Ana Sayfa Blog Sayfa 3567

İklim değişikliği… – Ali Ekber Yıldırım

Bu yazı tarimdunyasi.net/ den alınmıştır

Türkiye iki önemli toplantıya ev sahipliği yaptı. Dünyanın en gelişmiş 20 ülkesinin katılımı ile gerçekleştirilen G20 Liderler Zirvesi Antalya’da yapıldı. Zirveden iki gün önce ise İstanbul’da İklim Forumu gerçekleştirildi.

Her iki toplantının ortak noktası dünyamız için büyük bir tehlikeye dönüşen iklim değişikliği. Bu konuda asıl büyük zirve ise bu ayın sonunda Fransa’nın başkenti Paris’te yapılacak. Öyle görünüyor ki, önümüzdeki dönemde iklim değişikliği konusu hep gündemde kalacak.

İklim Forumu, İstanbul'da Boğaziçi Üniversitesi'nde idi
İklim Forumu, İstanbul’da Boğaziçi Üniversitesi’nde idi

G20 Zirvesi’nin sonuç bildirisine bakıldığında iklim değişikliği konusunda tam bir hayal kırıklığı yaşandığını söyleyebiliriz. Kaldı ki, sivil toplum örgütleri de bu yönde önemli açıklamalar yaptı.

Sonuç Bildirisi’nin 24.maddesinde iklim değişikliği ile ilgili şu bilgilere yer verildi:

29

“İklim değişikliği zamanımızın en büyük sınamalarından biridir. 2015’in iklim değişikliği ve etkileriyle ilgili etkin, güçlü ve müşterek eylem gerektiren kritik bir yıl olduğunun farkındayız. Lima Eylem Çağrısında belirtildiği üzere, iki derecenin altı hedefini teyit ediyoruz. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi altında tüm taraflara uygulanabilir hukuki bağlayıcılığı olan bir protokol, başka bir hukuki araç veya mutabık kalınmış bir çıktı kabul edilmesi için kararlılığımızı vurgularız.

Eylemlerimiz büyüme ve sürdürülebilir kalkınmayı destekleyecektir. Paris Anlaşması’nın adil, dengeli, iddialı, kalıcı ve dinamik olması gerektiğini teyit ederiz. Paris’te farklı milli koşullar ışığında, ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler prensibini yansıtan iddialı bir anlaşmaya ulaşma taahhüdümüzün altını çizeriz.

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin iklim değişikliği müzakereleri için başlıca uluslararası hükümetlerarası organ olduğunu tekrar vurgularız. Tüm G20 ülkeleri de dahil 160’ın üzerinde tarafın Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ‘ne ulusal olarak niyet ettikleri katkılarını (INDC) sunmuş olmalarını memnuniyetle karşılıyoruz ve henüz sunmamış olanları, bunu Paris Konferansı öncesinde gerçekleştirmeye davet ediyoruz. INDC’lerimizi uygulamaya hazırız.

Önümüzdeki günlerde Paris’te ileride izlenecek yolun belirlenmesi için müzakerecilerimizi, diğer hususlara ilaveten, salım azaltımı, uyum, finansman, teknoloji geliştirme ve transferi ile şeffaflık gibi kilit konuların görüşülmesine yapıcı ve esnek bir biçimde müdahil olmaları yönünde talimatlandıracağız. Paris 21. Taraflar Konferansı’ndan başarılı bir sonuç çıkması için beraberce çalışma kararlılığındayız. ”

Bildirinin yayınlanmasından sonra, Greenpeace, TEMA Vakfı, İklim İçin Ben de Varım!, Yeryüzü Derneği, Heinrich Böll Stifung, İklim Ağı, Ekoloji Kolektifi, Yeşil Düşünce ortak bir açıklama yaptı.

Açıklamada; Paris’te düzenlenecek iklim müzakerelerinden (COP21) iki hafta önce toplanan G20 Zirvesi, dünyanın en büyük 20 ekonomisini temsil eden devlet başkanlarının bir araya gelip iklim değişikliğiyle mücadele konusundaki kararlılıklarını gösterebilecekleri çok kritik bir fırsat olduğu ancak bunun değerlendirilemediği ifade edildi.

TEMA Vakfı Genel Müdürü ve Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Yazarı Doç. Dr. Barış Karapınar’ın değerlendirmesi ise şöyle: “Ulusal ve uluslararası iklim ve kalkınma hareketinin parçası olan sivil toplum kurumları, kâr amacı gütmeyen kuruluşlar ve savunuculuk grupları, iklim değişikliği sorununu anlamlı bir şekilde çözmek için G20 liderlerinden dört açık talepte bulunmak üzere ortaklaşa çalıştılar.

Bu istekler:

1-Kömür ve diğer fosil yakıtlara verilen tüm teşviklerin devreden çıkarılması.

2-İklim değişikliğinin etkileri ve bunlarla mücadele için ortaya konulan politika ve uygulamalara ilişkin finansal riskin yok edilmesi,

G20’nin tüm harcamaların küresel iklim taahhütleri ile uyumluluğunu sağlayacak bir dayanıklılık testinden geçirilmesi için 2018 yılına kadar net bir plan ortaya koyması.

3-G20 liderlerinin uzun vadeli bir emisyon azaltım hedefi ortaya koyması ve iddialı emisyon azaltım mekanizmalarına açık ve net olarak desteklerini ifade etmeleri.

4-Türkiye’deki kömürle çalışan termik santrallerin genişletilmesine, yeni santral ve kömür madenlerinin açılmasına yönelik tüm yatırım planlarının acilen son bulması.”

Özetlersek, sivil toplum örgütleri çok daha somut adımların atılmasını istiyor. Çünkü iklim değişikliği gezegenimizin geleceği açısından en büyük tehlikelerden birisi. İklim değişikliği nedeniyle sadece gıda güvenliği değil dünyanın geleceği tehdit altında. Bu anlamda Paris’te ay sonunda yapılacak İklim Konferansı’nda alınacak kararlar çok önemli.

Bu yazı tarimdunyasi.net/ den alınmıştır

 

28.Ali-Ekber-Yıldırım

 

 

Ali Ekber Yıldırım

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali için “teker”ini kapan geldi – Serdar İskit

“Geçen yıl da yapmıştık, güzel de olmuştu” diyerek bu yılın Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali hazırlıkları esnasında bisikletli tanıtım turunu düzenlemeye karar verdik.

19

Sürdürülebilir Yaşam ve Bisiklet neredeyse özdeş hale geldi fosil yakıtlı araç hegemonyasındaki dünyada. Festivalin özü gereği, festivalin kendisinin kaynak tüketimi ve sera gazı salınımına olabildiğince az yol açması konusunda hassas davranıyor düzenleme ekipleri, ellerinden geldiğince.

Bu düşünce ile doğmuştu geçen sene bisiklet ile tanıtım fikri. Elbette ekipte dört bisikletçinin olmasının katkısı da olmuştu. Tanıtım için bisikletle doşatırılabilen ilan panoları, bisikletlilerin program kitapçığını dağıtması ile hem Festival tanıtılıyor hem de bisklete, bisikletliye dikkat çekilmiş oluyordu.

