Ana Sayfa Blog Sayfa 3731

Haftanın Tortusu

tortu* Yaşar Kemal… * AKP ve HDP ortak açıklamasından barış ve demokrasi çıkar mı? * “İklim için ben de varım!” diyenler öne çıkıyor. * Aday adayları ortaya çıktı. Şimdi sıra adaylarda. * İç Güvenlik Yasası kampüslerde görüşülüyor.

* Yaşar Kemal… Bu ülke ne yazık ki büyük sanatçıdan daha çok otoriterlik özlemi peşinde koşan siyasetçi yetiştiriyor. Bu sebeple bu toprakların gördüğü en büyük yazarlardan olan Yaşar Kemal’in hayatını kaybetmesi, her türlü günlük, bugün var yarın yok, siyasi hamlenin ötesinde bir anlam ifade ediyor. Siyasetçiler gelir geçer, sanatçılar kalır. Hangimiz biliyoruz İnce Mehmet yazıldığında Başbakan kimdi? Cumhurbaşkanı kimdi? Yıllar sonra da Yaşar Kemal hatırlanırken kimse hatırlamayacak o öldüğünde kim baştaydı, kim sondaydı…

* AKP ve HDP ortak açıklamasından barış ve demokrasi çıkar mı? AKP ve HDP arasında süren müzakere süreci herkesin değer verdiği fakat aynı oranda kimsenin bilgi sahibi olmadığı bir süreç. Medya önünde konuşulan ve bizim bilebildiğimiz, sadece ve sadece tarafların birbirlerine yönelik olumsuz izlenimleri ve tavırları. Böyle olunca TBMM’de İç Güvenlik Yasası görüşülürken ve bu görüşmeler sırasında AKP’li ve HDP’li vekillerin birbirlerine yönelik yaklaşımları ortadayken Cumartesi günü gerçekleşen açıklama şaşkınlık yarattı. Daha iki gün önce Selahattin Demirtaş’ı ya da Bülent Arınç’ı dinleyen birisi bu tip bir açıklamanın gerçekleşebileceğini bekleyemezdi. AKP’nin sahip olduğu medya aracılığıyla gerçeği daha da eğip büktüğü düşünüldüğünde, ne olduğunu anlamak iyice güçleşiyor.

AKP ve HDP heyetlerinin yaptığı açıklamalar ve niyet beyanlarından sonra ilk izlenim “Barışın geldiği”ydi. Aslında periyodik olarak her seçim öncesinde bu tarz bir hava estiriliyor ama sonrasında tekrar medya önünde yapılan sert açıklamalar ile hava dağılıyor. Aradan bir kaç saat geçtikten sonra gelen açıklamalar ile ilk anda verilmek istenen izlenimin de çok gerçekçi olmadığı ortaya çıktı. Örneğin KCK yaptığı açıklamada kendilerine sorulmadan böyle bir açıklama yapılmasına tepki gösterdi.

Cumartesi yapılan açıklamadan akıllarda kalan en önemli bilgi, Abdullah Öcalan’ın açıkladığı ve gerçekleşmesi halinde bahar aylarında PKK’nın silahsızlanmayı tartışacağı kongreyi toplayacağı 10 madde. Fakat bu 10 maddenin de içeriği çok muğlak. Olabildiğince genel ifadelerle yazılmış ve içeriğinin nasıl dolacağı da belli değil. Yıllarca süren müzakereler sonucunda ancak “yeni bir anayasa” fikrine gelinmiş olması biraz da hayal kırıklığı yaratıcı bir durum. Yani bugün yeni anayasa yapılmamasını isteyen Türkiye’de kim var ki? Fakat önemli olan soru şu: AKP ve HDP’nin ortak açıklamasında dile getirilen ve taraflarca en azından reddedilmeyen yeni anayasada başkanlık sistemi olacak mı? Olmayacak mı? Barış için demokrasi feda edilecek mi? Edilmeyecek mi?

* “İklim için ben de varım!” diyenler öne çıkıyor. Kendi küçük ülkemizde farkında değiliz fakat iklim krizi çok net şekilde Dünya’yı sarmış durumda. Brezilya’nın içinde bulunduğu kuraklığın kaç sene sonra Türkiye’yi de vuracağı belli değil ama vuracağı kesin gibi. Bugün dolu olan barajların daha geçen sene boş olduğunu unutmamak gerekiyor. Ya da o barajları dolduran yağışların şehirlerdeki yaşamı felç ettiğini… Unutmamak ve iklim krizine karşı çıkmak için inisiyatif almak gerekiyor. Dünya bunun için çabalıyor, Dünya sokakları iklim için ben de varım diyenler tarafından dolduruluyor. İşte geçen Cumartesi yine Türkiye’nin sıcak gündeminin içerisinde kaynama ihtimali olan bir toplantıyla Türkiye’den de “İklim İçin Ben de Varım!” diyenler yola çıktı. İlk adımda 1600 imzalı bir açıklamayla başladılar ve Küresel Isınma’ya karşı Türkiye’nin yapması gerekenleri, tüm Dünya liderlerinin yapması gerekenleri daha güçlü bir sesle ifade edecekler.

* Aday adayları ortaya çıktı. Şimdi sıra adaylarda. 7 Haziran seçimleri yaklaştıkça dedikodular aday adaylarına; aday adayları da adaylara dönüşüyor. Aday adayı konusunda en renkli parti AKP. Kabataş Yalancısı gazetecilerden, kostüm partisinden kaçmış padişahlara kadar geniş bir yelpazede aday adayına sahip iktidar partisi.

Aday adayları ortaya çıktıktan sonra şimdi sıra adayların belirlenmesinde. Bunda da ne yazık ki ideal olan önseçim partilerin çoğu tarafından tercih edilmiyor. AKP ve MHP dar bir lider kadrosu ile belirleyecek adaylarını, HDP benzer şekilde ama biraz daha geniş bir kadro ile aday belirleyecek. Sadece CHP aday listesinin önemli bir bölümünü önseçim ile belirleyecek. Merkezden gelen adaylarla, üyelerin seçeceği adaylar harmanlanacak. Kısacası parti içi demokrasi bu seçimde de TBMM’ye girme ihtimali olan dört partiden üçü parti tarafından dışarıda bırakılmış görünüyor.

* İç Güvenlik Yasası kampüslerde görüşülüyor. İç Güvenlik Yasası, konu ile biraz ilgilenen birinin kabul edemeyeceği maddeler içeriyor. Bu sebeple de arkasında bir kamuoyu desteği yok. Savunanlar da çok utangaç savunuyor. Kamuoyu desteğinin olmaması yasanın savunulmasını engelliyor. Hükümet, üzerinde konuşulmasını, tartışılmasını dahi istenmiyor. Bu kamuoyu desteğini oluşturmanın tek yolu var. Sokakların güvensiz olduğu algısını toplumda oluşturmak. Yani yasayı toplum tarafından arzu edilir bir hale getirmek. Bu amaç için de belli sinir uçlarına dokunmak yetiyor. İşte kampüsler bu sinir uçlarından en “zinde” olanları. İzmir’de bir kişinin öldürülmesi, Ankara’da kampüse silahla girilmesi ve ateş edilmesi… Benzeri olaylar toplumda bir güvensizlik hissi yaratacaktır ve bu yasanın çıkmasına en azından sessiz kalınmasını sağlayacaktır. Tam da bu yüzden TBMM’de yasa görüşülürken karşı çıkanların, kampüslerde bu yasaya olanak sağlanmaya çalışılırken de karşı çıkması gerekir. Aksi halde TBMM’deki çaba boşa verilmiş bir çaba olarak kalacaktır.

Bir doğa yazarının ardından: Yaşar Kemal’in Romanında Dağlar – 2 (Yaşar Kemal ve Ağrı Dağı)

yasar-kemalDün kaybettiğimiz büyük yazar Yaşar Kemal’i yıllar önce çıkarttığımız yeşil dağcılık ve doğa dergisi Pastoral’in 1993’de yayımlanan birinci ve ikinci sayıları için yazdığım, daha doğrusu onun eserlerinden derlediğim “Yaşar Kemal’in Romanında Dağlar” yazılarıyla anmaya devam ediyorum.

Birinci bölüm için: Bir doğa yazarının ardından: Yaşar Kemal’in Romanında Dağlar – 1

İyi okumalar…

Yaşar Kemal’in Romanında Dağlar – 2 (Yaşar Kemal ve Ağrı Dağı)

Gün Ağrının yamacına yapışmış, öylece duruyordu. Kırmızı, soğuk… İnceden, dağdan aşağı bir yel esiyordu, soğuk, kırılır gibi… Çıtır çıtır eden bir yel. (*)

Ağrıdağının yamacında, dört bin iki yüz metrede bir göl vardır, adına Küp gölü derler. Göl bir harman yeri büyüklüğündedir. Çok derinlerdedir. Göl değil bir kuyu. Gölün dört bir yanı, yani kuyunun ağzı, fırdolayı kırmızı, keskin bıçak ağzı giibi ışıltılı kayalarla çevrilidir. Kayalardan göle kadar daralarak inen yumuşak bakır rengi toprak belli bir aşıntıyla yol yoldur. Bakır rengi toprağın üstüne yer yer taze bir yeşil çimen serpilir. Sonra gölün mavisi başlar. Bu, bambaşka bir mavidir. Hiç bir suda, hiç bir mavide böyle bir mavi yoktur. Laciverdi, yumuşak, kadife bir mavidir.

