Ana Sayfa Blog Sayfa 3636

AB ve Yunanistan toplantısından anlaşma çıktı

Yunanistan’ın borç krizinin çözümü amacıyla 19 ülkenin liderlerinin toplandığı Avro Bölgesi zirvesinde taraflar acil kurtarma paketi için anlaştı.

21

Belçika Başbakanı Charles Michel, Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın da katıldığı Brüksel’deki Avro Bölgesi Zirvesi’nden Yunanistan’a yeni bir paket için anlaşma çıktığını duyurdu.

20

Michel, Twitter’daki resmi hesabından ‘anlaşma’ yazan tek kelimelik bir tweet paylaşırken, kısa süre sonra da AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, tarafların oybirliğiyle anlaşmaya vardığını açıkladı.

19

 

Bir radyo kanalına açıklama yapan Fransa Başbakanı, “Son bilgiler Yunanistan konusunda anlaşma olduğuna işaret ediyor, ancak “temkinli olalım” dedi.

Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ise, zirvenin ardından düzenlediği basın toplantısında, “Anlaşma yoğun çalışma istedi, zaman aldı ama sonuca vardık” ifadesini kullandı. Juncker, Yunan hükümetinin zirvede alınan kararları onaylayacağını düşündüğünü söyledi. Juncker, Yunanistan’ın Euro Bölgesi’nden çıkmayacağını söyledi.

(Radikal)

Taksim’den ortak ses, “Yeşil Yol’a “Dur” de!”

İstanbul Taksim’de 12 Haziran Pazar günü toplanan “Yeşil Yol’a Hayır” katılımcıları, Karadeniz’in eşsiz yaylalarının rant alanına çevrilmesine “dur” dedi. Sekiz ilin yaylalarını birleştirecek olan “yeşil yol”a karşı halk direnişinin jandarma baskısı altına alınmasını protesto edenler, Cumartesi günü Rize’deki eylemde dozerin önüne oturarak “Vali, Kaymakam kimdir? Ben, ben, ben, halkım ben” diye seslenen ve sosyal medyada ilk önce adının Havva Ana olduğunu lanse edilen ancak sonrasında gerçek adı öğrenilen Rabiya Nine’yi de unutmadı.

14.foto safiye yüksel öcal

Rabiya Nine’ye atfen “Havva Ana’nın çocuklarıyız” sloganları atan binlerce yurttaş, aralarında “Yeşil Vadi Bizumdur,” “Yeşil cepte değil doğada güzel” yazan çeşitli pankartlar açtı.

Fırtına İnisiyatifi’nin çağrısı üzerine düzenlenen eylemde doğa savunucularır AKP iktidarının talan politikasına karşı isyanlarını da haykırdı.

Foto: Instagram/Özcan Yüksek
Foto: Instagram/Özcan Yüksek

Tabiatı katletmek suretiyle doğayı rant alanına dönüştürmeye ve yandaş şirketlere peşkeş çekmeye doymayan AKP hükümeti, Karadeniz bölgesinde Samsun, Bayburt, Giresun, Gümüşhane, Ordu, Rize, Trabzon, Artvin’i içine alan sekiz ilin yaylaları turizmi geliştirme kapsamında 2 bin 600 kilometrelik yolla birbirine bağlanmayı planlıyor.

“Yeşil Yol’a Hayır” diyenler yaylalardaki doğal hayatı ve yerel halkın yaşam alanını tehdit eden karayola “Yeşil Yol” adı verilmesine de tepkili.

Foto: Instagram/Özcan Yüksek
Foto: Instagram/Özcan Yüksek

Direnişin giderek büyüdüğü Rize’nin Çamlıhemşin ilçesi, Yukarı Kavrun Yaylası’na iş makinelerinin tepkiler nedeniyle sokulamaması üzerine, vadinin arka tarafındaki Samistal Yaylası’na komando birlikleri eşliğinde getirilerek yol çalışması başlatılmıştı. Rabiya Nine’nin jandarma birliklerine meydan okuduğu Yukarı Kavrun Yaylası, Dünya Doğayı Koruma Vakfı tarafından koruma altına alınması gereken bölgeler arasında gösteriliyor.

 

(Birgün, Yeşil Gazete)

Özgür Uçkan’ın ardından… – İsmail H. Polat

özgüruçkanTürkiye’nin çorak İnternet kültürünün nadide insanı, hepimize çok şey katarak aramızdan ayrıldı.
Uzun zamandır dostlar arasında fısıltıyla dillendirip zihnimizden kovmaya çalıştığımız kabus gerçeğe dönüştü ve Özgür hocanın ölüm haberi düştü ekranlarımıza.