20

Festival öncesi bir de sokaklarda şenlikli bir tanıtım yapalım demiştik, aklımıza yine bisiklet geldi. Öyle ya, dikkat çeken bir bisikletçi kitlesi ile “festival geliyooor” diye sokaklarda arabaların homurtularını, şehrin uğultusunu bastırmak iyi fikirdi doğrusu. Öyle de oldu gerçekten. Adana’daki bisiklet toplulukları bir dediğimizi iki etmeden canla başla sarıldılar organizasyona ve geçen yılın o keyifli bisiklet turu gerçekleşiverdiydi.

“Birbirimizi değil kendimizi geçelim”

Bu yıl önce biraz şüphe ile bakıp, “kendimizi tekrar mı olur?” sorusu etrafında azıcık tur attıktan sonra bunun hayırlı bir tekrar olduğu kararı ile yine Adana’lı bisiklet dostlarımıza haber uçurduk. Adana Bisiklet Topluluğu (ABİT), Perşembe Akşamı Bisikletçileri (PAB) ve Yeşil Pedal grupları “birbirimizi değil kendimizi geçelim” şiarı ile kolları sıvayıp giriştiler organizasyona.

24

Malum duyuru kanallarından “tekerini kap gel!” çağrısı geçilerek etkinlik günü olan 15 Kasım Pazar günü saat 13.00’de Atatürk Parkı’nda buluşulmak üzere haberleşildi. Adanaca diyebileceğimiz bir dil vardır ve o lisanda bisikletin karşılığı “teker”dir.

Gezegen de sanki hayırlı işler için yardımcı oluyor, yazdan bir gün gibiydi Pazar. PAB’dan Tekin Güleken, ABİT’den İzzet Altınsoy ve Yeşil Pedal’dan Ferhat Kılınç ile buluştuk. Pano çeken ve üç tekerli tanıtım bisikletleri ile yerleştik parka.

21

Yüze yakın bisikletçi dostun cıvıltıları ile şenleniverdi park. Birkaç küçük gösteri ile, çocukların heyecanı ile şenlik devam etti. Bu yıl çocuk bisikletçilerimizin sayısı artmıştı. Bu vesile ile deneyimli bisikletçiler onlara toplu biniş kuralları, güvenli sürüş ilkelerini aktardılar.

Adana milletvekillerinden Zülfikar İnönü Tümer de tekerini kapıp gelmişti. Festival logolu bez çantalarda kumanyalar dağıtıldıktan sonra bisikletlerimize atlayıp yola koyulduk.

22

Atatürk Parkı’ndan başladığımız tanıtım sürüşünün güzergahı için Adana’nın en kalabalık caddeleri seçildi. Böylece caddelerin sadece arabalara ait olmadığının etkin bir demonstrasyonu yapılırken Festivalin çok sayıda hemşerimiz tarafından farkına varılmasının da sağlanmasını hedeflemiştik.

Gerçekten kalabalık bisiklet grubu ile tek şeridin tamamını bir süreliğine de olsa işgal ederek, diğer taraftan megafon ile bisiklete ve Festivale dikkat çekerek 15 km’lik yolu coşku ile tamamladık. Ertesi gün yerel görsel medya kanallarında ve yazılı basında çıkan haberler ile de sürüşümüzün başına eklediğimiz “tanıtım” sözcüğünün boşa düşmediğini, bir hareketle iki kuş cıvıldattığımızın şükranı ile doldu yüreklerimiz.

23

Tüm emeği geçenlerin, pedala basanların gönülleri hoş olsun.

Fotoğraflar: Ramazan Biçer

27-Serdar-İskit

 

Serdar İskit

Akkuyu Nükleer’den Mersin Milli Eğitim Müdürlüğüne, “Okullara nükleer sunumu” dilekçesi

Mersin’de öğrenim gören ilkokul, ortaokul ve lise eğitimi öğrencilerine Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ne ilişkin ilgili firma Akkuyu Nükleer Anonim Şirketi‘nin, “Akkuyu Projesi ile ilgili bilgilendirme” adı altında nükleer santraller hakkında sunum yapmak üzere harekete geçtiği ortaya çıktı.

Akkuyu Nükleer Anonim Şirketi tarafından Mersin Milli Eğitim Müdürlüğü’ne  yazılan 23 Ekim 2015 tarihli ve 2685 Sayılı yazı ile, nükleer şirket, Mersin, Akkuyu’da kurulması planlanan nükleer enerji santrali projesi ile ilgili, Mersin ili ve diğer bölgelerde ilkokul, ortaokul ve lise eğitimi alan öğrencilere nükleer teknoloji alanında bilgilendirme çalışması yapmak istediğini belirtiyor.

67

Belgeye erişim için:  Akkuyu_Projesi_ile_ilgili_Bilgilendirme_Ek_1

İlgili resmi yazışmalara akdeniz.meb.gov.tr adresi üzerinden ulaşılabiliyor. Sayfanın sağ üstünde bulunan “Resmi Yazılar” ikonu tıklandığında çıkan yazışmalar içinde yazışma numarası “11303455”, yazışma tarihi “6 Kasım 2015 10:30”, ilgili birim “Temel Eğitim” başlıkları altında “Akkuyu Projesi ile ilgili bilgilendirme” başlıklı bir iç yazışma görülüyor.

66

Yazışma üzerine tıklandığında ise üç adet ek yazısı çıkıyor. 28 Ekim tarihli şirket dilekçesi ile 5 Kasım tarihli il ve ilçe müdürlüklerine yönelik yazılan tüm okullara ilgili bilgilendirme yapılsın yazıları.

“Nükleer teknoloji alanında doğru ve faydalı bilgiler: Radyasyon ve Yaşamımızdaki yeri”

Ek-1 altında Akkuyu Nükleer antetli kağıdı üzerine, T.C. Mersin İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne hitaben,”Akkuyu Projesi ile ilgili İlkokul, Ortaokul ve Liselere yönelik Bilgilendirme Etkinliği Yapılması Hk” başlıklı bir dilekçe mevcut.

Dilekçede, Akkuyu NGS, Mersin İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne, “İlkokul, ortaokul ve lise eğitimi alan gençlerin nükleer teknoloji alanında doğru ve faydalı bilgilere ulaşmasını sağlamak için, nükleer alanında eğitim görmüş uzmanlarımızın okulları ziyaret ederek sunum eşliğinde öğrencileri Akkuyu projesi ile ilgili bilgilendirmesi amaçlanmıştır. Sunumda Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin çalışma prensibi, nükleer teknolojiler, radyasyon ve yaşamımızdaki yeri, dünyadaki nükleer güç santrallerinin sayısı ve durumu, radyoaktif atık yönetimi gibi konular yer almaktadır.” şeklinde beyanda bulunuyor.

Şirket uzmanlarının yapacakları sunum ise şu şekilde özetlenmiş, “Sunumumuzda Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin çalışma prensibi, nükleer teknolojiler, radyasyon ve yaşamımızdaki yeri,  dünyadaki nükleer güç santrallerinin sayısı ve durumu, radyoaktif atık yönetimi gibi konular yer almaktadır”

Diğer iki belge ise Milli Eğitim Bakanlığı tarafından, ilgili dilekçenin Mersin Valiliği İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Akdeniz Kaymakanlığı İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerine tüm okullara konunun iletilmesine dair yazı.