Her yıl karlar eriyip  de bahar gözünü açınca, Ağrıdağında bir ulu tazelik patlayınca, gölün kıyıları, ince kar çizgisinin üstü, keskin, kısa, küt çiçeklerle dolar. Çiçeklerin rengi alabildiğine parlaktır. En küçük çiçek bile mavi, kırmızı, sarı, mor, kendi renginde çok uzaklardan bir renk pırıltısı olarak balkır. Ve keskin kokarlar. Gölün mavi suyu, bakır rengi toprağı, baş döndürücü keskin kokularla kokar. Ve bu kokular çok uzaklardan duyulur.

Ve her yıl Ağrıdağında bahar gözünü açtığında, çiçeklerle, keskin kokular, renklerle, bakır rengi toprakla birlikte Ağrıdağının güzel, kederli kara gözlü, iri yapılı, çok uzun, ince parmaklı çobanları da kavallarını alıp Küp gölüne gelirler. Kırmızı kayalıkların dibine, bakır toprağın, bin yıllık baharın üstüne kepeneklerini atıp gölün kıyısına fırdolayı otururlar. Daha gün doğmadan Ağrıdağının harman olmuş yalp yalp yanan yıldızları altında kavallarını bellerinden çıkarıp Ağrıdağının öfkesini çalmaya başlarlar. Bu, gün doğumundan gün batımına dek sürer. Bu arada, tam gün kavuşurken gölün üstünde kar gibi ak küçücük bir kuş dönmeğe başlar. Sivri, uzun, kırlangıca benzer bir kuştur. Gölün üstünde çok hızlı döner. Uzun, ak halkalar çizer üstüste. Ak halkalar tel tel gölün som mavisine düşer, tam günün battığı anda kavalcılar çalmayı keserler. Kavallarını bellerine sokup doğrulurlar. Gölün üstünde bütün hızıyla uçan kuş tam bu sırada göle şimşek gibi çakılırcasına iner, bir kanadını suyun mavisine daldırır kalkar. Böylece üç kere daldırır, sonra da uçup gider, gözden ırar, yiter. Ak kuştan sonra çobanlar da sessiz, birer ikişer oradan ayrılır, karanlığa karışır çekilir giderler.

“Ağrıdağı Efsanesi”nden

3.

Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı serüveni 1952’de başlıyor. Genç bir gazeteciyken Nuh’un gemisini arama sevdasıyla Ağrı’ya tırmanmaya gelen bir Fransız ekiple birlikte dağın zirvesine yaptığı zorlu yolculuk yazarın en önemli yapıtlarından biri olan Ağrı Dağı Efsanesi’nin de başlangıç noktasını oluşturmuştur. Ağrı Dağı, Yaşar Kemal’in romanında hacim olarak Toroslar’dan az yer alsa da daha dolaysız olarak bulunur. Yalnızca mekan değil, yapıtın başkişisidir.

pastoral_2_kapak_agridagi
Desen: Abidin Dino

 

Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı ile ilişkisini başlatan Nuh’un Gemisi röportaj-gezi yazısı ise, bir dağ çıkış yazısı için en mükemmel örneklerden biridir. Yazıda dağın bütün görkemi ve korkunçluğu verilir. “Dünyanın üstüne ikinci bir dünya oturmuş gibi dağ.” Ve doruktaki karmaşık duygular: “Önümde geniş bir alan ağıyor. Buraya nasıl geldim, neyle geldim farkında değilim. Yalnız biliyorum ki burası Ağrı’nın tepesidir.” (2)

Ağrıdağı Efsanesi’nin şiirselliği ise Gülbahar ile Ahmedin aşkından, törelerden, yöre insanının yaşayışından geldiği gibi doğrudan dağın kendisinden de kaynaklanıyor.

“Bahardı. Ağrıdağının karları erimeğe yüz tutmuştu. Aşağılarda kırmızı kayalıkların uçları yer yer gözükmeğe başlamış, sarı kar çiçekleri uç vermişti. Çok uzaklardan, arka arkaya katarlanmış turnalar salınarak geçiyorlar, Van gölüne doğru gidiyorlardı.” (3)

Ağrıdağı’nın söylenceleri ve gizemli öyküleri ise yapıtın belkemiğini oluşturur. Dağın öfkesi ile ilgili anlatılar sık sık karşımıza çıkar. Yaşayan bir dağdır, Ağrı Dağı.

“Her yıl, bahar Ağrıdağının üstüne yürürken, dağın yamacındaki Küp gölünün kıyısına o yörenin tekmil çobanları gelirler, kepeneklerini gölün bakır rengi toprağının, kırmızı çakmaktaşı kayalıklarının üstüne serip halka olup otururlar. Çobanların her yıl sayısı değişir. Tan yerleri ışırken bellerindeki kavallarını çıkarıp Ağrıdağının öfkesini hep birden çalmağa başlarlar. Tam gün batar batmaz da usulca, hep birden kavallarını bellerine sokar, doğrulurlar. Bu sırada da küçük bir ak kuş gelir kanadının birisini gölün som mavisine batırır, uçar gider. Uzakta, yukarda bir gemi gibi karlar ülkesinde yüzen kayalığın dibinde çok iri bir at belirir, alacakaranlıkta koşumları ışıldar. Bir hayal olur gölün üstüne kayar, pare pare solarak ovada erir, ekilir, yokolur.

Sonra çobanlar çekilip gidince de, bir dengbej bir çadırda, nennilenen keskin bahar toprağına diz çöküp değneğini çeker, başlar türküsünü söylemeğe. Bir kavalcı da ona eşlik eder.

Lanetli Ahuri toprağına diz çöktüm. Bin yıllık sevda toprağına, bin yıllık bahar toprağına diz çöktüm. Üç kere seslendim. Üç kere ulu dağ sesime karşılık verdi. Som kırmızı, som mavi, som sarı açmış çiçeklerin, som yeşilin üstüne, balkıyan, dağın doruğundaki yıldız harmanının altına diz çöktüm. Dağın sırtına, karşı yüreğine diz çöktüm… Büyük sevdalara yüreğini açmış dağın aydınlığına, ışığına diz çöktüm. Ulaşılmaz öfkenin türküsünü söyledim.” (4)

“Ahmet çok eski bir Ağrıdağı türküsünü çalıyordu. Ağrıdağının iflah etmez öfkesini. Bu türküyü tekmil Ağrı kavalcılarına Sofi öğretmişti.

Ve dağ yürüyordu kaval sesinde. ve uçurumlar, çığlar, ayaz gece, yıldızlar patlıyordu. Ayışığı patlıyordu. Ve dağ bütün hışmıyla yürüyordu. Terlemiş, soluklanan… Bir ullu dev gibi göğüs geçiriyordu Ağrı. Sofi çok derinden Ağrı’nın soluklandığını duyuyordu. Çok uzak, derin bir uğultu dünyanın ortasına doğru soluklanıyordu. Ahmet çalıyor, dağın soluğu, öfkesi büyüyordu. Böyle zamanlarda Sofi kulağını dağın uğuldayan toprağına dayıyordu. Dağ güttükçe öfkeleniyor, soluğu derinleşiyor, sıklaşıyor, bir iniyor bir kalkıyor, paramparça oluyor, bütün hışmı, bütün ağırlığıyla dünyanın üstüne çöküyordu. Sonra da dünyayı bir sessizlik kaplıyordu. Her bir yan ıpıssız. Dünya bomboş kalmış, Ağrıdağı başını almış da dünyamızdan çekip gitmiş, kurdunu kuşunu, insanını alıp götürmüş, yıldızını, ayını, güneşini, esen yelini, yağmurunu karını, çiçeklerini almış götürmüş, şu dünyayı bomboş bırakmıştı. Çölleri dolduran sürmeli ceylan sürülerini de almış götürmüştü. Kavalın sesinde ıssızlık, boşluk donup kalmıştı.” (5)

“Ağrının tam tepesinde bir ateş harmanı vardır. Doruğun tam ortasında bir kuyu dünyanın ortasına iner. İlk ateş bu kuyudan alınmıştır. İnsanoğlunun gördüğü ilk ateş Ağrıdağının yüreğindeki ateştir. İnsanlar bu ateşi almak istemişler, almışlar da… Ateşi kaçıranlardan bir tanesi dağın gafletinden faydalanmış, ateş gölünden bir tutam ateş koparmış, başlamış dağdan aşağı koşmağa, ta aşağılara inmiş. Tam bu sırada Ağrı uyanmış, bakmış ki ateşi koparan başını almış gidiyor. Hemen eli ateşli adamı orada, olduğu yerde yakalamış, durdurmuş. Adamı da elindeki ateşi de o anda, orada dondurmuş.