2009 yılında dönemin gözde sosyal medya platformu FriendFeed.com’da tanışmıştık. Sanal ortamda tanışmanın doğası gereği, önce onu sadece oradaki siyah gözlüklü avatarı ve paylaşımları üzerinden tanımaya çalıştım. İlk izlenimlerim, son derece ödünsüz ve hatta yer yer sert ancak son derece donanımlı bir entellektüel olduğu yönünde idi. Tartışmalarda uzun uzun açıklamalar yapar, linkler üzerinden referans gösterir ve her tartışmada adeta bir makale yazmış kadar olurdu.

Açıkçası İnternet’in geliştirici ve dönüştürücü hemen her alanında bu kadar fazla detay ve derinlik yakalayan biri, ilk başlarda bana pek inandırıcı gelmemişti. Kendisinin bunları bir yerlerden arama motoru yardımıyla bulup “kopyala-yapıştır” yöntemiyle idare ettiğini düşünüyordum. Aylar sonra daha ilk karşılaşmamızda, tüm o paylaştıklarının hemen hepsinden ayaküstü söz edip referans verdiği kaynakların sayfalarını bile kafadan tüm detaylarıyla söyleyince, farklı bir insanla karşı karşıya olduğumu ancak idrak edebildim.

Sonraları sanat, felsefe ve ekonomi gibi her biri bir ömür uğraşı gerektirecek alanlardaki nitelikli çalışmalarına da görme, konuşma ve tartışma fırsatım oldu. Aslında Özgür hocayı herkesten ayıran yönü de buydu; çok-disiplinli ve disiplinler arası bakışı. Geçmişten gelen tüm bu birikim ve deneyimini, İnternet gibi dinamikleri net olmayan ama dönüştürücü bir alanla harmanlayabilmek, içinde yaşadığımız bu çağın pek az insanında toplanan bir haslet. İşte bu nedenle hem eski hem de yeni kuşağı ve onların ruhunu çok iyi yakalayabilen nadir akademisyenlerdendi Özgür hoca. Akademik araştırmalar konusunda yönlendirdiğim pek çok öğrenciye (onca vakitsizliğine rağmen) beklediğinden fazlasını sunar ve karmaşık kavramları bile yalın anlatabilme yeteneği sayesinde zihinlerinde farklı ışıklar yakardı.

sansürsüzinternet

İnternet, Özgür Uçkan için bir akademik çalışma alanının çok ötesinde bir yaşam alanıydı. “İnternet özgürlüğü” kavramı, benliği hatta kendi adı gibi, onun olmazsa olmazıydı. Bu konudaki tüm tartışma ve mücadelelerde ödün vermez ve sert bir yaklaşım sergilerdi. Herkesin tereddüt ettiği, sinikleştiği ve hatta geri adım attığı zamanlarda bile Özgür hoca, duruşunu bozmazdı.

Onun “kırmızı çizgileri” yoktu, yaşam ilkeleri vardı. Bunları hiç bir zaman pazarlık konusu etmez ve tartışmalarda kıyasıya savunurdu. Bu tartışmalarda onun görüşlerine katılmayan hatta ona kırılan insanlar bile kişiliğine ve bilgisine her zaman saygı duymuşlardır. Zaten onun niyeti de, kendi görüşünü başkalarına empoze etmek değil aksine kendisini ve yaşam ilkelerini iyi ifade edebilmekti. Zaman zaman benim de onunla farklı düşünce ve duruş sergilediğim olmuştur ama her ikimiz de tartışma zeminimizi hiç bir zaman kaybetmedik aksine oradan beslenmeye özen gösterdik. Zaten bir arada yaşamanın ve saygılı bir tartışma zemininde çok seslilikle ilerleyebilmenin yolu da bu değil miydi? Üstelik onunla yaptığım tartışmalarda ne çok şey öğrendim ve öğrendik hepimiz. Herkesin kişiliğini, birikimini ve becerilerini iyi analiz eder ve ona göre yol gösterirdi. Gelişimine katkı ve yön verdiği ne çok öğrencisi, ne çok dostu olduğunu, ancak bugün sosyal medyadan fark edebildik. Bana da özellikle İnternet’in gelecekteki mimarisinin süpermerkezi mi yoksa gayrimerkezi mi olacağı konusunda ödevler verir, bu konuda yazı yazıp yazmadığımı bile takip ederdi.

İki yıl önce başlayan rahatsızlığı bile uzun süre, bu konudaki motivasyonuna, enerjisine ve üretkenliğine engel olamadı ama son zamanlarda sadece Twitter’da her gün otomatik yayınlanan kişisel gazetesi ve o son tweetiyle usulca veda etti bizlere.

