Windowporn etiketi ile Instagram’a resim yükleyen arkadaşımı bile gördüm. Bu bişi-pornosu hareketi çok tuhaf istikametlere doğru gidiyor. Sonumuz hayırlı olsun. Ama internetin fenomen türü tartışmasız olarak kediler. Bu kedi pornosu meselesinin üstüne kendilerine özel tarzları ile Japonları ekleyin ve popüler manga akımını düşünün. Ama bir de filmi geriye sarıp Edo dönemine dönün. Bunların hepsini bir araya getirirsek kafanız karışır mı? O zaman gelin The Japan Society himayesindeki eserlerin paylaşıldığı New York’taki bir serginin işlerine göz atalım…
YASAL UYARI: ARKAİK #KITTYPORN VE TUHAF JAPON FANTEZİLERİ İÇERİR
Utagawa Kunitoshi (1847–1899), Yeni Yayınlanmış Kedi Oyunları, 1884.
Kediler internetin göz bebekleri ama New York (ABD), Manhattan’daki Japan Society (Japon Cemiyeti) bu bahar aylarında, kedigil kardeşlerimizi kucaklamamız için yeni bir perspektif sunuyor. “Kedilerin Yaşamı: Hiraki Ukiyo Elektronik Koleksiyonu’ndan Seçki” (İng. Life of Cats: Selections from the Hiraki Ukiyo E-Collection) Japon Edo Dönemi’ne (1615–1867) dair ahşap baskı kedi görsellerini sergiliyor.
Tsukioka Yoshitoshi (1839–1892), Yorgun Görünüyor: Kansei Dönemi’nden Bir Genç Kızın Görünüşü, Gelenek ve Göreneğin Otuziki Hali, 1888.
“Kedilerin Yaşamı” isimli bu sergideki baskıların çoğunda kediler çoğunlukla vakur hatta asil tabakadan hayal edilerek sunulmuş (Kendi adıma bu hayalin gerçeklikle bağlarının kuvvetli olduğunu da düşünüyorum). Şatafatlı saç bakımı yaptırmış hanımların yanında yer bulan kedicanlar, saray bahçelerinde gezinip hayranlarını bakışlarıyla kendilerine bağlıyorlar. Hatta, bilinçli olarak tercih edildiği açık bir tarzla, neredeyse insansı bir tahayyülle aristokratik esvabıyla boy gösteriyorlar.
“Kediler ve İnsanlar”, “İnsan olarak Kediler”, “Kedilere karşılık İnsanlar”, “Dönüştürülmüş Kediler” ve “Kediler ve Oyun” başlıklarıyla beş kategoriye ayrılan sergi, başka bir zaman ve âlemde kedilerin statüsü ve kültürel etkilerine ışık tutuyor. Hem, kedi görsellerine boğulmuş bir dünyada, seçkin doğal hayat parklarına çevirip şenlendirdiğimiz ekranlarımızdan öteye geçip felin ufuklarımızı genişletmekle hiç de fena bir iş yapmış olmayız, öyle değil mi?
Son söz… Eğer bu günlerde New York’a yolunuz düşerse 13 Mart ile 7 Haziran arasında gösterimde kalacak sergiyi, 333 East 47th Street, Midtown, Manhattan adresindeki Japan Society’de ziyaret edebilirsiniz.
Sanat ve Barışla Kalın…
Utagawa Hiroshige (1797–1858), “Asakusa Çeltiklikleri ve Torinomachi Festivali”, “Yüz Meşhur Edo Manzarası” seçkisinden, 1857.
Utagawa Hiroshige (1797–1858), “Beslenmek İçin Karşıya Geçen Kedi”, 1830–44.
Türkiye’de Sinop’a kurulacak olan nükleer santralin Japon-Fransız konsorsiyumunda gerçekleştirilmesi planlanırken, Fransa’nın dünyaca meşhur Sortir du Nuclaire adlı antinükleer dergi Türkiye’de nükleer santraller konusunu işledi. Yeşil Gazete nükleer haberleri editörümüz ve aynı zamanda Nükleersiz.org proje koordinatörü Pınar Demircan Fransızlar, hükümetlerinin Türkiye’deki planlarına “Fransız kalmasın” diye yazdı. Yazı, Sortir du Nuclaire’in sonbahar sayısı için Kasım ayında yayınlandı. Yazının Türkçesi’ni sizlerle paylaşıyoruz .
Türkiye’de Nükleer Karşıtı Hareket ve Politik Mücadele
“Türkiye Enerji Bakanlığının web sitesinde yer alan bilgilere göre, Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynakları (rüzgar, güneş, jeotermal, HES’ler ) üzerinden elde edebileceği elektrik enerjisi halihazırda 136 000Mw’dir. Böyle bir potansiyele rağmen Türkiye’nin 2030’a kadar kurmayı planladığı nükleer santralden yılda 10GW’lık enerji sağlama planı bulunuyor. Türkiye Antinükleer Karşıtı Platform üyesi Nükleersiz.org Proje koordinatörü Pınar Demircan Türkiye’ nin nükleer santral tarihini, planlarını ve antinükleer hareketi anlatıyor.