Ağrıdağının yamaçları böyle taş olmuş adamlarla dolu. Ağrı, doruğuna çıkanı, orayı göreni, ateşini çalsın çalmasın, hiçbir zaman bağışlamamıştır.” (6)

Ağrıdağı Efsanesi, yazarın tüm yapıtlarındaki gibi o tükenmez umutla sona erer. İnsana olan umutla.

“Her yıl, bahar çiçeğe durduğunda, dünya nennilendiğinde, Ağrıdağının çobanları dörtyandan gelirler, kepeneklerini gölün bakır toprağına atıp üstüne otururlar. Bin yıllık sevda toprağının üstüne otururlar. Tan yerleri ışırken kavallarını bellerinden çekip Ağrıdağının öfkesini, sevdasını çalarlar. Ve gün kavuşurken bir ak kuş gelir…” (7)

Bu yazı ilk kez Ağustos 1993’de Pastoral dergisinin Yaz ’93 2. sayısında yayımlanmıştır. s.14-15

pastoral_2_kapak
Pastoral, Sayı 2, Ağustos 1993

(1) Yaşar Kemal “Nuhun Gemisi”, Toros Yayınları 1985 s.92

(2) age s.110

(3) Yaşar Kemal “Ağrıdağı Efsanesi” Toros Yayınları, 1987 s.11

(4) age s.101-102

(5) age s.12

(6) age s.137

(7) age s.126

(*) age s.58

 

Birinci bölüm için: Bir doğa yazarının ardından: Yaşar Kemal’in Romanında Dağlar – 1

 Ümit Şahin (Yeşil Gazete)

pastoral_2_1pastoral_2_2

Bir doğa yazarının ardından: Yaşar Kemal’in Romanında Dağlar – 1

yasarkemal1Yaşar Kemal aramızdan ayrıldı. Türk edebiyatının büyük anlatıcısı, romanlarıyla, öyküleriyle, derledikleriyle, söyledikleriyle aklımızı ve yüreğimizi biçimlendiren büyük ozanı kaybettik. Yaşar Kemal Anadolu’nun romancısıydı, ama sadece Anadolu’nun insanını değil, doğasını da hikaye etti. Doğa onun edebiyatında baş kişiydi. Ben de onu, bundan yıllar önce çıkarttığımız yeşil dağcılık ve doğa dergisi Pastoral’in 1993’de yayımlanan birinci ve ikinci sayıları için yazdığım, daha doğrusu onun eserlerinden derlediğim “Yaşar Kemal’in Romanında Dağlar” yazılarıyla anmak istedim. Yaşar Kemal’in doğayla ilişkisi için bir anımsama, doğa anlatısı için bir giriş, belki bir önsöz olsun diye.

Bugün birinci bölüm, devamı yarın… (İkinci bölüm)

İyi okumalar…

Yaşar Kemal’in Romanında Dağlar – 1

Benden selam söyleyin Van denizine. (…) Onun da üstünde ağmıştı bir görkemli dağ. Benden selam söyleyin Van dağlarına. (…) Varın gidin turnalar, söyleyin benim dağlarıma… (*)

Ta uzakta, güneyde, Akdeniz’in üstünde kabarmış apak bulutlar birbiri üzerine yığılaşarak göğe yükselirken garbi yeli de başlardı. Serin, nemli, azıcık da deniz kokulu bir yeldi bu. Önce ikindi üstü usuldan başlar, sonra gittikçe hızlanan yel yollar tozutur sonr da toz direklerini önüne katarak alır buralara getirir, buralardan da daha ötelere yatık, kısım kısım ala karlı, önce mosmor tabaka tabaka bir birine yaslanmış, sonra daha açık mor, sonra mavi, arkasından daha açık mavi, sonra bulut rengi, sonra gökyüzünün mavisine karışıp gitmiş, uzaklarda silinip belli belirsiz bir tül gibi sallanan Binboğa dağlarına alır götürürdü.

Yağmurcuk Kuşu’ndan

Yaşar Kemal’in roman dünyasına girip gezinmeye başladığınızda bir şeyi farkedersiniz. Bu dünya tek yönden yaklaşılabilecek, tek boyutuyla kavranabilecek bir dünya değildir. Binlerce söylenceden süzülenlerin, yaşanmışların ve düşlenmişlerin, söylendiği toprağın diliyle anlatılmasıdır Yaşar Kemal’in romanı. Gücünü bu zenginlikten alır. Her değişik bakış da buz zenginliği daha iyi kavramamızı sağlıyor.

Dağlar ve doğa, romanların konusu ya da dekoru değildir Yaşar Kemal’de. Ama kimi zaman simgeleşerek, kimi zaman tüm yalınlığıyla her zaman vardır. “Doğa, Yaşar Kemal’in romanlarının değişmeyen tek kişisidir sanki.” (1) Görünürde ya da deriinde dağların soluğu ve sesi her zaman duyumsanır. Galiba Anadolu dağlarıyla ne kadar ‘var’sa, dağlar da Yaşar Kemal’in romanlarından o kadar ‘var’dır.

1.

“Binboğalar Efsanesi”, dağların bir mekan olarak en canlı, en elle tutulur şekilde göründüğü, yaşandığı romalardan biridir. Yörüklerin iskan sancısı asıl ait oldukları toprakların, yani dağların kokusuyla, rengiyle anlatılır.

“Aladağın ardında uzun bir koyak var. Koyak baştan ayağa ormanlık. İçinden yüzlerce pınar kaynıyor. Dört yanları naneli, pürenli, içleri çakıltaşlı, soğuk, aydınlık pınarlar. Pınarlardan su yerine ışık şakırdıyor. (…) Bir kayanın doruğuna bitmiş ot nasıl inatla köklerini sert çinke taşlarına sarmış, tutunmuşsa, Aladağ yörüğü de öyledir.” (2)

Ve söylenceleriyle…

“Bir de Lokman Hekim var. O kendi gücüyle ermiş, ölümsüz olmuştur. Altmış yıl bütün yeryüzünü taş taş, ova dağ dolaşmış, çiçeklerle, otlarla, bitkilerle konuşmuş, her çiçek kendini, marifetini Lokman’a söylemiş. Lokman da çiçeklerin dilince söylediğini yazmış defterine. Her çiçek bir hastalığa şifaymış. Lokman bütün hastalıkların çiçeğini bulmuş, bir ölümün çiçeğini bulamamış. Onu da ararmış. Duymuş ki Lokman… Duymuş ki Lokman, ölümün çiçeği, ölümün suyu, ölümün otu Aladağın bir koyağında. Lokman koşmuş buraya, yurt tutmuş ladağ ardını koyağını. Her otlan, her çiçeklen, her suylan, pınarlan, her böceklen, kurtlan, kuşlan, karıncaylan konuşmuş. Esen yelle, doğan günle, gelen ışıkla, yağan yağmurla konuşmuş. Sonunda ölümün dermanını bulmuş.” (3)

Çukurova’ya iskan edilen yörükler, geldikleri yerleri unutamazlar. Son kalan ve direnmeye çalışan göçerlere olan kızgınlıkları da aslında o eski güzel günlere ve dağlara olan özlemle doludur.

“Köse Ali Ağa diline pelesenk etmişti. ‘Geriye dönüp bakmağa yüreğim götürmüyor. Hiçbir zaman. Hiçbir Türkmen kocasının da yüreği götürmez eski günleri. İskandan önce dünya, hem de yeryüzü, hem de Binboğalar, hem de Aladağ, hem de Düldül dağı, Kayranlı, Berit dağları, hem de Payas üstü, Gavurdağları, hem de Anavarza ovası, hem de Dumlukale yöreleri bir cennetti bizim için… Olan İskandan sonra oldu. Şimdi bunlar gelmişler… Yüz yıl şu kanlı ovayı, şu güzelim ovayı cennet yaşamışlar, şimdi de gelmişler sızlanırlar. Sızlansınlar. Biz burada sıcaktan, sinekten, sıtmadan, salgından, harplerden, vergiden sinekler gibi kırılırken, onlar ak pınarlı yaylalarda, mor sümbüllü, yarpuzlu, alaçamlı dağlarda yan geldiler yattılar.'” (4)

2.

Yaşar Kemal’in romanlarındaki dağ, cansız bir kütle değil, tüm yaratıklarıyla yaşayan, devinen bir “kişi”dir.

“Karşıdaki dağın sırtına neredeyse gün vuracaktı… Dağ soluklanır, gerinir gibiydi. Sıcacık, ışıltılı günü bekliyordu. Sarılı, kırmızılı, mor halkalı yeşile çalan mavi, aydınlık kanatlı yaban arıları; uzun bacaklı, yuvalarının önüne yığılmış karıncalar, yuvalarına büzülüp tek gözlerini açmış kartallar, bir soğukta üstüste yığılmış, bulut aklığında dağ güvercinleri, yabancı atmacalar, doğanlar, peri yuvası dedikleri yumak yumak dikene binlercesi dolmuş uğurböcekleri, dağ keçileri, korkak çakallar, uzun yalımcasına savrulan kırmızı kuyruklarıyla tilkiler, sarı gazellerin üstüne boylu boyunca uzanmış, kış uykusuna yatmış mosmor, tatlı ayılar, kayadan kayaya uçan süzgün, muradına erememiş kız gözlü, kederli geyikler, solucanlar, büyük küçük kuşlar, yer altı, yer üstü, tekmil yaratığıyla dağ, göğsünü, ağzını açmış, sırtına vuracak sıcak günü bekliyordu.