Kuşkusuz ardında bıraktığı kitap, makale-yazı, konferans ve dersler hepimiz için değerli bir miras ama onun bizlerdeki bu emeğinin karşılığını bulması için sanırım hepimize düşen en önemli sorumluluk; Özgür ve İnternet sözcüklerinin birbirinden ayrılmaması için mücadele etmemiz olsa gerek.

Bunun da ötesinde onun özgür kişiliğini İnternet’in ruhuna yansıtacak bir eser, proje ve/veya ödül üzerine çalışmaya bugünden başlamamız gerek.

Özgür Uçkan, Türkiye ve dünya İnternet kültürü üzerine yaptığı katkıları, duruşu ve eserleriyle hep aramızda olacak ama kan ter içinde bir problemle boğuşurken yanınızda bitiverip aradığınız alet-edevatı size gülümseyerek veren o ustayı, öğrencilerimle benim eksik disiplinlerimizi tamamlayan o hocayı ve duruşunu her daim takdir ettiğim o Özgür insanı çok özleyeceğim ben.

Ailesinin, kurucuları arasında olduğu Alternatif Bilişim Derneği üyelerinin, öğrencilerinin, dostlarının ve sevenlerinin başı sağolsun, başımız sağolsun!

Bu yazı ismailhpolat.com/ dan alınmıştır

 İsmail H. Polat – http://ismailhpolat.com

 

Kanada’da kürk çiftliğine baskın: 6,800 mink doğaya bırakıldı

Kanada’nın St. Marys  şehri yakınlarındaki bir kürk çiftliğinde gece yarısı yapılan baskınla kürkleri için öldürülmek üzere bekletilen binlerce minkin doğaya salındığını açıklandı.

5

Yetkililer  çiftliğe izinsiz girenlerin çitleri keserek geniş açıklar oluşturduğunu, 4 kapalı bölmeye girildiğini, 6,800 minkin böylece perşembe gecesi doğaya salındığını bildirdi. RBR Kürk Çiftlikleri Ltd.’de yaşanan olay, son aylarda meydana gelen ikinci vaka.

Mayıs ayı sonunda 1,600 dişi mink hemen yakınlardaki bir diğer kürk çiftliğinde doğaya salınmış ve Kanada Mink Üreticileri Birliği sorumlular hakkında bilgi verenlere 75,000 dolar ödül teklif etmişti.

Polis minklerin çoğunun kafeslerine geri konduğunu ama bazı minklerin hâlâ kayıp olduğunu belirtiyor.

 

(Hayvan Özgürlüğü Çevirileri)

Rize’de çevre aktivistine oraklı saldırı

Rize’de HES’lere karşı verdiği hukuk mücadelesi ile tanınan çevre aktivisti Kazım Delal, bu sabah 9 sularında elinde çay orağı (tahra) bulunan 3 kişinin saldırısına uğradı. Saldırıdan omuz ve kolundan aldığı hafif sıyrıklarla kurtulan Delal, RTE Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavi altına alındı.

4

Saldırganların, Rize’nin içme suyunun sağlandığı Andon İçme Suyu Tesislerinin hemen yanında mıcır tesisi kurmak isteyen Türüt İnşaat’ın elemanlarınca gerçekleştirildiğini söyleyen Delal, saldırganların iki kardeş ve yeğenleri olduğunu belirtti.

Kurulmak istenen mıcır tesisine karşı mahkemeye başvurduğu için daha önce de telefonla tehdit edildiğini söyleyen Delal, saat 8.30-9.00 gibi yeğeni Yasin ile birlikte Çağırankaya’ya doğru arı kovanlarına bakmak için yola çıktığını belirterek, şunları söyledi:

“Hiçbir şekilde köyümü işgal edemezler, onların hepsine rest çekiyorum. Zannetme ki Kazım Dayı korkacak da geri çekilecek. Türkiye üzerime gelse geri çekilmem. Geliyorlar iki kardeş, bir de yeğenlerini almışlar, 5 km. beni takip ediyorlar. Ben arkamda bilmiyorum onları, durunca biri iniyor arabadan, çay orağı (tahra) ile bana saldırıyor. İki yerden (omuz ve kol) yaralıyor beni. Gaza basıp uzaklaşınca onlar daha arkamdan takip etmiyorlar.”

Saldırının ardından Jandarma’yı arayarak yardım isteyen Kazım Delal, RTEÜ Eğitim ve Araştırma Hastanesindeki tedavisinin ardından taburcu edildi.

 

(Ajans Rize)

Kinoa, yer miydiniz?

kinoaBugünlerde İstanbul’un daha çok beyaz yakalıların ve sağlığına ve güzelliğine düşkün kadınların rağbet ettiği trendy kafelerinde, adı biraz zor söylense de, quinoa’lı yemekler çok modaymış. İsmi bazı yerlerde çoktan Türkçeleşmiş ve kinoa olarak menülerdeki yerini almış bile. Daha çok salata olarak sunuluyor. Avokadolu, narlı ve hatta nohutlu kinoa salatası ve hatta kinoalı kısır tarifleri internet sitelerinde paylaşılıyor.