“Barış için Atom”girişimine 1955’te ilk imza koyan ülkelerden olmasına rağmen henüz bir nükleer santrali bulunmayan Türkiye, neredeyse 40 yıldır nükleer karşıtı bir mücadelenin içindedir. Dönemin hükümetleri Nükleer santral kurulması amacıyla 1965, 1972, 1982, 1993 yıllarında 4 ciddi girişimde bulunmuşsa da,tüm girişimler başarısızlıkla sonuçlanmış ve projeler bir şekilde politik karışıklık ve nükleer karşıtlarının etkisiyle engellenmiştir.
Son olarak 2002 seçimlerinden başarıyla çıkıp iktidara gelen şimdiki hükümet, 2005’te 5000 MW gücünde bir nükleer santral kurma planı olduğunu açıklamıştır. Böylece 2010 yılında Türkiye ve Rusya arasında Mersin yakınlarında Akkuyu’da kurulacak Türkiye’nin ilk nükleer santrali için anlaşmaya varılmıştır. Bundan sonra 2013’ te Türkiye ve Japonya arasında Karadeniz’in batısında Sinop’ta bir nükleer santral kurma anlaşması yapılmıştır.
Türkiye’de bir nükleer santral yoktur ama radyoaktif kaza yaşanmıştır. Hatta Türkiye, 1998’de radyoaktivite kaynaklı ölümlü kazalar listesine girmiştir. 1998 yılının Aralık ayında bir hastanenin radyoaktif malzemesini uygun şekilde imha etmemesi ve bir hurdacının da bu radyoaktif malzemeyi alarak evine götürmesi bir ailenin radyasyondan zarar görmesine ve aileden bir kişinin ölümüne yol açmıştır. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) raporlarına göre imha edilmeyen bu madde sebebiyle 300 kişiyi mağdur olmuş Hastaneye başvuran madde ile yakın temasta bulunan kişilerden birinin parmakları kesilmiş biri ise 3 yıl sonra ölmüştür .
Bu olaydan tam 14 yıl geçmiş olmasına rağmen 2012 yılının Aralık ayında bir başka skandal olay İzmir’de yaşanmıştır. Aslan Avcı ortaklığında eski bir kurşun fabrikasının içinde 2007’den beri radyoaktif atık olduğu tespit edilmiştir. Bir gazetecinin araştırmaları neticesinde ortaya çıkartılan radyoaktif atığın yıllar boyunca civardaki yerleşim yerinde yaşayan insanlarda kansere yakalanmalarına sebep olduğu anlaşılmıştır. Tespitin ardından bilimsel analizler gerçekleştirilmiş, konuya kamuoyunun dikkati çekilmiştir. TAEK en son 2014 yılında kurşun fabrikasından yayılan bir radyaoaktif kirlilik olduğunu doğrulayarak 2015’te radyoaktivitenin temizleneceğini taahhüt etmiştir.
Türkiye’nin üzerindeki Çernobil Bulutu
Fazla bilinmese de Türkiye, Çernobil Nükleer Faciasından etkilenen 23 ülkeden biridir. Radyoaktivite yüklü bulutları kazadan 10 gün sonra Türkiye’nin üstüne gelmiştir. Hatta kazadan 5 gün sonra yapılan ölçümler, Karadeniz’deki radyoaktivite dozunun normal düzeyin 20 katı, Trakya’da ise 1000 katı olduğunu göstermiştir. Üstelik radyoaktivitenin yüksek olduğu tespit edilen bu bölgelerde Avrupa’nın doğusundaki gibi iyot tabletleri hiçbir zaman dağıtılmamıştır .
Türkiye Çernobil’den fazlasıyla etkilenmiş olmasına rağmen gerçekler hiçbir zaman raporlarda yer almamıştır. Bununla birlikte gerçekler gizlenmeye çalışılmıştır, örneğin sezyum 137 radyoaktivite oranı yüksek 48 000 ton çayın bir kısmı bir önceki senenin çayıyla karıştırılarak 130 000 tonluk yeni karışım Türkiye’ye içirilmiştir. Radyasyonun çay içen insanları 3 defa daha fazla etkilemiş olduğu bilinmektedir. Türkiye’de yılda 10 bin ton çay tüketilir.Dolayısıyla paketi 1 kilogram olan çay, radyasyonlu karışım halinde 13 yıl boyunca içilmiştir.
“Herşey kontrol altında! Çay için! Fındık yiyebilirsiniz! Biraz radyasyon almanız sağlığınıza iyi bile gelir! ” demiştir Çernobil kazasından 3 yıl sonra TV’de artan kanser vakalarına yönelik açıklama yapan dönemin Sağlık Bakanı. 28 yıl sonra bugün hastaneler kanser hastalarıyla dolup taşmaktadır. TAEK, Çernobil’ in resmi sonuçlarını hiçbir zaman halka açıklamamıştır hatta bilimsel bir rapor dahi yayınlamamıştır..