Şimdi doruklarda, koyaklarda, yollarda bir uyanma, bir kıpırdanma, bir hayuhuy, korkunç bir hareket başlayacaktı. Dağ, taş, toprak ağaç uyanacaktı.

Dağın sırtına, önce bir harman büyüklüğünde gün vurdu. Sonra ışıklar aşağılara, koyağın dibine doğru indi. Yuvalarının ağzına çıkmış iki karınca uzun uzun koklaştı, biri bir yana, bir öteki yana gitti…” (5)

Devamı yarın…

Bu yazı ilk kez Nisan 1993’de Pastoral dergisinin İlkyaz ’93 1. sayısında yayımlanmıştır. s.12-13

Pastoral, Sayı 1, Nisan 1993
Pastoral, Sayı 1, Nisan 1993

 

(1) Fethi Naci, “Bir hikayeci: Sait Faik, Bir romancı: Yaşar Kemal” s.123

(2) Yaşar Kemal, “Binboğalar Efsanesi” s.7

(3) age, s.27

(4) age, s.84

(5) Yaşar Kemal, “Ortadirek” s.185

(*) Yaşar Kemal “Kale Kapısı” s.309

 

İkinci Bölüm: Bir doğa yazarının ardından: Yaşar Kemal’in Romanında Dağlar – 2 (Yaşar Kemal ve Ağrı Dağı)

Ümit Şahin (Yeşil Gazete)

 

 

yasar_kemal_pastoral_daglar1yasar_kemal_pastoral_daglar2

Yaşar Kemal’in son çağrısı – Gencay Gürsoy

Ömrü boyunca barış, demokrasi ve Kürt sorununun özgür ve eşit yurttaşlık temelinde çözümü yolunda her çabanın içinde yer alan Yaşar Kemal’in son çağrısı, karanlık bir hastane odasından sessiz bir çığlık halinde kulaklarımıza ulaşıyor: “Gelin de doğru dürüst bir demokratik düzenin kurulması için aklımızla, yüreğimizle el ele verelim.”

29373

***

Yoğun bakımda ona ayrılan özel odadaki karyolada, bu toprakların bilge masalcısı Yaşar Kemal, koca bedenine bağlanmış sayısız kablo, boru ve hortumla sarmaş dolaş yatıyor. Odayı dolduran bir sürü aletten çıkan garip sesler ve ekranlardan yansıyan ışıklı sinyallerle, dalları budanıp, kundaklanıp güç bela yatağa sığdırılmış bir çınar ağacını andıran beden arasında tuhaf bir uymsuzluk var. Beyaz çarşafların örtemediği her parçası “Benim burada ne işim var!” der gibi sessiz bir isyanı fısıldıyor sanki.

***

Onu romanlarından önce tanımıştım. Yanlış anımsamıyorsam Beyoğlu’nda edebiyatçıların uğrak yeri bir barda Onat Kutlar tanıştırmıştı. Adını biliyordum kuşkusuz ama daha İnce Memed’i okumamıştım. Ortaokul, lise ve üniversite yıllarımda (1950-62) bana ulaşan edebiyat rüzgârları daha çok Batı’dan eserdi. Bu yüzden İnce Memed’i ve Orta Direk’i ancak üniversite yıllarımda Varoluşçuluk ve Marksizm ile cebelleşirken okudum. Arkasından Ortadirek, Yer Demir Gök Bakır, Ölmez Otu, Demirciler Çarşısı Cinayeti…

1923’te Adana/Osmaniye’nin Hemite köyünde bir Kürt çocuğu olarak dünyaya geldi. Orta sonda okulu terk edip Çukurova sıcağında ter döke döke, bir taraftan ekmeğini kazandı, bir taraftan da çalakalem yazdı, yazdı, yazdı. Koşuştu, aç kaldı, hapis yattı, çeltik tarlalarında ırgatlık, amelebaşılık, kontrolörlük, arzuhalcilik, öğretmenlik yaptı ve yine yazdı, yazdı, yazdı. Sonunda kapağı İstanbul’a atıp Cumhuriyet gazetesinde fıkra ve röportaj yazarlığına başladı ve birkaç yıl içinde bu toprakların dağına, taşına, ovasına, ırmağına, kurduna kuşuna, çiçeğine, otuna, böceğine ve illa ki insanına ses oldu, söz oldu, destan oldu. Onların diliyle konuştu ve yazdı. Yazdıkları onlarca dile çevrildi. Onlarca ödül kazandı.

***

Yakınlaşmamız Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) kuruluş yıllarında başladı ve geçen bu yarım yüzyıl boyunca karşılıklı güven, saygı ve sevgi temelinde sürdü gitti. Ben 1962’de üniversite öğrencisiyken bir grup arkadaşla birlikte partiye girmiştim. Yaşar Kemal TİP’e girişini 1971’de Abdi İpekçi’nin yaptığı bir söyleşide şöyle anlatıyor: “(…) Mehmet Ali Aybar’ın başkan olduğu bu partiye 1962 yılında girdim. Elimden geldiğince de çalıştım. Benim hiçbir politik ihtirasım olmadı, olmayacak. Bunda kararlıyım. Amma emekçilerin yanında, ölünceye kadar onların hakları için, onların yönetime gelmeleri için sonuna kadar çalışacağım.” (Milliyet 19/04-1971) Kuruluş yıllarında TİP’in halka açık hemen her toplantısı, “milliyetçi-mukaddesatçı” militanların, polisin, jandarmanın, kimi yerlerde aldatılmış sıradan fakir fukara halk çocuklarının saldırısına uğrardı… 1965 seçimlerinde TİP’in 15 milletvekili ile Meclis’e girmesi büyük bir heyecan yaratmış, saldırılar daha da yoğunlaşmıştı. Başta Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Sadun Aren, Çetin Altan olmak üzere milletvekillerimizin Meclis’teki her konuşması siyasi gündemi allak bullak ediyordu. Çetin Altan’ın bir Meclis konuşması sırasında Adalet Partili milletvekilleri tarafından kürsüde lince varan bir toplu saldırıya uğraması, verilen önergelerin çoğunluk tarafından sürekli reddedilmesi, seçimi izleyen günlerdeki iyimserlik içinde “parlamenter demokrasi”ye bağlanan umutları adım adım törpülüyor, özellikle gençler arasında daha kestirme mücadele yollarını öneren görüşlere itibar kazandırıyordu. Parti içinde “Kürt Sorunu” konusundaki tartışmalar gerilimlere ve görüş ayrılıklarına yol açıyordu.

***

TİP’deki ilk ciddi bölünme emarelerinin açığa çıktığı Malatya kongresi sırasında Yaşar Kemal Merkez Yürütme Kurulu üyesiydi. Parti içi tartışmaların yoğunlaşması üzerine, Yaşar Kemal’in önayak olmasıyla, yakın siyasi tarihimizde önemli bir yeri olan ANT dergisi yayına başladı.

O günleri, derginin genel yayın yönetmenliğini ve sorumlu müdürlüğünü yapacak olan Doğan Özgüden şöyle anımsıyor: “Çeviriyle uğraştığımız günlerde Yaşar Kemal’den bir telefon geldi. Kasım 1966 sonlarında TİP’in 2. Büyük Kongresi’nin yapıldığı Malatya’dan dönmüştü. Kongrede yine birçok tatsız olay yaşanmış, özellikle Behice Boran ve Nihat Sargın’ın örgütteki Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı sempatizanı partililerin tasfiyesi için giriştikleri operasyon partiyi yeni bir krize sürüklemişti…” (Vatansız Gazeteci, Cilt I. s.390, 2010).

Yavuz Baydar’ın bir söyleşide “Türkiye’de solun en büyük hatası neydi? Neden kitlelere ulaşamadı?” sorusuna Yaşar Kemal’in verdiği yanıt, sol siyasal hareketin hâlâ çözülemeyen temel sorunlarına ışık tutuyordu: “Halkla bütünleşemedi. Halkı yaşayamayınca da, halk üstüne düşünmeyince de, kültür kısırlığı olunca da, Mehmet Ali Aybar gibi bir insan ‘güler yüzlü sosyalizm’ deyince de, kıyametler kopunca da, Aybar gibi çağın liderleri çapındaki liderler dışlanınca da… Hangi yanlışı söyleyeyim. Türkiye’de her sosyalistim diyen kişi tek başına bir sosyalist parti olunca da… Yeter Allahını seversen, tepeden tırnağa hepimiz yanlışlar içindeydik…” (Yeni Yüzyıl, 1995).