Batının müreffeh toplumlarının mutfaklarında da çok eski değil kinoalı yemekler, bilemediniz on- onbeş sene öncesine gidiyor.

Kinoa da domates gibi, patates gibi, biber gibi sofralarımıza okyanus ötesinden, Amerikalardan gelme bir ürün. Anavatanının Peru / Bolivya / Ekvador dolayları olduğu biliniyor.

3000 değişik alt çeşidi olan Kinoa Avrupalı sömürgeciler gelmeden önce İnkalarca kutsal sayılır, hatta tüm gıdaların anası anlamına gelen “cisa maya” olarak adlandırılırmış. Bu ülkelerde yakın zamanlara kadar bizdeki bulgur gibi gariban köylülerin temel yiyeceği olarak kabul görürmüş. And dağlarının eteklerindeki verimsiz, kıraç topraklarda küçük aile tarlalarında binlerce yıldan beri ekilir, çoğunlukla yerel olarak tüketilir, fazlası ihtiyaçları karşılamak için yerel pazarlara götürülür, kentlerde bile doğru dürüst kabul görmezmiş.

Kinoa protein bakımından çok zengin bir yiyecek, üstelik antioksidan özellikleri yüksek ve kolesterol içermiyor. Buğdayın 2, mısır ve pirincin 3 katı protein içerdiği söyleniyor. İçerdiği %14 – 18 protein ve zengin amino asitler sayesinde vücudun hayvansal besin ihtiyacını tamamen karşılayabiliyor. Yüksek besin değerleri nedeniyle NASA’nın astronotlar için önerdiği diyet listesinin ön sıralarında yer alıyor.

Bütün bu özellikleri batıda neden rağbet gördüğünü açıklıyor, kinoa son yıllarda özellikle vegan beslenme savunucuları tarafından baş tacı edilmiş.

Nedendir bilinmez yüzyıllar boyunca kinoa Avrupalıların dikkatini çekmezken günlerden bir gün batılı gezginlerden biri kinoanın hafif acımsı tadını beğenmiş, üstüne bir de kinoanın besleyici özellikleri anlaşılınca kinoaya küresel bir rol düşmüş ve batının lüks ve egzotik ürünler satan marketlerindeki yerinin alması gecikmemiş.

Ama kinoanın talihi Birleşmiş Milletler Gıda Teşkilatı, FAO tarafından 2013’ün Kinoa Yılı ilan edilmesiyle radikal bir şekilde değişmiş. Daha önce kinoa ile tanışmamış toplumların da dikkati bu mucizevi bitkiye yönelmiş ve batı marketlerinde ve lokantalarında daha da görünür olmaya başlamış.

Binlerce yıldır yoksul Güney Amerikalı köylülerin temel besini olan kinoanın hikayesi bundan sonra ilginçleşiyor ve günümüz gıda zincirlerinin yapısını anlamamıza ve üzerinde düşünmemize imkan sağlayacak ipuçları veriyor.

2013 Kinoa Yılı dolayısıyla başlayan tartışmaların fitilini kinoa yiyerek And köylülerine kötülük yapıp yapmadığımız tartışması ateşlemiş. Bu tartışmayı başlatanlar küresel piyasalara sunulan kinoa fiyatlarının patlayan talep nedeniyle aniden üç katına çıkmasını ve bu nedenle en temel besin gereksinimlerini bu bitkiden karşılayan Perulu ve Bolivyalıların kinoaya ulaşamaz olmasını etik bir mesele olarak gösterip, batılıları kinoa tüketmemeye çağırıyorlar.

Gerçekten de bir çok yerli kendi ürettikleri kinoayı satıp yerine batıdan gelen endüstriyel ürünleri kullanmaya başlamışlar. Artan fiyatlar nedeniyle bir çok Peru’lu ve Bolivyalı gariban için kinoa satın alma güçlerinin yetmediği lüks bir gıdaya dönüşmüş. Batıda veganlar gönül rahatlığıyla kinoa tüketirken Perulu köylüler besin değerleri çok daha düşük pirinçle, makarnayla ve bilumum ambalajlı gıda ürünleriyle karınlarını doyurmaya başlamış.

Uluslararası piyasalarda kinoa fiyatlarının artması kinoa tarımının yapısını da değişime zorlamış. Binlerce yıldır And dağlarının eteklerindeki verimsiz ve kıraç küçük tarlalarda kendine yeterli tarım toplumlarının üretiminin küresel ihtiyacı karşılamaması üzerine daha verimli ve sulanabilen topraklarda kinoa tarımı yaygınlaşmaya başlamış.