Çernobil kazasından 20 yıl sonra başta Karadeniz Bölgesi’nde olmak üzere kanser hastalarının sayısında ciddi bir artış tespit edilmiştir. Fakat herhangi bir bilimsel araştırma yapılamadığı gibi Sağlık Bakanlığı bu kanser oranındaki artışın sebeplerini sigara kullanımına bağlamayı tercih etmiştir.
Mersin Akkuyu’da Nükleer Santral Projesi
Mersin Akkuyu’ya Rusya firması Rosatom tarafından kurulması planlanan reaktör VVER-1200 Rus tipidir. Türkiye Rusya’ya 4 reaktör kuracağı alanı hususi olarak Rusya’ya kendisi tahsis etmiştir. Her bir reaktörün kapasitesi yılda 1200 MW olacaktır. Reaktörlerin maliyeti toplam 20 milyar dolar olurken Türkiye 71 milyar dolarlık garanti anlaşmasını imzalayarak elektriği 15 yıl süresince 0.1235 dolar / kWh ‘den satın alacaktır.
Akkuyu Nükleer santrali işletmesi tamamen yabancı bir ülkeye bırakılan dünyadaki ilk nükleer santral olacaktır. Türkiye’nin Rusya tarafından yapılacak bu nükleer santraldeki operasyonlara dair hiçbir söz hakkı bulunmayacaktır. Dahası Türkiye’den kaç kişinin bu santralde ve ne düzeyde istihdam edileceğine dair hiçbir bilgi, gösterge bulunmamaktadır. Rusya bu nükleer santral üzerinden Türkiye’de adeta toprak sahibi olmuş olacaktır.
Bununla birlikte Akkuyu Nükleer santrali bölgede aktif olan bir fay hattının sadece 25 kilometre ötesindedir. 1872’de 7,5 şiddetinde bir deprem meydana gelmiştir ve bugün de bölge özellikle yaklaşık 50 yıldır 6-7 şiddetinde büyük bir deprem meydana gelmediği için deprem potansiyeliyle belirsizliğini korumaktadır. Hatta bölgede Akkuyu’ya yer lisansı verilmesinden sonra Mersin’in batısından Akkuyu koyuna uzanan başka fay hattı tespit edilmiştir.
Sinop’ta Nükleer santral Planı
ATMEA-1 tipinde 4 reaktörün Atmea Areva ve Japon Mitsubishi konsorsiyumunda Sinop’ta kurulması planlanıyor ki bu tip reaktörün uzun süredir dünyanın hiçbir yerinde kurulmadığını bilinmektedir. Yatırım için öngörülen maliyet 22 milyar dolar olup nasıl finansal zorluklar yaşanacağı tahmin edilmektedir.
Sinop’ta kurulacak olan nükleer santralde 40 milyar kwh elektrik üretilecektir ki bu miktar Türkiye’nin Rusya’dan ithal ettiği 7,2 milyar Dolar’lık doğal gaz miktarına denktir . Öte yandan Türkiye, nükleer santral yakıtı olan zengin uranyum madenlerine sahip bir ülke konumunda değildir dolayısıyla, doğal gaz yerine uranyum ithal edeceği gerçeği de göz önüne alınmalıdır. Türkiye’nin Japonya ile yaptığı anlaşmaya göre uranyum madeni olmayan ülkeler gibi Türkiye de uranyumu ithal edecektir. Türkiye hükümeti, nükler santral sözleşmelerinin içeriği gizli tutmakta detayları halkla paylaşmamaktadır.
“Nükleer mi hayır teşekkürler!”
Türkiye’nin en kuzey ucu Sinop aslında çeşitli endemik türlere yaban hayvanlarına ev sahipliği yapan bitki örtüsü zengin, ormanlık bir bölgedir. Ekonomisi tarım ve balıkçılığa dayanır. Aynı zamanda turizmi de gelişme potansiyeline sahiptir zira İnceburun’da turistlerin uğrak yeri Hamsilos Tabiat Parkı vardır ki burası nükleer santralin kurulması planlanan arazinin de yakınındadır. Sinop’un turizm potansiyeli yılda 10 milyar Dolardır. Bölgeye nükleer santral kurulmasına karar verilince Orman Bakanlığına ait 60 kilometre karelik alanda ağaç kesimi yapılmış ve 10 kilometre karelik alanda kesilen 225 bin ağaçtan temizlenmiştir. Öte yandan Sinop Kuzey Anadolu fay hattına da 30-40 kilometrelik mesafededir.
“Nükleer bir tehdittir! Durdurun!”
Türkiye’deki Antinükleer Hareketin Geçmişi
1976’da ilk olarak (Mersin Balıkçılar Kooperatifi) önderliğinde başlayan protestolarla hükümetin planları önlenmeye çalışılmıştır. 1979’da Türkiye Mimar ve Mühendisler Odası Birliği bir bildirge yayımlayarak nükleere neden karşı olduğunu açıklamıştır. 1979’dan itibaren her yıl gerçekleştirilen sayısız konferans ve panellerle halka nükleer santrallere ve nükleer santrallerden enerji elde edilmesine karşı oluş sebepleri anlatılmıştır hala da anlatılmaktadır.