***

Der Spiegel dergisine verdiği bir beyanat nedeniye 1995’te Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde açılan davadaki savunması o karanlık günlerde önümüzü aydınlatan bir deniz feneri gibiydi: “Ormanların yakıldığı doğru değil mi? Bundan dolayı devleti suçlamaya hakkım yok mu? 1800 faili meçhulü bütün dünya duymadı, gazeteler yazmadı mı? Türkiye dünyanın en büyük işkenceci devleti olaraktan ilan edilmedi mi? Halkın üstünde zulüm bir ağı güzgârı gibi esmedi mi? (…) Üç milyon insan yerinden yurdundan edilmedi mi?” (5 Mayıs 1995 DGM savunması) Ömrü boyunca barış, demokrasi ve Kürt sorununun özgür ve eşit yurttaşlık temelinde çözümü yolundaki her çabanın içinde yer alan Yaşar Kemal’in son çağrısı, karanlık bir geleceğe doğru sürüklendiğimiz şu günlerde, o garip hastane odasından sessiz bir çığlık halinde kulaklarımıza ulaşıyor: “Bugün bir umutsuzluk yeli ortalığı kasıp kavuruyor. Ben diyorum ki, bu yaraların sağalması bizim elimizde. Ülkemizin onurunu, ekmeğini, kültür zenginliğini kurtarmak elimizde. Gelin de doğru dürüst bir demokratik düzenin kurulması için aklımızla, yüreğimizle el ele verelim. Bu bir çağrıdır. Sözüm sizedir.”

(Bu Bir Çağrıdır, YKY, İstanbul, 2012).

Gencay Gürsoy -( Bu yazı ilk olarak Cumhuriyet Gazetesinde 15.02.2015 tarihinde yayınlandı)

Yaşar Kemal’in kaleminden: Ermeni mülkleriyle ‘cumhuriyetin şişirdiği keneler’

Agos’ta Serdar Korucu’nun 15.01.2015 ‘te kaleme aldığı dosya ile Yaşar Kemal’i saygıyla anıyoruz.
yaşar kemal...
‘Ermeni mülkleriyle ‘cumhuriyetin şişirdiği keneler’

Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilen ilk Türkiyeli yazar Yaşar Kemal. Van’ın Muradiye ilçesine bağlı Ernis (bugün Ünseli) köyünden Adana’ya (bugün Osmaniye sınırları içinde kalıyor) taşınan, kendi deyimiyle “Cumhuriyetin ilk yıllarında bir Türkmen köyünde tek Kürt ailenin çocuğu olarak doğan” Yaşar Kemal, eserlerinde büyüdüğü topraklardaki Ermeni geçmişine sık sık atıfta bulundu.

Son olarak 2011’de Fransa’dan onur nişanı “Legion d’Honneur”, 2013 yılındaysa Ermenistan’dan “Krikor Nargatsi Nişanı” nişanına layık görülen Yaşar Kemal’in Adana bölgesindeki Ermeni mülkleriyle ilgili en bilinen satırları “Yağmurcuk Kuşu” romanında geçiyor:

“Annesi İsmail Ağa’ya şöyle öğütler: ‘Bir de senden dileğim, oğlum, o kasabaya gidersen, o Ermenilerden kalma evleri, tarlaları kabul etme. Sahibi kaçmış yuvada, öteki kuş barınamaz. Yuva bozanın yuvası olmaz. Zulüm tarlasında zulüm biter.”

‘Ermeniler kuş değil, evleri yuva olamaz’
İsmail Ağa bu öğüde uyarak romanın sonraki bölümlerinde “Sağol ama Bey, ben Ermeni konağı, çiftliği, tarlası istemem” diyordu ancak konağı öneren kişi teklifinin reddedilmesine kızıyordu.

“Onlar kuş değil Ermeni” diye bağırdı, bir çelik tel gibi zangırdayarak Arif Bey, ayaklarını yere vurup tepinerek, “Sen ne söylüyorsun, be akılsız Kürt, deli Kürt, onlar kuş değil, kuş değil… Evleri de yuva, olamaz.”

‘Cennet yatırımı’ olarak ‘Ermeni öldürmek’
Yaşar Kemal, bölgede var olan “şu kadar Ermeni öldüren cennetliktir” propagandasını da İsmail Ağa’nın dostu Onnik’i öldürmek isteyen köylülerden kurtarması üzerinden anlatıyordu:

“Ver Ermeni’yi bana, onu öldürmeliyim ben. Cennete gideceğim. Bu Ermeniyi de öldürürsem, benim sayım tamam olacak, cennete gideceğim, ver onu bana da sevaba gir. Ben onu Rıza’dan satın aldım”

‘Çoğu Ermenilerden kalma topraklar’

Yaşar Kemal 1980’de yazdığı bu romanından çok daha önce, 1950’de kaleme aldığı İnce Memed’in ilk cildinde de Ermeniler’e yer veriyordu:

“Ali Safa Beyin son ele geçirdiği çiftlik, Karadutla sınır sınıradır. Çiftliğin topraklarının yarıdan çoğu Ermenilerden kalmadır. Gerisi de Karadut köylülerinden zorla, hileyle alınmadır.”

‘Kurtuluş savaşı olmasaydı eğer’
Yaşar Kemal İnce Memed’in ikinci cildindeyse Ermeni mülklerinin “el değiştirme” sürecine odaklanıyordu.

“Kurtuluş Savaşı olmasaydı eğer, bu toprakların bir avucuna bile sahip olmayı düşünemezdi. Bu toprakların büyük bir kısmı Sultan Abdülhamidin, dere-beylerin, Mısırlı dedikleri Arapların, bir de Ermenilerindi.”

Mustafa Kemal’e ‘hediye’ Ermeni mülkü
“Arif Saim Bey Dörtyolda kaldığı süre içinde oranın zenginleri, ayan ve eşrafıyla konuştu. Dörtyolda da Hazineye kalmış Ermeni mülkleri ve portakal bahçeleri vardı. Arif Saim bu mülklerden ve bahçelerden en güzelini Paşaya hediye ettirdi. “Ne demek!” diyordu. “Bu yurdun kurtarıcısının burada bir bahçesi olmasın! Olur mu?” Öfkeden köpürüyor, utançtan yerin dibine geçiyordu.”

Türkmen dostuna evini bırakan Ermeni
“Ahmet Beyin Çukurovada en çok beğendiği ikinci toprak Akmezar köyünün yakınındaki bir küçük çiftlik oldu. Ermeniler kaçarlarken, bu küçük çiftliğin sahibi Ermeni çiftliğini bir Türkmen dostuna satmış oldu. Türkmenle Ermeni can arkadaştılar. Ermeni dedi ki: “Eğer döner gelirsem kardeş, toprağımı bana geriye verirsin. Geriye dönemezsem çiftlik senin olsun. Anan sütü gibi ye iç, kullan, helal olsun.”

Yıkılmaya yüz tutan Ermeni mahallelerinde Kürtler
“Ermenilerin bırakıp gittikleri mahalle yıkıntıya yüz tutmuştu. Burada şimdi Doğu Anadolundan göç etmiş Kürtler oturuyorlar, kasabadaki en küçük bir olayla bile ilgilenmiyorlardı. Toprak damlı Ermeni evlerinde oturan Kürtlerin mahallelerinden durmadan Kürtçe bağrışmalar geliyordu.…

Eski Ermeni mahallesinde ulu zeytin ağaçları, incir ağaçları sıcakta toz içinde kalmış, kavruluyorlardı. Yıkık Ermeni mahallesinde yıkıntılar arasında nar bahçeleri, nar bahçelerinde sevişirlerken ocaktaki demirler gibi kıpkırmızı kesilen kaya yılanları, uzun uzun…”

Yaşar Kemal, Ermeni mülklerini eline geçirenlere yönelik en sert eleştirilerini ise İnce Memed’in üçüncü cildinde yer verdi. Bu kesimi “Cumhuriyetin şişirdiği keneler” diye niteliyordu:

“Öyle ötekiler gibi hazinenin, ya da Ermenilerin topraklarına konmamıştı Murtaza Ağa. Ve hem de bununla övünürdü. Yalnız, şimdi bu oturduğu konağı, kaçarken ona Ermeni dostu Karabet Keklikyan vermişti. Herkes konağın Karabetten zorla alındığını söylüyordu ya, Murtaza Ağa bu iftiraya cin ifrit oluyordu. Hayır, o, bu görkemli konağı gasp etmemiş, Ermeni dostu Keklikyana çil çil altınlar sayarak satın almıştı. Konakları gasp edenler Zülfüydü, Taşkın Halil Beydi, Molla Duran Efendiydi, Mustantık Rüştü Beydi. Ötekilerdi. Bir kuruş vermeden, ne devlete ve ne de konakların sahiplerine, onlar gidince, babalarının malları gibi gelip oturuvermişlerdi.”…

“Ötekiler düşmüşler yazıya yabana, Ermenilerin çiftliklerini, Yörüklerin kışlaklarını, öteki Hazine tarlalarına pay ediyorlar, bir türlü de gözleri toprağa doymuyordu. Taşkın Halil Bey, Zülfü, emekli yargıç Hüdai, Mustafa Rüştü Bey, bunların hepsi hepsi birer sahtekardı. Hepsi, Çamuroğulları, Tazıgiller, Yiğitoğuan üç beş yılın, Cumhuriyetin şişirdiği kenelerdi.”