Greenpeace’den açıklama: Çernobil ve Fukişima anlatılıyor mu?

Akkuyu Şirketi’nin orta öğretim öğrencilerine “Akkuyu Bilgilendirmesi” adı altında sunumlar yapma talebi ile ilgili bir açıklama da Greenpeace Akdeniz‘den geldi.

“Nükleer enerji santralleri konusunda doğru bilgiler için, nükleer enerjinin dünyadaki tarihine bakmak önemli. Acaba bu eğitimde, Çernobil ve Fukuşima kazalarından, bu kazalar nedeniyle pek çok çocuğun tiroid kanserine yakalandığından bahsedilecek mi? O çocukların yaşadığı çevrenin karşı karşıya kalabileceği radyoaktif kirlilikten söz edilecek mi? Nükleerin bunca yıllık tarihinde atıkların nasıl depolanacağına hala bir çözüm bulunamadığı anlatılacak mı?” diyen Greenpeace, Akkuyu Nükleer Santrali’ne ilişkin akıllarda kalan soru işaretlerini de şu şekilde dile getiriyor:

“Akkuyu Nükleer Santrali projesinin pek çok eksiklikle dolu olduğu, sürecin hukuksuz işletildiğii, hala bu projeye karşı davaların sürdüğü bu eğitimin konusu olacak mı? Eğitim temel insan hakkıdır. Bilgiler, objektif, eleştirel, gerçek, çoğulcu olmalıdır. Nükleer enerji konusunda bilimsel çalışmalar, tarihsel deneyimler, davalar, hukuki süreçler ortadayken, Akkuyu Nükleer Anonim Şirketi tarafından Mersin ili ve diğer bölgelerde ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerine nükleer konusunda, taraflı objektif olmayan yanlış bilgilere dayalı bir bilgilendirme çalışması kabul edilemez. Mersin İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün talebi reddetmesi ve bu çalışmaya izin vermemesi eğitim hakkının sağlanmasının bir gereğidir.”

Nükleer Masallar’a karşı imza kampanyası

65

Greenpeace ayrıca, Akkuyu Nükleer A.Ş’nin talebi üzerine, Mersin’de ilkokul, ortaokul ve lise eğitimi alan öğrencilere nükleer teknoloji alanında bilgilendirme çalışması yapılmasına karşı bir imza kampanyası da başlattı.

“Nükleer Masallar” imza kampanyasında tüm dünyada büyük tartışma konusu olan, Türkiye’nin %64’ünün istemediği nükleer santral konusunda, bir şirketin talebiyle, kesinlikle objektif olmayan bir eğitime başlanması eğitim hakkına aykırıdır denerek bu uygulamanın sona erdirilmesi talep ediliyor.

İmza kampanyasına buradan katılabilirsiniz.

 

Haber: Alper Tolga Akkuş

(Yeşil Gazete)

 

 

 

Yardım kuruluşları uyarıyor: Kömür, enerji yoksunluğuna çözüm değildir

The Guardian‘da yayınlanan haberi Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Nilüfer Sezgin Ağaç‘ın çevirisiyle sunuyoruz.

***

Yapılan analiz sonuçlarına göre 1 milyar insanın elektriksiz kalmasına sebep olacak kömür odaklı politikalar yerine temiz enerji tercih edilmelidir.

Enerji için kömür tüketimi 2013 yılında tavan yapmıştır, 2015 yılında ise bu konudaki kömür kullanımında %2 ile %5 arasında azalma görülmüştür. Fotoğraf: Sam Panthaky/AFP/Getty Images
Enerji için kömür tüketimi 2013 yılında tavan yapmıştır, 2015 yılında ise bu konudaki kömür kullanımında %2 ile %5 arasında azalma görülmüştür. Fotoğraf: Sam Panthaky/AFP/Getty Images

Yardım kuruluşları, kömürün elektrik ve temiz ısınma araçlarına sahip olmayan 1 milyar insan için çözüm olmadığı konusunda uyardı.

Cafod, Hristiyan Yardım Kuruluşu (Christian Aid) ve Denizaşırı Kalkınma Enstitüsü (the Overseas Development Instıtute) tarafından yapılan analize göre ağırlıklı olarak kömür odaklı olan mevcut enerji politikalarının devamı ile 2030 yılı itibari ile 1 milyar insan elektriksiz ve 3 milyar insan da temiz ısınma araçlarından yoksun kalma riski ile karşı karşıya olacak.

Analize göre enerji için kömür tüketimi 2013 yılı itibari ile tavan yaptı. 2015 yılında ise kömür kullanımında % 2 ile %5 arasında azalma olduğu rapor edildi. Enerji Ekonomileri ve Finansal Analiz Enstitüsü (Institute for Energy Economics and Financial Analysis-IEFFA) tarafından hazırlanan rapora göre özellikle Çin gibi yüksek kömür kullanımı olan ülkelerdeki kömür tüketimindeki düşüş sonucu ”küresel kömür tavanı” ortaya çıktı. 2015 yılında kömür kullanımında Çin’de %5,7, Amerika Birleşik Devletlerinde %11, Almanya’da ise %16 azalma görüldü.

Başlıca kömür kullanıcılarından sadece Hindistan hızlı ekonomik büyüme gösteriyor ve ülke nüfusunun elektrik kullanımında artış var. Kömür kullanımının yıldan yıla %3 ile %6 oranlarında arttığı görülüyor .

Bilinen kömür rezervlerinin %80’inden fazlasının yer altında kalması gerektiği hakkında uyarılarda bulunan bilim insanları, kömür endüstrisinin sürekliliğini engelleyici karşıt görüş oluşturuyorlar. Yatırımcılar, iklim değişikliği ve çevresel kirliliğe yol açan fosil yakıtlara olan yatırımlarını çekiyor. Bu da fiyatları baskılayabiliyor.

Kömür kullanımı ile oluşacak enerji yoksunluğunun üstesinden güneş ya da rüzgar gücü gibi enerji üreten kapalı devre sistemler ile gelinebilir. Adı geçen ülkelerdeki kömür endüstrisindeki gelişmeler, endüstri ve halihazırda şebekeye bağlı olan görece zengin tüketicilerin evlerine gider. ODI’den Ilmı Granoff’un da belirttiği gibi bunlar hizmet edilmesi gereken önemli sektörlerdir, ancak bu durum kömürün enerji  yoksunluğuna çözüm olmadığı anlamına da gelir.

Hıristiyan Yardım Kuruluşu iklim değişikliği baş danışmanı Alison Doig‘e göre kömürün yoksulluğun ortadan kaldırılmasında rol oynadığı  argümanını destekleyen çok az delil bulunmaktadır.  Doig, kömürle ilgili önemli  gelişmelerin  yaşandığı bölgelerde bile nüfusun önemli kısmının elektrik erişiminden mahrum kaldığını belirtmiştir. Bangladeş’ten Endonezya ve Güney Afrika’ya, temiz enerji sistemleri  uygulamaya geçirmek ve kirli kömür gelişimini engellemek için bariz fırsatların mevcut olduğunu söylemiştir.