Türkiye’deki anti nükleer mücadele 1986’da yaşanan Çernobil kazasından sonra büyük ivme kazanmıştır. 1993 yılında İstanbul, İzmir ve Sinop’ta Nükleer karşıtı Platform mitingleri yapılmıştır. 2006 yılında TAEK, Sinop’un Türkiye’nin 2 .nükleer santralinin kurulacağı yer seçildiğini ilan ettikten sonra Çernobil’in de 20. Yıl Anmasına denk gelen tarihte Sinop’ta Nükleer karşıtı 15 binden fazla kişinin katılımıyla dev bir miting organize edilmiştir. Bu mitingin Türkiye’de o güne kadar çevre, ekoloji konularında gerçekleştirilen en büyük katılımlı miting olmuştur. 2006’da Sinop’taki bu dev protestoya 1993’te Mersin’de balıkçıların iştirak ettiği gibi balıkçılar denizden katılım göstermiştir.
2007’de 165 bilim insanı “Nükleer karşıtı bildirge” yi imzalayarak nükleer santrallerin çevreye dolayısıyla insan sağlığına yapacağı olumsuz etkiyi gerekçe göstererek devletin yetkililerine iletmiştir. Sözkonusu mektup kamuoyuyla da paylaşılmıştır.
Türkiye’de her sene 6 Ağustos Hiroşima ve 9 Ağustos Nagazaki’ye atom bombası atılmasının anmaları yapılır.Çernobil kazasından sonra bu anmalara 26 Nisan Çernobil eklenmiştir. Fukuşima faciasından sonra da 11 Mart Fukuşima anması eklenmiştir. Bu tarihlerde Türkiye’deki nükleer karşıtı hareket kendini daha çok gösterir. Özellikle Fukuşima’dan sonra nükleer santrallerin halen daha tehlike arz ettiğinin geniş ölçekte anlaşıldığı için protestolarda artış olmuştur.
Fukuşima Nükleer Kazası sonrasında Antinükleer hareket
2013 yılında Türkiye ve Japonya hükümetleri arasında Nükleer Santal anlaşması imzalandıktan sonra bu gelişmeyi beklemeyen anti nükleer aktivistler gerek Türkiye’de gerekse Japonya’da eylemlerini arttırarak bu anlaşmanın her iki ülke meclisinden geçmemesi için engelleme uğraşı vermiştir. Anlaşmanın yapıldığı yıl Fukuşima faciasının 3. Yıldönümünde gerek Türkiye genelinde Nükleer Karşıtı Platform gerekse bileşeni olan Nukleersiz.org ile Yeşil Düşünce Derneği bir çok panel organize etmiştir. Bu organizasyonlardan biri olan Fukuşima Tanığı Toshiya’nın Türkiye’ye davet edilmesi ve Türkiye’ye Fukuşima’yı anlatması panellerin yapıldığı İstanbul, İzmir ve Sinop’ ta fiilen gerçekleştirilmiştir.Bu şekilde Türkiye insanının Fukuşima’da saklanan gerçekler hakkında biraz daha bilgilenmesine katkı yapılmıştır.
Çernobil’in 28.yıldönümünde Sinop Nükleer Karşıtı Platform(SNKP) çağrıcılığında yine 10 bini aşkın kişi Sinop’ta dev bir mitingte nükleere hayır demiştir. Benzer mitingler aynı yıl Mersin ve Ankara’da da yapılmıştır. Bu mitinglerde “Japonya,Fransa ve Türkiye arasında yapılan nükleer anlaşmaya hayır” mesajı verilmiştir.
2014 yılının Ağustos ayında Nükleersiz.org ve Yeşil Düşünce Derneği’nin çağrıcılığında Nükleersiz Türkiye kampanyası Çernobil’in etkilerini bugün dahi yaşayan Karadeniz halkının, Sinop’ta kurulacak bir nükleer santrale karşı farkındalığını arttırmayı amaçlamıştı. Bu kampanya boyunca gerek ilgili basın açıklamalarında gerekse duyurularda Türkiye’nin Karadeniz ve Akdeniz’de nükleer santral istemediği ifade edilmiştir.
Nükleersiz Türkiye için Kürekle Karadeniz
Kampanyanın içeriği 1000 kilometreye yakın bir mesafe demek olan Hopa’dan İstanbul’a Karadeniz’in kıyıdan kürekle geçilmesini ve tüm bu sürece ait günlüklerin medyada yer almasından oluşmaktadır. Projeyi fiilen gerçekleştiren amatör kürekçi Hüseyin Ürkmez Karadeniz kıyısı boyunca uğradığı her şehirde yerel çevreci, ekolojist gruplar tarafından karşılanmakta, onların destekleriyle kampanyaya ait basın açıklaması okunmaktadır.
Tüm süreç medyada gerek haberler halinde gerekse kampanya günlükleriyle,* gerekse #NükleersizTürkiye#KürekleKaradeniz hashtagleriyle yayımlanmaktadır. Halkın ve basının nükleer karşıtlığına farkındalığını arttırmayı hedefleyen bu kampanya İstanbul’un en kalabalık semtlerinden Ortaköy’de antinükleer grup ve destekçilerin karşılamasıyla nihayetlenmesi planlanmıştır.