Ermenilerin güvendiği Amber ev
Yaşar Kemal, İnce Memed’in dördüncü ve son cildindeyse Ermeni komşularının emanetlerine sahip çıkan “iyi” karakterlere yer verdi.

“Savaş başlayıp da kasaba halkı biribirine düşünce, ortalık karışıp da herkes Müslüman, Ermeni, diye ikiye ayrılınca, göç etmekte olan Ermeniler Amber Ağaya başvurmak zorunda kaldılar.…

Kasabadaki birçok kişi Ermenileri de, onların Amber Beydeki servetlerini de unutmuş gitmişlerdi. Gece yarısı Amber Beyin kapısı çalındı, yıllardır bu vakitlerde onun kapısını hiç kimse çalmamıştı.…

“Biz seni soymaya, Ermenilerin sana bıraktıkları emanetleri almaya geldik.”…

“Şimdi siz geldiniz, benim yirmi bir yıldır sakladığım komşuların emanetlerini elimden aldınız, bu emanetlerin bende olduğunu herkes biliyor, bunları benden sizin aldığınızı millete nasıl söylerim de, onları nasıl inandırırım. Benim derdim bu.”…

“Seni öldürelim mi?” diye sordu Ferhat Hoca.

“İnsanlığım lekeleneceğine beni öldürün. İnsanların insanlara güveni kalmayacağına, bu dünyada güvenilir bir insanın bile olmayacağına insanların inanması, insanlığın ölümü demektir. Ben buna sebep olacaksam, ölmem daha iyidir. Haydi bir şey yapın öyleyse.”

Yaşar Kemal, Ermenilerin mülklerini güvendikleri Müslüman komşularına bırakma nedenini bir başka romanında, “Akçasazın Ağaları” dizisinin ilk kitabı olan “Demirciler Çarşısı Cinayeti”nde anlatıyordu.

‘Kansız bir safa sürmesin’ diye verilen Ermeni mülkleri

“Bu konak, ona Ermeni bir arkadaşının armağanıydı. Ermeni arkadaşı bir gece, daha kaçkaç, daha sürgün falan yokken ona gelmiş, «Bizim sonumuz yok. Bizi ya öldürecek, ya sürecekler,» demiş, evin tapusunu ona vermişti. Güya evi Beye üç bin altına satmıştı. Bey şaşırmış, «Amanın dostum, bu nasıl olur, sizi kira sürer, kim öldürür?» diye Ermeniyi teselliye çalışmış, sözünü dinletememişti. Ermeni diyordu ki, «Bu konağı özendim bezendim yaptırdım, içinde de iki yılcık oturamadım. Baktım ki gidiyorum. Konağımda kansız, ciğeri beş para etmez birisi safa sürecek. Düşündüm ki bu ev kime layık, Sarıoğlu Derviş Beye layık. .. Al, helal olsun ev sana. Al, güle güle otur. Sana böyle bir ev değil, bin ev layık. Saraylar layık.»”

“Çadırdan gelip konağa yerleştiler”
Yaşar Kemal, Ermeni mülklerinin bölgede kalan halkı nasıl zenginleştirdiğini de sert bir eleştiri diliyle ele aldı.

“Süleyman Sami:

“Ulan o Ermeniler kaçmasalardı, sen de avucunu yalardın. Sazanlı toprağına sen de, Abdül de kurban olurdunuz. Gül Fatma Çukurovada namlı orospu, sen oduncu olur kalırdınız. Şükret ulan, şükret, iki dinli Serkise… Serkis Hazneciyana… Serkis Efendiye. Serkis olmasaydı… Ya kaçmasaydı…” …

“Ne kadar bir zaman oldu şu Ermenilerin gittiği zamana? Çok olmasa gerek. Daha evlerin badanaları öyle duruyor. Şu ev de Serkisin. Bunu kim verdi sana Veli Hasan? Serkis senin baban mı?”…

“Kasabaya geldiğinde yalınayaktın. Ve Ermeniler kaçtığında en güzel Ermeni evine sen kondun. Artin Külekyanın evini, Kendirlinin konağını sen ilkokul yaptın. Tanıdıklarına, konar göçer Türkmen Ağalarına, ileri gelenlerine teker teker Ermeni evlerini sen dağıttın. Çadırdan çıkıp Ermeni konaklarına geçtiler, işte simdi seninle Çukurovayı paya çıkmış olanlar bu Ağaların oğullandır. Hayk Topuzyanın toprağını kan eder çiftliğinin tapusunu nasıl çıkardın muallim Bey, nasıl?”…

“Altı bin dönümlük Vartan Beğyanın tarlasını hemen onun üstüne bir gün içinde yapıverdin, niçin?”…

“Kim akıl ederdi ki bu kasabanın nüfusu iki binden üç bine, üç binden on bine yükselecek? Yarısına Kürtlerin yerleştirildiği, geriye kalanı da harabolmuş Ermeni örenlerinin dolacağını senden başka kim, kim, kim akıl edebilirdi?”

Yaşar Kemal aynı eserde Ermenilerden zor kullanarak alanlar olduğu gibi “paylaşımın” sonraki aşamalarında da gerginlik yaşandığını, “Süleyman” karakterinin Mustafa Ağa’nın evini dokuz silahlı kişisiyle basması üzerinden ifade ediyordu.

“Buradan çıkacaksın. Panosyan’ın mirası bana düştü. Panosyanın oğlu olduğumdan değil… Çünküleyin Panosyan’ı ben iteledim. Ol sebepten Panosyan’ın bütün malı mülkü, konağı, tarlası, çiftliği, dükkanları hep bana kaldı”

Ancak bu romanın içeriğini en iyi anlatansa, belki eserden de daha ünlü olan, içinde sık sık geçen cümlesiydi:

“O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler gittiler”

 

Serdar Korucu’nun bu yazısı AGOS için kaleme alınmış, 15.01.20152te yayınlanmıştır

Yaşar Kemal’i kaybettik

Türk edebiyatının en önemli isimlerinden büyük romancı Yaşar Kemal‘i kaybettik. Solunum güçlüğü ve kalp ritm bozukluğu sebebiyle İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırılan 92 yaşındaki Yaşar Kemal, 14 Ocak’tan beri tedavi hastanede tedavi görüyordu. Yaşar Kemal’in bugün öğleden sonra “çoklu organ yetmezliği” nedeniyle hayatını kaybettiği açıklandı.

yaşar2

Yaşar Kemal kimdir?

Asıl adı Kemal Sadık Göğceli olan Kürt kökenlidir. 1923 yılında Adana’nın Osmaniye İlçesi’ne bağlı Hemite Köyü’nde dünyaya gelen yaşadığı bir kaza nedeniyle tek gözünü kaybetmiştir. Yaşar Kemal, ilköğrenimine Burhanlı köyü ilkokulunda başladı, Kadirli Cumhuriyet İlkokulu’nda tamamladı. Adana’da ortaokula devam etti. Ortaokul son sınıftayken okulu bırakmak zorunda kaldı ve amelebaşılık, ırgatlık, çeltik tarlalarında kontrolörlük , arzuhalcilik, öğretmenlik, kütüphane memurluğu gibi çeşitli işlerde çalıştı.

Yaşar Kemal 1950 yılında siyasi nedenlerle bir yıl Kozan Cezaevi’nde tutuklu kaldı, sonra serbest bırakıldı. Yazar, bu olaydan sonra 1951 yılında İstanbul’a yerleşti ve kısa bir işsizlik döneminden sonra Cumhuriyet Gazete’sinde fıkra ve röportaj yazarlığına başladı. Yazar, “Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün” röportajıyla Gazeteciler Cemiyeti Özel Başarı Armağanı’nı, ilk romanı olan “İnce Memed” ile 1955 yılında Varlık Roman Armağanı’nı, 1974 yılında “Demirciler Çarşısı Cinayeti”adlı eseriyle Madaralı Roman Ödülü’ nü, kazandı.

Ayrıca “Yer Demir Gök Bakır” ile 1977’de Fransa’da Edebiyat Eleştirmenleri Sendikası tarafından yılın en iyi yabancı romanı seçildi. “Binboğalar Efsanesi” ile 1979’da yaz dönemi için Büyük Edebiyat Jürisi tarafından seçilen kitaplar arasında yer aldı ve 1984 yılında Fransa’nın Légion D’Honneur nişanını aldı.

Adana’da yetişmesinden dolayı eserlerinde Torosları, Çukurova’yı ve o yörenin insanlarının çektiği yaşam sıkıntılarını, ezilişini, ağalık, kan davaları gibi toplumsal olayları dile getiren Yaşar Kemal, roman, deneme, öykü, çocuk romanı, derleme gibi farklı edebi eserlerle Türk Edebiyatı’na katkıda bulunmuştur.

Eserleri

Öykü
Sarı Sıcak, İst.: Varlık, 1952
Bütün Hikâyeler, İst.: Cem, 1975.