Kinoa tarımının endüstriyelleşmesinin doğuracağı ekolojik tahribat şimdilik çok az kimsenin ilgisini çekiyor.

Artan talep nedeniyle Peru ve Bolivya’da kinoa şimdiden bir çok tarım ürününü ikame etmiş. Dahası Kanada’dan Yeni Zelanda’ya farklı coğrafyalardaki bir çok ülkede kinoa tarımı denemeleri almış başını gitmiş. Örneğin Türkiye’de Iğdır Üniversitesi bünyesinde kinoa denemelerinin sonuçları gazete sayfalarında “astronot yiyecekleri Türkiye’de üretiliyor” müjdesiyle yer alıyor.

Bir başka paradoksal gelişme de veganların gözde ürünü kinoanın hayvan yemi olarak da ilgi görmeye başlaması. Şimdiden bir çok şirket bu alana el atmış ve kinoayı endüstriyel hayvancılığa bir girdi olarak nasıl dahil edilebileceğinin fizibilitesini yapmaya başlamışlar.

Peki, bundan sonra ne olacak? Falcı olmaya gerek yok, Perulu köylülerin bundan sonra atalarının kutsal saydıkları temel gıdasıyla ilişkisinin temelden değişeceğine hiç kuşku yok. Geleneksel kinoa tarımı da küresel ekonomi çağında kendine yeterli toplulukların ihtiyaç fazlası ürünleri bölgesel pazarlarda takas etmelerinin yok oluşunun hazin bir örneği olarak tarihin sayfaları arasındaki yerini büyük bir hızla aldı bile.

Kinoa fiyatlarının tüm dünyada bir süre daha artmasını ve sonucunda en verimli tarım alanlarının kinoa ziraatına ayrılmasını çok yakın bir gelecekte görebiliriz. Bu karlı ticarete kısa zamanda dev küresel şirketlerin de dahil olması bir sonraki kaçınılmaz aşama. Verimi ve karlılığı artırmak için kinoanın genetiğiyle oynanması ve hatta genetiği değiştirilen kinoanın patentlenmesi de kimseyi şaşırtmaz. Küresel borsalarda kinoa fiyatlarıyla oynanıp fiyatların düşürülmesi belki avokadolu kinoa salatası yiyen dostlarımıza sevindirici bir haber gibi ulaşabilir. Tabii o anda ne hamburger yiyip kola içmekten obezleşen Perulu köylülerin sorunu, ne de Iğdır ovalarında kinoa ektiği tarlalarını kredi kuruluşlarına kaptıran çiftçilerin sorunları derdimiz olacak.

Özgür internetin öncülerinden Özgür Uçkan hayatını kaybetti

Uzun süredir kanser tedavisi gören Alternatif Bilişim Derneği üyesi, akademisyen Dr. Özgür Uçkan hayatını kaybetti. Uçkan, Paris’te hayata gözlerini yumdu.

Özgür internet mücadelesinin öncülerinden olan Uçkan’ın ölüm haberini eşi İlhan Uçkan Twitter’dan duyurdu.

1. Özgür Uçkan

Cemil Ertem ile birlikte hazırladığı ‘Wikileaks: Yeni Dünya Düzenine Hoşgeldiniz’ adlı kitabı ve kendi çalışması olan ‘E-Devlet, E-Demokrasi ve Türkiye’ adlı bir kitabı bulunan akademisyen 54 yaşındaydı.

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde bilgi ekonomisi, ağ ekonomisi, yaratıcı endüstriler, enformasyon tasarımı ve yönetimi, iletişim tasarımı, tasarım yönetimi konularında lisans ve yüksek lisans düzeylerinde dersler veren Uçkan, Yeditepe Üniversitesi’nde de bilgi ve inovasyon stratejileri konusunda yüksek lisans dersleri verdi.

Alternatif Medya Şenliği – Özgür Uçkan from poisondentrail on Vimeo.

23 Aralık 2012’de Beyoğlu’nda bulunan Geoaktif Kültür Merkezi’nde gerçekleştirdiğimiz 2. Alternatif Medya Şenliği’ne de katılan Özgür Uçkan, “Copyright & Copyleft”: Fikri haklar ve korsan politikalar” oturumunda, “Gayri-Merkezileşme / Süper-Merkezileşme Geriliminde Dijital Aktivizm” sunumunu gerçekleştirmişti.

 

(Yeşil Gazete, Diken)

Alain Badiou : Yunanistan ilhamlı onbir madde

Alan Badiou‘nun 7 Temmuz’da Liberation‘da yayınlanan yazısını, Yeşil Gazete ekibinden Özde Çakmak‘ın İngilizce’den yaptığı çeviri ile paylaşıyoruz.