*Nükleersiz Türkiye için Kürekle Karadeniz günlükleri her hafta Yeşil Gazete’de (www.yesilgazete.org) yayınlanmıştır.
Hükümet Baskısı
Türkiye’deki politik ve sosyal hayat her geçen gün biraz daha fazla hükümetin baskısına uğramaktadır. 2013 yılında Türkiye’de yaşanan küçük bir çevre eylemi protestosu olarak başlayan Gezi olayları parktaki ağaçların kesilmesi ve ağaçlarından boşalan alana hükümetin ve belediyenin Alışveriş merkezi inşa etmek istemesi sebebiyle tırmanmıştır. Hükümetin bu girişimine karşı çıkanlar biber gazı ile püskürtülmeye çalışılmıştır, toplamda binlerce insan polis şiddetine maruz kalmıştır, olayların neticesinde çocuk-yetişkin 11 insan öldürülmüştür.
Hükümet basın özgürlüğüne karşı da oldukça sert uygulamarda bulunmaktadır. Öyle ki Gezi olaylarına bağlı sebeplerle 10 gazeteci işlerinden atılmıştır. 2013 yılındaki rakamlar Türkiye’de hapishanelerde tutulan çok fazla gazeteci olduğunu da ortaya koymaktadır.
Hükümetin artan baskısı, nükleer santral yatırım faaliyetlerine başlandığında karşı karşıya geleceği nükler karşıtlarına olası tavrının da habercisidir.
Galata Köprüsü üzerinde insan zinciri, NKP
Pınar Demircan
Nükleersiz.org Proje Koordinatörü (www.nukleersiz.org)
İngilizce’den Fransızca’ya “Sortir du nucléaire”International’dan Gilles Chertier tarafından çevrilmiştir.
Bu yazı Fransız Sortir du Nuclaire Sonbahar sezonu için Kasım ayı itibariyle yayımlanmıştır.
Açıkçası körpe bir soyulmuş enginar bol limonu da üzerinden eksik etmezseniz, çiğ olarakda hiç fena bir lezzette değil. Yine de henüz tam çiğ haliyle salatalarda kullanmaya başlamadım ama konserve enginar aldığınız takdirde bunu ince ince dilimleyerek lezzetli bir salata garnitürü olarak kullanabilirsiniz.
Bu sefer biraz daha ekşi-tatlı lezzetleri bir araya getirmek istedim. Bu nedenle bahçemdeki ağacımdan topladığım küçük narlardan bir tanesini ayıkladım ve ikinci malzeme olarak kullandım. Narın doğal ekşisi çok lezzet verici ama çekirdekleri dişlerimi rahatsız eder derseniz onun yerine kaliteli bir nar ekşisi de iş görecektir. Nar ekşisi sosu denen ürünleri pek tercih etmenizi önermem. Endüstriyel olarak ne halden ne hale geçmişlerdir bilemiyorum ama gerçek nar ekşisi ile hısım akrabalıkları bile yok lezzet olarak. Buna karşın özellikle kök bitki salataları için Kühne’nin nar sirkesini kesinlikle deneyin, derim. Sirkenin keskinliği hafif ve narın, o hoş koku ve aromasını barındırıyor. Nitekim ben bu salatada da kullandım. Nar ile ilgili son dip not: Blender’dan geçmiş nar suları, evet, lezzetli ama çok yüksek kalorili. Çok hızlı okside olduğu için de, vitamin değeri çarçabuk düşüyor. Meyve dalında güzel diyelim. Uzun nar bahsini kapayalım.
Nar kadar yüksek oranda olmasa da, havuçta da früktoz bulunuyor. Yani, bir kök sebze olmasına rağmen kısmen kalori etkisi var ama vitamince sağlıklı. Ben 1 havuç rendeledikten sonra halka köy biberlerini, bir tutam maydanozu ekledim. Maydanoz C vitamini açısından çok zengin. Özellikle şu an hepimizi kırıp geçiren grip salgını için üç öğünde de yemeğe çalışıyorum kendi payıma. Maydanozu çok ince doğramak vitamin kaybına neden oluyor. Çok uzun kullanırsanız, bizzat başıma geldiği gibi nefes borunuza bile kaçabiliyor. Ben iki santim gibi parçalara ayırıyorum. Eski maydanozlar şimdikiler gibi palmiye gibi değildi elbette. Böyle sorunları yoktu.
Küçük nane yapraklarını içine doğradım. Ama açıkçası en son aşamada salatanın üstünde süslemek için kullansam daha iyi edermişim. Bu haliyle biraz karmaşık görünmedi değil.
YASAL UYARI: TAKİP EDEN PARAGRAF, OKYANUSTA ÖZGÜRCE GEZİNİRKEN, HER YIL 50 MİLYON TÜRDAŞININ BAŞINA GELDİĞİ GİBİ YOLU PEMBE BİR POŞETE TIKILMASIYLA SONLANAN, BİR TON BALIĞININ TRAJEDİSİNİ İÇERMEKTEDİR.