Uzmanlar ayrıca kömür gibi fosil yakıt emisyonlarındaki artışın neden olduğu iklim değişikliğinin en çok yoksul halkı vurduğu konusunda uyarıda bulunmaktadırlar.

Haberin İngilizce Orijinali

Yeşil Gazete için çeviren: Nilüfer Sezgin Ağaç

(Yeşil Gazete, The Guardian)

Leyla Zana’nın, “Türkiye” vurgulu yemini geçersiz sayıldı

HDP milletvekili Leyla Zana, yemin törenindeki konuşmasına “Biji Aşiti” diye başladı. “Türkiye milleti” ifadesini kullanan Zana’nın yemini geçersiz sayıldı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) 26. Dönemi 17 Kasım Salı günü saat 15.00’te yemin töreniyle başladı. Meclis’te Halkların Demokratik Partisi (HDP) Ağrı Milletvekili Leyla Zana, yeminine Kürtçe sözlerle başladı. Zana, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da dönerek Kürtçe olarak, “Bi hevîya aşîtî kî bi rûmet û mayînde… (Onurlu ve kalıcı bir barış umuduyla)” dedi.

57

Daha sonra yemin etmeye başlayan Zana, yemin metnini okurken “Türk milleti” vurgusu yerine “Türkiye milleti” ifadesini kullandı.

Daha sonra Geçici Meclis Başkanı Deniz Baykal, Zana’yı uyardı. Ancak Zana, Baykal’ın çağrısına karşılık vermedi ve  kürsüden ayrıldıktan sonra Meclis Genel Kurulu’nu terk etti.

https://youtu.be/UUawMwNwH7E

Yemin metninin aynen okunması gerektiğini söyleyen Baykal, Zana’nın yemininin geçerli olmadığını söyledi. Baykal, Zana’nın istemesi halinde tekrar yemin edebileceğini ifade etti. Zana’nın yemininin Baykal tarafından geçersiz sayılması üzerine Meclis’te alkış sesleri yükseldi.

https://youtu.be/tNvRWDsLN7w

Leyla Zana, 1991 yılında Türkçe başladığı yemini Kürtçe, ”Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum” cümlesiyle tamamlamıştı. Zana bu nedenle Meclis’ten atılmış, 10 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

TBMM’de milletvekillerinin ettiği yeminin tamamı şöyle:

”Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”

(Yüksekova Haber)

Paris katliamı sonrası: Sosyal medyada bir 3. dünya özgüveni dalgası – Serkan Köybaşı

Gündem yine terör. Paris’teki IŞİD saldırısında 120’den fazla kişinin ölmesi dünyayı ayağa kaldırdı. Çok farklı yönlerden değerlendirilmesi gereken bir katliam elbette. Uluslararası boyut, güvenlik boyutu, terörün finansmanı, Suriye’deki savaşla ilgisi, vs. Ben bu konuların hiçbiri açısından bu saldırıyı değerlendirebilecek yeterlikte değilim. Konuyu uzmanlarına bırakıyorum.

Peki, hangi konuya değinmek için bu yazıyı yazıyorum? Özellikle Facebook’un Paris katliamının ardından yürüttüğü politika ve buna karşı oluşan tepkilerle ilgili burama kadar gelen sinirimi yenmek için yazıyorum. Çok değil, kısa yazacağım, yoksa çok kalp kırarım.

Neymiş efendim, Paris ilk değilmiş ki. Öncesinde Ankara, sonra da Beyrut saldırıları olmuş. Onlarda da çok sayıda insan ölmüş ama Facebook, Paris saldırısındakinin aksine bunlarda, “ben iyiyim” butonu yaratmamış veya profil resmini Lübnan veya Türkiye bayrağı fonuyla yayınlamasını sağlamamış. Veya neden Sydney opera binası Fransa bayrağı renklerinde boyanmış da zamanında Türkiye bayrağı olmamış. Bu Batı’nın iki yüzlü tavrı değilmiş de neymiş. Ve hatta bazıları, resmini bayrak fonlu yapanları tuzağa düşmüş veya yalaka olmakla da suçlar durumda. Açıkça değil ama laflarından anlaşılıyor.

55

Öncelikle, terör saldırısı her yerde terör saldırısıdır. Ve terör, bazı terör örgütlerinin sivillere saldırmama yönündeki ilkesel duruşu dışında, genelde masum insanları hedef alır. Adı üzerinde, terördür. Yani toplumda korku yaratmaya çalışarak toplumsal düzenin bozulmasını arzular. Zira o düzenle sorunu vardır. Haklı veya haksız. Eğer düzeni beğeniyorsanız terörü kınarsınız, beğenmiyorsanız alkışlarsınız. (Nasıl Gaziantep’te Paris saldırıları kutlandıysa.) Ha ama biraz vicdanınız varsa, her nerede olursa olsun veya kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, masum insanların ölümünü elinizden ne şekilde geliyorsa, o şekilde kınarsınız. İnsanlar eğer profil fotolarını değiştirerek kınıyorsa saldırıyı, gerekçeniz ne olursa olsun buna tepki göstermezsiniz.

Ama zaten asıl konu bu değil. Asıl konu bu kınamanın bir komplekse dayanıyor olması. “Onlar bizdeki ölümleri kınamadılar ki, biz oradaki ölümleri kınayalım” bakış açısının tamamen bir cehaletten kaynaklanması. Bu düşünceye sahip insan grubu sanıyor ki kendiyle bir Fransız eşit seviyede. Dünya için kendi neyse, bir Fransız da öyle. Sen, rüyalar aleminde dolanan sefil 3. dünyalı, kendini ne sanıyorsun? Sen tarih boyunca dünyaya ne verdin de, ne bekliyorsun? İnsan hakları sicilin ne durumda ki, vatandaşlarının ölümünün dünyayı sarsacağını düşünüyorsun?

Bir Fransız, 1789 Devrimi’yle dünyayı değiştirmiş bir ülkenin vatandaşı. Monarşik düzeni yıkıp, emekle, kanla, giyotinle, fedakarlıklarla Cumhuriyet’i kurmuş bir kişi. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik fikri üzerine kurulmuş bir düzenin mimarı. Bunları da boş kafayla yapmadı elbette. Hâlâ fikirleriyle dünyayı etkilemeye devam eden Jean-Jacques Rousseau’lar, Montesquieu’ler, Michel Foucault’lar, Jean Bodin’ler, Jean-Paul Sartre’ler, Voltaire’ler, Jules Verne’ler, Jean Jaures’ler, Emile Zola’lar senden mi çıktı, Fransızlar’dan mı? Ha “o bir zamanlardı, bunlar hep eski yazarlar” diyebilirsin. 2014 Ekonomi Nobeli’ni kim aldı? Jean Tirole. Evet kardeşim, bir Fransız. Senin de Nobel’in var elbet. Ölüm tehditleri nedeniyle bir süre yurtdışına kaçmak zorunda kalan yazar Orhan Pamuk’un ve daha en başından kapağı ABD’ye atıp kendini kurtarmış olan Aziz Sancar’ın. Burada kalsaydı alabilir miydi ekip arkadaşlarıyla o Nobel’i? Ve hatta o Atatürk sevgisiyle günümüz şartlarında bilim yapmasına izin verilir miydi? Dürüstçe cevap ver.