* * *

Acilen Yunan halkının davasını uluslar arası yapmak gereklidir. Ancak borcun tamamının silinmesi, mevcut Avrupa sistemine “ideolojik bir darbe” indirecektir.

35

1.       Yunan halkının kitlesel “Hayır”ı Avrupa’nın reddi anlamına gelmez. Bankerler Avrupası’nın, sonsuz borcun ve küreselleşmiş kapitalizmin reddi anlamını taşır.

2.       Milliyetçi görüşün ve hatta aşırı Sağ’ın bir kısmının da finans kurumlarının taleplerine – Avrupa’nın gerici hükümetlerinin diktalarına “Hayır” oyu verdikleri doğru değil midir? Evet, bütünüyle olumsuz bir oyun kısmen kafaları karıştıracağını biliyoruz. Aşırı Sağ’ın, Aşırı Sol’un da reddettiği kimi şeyleri reddebilmesi her zaman olan bir durumdur. Net olan tek şey, isteklerimizin teyididir. Fakat herkes biliyor ki Syriza’nın istediği, ulusalcıların ve faşistlerin isteklerinin zıttıdır. Yani oy, sadece küresel kapitalizmin ve onun Avrupalı uşaklarının anti-popüler taleplerine karşı verilmiş geçici bir oy değildir. Aynı zamanda, şimdilik Tsipras hükümetine verilmiş bir güven oyudur.

3.       Bunun – olması gerektiği gibi – Avrupa’nın her yerinde değil de Yunanistan’da yaşanıyor olması, Avrupa “Sol”unun bitkisel yaşama girdiğini işaretidir. François Hollande? Almanya Sosyal Demokrat Partisi? İspanya’nın PSOE’si? Yunanistan’da PASOK? İşçi Partisi? Şimdi bütün bu partiler açıktan açığa küreselleşmiş kapitalizmin yöneticileridirler. Bir Avrupa “Sol”u – artık – yoktur. Borç ve kemer sıkmaya karşı kitle hareketine bağlı tamamen yeni siyasi oluşumlarda hala çok net tanımlanmayan biraz umut vardır; İspanya’da Podemos ve Yunanistan’da Syriza gibi. Aslında, Podemos “Sağ” ile “Sol” arasındaki ayrımı tanımaz. Ben de öyle. Bu, yıkılması gereken eski parlamenter politikalar dünyasına aittir.

4.       Tsipras hükümetini ustaca planlanmış zaferi, siyasi alandaki tüm yeni teklifleri teşvik eder. Parlamenter sistem ve onun hükümet partileri, 1980’den beri bölgesel bir krizin içindedirler. Syriza’nın Yunanistan’daki başarıları – geçici olsalar bile –  benim Avrupa’da “Tarih’in yeniden uyanması” dediğim şeyin bir parçasıdır. Bunun ancak klasik parlamenter demokrasinin yıkıntıları üzerinden,  Podemos’a ve gelecek her şeye gelecekte ve başka bir yerde faydası olabilir.

5.       Fakat, kanımca Yunanistan’ın içinde bulunduğu durum çok zor, çok kırılgan olmayı sürüdürüyor. Asıl zorluklar şimdi başlayacak. Merkel’ler, Hollande’lar ve Avrupa sermaye gücünün diğer vasilerinin referandumun (tarih mahkemesinde onları sanık yapan bir oy) taktiksel başarısının ışığında taleplerini değiştirmeleri mümkündür. Ama onları çok fazla dikkate almadan hareket etmek gerekir. Kritik nokta, “Hayır” oyunun hükümetin kendisini destekleyen ve/ya yoğun baskı uygulayan güçlü bir popüler harekete doğru genişleyip genişlemeyeceğidir.

6.       Doğruyu söylemek gerekirse, bugün Tsipras hükümetini nasıl yargılamalıyız? Beş ay önce, müzakere ederek başlamaya karar verdi. Zaman kazanmak istedi. Uzlaşmaya varmak için her şeyi yaptığını söyleyebilmek istedi. Farklı bir şekilde başlamasını tercih ederdim: esas talebi borcun tamamen silinmesi olan, milyonlarca kişiyi kapsayan kitlesel, geniş çaplı popüler bir seferberlik ile. Ve aynı zamanda spekülatörlere, yolsuzluğa, vergilerini ödemeyen zenginlere, silah üreticilerine, Kilise’ye… karşı şiddetli bir mücadele aracılığıyla. Ama ben Yunan değilim ve ders vermek istemiyorum. Bu derece popüler seferberlik merkezli bir eylemin – bir bakıma oldukça diktatörce bir eylem –  mümkün olup olmadığını bilmiyorum. Beş aylık Tsipras hükümetinin ardından, bu başarılı referandum oldu ve durum tamamen açık kalmayı sürdürüyor. Bu şimdiden çok.