Roman
İnce Memed, I. Cilt, İst., 1955
Teneke, İst.: Varlık, 1955
Orta Direk, İst.: Remzi, 1960
Yer Demir Gök Bakır, İst.: Güven, 1963
Ölmez Otu, İst.: Ant, 1968
İnce Memed, II. Cilt, İst., 1969
Akçasazın Ağaları / Demirciler Çarşısı Cinayeti, İst.: Cem, 1974
Akçasazın Ağaları / Yusufcuk Yusuf, İst.: Cem, 1975
Yılanı Öldürseler, İst.: Cem, 1976
Al Gözüm Seyreyle Salih, İst.: Cem, 1976
Kuşlar da Gitti, (uzun öykü) İst.: Milliyet, 1978
Deniz Küstü, İst.: Milliyet, 1978
Yağmurcuk Kuşu / Kimsecik I, İst.: Toros, 1980
Hüyükteki Nar Ağacı, İst.: Toros, 1982
İnce Memed, III. Cilt, İst., 1984
Kale Kapısı / Kimsecik II, İst.: Toros, 1985
İnce Memed, IV. Cilt, 1987
Kanın Sesi / Kimsecik III, İst.: Toros, 1991
Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana / Bir Ada Hikayesi I, İst.: Adam, 1997
Karıncanın Su İçtiği / Bir Ada Hikayesi II, İst.: Adam, 2002
Tanyeri Horozları / Bir Ada Hikayesi III, İst.: Adam, 2002
Çıplak Deniz Çıplak Ada / Bir Ada Hikayesi IV, İst.: YKY, 2012
Tek Kanatlı Bir Kuş, İst.: YKY, 2013.

Çocuk Romanı
Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca, İst.: Cem, 1977.

Çeviri
Ayışığı Kuyumcuları (A. Vidalie; Thilda Kemal ile), İst.: Adam, 1977.

Röportaj
Yanan Ormanlarda 50 Gün, İst.: Türkiye Ormancılar Cemiyeti, 1955
Çukurova Yana Yana, İst.: Yeditepe, 1955
Peribacaları, İst.: Varlık, 1957
Bu Diyar Baştan Başa, İst.: Cem, 1971
Bir Bulut Kaynıyor, İst.: Cem, 1974
Allahın Askerleri, İst.: Milliyet, 1978
Röportaj Yazarlığında 60 Yıl, İst.: YKY, 2011
Çocuklar İnsandır, İst.: YKY, 2013.
Deneme-Derleme
Ağıtlar, Adana: Halkevi, 1943
Taş Çatlasa, İst.: Ataç, 1961
Baldaki Tuz, (1959-74 gazete yazıları) İst.: Cem, 1974
Gökyüzü Mavi Kaldı, (halk edebiyatından seçmeler, S. Eyüboğlu ile)
Ağacın Çürüğü: Yazılar – Konuşmalar, (der. Alpay Kabacalı) İst.: Milliyet, 1980
Yayımlanmamış 10 Ağıt, İst.: Anadolu Sanat, 1985
Sarı Defterdekiler: Folklor Derlemeleri, (haz. Alpay Kabacalı) İst.: YKY, 1997
Ustadır Arı, İst.: Can, 1995
Zulmün Artsın, İst.: Can, 1995
Binbir Çiçekli Bahçe, İst.: YKY, 2009.
Destansı roman
Üç Anadolu Efsanesi, İst.: Ararat, 1967
Ağrıdağı Efsanesi, İst.: Cem, 1970
Binboğalar Efsanesi, İst.: Cem, 1971
Çakırcalı Efe, İst.: Ararat, 1972.

Şiir
Bugünlere Bahar İndi, İst.: YKY, 2010.

(Yeşil Gazete)

İşte “İklim İçin Ben de Varım!” manifestosu

İklim için ben de varım!

manifesto

Yeryüzü dört bir yanda iklim değişikliğine bağlı sorunlarla, felaketlerle yüz yüze. Türkiye’de de ani sellerle, sinsi kuraklıkla, azalan yeraltı suları ve kavurucu orman yangınlarıyla, ekmeğimizden suyumuza hayatımızın her yanına yönelik tehdit altındayız.

Yine de iklim değişikliğini geri dönülmez noktaya gelmeden önce durdurmak hâlâ mümkün. İnsanlığın bunun için gerekli politika ve araçları var.

Ancak, şirketlerin etkisi altındaki hükümetler, aşırı tüketim, fosil yakıtların yakılması ve ormansızlaşma gibi insan faaliyetlerinden kaynaklanan iklim değişikliğine karşı etkin ve adil bir biçimde mücadele etmekten kaçarak, sistemin çıkarları için ve kâr uğruna tüm canlı hayatı hiçe sayıyor.

Bugün bir yol ayrımındayız ve şirketlerin ve hükümetlerin sessizliğine ve aymazlığına karşı bütün dünyada harekete geçiyoruz.

Geçtiğimiz Eylül’de, “Olağanüstü” İklim Zirvesi’nin yapıldığı New York’da gezegeni ve geleceği savunmak için sokağa çıkan 400 binden fazla insana dünyanın dört bir yanından milyonlarcamız eşlik ettik. Şimdi yine dünyanın dört bir yanından bir araya geliyor ve herkesi “iklim için ben de varım” diyerek mücadele etmeye davet ediyoruz.

Gelin, Aralık 2015’te Paris’te, yeni bir iklim anlaşmasının kabul edilmesi beklenen uluslararası müzakereler öncesinde, hep birlikte mücadele edelim.

Gelin, iklim için harekete geçelim. Kendilerine lider diyenlerin ortaya koyamadıkları değişim gücünün bizde olduğunu gösterelim.

Gelin, sürdürülebilir ve tüm canlılar için adil bir gelecek talebiyle, herkesle ve hep birlikte yeni bir hareket yaratalım.

Gelin, hükümetlere “tüm canlı yaşamı adına muhatap olduğumuzu” haykırmak için bütün dünyada aynı gün sokağa çıkalım.

Çünkü, değişim gerekli ve mümkün!

Çünkü, iklim için biz de varız!

Çünkü, biz dünyayız!

#iklimiçin

(Yeşil Gazete)

Ömer Madra: “Büyük dönüşüm başladı bile…”

Yeni iklim değişikliği kampanyası “İklim Değişikliği için Ben de Varım”‘ın açılışının yapıldığı basın toplantısında Ömer Madra’nın yaptığı açılış konuşmasının tam metnini yayınlıyoruz.

“Büyük Dönüşüm” Başladı Bile!…

Merhaba Herkes!

fot1Günümüzün önde gelen entelektüellerinden nörolog ve yazar Oliver Sacks, geçenlerde New York Times gazetesinde varoluş, yokoluş ve yeryüzü üzerine “Kendi Hayatım” başlığıyla yazdığı derinlikli felsefî yazıyı şu cümleyle bitiriyordu:

“Herşeyden önce ben bu güzelim gezegende duyarlı bir varlık, düşünen bir hayvan olarak varoldum ve bu durum, kendi başına muazzam bir ayrıcalık ve macera zaten.” (New York Times, 19 Şubat 2015)

Ülkede, bölgede ve dünyadaki sayısız şiddet, çatışma, savaş, iç savaş, terör, “infaz”, intikam, vahşet, misilleme, hunhar kadın cinayetleri, çözümü ufukta görünmeyen “çözüm” görüşmeleri, özgürlüklerle temel hakları yok edecek “güvenlik” yasa tasarıları var.

Ama bütün bu hengâmeden fırsat bulup etrafa bakabilmeyi başarırsak, sözkonusu ayrıcalığın hemen farkına varabiliriz aslında: Yılların aktivisti Joanna Macy, kendini örgütleyebilen bu harika gezegenin onu algılayabilecek duyularla, onu içine çekecek ciğerlerle, ondan beslenecek organlarla donatılmış insanlar olarak bize verilmiş müthiş bir armağan olduğunu söyleyerek Sacks’i doğruluyor. (http://newstoryhub.com/2015/02/…)

Geçen Eylül ayında başta New York’taki 400 bin kişilik kalabalık olmak üzere dünyada gerçekleştirilen insanlık tarihinin en büyük iklim yürüyüşünden 1 gün önce konuşan 14 yaşındaki kıdemli(!) aktivist rapçi yerli Xiuhtezcatl Martinez, armağan metaforunu ilerletiyor ve biz dinleyenleri yere çarpan konuşmasında önümüzdeki büyük fırsatı şöyle anlatıyordu:

“İklim değişikliğinden en çok etkilenecek olan benim kuşağım ve benden sonra gelecek olanların kuşağı. Büyükler gezegende bir parti verdiler, şimdi de biz çocuklara ‘ortalığı silip süpürmek size kaldı’ dediler… Ama bu, insanı duraklatacak bir şey değil. Aksine, tam bir fırsat aslında: Şu çağda doğmuş olmaktan daha büyük nimet olur mu? Çünkü bu kuşağın, bu salondakilerin, yandaki komşuların … hepimizin önünde tarihi yeniden yazmak, tüm toplumun temel inanışlarını değiştirmek için önemli bir fırsat var. (Bkz: http://indiancountrytodaymedianetwork.com/2014/09/20/)