Ha Fransızlar burada durmaya da niyetli değil. Okumaya ve öğrenmeye devam ediyorlar. Bir Fransız bir senede ortalama 15 kitap okurken, sen kaç tane okudun, dürüstçe söyle bana? Peki hiç Fransa’ya gittin mi? Gittiysen de turistik mekanlardan başka bir yeri, mesela bir kütüphaneyi ziyaret ettin mi? Hayır mı? O zaman kütüphanelerin sadece sınav haftaları değil, her zaman dolu olduğunu görmemişsindir tabi. Hem de sadece öğrencilerle değil, halkın her kesimiyle. Konu sadece kitap okumak değil elbette. Konu bilmek, bilgiye sahip olmak, bilgi üretmek ve onu kullanmak. Senin bilgin yokken ve sokaklarda avare avare dolanır, kantinlerde zaman öldürür, akşamları O Ses’le nerede dolduğu belli olmayan kafanı dağıtırken, Fransa ekonomide de, sanayide de, enerjide de, teknolojide de elbette senden fersah fersah önde olacak. Başka ne bekliyordun?

Bu ülke ki, 1789 burjuva devrimiyle bireyi ön plana çıkarmış, Aydınlanma ve Rönesans’ı özümsemiş bir ülke, elbette insana da hak ettiği önemi veriyor. Sadece devlet değil, vatandaşları da insanın önemini biliyor. O yüzden her bir Fransız çok önemli. Oysa senin ülkende öyle mi? Daha dün Nusaybin’de bir anne ve iki çocuğu evlerinin önündetarandı. Umrun oldu mu? Gezi sırasında milyonlarca insanı böcek gibi gazladılar, copladılar, polis arabalarında işkence ettiler, gözlerini çıkardılar. Ya bak, gencecik insanların hayatlarını aldılar diyorum sana. Berkin daha 15’indeydi. 16 kilo öldü. N’oldu sonunda? Vurulmasının üzerinden 850 günden fazla zaman geçti. Dile kolay. Daha bir iddianame bile hazırlanmadı. Toplumun büyük bir kısmı da Berkin’i terörist olarak tanıyor şimdi. Öldü diye seviniyor. Annesini yuhalıyor. Yuhalatan da devletin başında oturuyor. Al sana Türkiye’deki insanın değeri.

Fransa’daysa bir barajın yapımını protesto eden Rémi Fraisse, aynı Berkin gibi, polis tarafından gaz kapsülüyle öldürüldüğünde ülke ayağa kalktı, savcılar derhal devreye girdi, bakanlar kamuoyun önünde hesap verdi, o gün orada gaz kullanan tüm jandarma personeli ve üst düzey görevliler sorgulandı, konuya ilişkin bir meclis araştırma komisyonu kuruldu ve bütün bu süreç şeffaf şekilde, basının ve kamuoyunun gözü önünde işledi. Barajın yapımı da askıya alındı. Berkin’in ölümünün ardından yaşananlardan biraz farklı değil mi? Al sana Berkin’le Rémi’nin değerini karşılaştırma imkânı.

Yahu senin ülkende her yıl 1000’lerce insan, güvenlik tedbiri alınmadığı için iş kazalarında ölüyor. 2013’te 1235, 2014’ün yalnızca ilk sekiz ayında 1270 işçi hayatını kaybetti. Bir madende, aralarında resmî görevlilerin de olduğu zincirleme bir ihmaller zinciri nedeniyle 301 madenci öldü, daha yeni! Neden? Çünkü tedbir alınması para gerektiriyor. Ama işletme bu parayı güvenliğe harcarsa daha az kâr elde edecek. E ekonominin dönmesi için işletmenin daha fazla kâr elde etmesi lazım. Dolayısıyla, ekonomi mi, insan hayatı mı? E tabii ki ekonomi daha önemli. Al sana ülkende insan hayatının değeri.

Fransa’daki iş kazasında ölüm oranı ise bunun üçte biri. Üstelik, onun da yarısından çoğu ulaşım sırasında yaşanan kazalar. Bildiğin trafik kazası yani.

Şimdi söyle bana senin devletin, senin toplumun sana değer vermiyorken, nasıl olur da dünyadan sana değer vermesini, Facebook’un Türkiye bayraklı profil fonu yaratmasını bekliyorsun? Sen, dünya için, her an ölme potansiyeli olan bir sayısın sadece. Ama bir Fransız, bir İngiliz, bir Alman veya bir İskandinav öyle değil. Onların ölmesi değil, yaşaması normal olan. Onlar ölünce şaşırmamız bundan. Sen kendi ülkendeki ölümlere alışmışken, nasıl dünya şaşırsın?

Açıklıkla son sözümü edeyim. Sen, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik kavramlarından nasibini alamamış bir coğrafyaya doğdun kardeşim. Şanssızlık mı dersin başka bir şey mi dersin bilemem. Senin ülken IŞİD canilerine destek verirken yakalandı. Senin ülkenin bir kısmında insanlar can korkusuyla evlerinden çıkamıyor. Çıkanlar öldürülüyor. Ha eğer öldüreceklerse, çıkmana gerek de yok, aynı Dilek Doğan gibi evinin içinde de öldürülebilirsin. Daha geçen gün bu ülkenin başbakanı “beni seçmezseniz beyaz Toros’lar gelir” dedi. Yani devlet sizi kaçırır, işkence eder, öldürür, sonra da asit kuyularına atar dedi. Başbakan dedi ya bunu. Ve seni öldüren, yaralayan, sana işkence eden yakalanmaz, ceza almaz ve hatta korunur, kollanır. İşte senin değerin bu kadar. Sen bunu Hollande’ın dediğini düşünebiliyor musun? Derse n’olur tahmin edebiliyor musun?

Eğer inançlıysan, bu ülkede ölmediğin her güne şükredersin. Çünkü her an bir polis kurşunu, gaz kapsülü, bir bomba nedeniyle öldürülebilirsin. Veya işyerinde başına -aslında önlenebilecekken göz yumulan –  bir ihmal nedeniyle başına bir şey gelebilir. Ve bundan kimse sorumlu olmaz. Çünkü sen insan olarak burada pek önemli değilsin. Sen bir sayısın sadece. Sen gidersin, yerine başkası gelir.

Fransız ise öyle değil. Fransız, sırf bir insan olduğu için önemlidir. Onun için olağan olan her an nerede ve nasıl öleceğini düşünmek değil, yaşamak, restorana gidip yemek yemek, maç seyretmek, konsere gitmek ve özgürce hayatın tadını çıkarmaktır. Çünkü o, değerlidir. Korunur. Onu koruyamayanlar hesabını verir. Bu yüzden de onun ölümü, senin ölümünden önemlidir. Eğer burada yaşamaya devam edeceksen, bunu kabul et ve öyle devam et.