7.       Mevcut Avrupai sisteme vurulabilecek en ağır darbenin, Yunanistan’ın borcunun – Yunan halkının kesinlikle hiçbir sorumluluğunun olmadığı spekülatörlerin borcu – toptan tasfiyesi talebi tarafından yansıtıldığını düşünmeye devam ediyorum. Objektif olarak, Yunanistan’ın borcunu tasfiye etmek mümkün: çok sayıda ekonomist – hepsi devrimci olmaktan uzak – Avrupa’nın borcu feshetmesi gerektiğini düşünüyor. Fakat politika subjektiftir, ki bu anlamda kuramsal siyasetten farklıdır. Bu nedenle Avrupa hükümetleri, bir Syriza zaferini önlemeye kesinlikle kararlıdırlar. Böyle bir zafer Podemos’a, ardından belki Avrupa’nın daha büyük ülkelerindeki diğer güçlü popüler hareketlere yol açacaktır. Böylece Avrupa hükümetleri – finansal lobiler tarafından cesaretlendirilen – borç sorununu çözmekten ziyade Syriza’yı, Yunan halkını cezalandırmak istiyorlar. Bu cezalandırıcıların kendilerini cezalandırmanın en iyi yolu, borcu ödememek olacaktır; bunun yol açacağı riskler ne olursa olsun. Arjantin bunu birkaç yıl önce yaptı ve ölmedi – bundan çok uzak.

8.       Her yerde Yunanistan’ın Avrupa’dan “çıkış” olasılığına dair ajitasyon var. Gerçekte bu kavramı savuran Avrupalı gericilerdir. “Yunanistan’ın çıkışını” mevcut bir tehlike haline getiren onlardır. Bunun insanları korkutacağını umuyorlar. Doğru taktik – ki hem Syriza hem de Podemos’un aldığı pozisyon budur – şunu söylemektir: “ Avrupa’da kalıyoruz. Sadece bu Avrupa’nın kurallarını değiştirmek – ki hakkımızdır – istiyoruz. Küreselleşmiş liberal kapitalizm ile hakların ızdırabının devamı arasında bir ulaşım bölgesi olmayı bırakmasını istiyoruz. Gerçekten özgür, halkın Avrupa’sını istiyoruz.” Buna ne düşünecekleri gericilere kalmış. Yunanistan’ı önlerine katıp kovalamak istiyorlarsa, denesinler bakalım! Bu konuda, top onlarda.

9.       Arka planda çoğalan jeopolitik korkuları duyuyoruz. Peki ya Yunanistan Avrupa’nın Şamarcı Anne ve Babalarından (Noel’de yaramaz çocukları cezalandıran bir tür anti-Noel Baba) ziyade halka dönerse? Ben şunu söylerim: tüm Avrupa hükümetlerinin bağımsız bir dış politikası vardır. Hollande’ın Suudi Arabistan bağları gibi, tamamen sinik  arkadaşlıklar geliştirirler. Maruz kaldığı baskılarla yüzyüze kalan Yunanistan da böyle bir bağımsız politikası olabilir, olmalıdır da. Avrupalı gericiler Yunan halkını cezalandırmak istiyorlar ve durum böyle olunca da Yunanistan bu cezanın etkilerini azaltmak ya da önlemek için dış yardım arama hakkına sahiptir. Yunanistan yüzünü Rusya’ya, Balkan ülkelerine, Çin’e, Brezilya’ya ve hatta eski tarihsel düşmanı Türkiye’ye dönmelidir.

10.   Fakat bu dış yardımdan ne çıkarsa çıksın, Yunanistan’daki durum Yunan halkının kendisi tarafından çözülecektir. İç faktörlerin önceliği ilkesi bu duruma da uyar. Şimdi, Syriza sadece resmi olarak iktidarda olduğuna göre, riskler daha da önemlidir. Eski siyasi güçlerin sahne arkasındaki entrikaların iç içe geçtiğini biliyoruz – bunu hissedebiliyoruz. Kurallara uygun ve devrimci olmayan koşullarla ele geçirildiğinde, devlet gücünün çok büyük hızla yozlaşması gerçeğinin de ötesinde, açıkçası bazı klasik sorular ortaya atabiliriz: Polisin, ordunun, adalet sisteminin, ekonomik ve finansal oligarkinin tüm kontrolü Syriza’da mı? Kesinlikle değil. İçteki düşman hala mevcut, neredeyse hiç zarar görmemiş, hala güçlü ve Avrupa bürokrasisi ile gerici hükümetler dahil Syriza’nın yabancı düşmanlarının gölgesinde desteğin keyfini çıkarıyor. Halk hareketi ve onun taban örgütleri, hükümetin eylemleri üzerinde sürekli bir denetim tutturmalılar. Tekrarlamak gerekirse, referandumdaki “Hayır” ancak çok güçlü bağımsız hareketlerle devam ettikçe gerçek bir güç olacaktır.