Salataya, son olarak, yağı süzülerek paketlenmiş light ton balığını (120 gr) karışıma kattım. Aşırı avlanmanın yakın bir zamanda tehdit edebileceği bir tür olması bir yana Potasyum ve Magnezyum ile birlikte A, B-6 ve B-12 vitaminlerini de içeriyor. Özellikle de light kullanıyorum ki zeytinyağının dozunu ayarlayarak aromasını kendim dengeleyeyim. Ama vejataryen bir alternatif için keçi peyniri de kullanabilir, bu durumda biraz da roka ile takviye edebilirsiniz. Worcestershire sosunu bu sefer unutmadım. Az sumak ile birlikte çok hafif tarçın denedim. Ama elimi biraz korkak kullanmışım. Sanırım porsiyon dahasını da kaldırırdı. Son olarak kendimce minik Antakya zeytinleri ile süsledim.
Daha önce yazdığım gibi salatalarda hiç tuz kullanmıyorum. Özellikle sebzelerden dolgunca faydalanırsanız vücudunuzun ihtiyacı kadar sodyum ve potasyum almış oluyorsunuz. Üç ölümcül zehirden tuzu hayatınızdan çıkarmak isterseniz özellikle tuzsuz söğüş salatalarla başlayıp, salata kreasyonlarınızı geliştirirken tuz kullanmamaya devam etmenizi öneririm. İnsan beyni 15 gün boyunca düzenli olarak bir alışkanlığı yenisi ile değiştirirse eskisini hiç olmamış gibi unutabiliyor. Tuz insan tarihinin en önemli baharatlarından da olsa özellikle Türk beslenme alışkanlığı açısından alarm derecede tehlikeli bir ürün. Dünyanın açık ara en fazla tuz tüketen ülkesiyiz. Hipertansiyon konusunda da epeyce iddialıyız…
Ben bu tarz salatalarla kolayı yakışır bulurum. Öyle de tercih ettim. Ama yorgun argın işten gelip bir salatamı yapmışım yanında bir de keyfim olsun derseniz asitli bir lager önerebilirim. Eğer Belçika biralarını severseniz Duvel de tatlımsı lezzetiyle fruktoz katkılı bir salata ile iyi gidebilir. Salata ile düşürdüğünüz kalorileri bira ile dengeleyerek sağlık ve keyfi bir arada götürmek mümkün…
En sevdiğim yazarların başında gelen, öykülerinin hayranı olduğum Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna kitabıyla edebiyatımızın en unutulmaz kadın kahramanlardan biri olan Maria Puder’in de yaratıcısı olmuştur.
1943’te ilk baskısını yapan ve 70 yaşında olduğu halde, genç bir kızdan farksız gözüken Kürk Mantolu Madonna’nın nasıl olup da çoksatar olduğu edebiyat camiasının cevabını bulamadığı soruların başında gelmektedir. Kitapseverlerin has edebiyata yöneldiğine dair iyi niyetlerimizle romana geçelim.
Kitapta iki ayrı olay örgüsü vardır. Birincisinde tercüme bürosunda çalışan anlatıcı aynı yerde çalışan Raif Efendi ile tanışır ancak bu silik adamla aralarında başlarda samimiyet oluşmaz. Fakat Raif Efendi’nin hastalandığı bir gün anlatıcının tercüme evraklarını evine götürmesi üzerine onu daha yakından tanıma fırsatını bulur. Sonrasında Raif Efendi’nin durumunun ağırlaşması üzerine eşyalarını toplarken bir defter bulur ve defteri okumaya başlar.
Defterde yazılanlar ikinci olay örgüsünü ve romanın asıl çarpıcı kısmını oluşturur. Etrafıyla iletişim kurmakta zorlanan, Havranlı zengin bir ailenin çocuğu olan Raif Efendi’yi, babası işlerini geliştirecek teknikleri öğrenmesi için Almanya’ya gönderir. Ancak Raif Efendi burada müzelere ve resim galerine gider. Bir galeride gördüğü Kürk Mantolu Madonna tablosundan çok etkilenir. Resmedilen kişi olan Maria Puder’le tanışır ve âşık olur. İlişkileri çok iyi gitmekteyken, Raif Efendi, babasının vefatı üzerine Türkiye’ye dönmek zorunda kalır. Sonrasında mektuplaşmaya devam ederler. Bir süre sonra Maria Puder mektup yazmayı keser, aldatıldığını düşünen Raif Efendi ise başka bir kadınla evlenir.
Sonraaa… Romanın sürprizli sonunu açık edip, kitabı henüz okumayanların alacağı tada limon sıkmamak için anlatacaklarıma burada noktayı koyuyorum.
Not: Bu yazının videosunu aşağıdaki linkten Uzman Tv’den izleyebilirsiniz.
Dünyada şiddet haberleri gün geçtikçe artan bir süratte hepimize “Ne olacak bunun sonu?” dedirtmeye devam ediyor ama asıl tehlike, hayatın, gezegenin ve türlerin (evet, o türlerin içine insan da bizatihi dahil) sonunu getireceği artık tartışma götürmez bilimsel bir gerçek olan “İnsan kaynaklı Küresel İklim Değişikliği” hemen kapımızın yanında artık.