Bu yazı serkankoybasi.com/ dan alınmıştır

54-serkan-köybaşı

 

 

Serkan Köybaşı

COP 21’e giderken yerel yönetimler (1)

içerikBirleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi Taraflar Konferansı’nın (COP) 21.’si 30 Kasım – 11 Aralık tarihleri arasında Paris’te düzenlenecek. Konferanstan beklenti büyük… Ülkelerin çok da elini taşın altına koymadan ortaya attıkları taahhütler 2020 yılına yönelikti ve neredeyse hedef yıla gelinmesine rağmen bu yetersiz taahhütlerde dahi devletlerin çok da başarılı olamadığını görüyoruz. Hem bu başarısızlık, hem de daha önceki başarısızlıklar birleştiğinde de artık iklim değişikliğinin sıfırlanmasını değil, 2 derecelik bir artış ile sınırlandırılmasını konuşmaya başladık. Eğer COP 21’den gerçekçi ve radikal (gerçekçi olduğu için radikal) bir anlaşma çıkmazsa 2 derecelik artış bile imrenerek uzaktan baktığımız bir hedef olarak tarihe geçecek. Zamanında hareket edemeyen ve sürekli başka hesaplarla ekonomik çıkarları Dünya’nın geleceğine tercih eden ülkeler yüzünden de şu anda önümüzde iki ağır yük var. Bir tanesi iklim değişikliğini 2 derecede durdurmak; diğeri de 2 derecelik iklim değişikliğinin getirdiği yükleri göğüslemek. 2 derece yaşamın devam etmesine engel değil fakat bunun yanında uyum sağlanması gereken bir dolu etkiyi de yanında getiriyor. Ve insanın yaşamasına engel olmasa da bir çok canlının yaşamını ve türünü etkileyen bir değişiklik ne yazık ki!

Bu etkilerin küresel çapta olanları tabii ki ülkeleri ve ülkeleri yönetenleri doğrudan etkiliyor. Büyük bir kasırga ya da bölgesel bir kuraklık yaşandığında oraya müdahale etmesi gerekenler arasında merkezi hükümet de bulunuyor. Fakat iklim değişikliğinin durdurulmasına yönelik olan görüşmeler, pazarlıklar ve anlaşmalar her ne kadar ulus üstü bir düzeyde gerçekleşse de; iklim değişikliğinin etkileri oldukça günlük ve yerel düzeyde her zaman kendisini gösteriyor. Yani Obama ile Putin’in 30 Kasım’da Paris’te görüşmeleri ve yanlarına Çin Devlet Başkanı’nı da alarak bir çözüm metninde uzlaşmaları ya da uzlaşıyor gibi yaparak ortaya çıkmaları günlük yaşamda değil daha “yukarılarda” gerçekleşen bir olay. Doğrudan günlük yaşamdaki değişikliklerle bağlı fakat bu bağın hemen görülmesini ve neden sonuç ilişkisi kurulmasını beklemek, geçmiş deneyimlere bakıldığında çok da gerçekçi olmaz. Bununla birlikte yağmur azlığından ortaya çıkan susuzluk ise gayet günlük, gayet yerel ve insanın hayatını etkiliyor. Yerel sorunlara da yanıtlar, önce yerel yönetimlerden verilmeli. Çünkü bunun hesabı önce yerel yönetimlerden soruluyor.

Bunun için öncelikle sorunun ne olduğunun farkında olmak gerekli. Temel kabul ve sorun şu: İklim değişti, daha da değişecek. Bunu durdurmak ve mevcut değişikliklerden dolayı ortaya çıkacak sorunlarla mücadele etmek gerekli. Yani kentleri iklim değişikliği ile mücadele eden ve iklim değişikliğine uyum sağlayan yerlere çevirmek gerekli. Kentleri Dünya’ya yük olur konumdan çıkarmak ve “zor zamanlara”, “acayip havalara” hazırlamak gerekli.

Bu konuda bir iyi, bir de kötü haber var. İyi haber Dünya’da bu konuda çok başarılı örnekler ve çalışmalar var. Kentliyi de içine alan ve çalışan yerel yönetimler 21. YY’da bu konuda sivrilmiş durumda. Belki de iyi bir yerel yönetimle, kötü bir yerel yönetimi çağdaş anlamda farklılaştıran tek nokta bu! Kötü haber ise durum Türkiye için aynı değil. Genel olarak iklim değişikliği risk algısının çok düşük olması, Türkiye’deki tüm fotoğrafı değiştiriyor. Kentliden talep sadece uç hava olayları çok gündemdeyken geliyor; yerel yönetimler de bu noktada çok ufak çözümlerle olayı geçiştirmeye çalışıyorlar. Ortaya politik olarak güçlendirilmiş bir vizyon çıkartamıyorlar.

Öyle ya da böyle, tabandan gelen baskının azlığı ya da yerel yönetimlerin bu konuda politik kararlılık göstermemeleri, hangi nedenle olursa olsun Türkiye’de kentler COP 21’e giderken Dünya’nın yüzleştiği gerçekliklerden uzaklar ve Dünya’nın gündeminden farklı bir gündeme sahipler. Fakat bu kadar gündelik yaşamın içinde olan ve kendisini yerelde hissettiren problemlere de yüz çevirmek çok da mümkün değil. Evet, Paris’e dönmeyebiliriz fakat akmayan musluklara ya da sel vuran evlere dönmek zorundayız.

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

https://twitter.com/Urbarli

1 Kasım’ı okuyalım…

İpsos Sosyal Araştırmalar Enstitüsü, 1 Kasım genel seçiminde 81 ilde sandığa giden 1614 kişi ile görüşerek gerçekleştirdiği “1 Kasım 2015 Genel Seçim Sandık Sonrası Araştırması” ile seçmenin parti tercihine, seçim sürecine ve seçim sonrası beklentilerine yönelik bulguları ortaya koyuyor. Anket soruları seçimden sonraki 2 gün içerisinde telefon görüşmesi ile seçmenlere yöneltiliyor. Araştırma, partilerin aldıkları oy oranlarının nedenleri hakkında ipuçları verirken başkanlık sistemi, baraj, çözüm sürecine yönelik de seçmenin görüşlerini alıyor. Araştırmanın tüm sonuçlarına buradan ulaşabilirsiniz.

Seçmen oyuna ne zaman karar verdi?

Araştırma sonuçlarına göre 4 parti seçmeni oy vereceği partiyi, büyük oranda seçimden en az iki ay öncesinde belirlemiş oluyor. Seçimde ciddi oy kaybı yaşayan MHP’nin, kendisine oy veren seçmenlerin önemli bir kısmını (%16) seçime son 1 hafta kalana nihai kararlarına ikna edememiş olması dikkat çekici. MHP seçmeni belli ki başka bir partiye oy vermek üzere gidip gelmiş, sonunda MHP ağır bastığı için mührünü basmış. Bu etkinin karşılığının aynı dönem içinde AK Parti’ye de yansıdığını görüyoruz (%9). AK Parti tabanının nüfus olarak daha büyük olduğunu düşünecek olursak her iki dönemdeki yüzdelerin seçmen sayısı olarak birbirine denk geldiği düşünülebilir. MHP eğilimli çizgideki seçmenin önemli bir kısmının uzun bir kararsızlık yaşadıktan sonra AK Parti’ye ya da MHP’ye geçişkenlik gösterdiği yorumlanabilir. Bu kararsız seçmenin potansiyel olarak, bir partinin daha da dramatik sonuçlar almasına ya da diğerinin çarpıcı bir başarı elde etmesine engel olabileceğini düşünmek mümkün.