11.   Uluslar arası popüler destek, – sürekli olan, gösteri düzenleyen, basının dikkatini çeken – tüm gücünü Yunanistan’ın olası seferberlik çağrısına adamalıdır. Bugün dünya nüfusunun yüzde 10’unun mevcut servetin yüzde 86’sına sahip olduğunu hatırlatırım. Dünya kapitalist oligarşisi çok sığ, çok güçlü ve çok organize. Bununla karşı karşıya kalınca, siyasi birlikten yoksun ve ulusal sınırlarına hapsedilmiş dağılan halklar zayıf ve hemen hemen iktidarsız kalacaklardır. Bugün her şey küresel bir seviyede oynanıyor. Yunan davasını çok güçlü sembolik bir değeri uluslar arası bir davaya dönüştürmek bir gerekliliktir ve bu nedenle, bir görevdir.

 

Yazının İngilizcesi

Fransızca aslından İngilice’ye çeviren: David Broder

Yeşil Gazete için çeviren: Özde Çakmak

(Yeşil Gazete, Versobooks)

Kazdağı Ekofest’e hazırlanıyor

14 kazdağı...İlki geçtiğimiz sene düzenlenen Kazdağı Ekofest‘in ikincisi bu sene 19 – 23 Ağustos tarihleri arasında düzenlenecek.

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nden yapılan açıklamada KAZDAĞI EKOFESTİVALİ’NİN 19-23 Ağustos tarihleri arasında, Kazdağı’nda, Edremit – küçükkuyu arasında Narlı Köyü Üstü Darıdere Tabiat Parkı yakını Fidanlık Mevkii’nde gerçekleştireceği belirtiliyor..

Ekofest’in yapılacağı alan eğer engellenmezse Mıhlı İçme Suyu Barajı projesine göre sular altında kalacak

Kazdağı Ekofest bu sene , “Orman Gibi Kardeşçesine” çağrısıyla katılımcılarını bekliyor. Ekofest için son derece renkli bir program hazırlığı sürüyor. Ekofest kapsamında bir çok panel, konser, söyleşi, atölye çalışması gibi etkinlik yer alıyor.

Festival giderlerini karşılamak için sponsor arayışını sürdüren düzenleyiciler, bir yandan da kaynak yaratmaya çalışıyor.  Hem maddi katkıya hem de bilgi, emek, malzeme gibi katkıya ihtiyaçları olduğunu hatırlatan komite  yaptıkları açıklamada bu yıl esas kaynağı “kitlesel fonlama” ile,  geniş kitlelerin küçük güçlerini birleştirerek sağlamayı hedeflediklerini söylüyorlar.

Festival ile ilgili detaylı bilgi ekli dosyada ve www.ekofestival.com adresinde.

Yeşil Gazete

Atina yeni öneri sundu

Avrupa Parlamentosu’nda önceki gün konuşan Yunanistan Başbakanı Aleksis Tsipras, ülkesinin Avrupa İstikrar Mekanizması’ndan (ESM) yardım alabilmek için başvuruda bulunduğunu açıklamıştı. Tsipras, kurtarma programı karşılığında vergi ve emeklilik sisteminde reform sözü vermişti.10 yunanistan reform paketi abye sunuldu

Yunanistan’a reform ve tasarruf planını sunması için 5 gün süre tanınmıştı. Atina, sürenin dolduğu dün gece yarısına birkaç saat kala listeyi Brüksel’e iletti.

Atina’nın listesinde neler var?

Liste emeklilik sisteminde reform, vergi artışları ve özelleştirme uygulamaları içeriyor. Denizcilik şirketlerinden alınan kurumlar vergisi artırılırken, Ege adalarına yönelik özel vergi muafiyetleri iptal ediliyor.

Yunanistan bunun karşılığında 3 yıl süreli kurtarma programı, bir yatırım paketi ve faiz dışı bütçe fazlası hedeflerinde indirim istiyor. Atina’nın 2018’e kadar talep ettiği mali yardımın toplamı 53,5 milyar euroyu buluyor.

Euro Grubu temkinli

Euro Grubu Başkanı Jeroen Dijsselbloem, listenin AB Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) uzmanları tarafından inceleneceğini duyurdu. Euro Grubu yarın Dijsselbloem’in başkanlığında toplanacak. AB üyesi 28 ülkenin pazar günü yapacağı zirvede de önde gelen konu Yunanistan olacak.

Kaynak: Deutsche Welle türkçe