Xiuhtezcatl  (Şutezkat diye okunuyor), gibi pek çok genç öncü var dünyada. Bu insanlar herşeyin birbiriyle bağlantılı olduğu yeryüzünde kendi toplumlarıyla ve dünyayla bir taahhüt paylaşıyorlar. Gençlerin, yeryüzünde pozitif değişim yaratmak için insanları bir araya getirecek gücü olduğunu biliyorlar çünkü. Büyük çevre aktivisti David Suzuki’nin söylediği gibi,

“İnsanlar bir araya geldiği zaman da ortaya birdenbire sihir çıkar!… Gençlerin çoğu henüz oy kullanacak yaşta değiller ama, bugün alınacak kararların doğuracağı pislik yığınlarını temizleyecek olan da onlar. Dolayısıyla, onların kuşağına bırakmak istediğimiz dünyaya ilişkin kararlar üzerinde dikkatle düşünme zamanı.” (http://www.commondreams.org/views/2015/02/19/)

Sorumluluklar, torunlar, kararlar. Olabilecek en önemli dönüm noktası artık: Önde gelen düşünür ve aktivist Noam Chomsky de durumun vahametini şöyle vurguluyor:

“İşin şakası yok! İnsan türünün tarihinde ilk kez, torunlarımızın haysiyetli bir hayat sürdürüp sürdüremeyeceği konusunda belirleyici kararları bizzat almak zorundayız. Bu, daha önce hiç olmadı. Daha şimdiden, dünyadaki canlı türlerini olağanüstü boyutta yokeden kararları aldık bile.”(Chomsky, “The World of our Grandchildren,” https://www.jacobinmag.com/2015/02/noam-chomsky-interview-jacobin/)

İnsanlık macerasında belirleyici bir noktadayız. Tarihteki en büyük değişim hareketinin bir parçası olarak bizler, Türkiye’de de görülmüş en büyük iklim eylemlerini oluşturmak, herşeyi değiştirmek için harekete geçtik.

Bütün dünyada ortalığı kasıp kavurmaya başlayan bu müthiş “Adı Olmayan Hareket”in ön safında yer almak istedik. İlk aşamada, kadim Yunan demokrasisinden esinlenerek “Yüzler Meclisi” oluşturmak üzere imza topladık. Toplum içinden de ilk ağızda 20 kesim belirledik ve her birinden 100’er imza toplamaya giriştik. 1.500’ü aşkın imza var elimizde – kapı gibi!

İşte, şimdi ve buradayız: “İklim İçin Sahneye Çıkıyoruz!”

Unutmadan: Bu daha başlangıç! Herşeyi değiştirmek için herkese ihtiyacımız var!

Manifestomuzu da Eraslan okuyacak şimdi – o davudi sesiyle…

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlarım

Ömer Madra

28 Şubat 2015

(Yeşil Gazete)

[Son Dakika] Hükümet ve HDP’den çözüm sürecine dair ortak açıklama

Hükümet ile HDP  sürecin koordinatörü Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan nezdinde bir araya geldi ve HDP’nin İmralı heyeti ve hükümet yetkilileri çözüm sürecine ilişkin olarak ortak bir basın toplantısı düzenledi.

13

Bu sabah Dolmabahçe Başbakanlık ofisinde düzenlenen “Çözüm Süreci” toplantısına katılan HDP heyetinden Sırrı Süreyya Önder, diyalogun “resmi, ciddi ve sorumlu” bir aşamaya gelindiğini ifade ederek PKK lideri Abdullah Öcalan’ın örgüte bahar aylarında silahsızlanma amacıyla olağanüstü kongreyi toplaması için yaptığı çağrıyı iletti. ”Bu davet, silahlı mücadelenin yerini demokratik mücadelenin yer alması için tarihi bir beyandır” diyen Önder, Öcalan’ın kongre sırasında görüşmede ele alınmasını istediği 10 maddeyi de sıraladı.

Basın toplantısında Önder ile birlikte yer alan Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan da önemli bir aşamaya gelindiğini belirterek, “Silahların bırakılmasına yönelik çalışmaların hız kazanmasına yönelik açıklamayı önemli görüyoruz” diye konuştu.

Çözüm sürecinin akıbetine ilişkin olarak gerçekleşen görüşme, hükümet ve HDP arasında 2 haftalık aradan sonra Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nde gerçekleşti. İçişleri Bakanı Efkan Ala, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal ile HDP’li Sırrı Süreyya Önder veİdris Baluken görüşmede yer aldı.Görüşme sonrası HDP ile hükümet kanadı ortak açıklama yapma kararı aldı.

HDP heyeti adına konuşan Sırrı Süreyya Önder, sürece ilişkin Hükümetle ortak kaldıkları maddeleri şu şekilde sıraladı:

* Demokratik siyasetin tanımı ve içeriği

* Demokratik çözümün yerel boyutlarının tanımlanması

* Özgür vatandaşlığın güvenceleri

* Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri

* Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına yönelik anlayışın geliştirilmesi

* Ortak vatan ve milletin demokratik ölçülerle tanımlanması

* Demokratik hamleleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa…

(T24)

 

[Canlı Yayın] İklim İçin Ben de Varım diyenler sahneye çıkıyor

Yeni iklim değişikliği kampanyası bugün başlıyor. İklim İçin Ben de Varım sloganıyla başlatılacak olan kampanya için yapılacak basın toplantısı bugün 13:30’da Tatavla Sahne’de başlıyor. Basın toplantısını canlı yayında sizlere aktaracağız. Manifestoyu buradan okuyabilirsiniz.

13:15 Tatavla Sahne aktivistler ve imzacılarla dolmaya başladı. Basın toplantısı ve canlı yayınımız 13:30’da başlayacak. Konuşmalardan aktarımları ve gelişmeleri canlı yayın ekranının altından takip edebilirsiniz.

(Yayınımız sona ermiştir.)

Broadcast live streaming video on Ustream

14:45 Basın toplantısı sona erdi.

14:42 Çevre ve ekoloji aktivistleri adına Ayşenur konuşuyor.

14:41 Sanatçılar adına oyuncu Tilbe Saran konuşuyor.

14:40 Avukatlar adına Alper Koç konuşuyor.

14:39 Engelliler adına engelsiz hayat aktivisti Adem Kuyumcu konuşuyor.

14:38 Akademisyenler adına felsefeci Ferda Keskin sahnede.

14:38 LGBTİ aktivistleri adına gazeteci Yıldız Tar konuşuyor.

14:37 Sporcular adına bisikletçi Bahar konuşuyor.

14:36 Kadınlar adına Didem konuşuyor.

14:35 Öğrenciler adında İdil konuşuyor.

14:33 Şehir plancılar adına Murat Güvenç, mimarlar adına Aykut Köksal sahnede

14:32 Edebiyatçılar-yazarlar adına Gönül Kıvılcım konuşuyor.

14:31 İşçiler adına Erdal Bayraktar konuşuyor.

14:29 Öğretmenler adına Berna Tezcan konuşuyor.

14:28 Hekimler adına Ali Özyurt biz de varız diyor.

14:27 Çiftçiler adına Afyon’dan gelen çiftçi temsilcisi Sultan hanım konuşuyor.

14:24 Hasankeyfi Yaşatma Girişimi’nden Ercan Ayboğa konuşuyor.

14:22 İmzacılar adına termik santral yüzünden zeytin ağaçları kastedilen Yırcalı köylülerin temsilcileri konuşuyor.

14:15 Manifesto metnini Eraslan Sağlam okuyor. Manifesto şöyle:

manifesto

14:05 Ömer Madra ve imzacılar adına temsilciler sahnede. Ömer Madra’nın konuşmasını buradan okuyabilirsiniz.

14:00 Basın toplantısı film gösterimiyle başladı. Şimdi Palyaço Pul Fuat Onan, performansıyla sahnede… Palyaço Pul Gezegenden Çıkış Yok ve İklim için Harekete Geçtim diyor…

iklimicin

Basın toplantısı çağrısı şöyle:

Kadim demokrasilerin aracı olan “Yüzler Meclisi” ilk imzacılarıyla birlikte “İklim İçin” kampanyasını İstanbul’da başlatıyor.

İklim İçin kampanyasının başlangıç etkinliği ve ilk basın toplantısı, imzacılarının da katılımıyla, 28 Şubat Cumartesi günü saat 13:30’da Tatavla Sahne’de yapılıyor.

Geçen sene Eylül ayında New York’ta 400 bin kişi, tüm dünyada milyonlarca insan iklim değişikliği konusunda devletlere “artık gezegen için harekete geçin” demek amacıyla sokağa çıktı.

Bu yıl Aralık ayında dünya hükümetleri yeni bir iklim anlaşması için Paris’te toplanıyor. Ve bu anlaşma öncesi dünya halkları da iklim için sahnede olacak.

“İklim İçin” kampanyasının 28 Şubat Cumartesi günü saat 13.30’da Tatavla Sahne’de gerçekleşecek ilk basın toplantısına katılmanızı rica ederiz.

Toplantı Detayları:

Tarih: 28 Şubat 2015 – Cumartesi

Saat:13.30

Adres: Tatavla Sahne – Akarsu Caddesi, Taktaki Yokuşu 2/B, Firuzağa Meydanı / Cihangir – İstanbul”

Ayrıntılı bilgi için iklimicin.org/

(Yeşil Gazete)