalara devam ediyor.

(Yeşil Gazete)