Öte yandan, HDP’ye oy veren seçmenin 7 Haziran seçimlerinden farklı olarak sandığa kararlılıkla gittiğini görüyoruz. Haziran seçimlerinde HDP seçmeninin %32’si son 2 ay içinde karar vermiş iken, Kasım’da bu oran %12’ye düşmüş durumda. Öyle görünüyor ki, HDP bu süre zarfında kararsız oylarını önemli ölçüde kaybetmiş olsa da, çekirdek bir tabana kavuşmuş görünüyor. Geleneksel %5-%7 aralığındaki eski tabanın Haziran-Kasım süreci sonrasında önce fazlaca tahkim olduğu ve takviyelerinden sıyrılınca şimdi %10-%11 çizgisinde yeni ve geniş bir kitleye kavuşmuş olduğu görülüyor. Bu bakışla, Kasım seçimlerinin olmasa da 2015’in büyük kazanım elde eden iki partisinden biri olduğunu not etmekte fayda var.

Seçmenler partilerine ne kadar aidiyet duyuyor?

4 Kasım tarihinde yapılmış olan İpsos çalışmasının en çarpıcı bulguları, bu soruya verilen yanıtlarda yatıyor. CHP seçmeninin tam %43’ü “tam benimsemesem de yakın hissettiğim parti” veya “başka bir partiyi engelleyeceğini düşündüğüm parti” olarak görüyor oy verdiği partiyi. Bu oranlar, AK Parti, MHP ve HDP’de sırasıyla %28, %32 ve %31. Bu veriler, CHP’nin aslında tam da bir “asgari müşterek” partisi olduğunu gösteriyor. Sol, merkez, liberal, sosyal demokrat, ulusalcı birçok farklı siyasi akımın yanı sıra, CHP’nin, konjonktür oylarını da aynı şemsiye altında topladığını ve yüksek bir kapasitede konsolidasyonu sağladığını gösteriyor. CHP için merkezden daha da sağa açılma gibi tarif edilen büyüme modellerinin aslında çok da gerçekçi olmadığını ortaya koyuyor, bu tablo. Zira daha da genişleme, zaten çok da kemikleşmiş olmayan CHP oylarının bir bölümünün ayrışabileceğini gösteriyor. CHP için daha doğru model, içinde barındırdığı bu siyasi köklere yeni bir aidiyet tanımı getirmesi ve bu tabanı kemikleştirmeye öncelik vermesi olabilir. Nitekim, AK Parti seçmeninde “tam benimsediğim parti” yorumu yapanlar %69 iken, HDP’de bu oran %68, MHP’de %56. HDP’nin de bu anlamda yakın ardışık iki seçimin sonunda sadık bir taban oluşturduğu izlenimi de bu verilerden okunabilir.

Emanet oy mu asıl oy mu?

7 Haziran seçim sonuçları ile kıyaslandığında CHP’ye emanet oy verdiğini söyleyenlerin oranı bu seçimlerde %6’lık yükselişle %16 olurken HDP’ye emanet oy verenlerin gerileyerek %15’e düştüğü ve emanet oy oranının sadece HDP’de düştüğü görülüyor. AK Parti seçmeninde emanet oyların oranı %7. Ancak AK Parti seçmen tabanı MHP seçmen tabanının kabaca 4 kat büyüklüğünde. Dolayısıyla AK Parti’ye gelen emanet oyların MHP seçmenindeki karşılığı %28 olurdu. MHP seçmeni tabanına göre emanet oylar %25 düzeyinde. Eğer MHP seçmenindeki büyük ekseriyetle geçişkenliğin AK Parti tabanı arasında yaşandığını kabul edersek MHP tabanının dörtte birini AK Parti’ye kaptırmış dörtte birini ise emaneten elinde tutmuş görünüyor. Başka bir deyişle eğer yerinde tedbirler almaz ve elindeki emanet oyları da kaybedecek olsa MHP barajın altında kalabilir. Ancak yakın tarihte bir seçim olmaması bu taban geçişkenliği konusunda gerekli çalışmaları yapmak için süre tanıyor. Bu noktada özellikle yeni dönemde MHP’nin TBMM faaliyetlerinin, emaneten elinde tuttuğu ve emaneten kaybettiği tabanı ile ilişkileri kuvvetlendirmesi için belirleyici olduğunu gösteriyor.

Kaynak: Ipsos
Kaynak: Ipsos

Oy tercihinizde değişiklik oldu mu?

Sonuçlar gösteriyor ki diğer partilerden AK Parti’ye kayanlar %19 oranında. AK Parti’ye en çok oyun geldiği parti ise %9 oranında MHP. Seçim sonuçlarında MHP’nin oy kaybının bu kadar yüksek olduğu düşünüldüğünde oyların çoğunu AK Parti’ye kaptırdığı bir kez daha görülüyor. AK Parti’nin en önemli kaynağının ise buzdolabına kaldırılmış AK Parti oyları olduğu görülüyor. 7 Haziran’da AK Parti’ye en büyük darbeyi ne HDP’nin Türkiye partisi imajı ne CHP’nin Merkez Türkiye Projesi indirmiş değil. AK Partinin gelişmelerden memnun olmayan seçmeninin 7 Haziran seçimlerinde CHP seçmeninin cumhurbaşkanı adayını beğenmediği için sandığa gitmemesinden feyz alarak, partisine tepkisini ortaya koymuşa benziyor. İstikrarsızlık resmini gören aynı seçmen %12 oranında sandığa geri dönüp AK Parti’nin tarihi bir zafere imza atmasına destek veriyor. Bu veriler bize AK Parti tabanın konsolide edilmesindeki siyasi becerinin ne kadar derin olduğunu da gösteriyor.

CHP’nin oylarını kısmen de olsa artırmış olmasında kendi 1 Kasım seçmeninde %2’lik bir HDP katkısı var. Bu etkinin toplam seçmende karşılığı %0,5. Ancak MHP seçmeninden gelen puan %1 düzeyinde. Yani sanıldığı gibi CHP-HDP arasındaki geçişkenlik o kadar da yüksek değil. Olası şekilde ulusalcı oylar nedeniyle MHP-CHP geçişkenliği daha kuvvetli. Bu da CHP tabanının neden bir “milli muhalif koalisyon” olduğunu daha iyi gözler önüne koyuyor. Bu anlamda AK Parti ve CHP bir mozaik olma çerçevesi açısından benzeşiyor ancak seçmen kimliği nedeniyle AK Parti duygusal bağlar kurarak daha yüksek bir aidiyetle tabanını yönetirken, CHP çok daha rasyonel ikna yöntemleri tercih etmek zorunda.

Oy tercihinde neler etkili oldu?