Bilim insanlarının geri dönüşü olmayan “Uç Noktası” olarak nitelediği Tipping Point’e erişmemiz artık an meselesi. 2009’da Kopenhag’da olmadı, ardından geçen yıllarda olmadı ama artık 2015’de Paris’te, Cop 21’de artık olmak zorunda. Bunun artık “ama”sı, “yani”si, “belki”si, “bir çıkış yolu illaki buluruz”u kalmadı. İnsanbeşer kendi nefes aldığı gezegeni kendi elleri ile yok etmek istemiyorsa İklim Değişikliği’ne karşı radikal kararları acilen almak ve bir an önce uygulamaya koymak zorunda.
“İklim için ben de varım!” kampanyası
Türkiyeli iklim aktivistleri de Paris zirvesi öncesi “#iklimiçinsahneyeçıkıyoruz” sloganı ile 28 Şubat Cumartesi günü saat 13:30’da Tatavla Sahne’de “İklim için” kampanyasını başlatıyor.
Sözü kampanya metnine bırakalım;
“Kadim demokrasilerin aracı olan “Yüzler Meclisi” ilk imzacılarıyla birlikte “İklim İçin” kampanyasını İstanbul’da başlatıyor.
İklim İçin kampanyasının başlangıç etkinliği ve ilk basın toplantısı, imzacılarının da katılımıyla, 28 Şubat Cumartesi günü saat 13:30’da Tatavla Sahne’de yapılıyor.
Geçen sene Eylül ayında New York’ta 400 bin kişi, tüm dünyada milyonlarca insan iklim değişikliği konusunda devletlere “artık gezegen için harekete geçin” demek amacıyla sokağa çıktı.
Bu yıl Aralık ayında dünya hükümetleri yeni bir iklim anlaşması için Paris’te toplanıyor. Ve bu anlaşma öncesi dünya halkları da iklim için sahnede olacak.
“İklim İçin” kampanyasının 28 Şubat Cumartesi günü saat 13.30’da Tatavla Sahne’de gerçekleşecek ilk basın toplantısına katılmanızı rica ederiz.
UEFA Avrupa Ligi’nde son 16 takımın katıldığı 2. Tur kura çekimi yapıldı. Liverpool’u penaltı atışları sonucu saf dışı bırakan Beşiktaş, Belçika temsilcisi Club Brugge ile eşleşti.
Rövanş Maçı Kartal’ın Temsili Doğum Gününde
Beşiktaş ilk maçı 12 Mart’ta deplasmanda ikinci maçı ise kulüp başkanı Fikret Orman’ın da eşleşme sonucu kameralar karşısında aktardığı şekilde söylersek “doğum günü” sayılan 19 Mart’da İstanbul’da oynayacak. İstanbullu 3 büyük spor kulübü Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe kuruluş yıllarının gün olarak ifadesine göre temsili doğum günü kutluyorlar. Bu temsile göre 1903 yılında kurulan Beşiktaş 19 Mart’ı, 1905 yılında kurulan Galatasaray aynı zamanda Gençlik ve Spor Bayramı da olan 19 Mayıs’ı, 1907 yılında kurulan Fenerbahçe ise 19 Temmuz’u taraftarları nezdinde doğum günü ilan etmiş durumdalar.
UEFA’dan Ukrayna – Rusya Ayarı
Son 16 turunda kura çekimi yapılırken Ukrayna ve Rusya arasındaki durum da gözönüne alınarak iki ülke takımlarının birbirleri ile eşleşmemesi için ayarlama yapıldı. Buna göre önce Ukrayna temsilcileri Dinipropetrovsk ve Dinamo Kiev’in rakipleri belirlendi. UEFA Avrupa Ligi’nde Rusya’nın da iki takımı, Zenit ve Dinamo Moskova bulunuyor. Bu 4 ekibin üst turlara da kalması durumunda UEFA’nın nasıl bir yol izleyeceği konusu ise merak konusu.
Son 16 takımın eşleşmeleri şu şekilde;
Everton (İngiltere) – Dinamo Kiev (Ukrayna)
Dinipropetrovsk (Ukrayna) – Ajax (Hollanda)
Zenit (Rusya) – Torino (İtalya)
Wolfsburg (Almanya) – Inter Milan (İtalya)
Villarreal (İspanya) – Sevilla (İspanya)
Napoli (İtalya) – Dinamo Moskova (Rusya)
Club Brugge (Belçika) – Beşiktaş (Türkiye)
Fiorentina (İtalya) – Roma (İtalya)
Gezi Parkı protestoları sırasında Kabataş’ta başörtülü bir kadının darp ve taciz edildiği yönündeki iddiaların asılsız olduğuna ilişkin bir açıklama da, bu iddianın en önemli sahiplerinden Elif Çakır’ın avukatı Fidel Okan’dan geldi.
Star gazetesinin eski yazarlarından Elif Çakır’ın, Gezi Parkı protestoları döneminde avukatlığını yapan Fidel Okan, bir belediye başkanının da gelini olan türbanlı bir kadının, bebeğiyle birlikte Kabataş’ta eşini beklerken bir grup gösterici tarafından darp ve taciz edildiği yönündeki iddiaların gerçek dışı ve kurmaca olduğunu söyledi.
Avukat Fidel Okan, sosyal medyadan yayınladığı mesajında Kabataş olayının düzmece olduğunu söyleyerek, bu iddiayı sürdürenlere; “Verdiğiniz zararın farkında mısınız” diye sordu. Okan ayrıca, geçtiğimiz hafta bazı gazetelerin manşetlerinde yer alan, “Gazeteci Emre Uslu ile CHP milletvekili Umut Oran’ın Twitter’daki DM yazışmaları ile Sümeyye Erdoğan’a suikast planladıkları” iddialarının da ‘tam bir kandırmaca ve kumpas’ olduğunu ifade etti.
Radikal İslamcı Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) militanları, Irak Musul’un da içinde bulunduğu Ninova eyaletindeki Nineveh Arkeoloji Müzesi’ni yerle bir etti.
IŞİD işgal ettiği şehirlerde bulunan kültürel mirasları yok etmeye devam ediyor. Terör örgütünün militanlarının, Ninova’daki Nineveh Arkeoloji Müzesi’ndeki heykel yıkma görüntüleri ortaya çıktı.
Görüntülerde, IŞİD militanlarınının heykelleri, ellerindeki çekiç, balyoz ve hilti denilen elektrikli matkaplarla heykel, kabartma ve diğer eserleri kırıp, parçaladığı görülüyor. Yaptıklarını kameraya kaydeden IŞİD, bu görüntüleri de yayınladı.
IŞİD, daha önce de Musul’da 10 binden fazla kitabın, en az 700 adet nadir el yazması eserin bulunduğu Musul Kütüphanesi’ni yakmıştı.
Almanya Federal Meclisi, Yunanistan için uygulanan mali programın 4 ay uzatılmasına ilişkin tasarıyı kabul etti.
Tasarı, Maliye Bakanı Wolfgang Schäuble tarafından parlamentoya sunulmuştu. Metnin görüşülmesinden sonra tasarı isim okunarak oylandı. 542 milletvekili evet oyu verdi. 32 vekil hayır derken, 13’ü çekimser kaldı.
Tasarıya koalisyon partilerini oluşturan Hrıstiyan Birlik (CDU/CSU) partileri ve Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) yanı sıra Yeşiller Partisi ve Sol Parti temsilcilerinden de onay geldi.
Maliye Bakanı Wolfgang Schäuble oylama öncesinde Yunanistan’ın kendi kaderine terk edilmemesi uyarısında bulundu. Schäuble, “Avrupa’nın birliği sağlandığı ve birlikte dayanışma içinde olduğumuz sürece Almanya bir geleceğe sahip olacaktır” dedi.
Tabipler Odası avukatı Meriç Eyüboğlu, “Dünyanın hiçbir yerinde bir kadına ‘eşin imza atmazsa kolun kesilir’ denilebileceğini sanmıyorum” derken, kanunlarda kürtaj için eş rızası aranmasının üst hukuk normlarına aykırı olduğunu belirtti.
Türk Tabipler Birliği (TTB) İstanbul Tabip Odası Hukuk Danışmanı Meriç Eyüboğlu
bianet’den Çiçek Tahaoğlu’nun haberine göre Türk Tabipler Birliği (TTB) İstanbul Tabip Odası Hukuk Danışmanı Eyüboğlu, İzmir’de sevgilisi tarafından pompalı tüfekle yaralanan ve kürtaj olmak isteyen A.K. örneğinde de bu 6. Maddeden kaynaklı bir sıkıntı yaşandığını hatırlatırken, “Tabip Odası’nın avukatı olarak şunu söylemem lazım; dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kürtaj tartışmaya açılana kadar 1983 tarihli bu yasayla ilgili hiçbir sorun yaşanmıyordu” dedi ve Erdoğan’ın “kürtaj cinayettir” sözlerinin ardından, bu konuda adı konmamış bir denetim yaşandığını ifade etti.
Eyünboğluk ürtajla ilgili bakılacak kanunun 1983 tarihli Nüfus Planlaması Hakkında Kanun olduğunu aktararak, “Bizim cinselliğimizle, bedenimizle, çocuk doğurup doğurmamızla ilgili bir kuralın Nüfus Planlanması Hakkında Kanunla düzenlenmesi de zaten devletin yaklaşımını gösteriyor” dedi.
Bu kanunun 6. Maddesinde gebeliğin sona erdirilmesinde izin düzenlenmiş durumda diyen İstanbul Tabip Odası Hukuk Danışmanı Eyüboğlu 6. madde de ‘Eğer evlilik söz konusu ise eşin de rızası gerekir’ bölümü bulunduğunu sözlerine ekledi.
Eyüboğlu, eş rızası maddesinin yasanın dışına çıkılarak uygulanmaya çalışıldığını söylerken, bu maddenin aslında Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmelere de aykırı olduğunu vurguladı.