Parti tercihini etkileyen unsurlara bakıldığında AK Parti seçmeninde parti politikası (%45), MHP’de parti kimliği (%56), HDP seçmeninde ise lider (%38) öne çıkıyor. AK Parti seçmeninin parti tercihinde etkili olan vaatlere bakıldığında ise büyük oranda (%22) ekonomik vaatlerin tercihi etkilediği görülüyor. AK Parti tabanında vaatlerin içinde dini değerlerin ağırlığı sadece %2. Tüm seçmen içinde bu etki %1’e karşı geliyor. CHP’nin ekonomik vaatler konusundaki dönüşümü istikamet olarak doğru olsa da, halk tabanı nedeniyle bu vaatleri icra etme olasılığı yüksek olan AK Parti’ye şans tanımayı sürdürmeyi makul bulmuş gibi.
Ayrıca AK Parti seçmenin %16’sına göre partinin başarısında en etkili isim Ahmet Davutoğlu iken Recep Tayyip Erdoğan & Ahmet Davutoğlu birlikte diyenlerin oranı %48, Erdoğan diyenlerin oranı ise Davutoğlu’nun önüne geçerek %18 oluyor. Bu sonuçlar gösteriyor ki bir yandan Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığı tartışılırken seçmenin gözünde Erdoğan hala partinin en etkili isimleri arasında görülüyor.

En başarılı ve başarısız lider kim?

Oy verip vermemenizden bağımsız olarak tüm seçim dönemini düşündüğünüzde, en başarılı bulduğunuz lider kimdi sorusuna Ak Parti seçmeninin %71’i Recep Tayyip Erdoğan’ın derken Ahmet Davutoğlu diyenlerin oranı %25’te kalıyor.

Ya genel başkan değişmeli mi? Sizce okuyacağım siyasi partilerin Genel Başkanı değişmeli midir? Aynı mı kalmalı mıdır? Şeklinde yönelilen sorunun sonuçlarına bakıldığında 4 parti lideri içerisinde en çok (%80) Devlet Bahçeli’nin değişmesi gerektiği düşünülüyor. Bahçeli’nin Haziran seçimleri sonrasında koalisyon görüşmelerindeki tutumunun bu tabloyu etkilediği görülebilir. Bahçeli’yi %56 oranı ile CHP lideri Kemal Kılıçtaroğlu takip ediyor.

Ankara katliamının oy kararına etkisi oldu mu?

Katliam genel olarak büyük oranda oy tercihinde değişiklik yaratmazken parti değiştiren seçmen oranı en yüksek olan partinin AK Parti olduğu, diğer partilerden %10 oranında AK Parti’ye oy kaydığı görülüyor. 7 Haziran ile 1 Kasım arasını AK Parti’siz dönem olarak algılayan AK Parti seçmeninin küsmüşse bile geri dönüşünün altında yatan motifin “AK Parti gitti kargaşa geldi” hissiyatı olduğunu kestirmek güç değil.

Ipsos - Çözüm süreci
Kaynak: Ipsos

Seçim kampanya dönemi adil geçti mi? Güvenilir seçim oldu mu?

Haziran seçimlerine kıyasla seçmen bu seçimin daha az adil geçtiğini düşünüyor (%12 düşüş). Bununla beraber oy kullanım ve sayım sürecinin ise Haziran seçimlerine yakın oranda güvenilir geçtiğini düşünüyor. AK Parti seçmeni içinde 7 Haziran seçimlerinde Cumhurbaşkanı’nın tutumunu olumlu bulmayanların oranı %30 iken bu oran 1 Kasım seçmenlerinde %13’e gerilemiş. AK Parti liderliğinin bu mesajı iyi okuduğunu teslim etmek gerekiyor.
Araştırma sonuçlarına göre seçim sonrası ülkenin durumuna ilişkin beklentiler ise şu şekilde:

  • Ülkenin durumunun daha iyi olacağı düşünülüyor (%60). Haziran seçimine göre bu cevapta %22 oranında artış görülüyor.
  • Cumhurbaşkanı’nın partilere eşit mesafede olması gerektiği düşünülüyor(%82).
  • Yeni hükümetin ilk gündem maddesinin öncelikle terörle mücadele olması gerektiği düşünülüyor(%33).
  • Partilerin anayasayı değiştirmek üzere bir araya gelmesi gerektiği düşünülürken (%63), Türkiye’nin mevcut parlamenter sisteme devam etmesi gerektiğini düşünenlerin başkanlık sistemini tercih edenlerin oranının neredeyse 2 katına yakın olduğu görülüyor.
  • Seçim barajının değişmemesi gerektiğini düşünülüyor (%41).
  • İktidarın çözüm sürecini yeniden başlatması gerektiği düşünülüyor(%60)

 

 

 

(Yeşil Gazete)

Gençlik Hakları Derneği’nden gençlik buluşmaları

Eskişehir’de aktif gençlik calışanları ve eğitmenleri tarafından kurulan Gençlik Hakları Derneği, “Sivil Düşün AB Programı Aktivist Desteği” nin fonladığı toplantılardan ilkini 7-8 Kasım 2015 tarihinde gerçekleştirdi.

Mart 2015 yılında kurulan dernek, rotasını belirleyebilmek için yereldeki gençlerin ihtiyaçlarını sorunlarını dinlemek ve onlarla birlikte bir strateji oluşturmak üzere organize ettiği toplantıların ilkinde 16-35 yaş arası 20 gençle bir araya geldi.

48

Akran eğitmenleri Büşra Güder, Safa Karataş, Gökkuşağı Adam ve gençlik hakları aktivisti İnci Batman , derneğin genel koordinatörü Nurdan Terzioğlu tarafından oluşan eğitmen ve raportör ekibiyle planlanan ve yürütülen iki günlük toplantıya Eskişehir yerelinden, öğrenciler, öğretim görevlileri, işsiz gençler, sivil toplum kuruluşlarından temsilciler ve gönüllüler katıldı.

İnsan Hakları’nın ve gençlik haklarının yorumlandığı, Vizyon – Misyon kavramlarının tartışıldığı, Sivil Toplum ve Hak konu başlıkları üzerine interaktif grup çalışmalarının gerçekleştirildiği oturumlar sonrası derneğin vizyonu misyonu ne olmalı, hangi alanlarda faaliyet göstermeli gibi konularda katılımcıların fikirleri ve önerileri alındı. Ayrıca yerelde gençlerin sorunları ve ihtiyaçları nelerdir, nasıl çözümler üretilebilir konusu da tartışılan konular arasındaydı.

46

Proje kapsamında yine yerelden gençlerin katılımına açık olan ve aynı konsepte fakat farklı katılımcılarla devam edecek olan iki toplantı daha organize edilecek. 2. Toplantı 5-6 Aralık 2015 tarihlerinde gerçekleşecektir. Toplantıya başvurular halen devam etmektedir.

Eskişehir’de olan ve gençlik ve insan hakları üzerine “ benim de söyleyeceklerim var ” diyen gençler 2. toplantı ile ilgili duyuruya buradan ulaşabilirler;

Ayrıca Gençlik Hakları Derneği’nin facebook sayfasından da gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

 

(Yeşil Gazete)