COP 21’e giderken yerel yönetimler (1)

içerikBirleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi Taraflar Konferansı’nın (COP) 21.’si 30 Kasım – 11 Aralık tarihleri arasında Paris’te düzenlenecek. Konferanstan beklenti büyük… Ülkelerin çok da elini taşın altına koymadan ortaya attıkları taahhütler 2020 yılına yönelikti ve neredeyse hedef yıla gelinmesine rağmen bu yetersiz taahhütlerde dahi devletlerin çok da başarılı olamadığını görüyoruz. Hem bu başarısızlık, hem de daha önceki başarısızlıklar birleştiğinde de artık iklim değişikliğinin sıfırlanmasını değil, 2 derecelik bir artış ile sınırlandırılmasını konuşmaya başladık. Eğer COP 21’den gerçekçi ve radikal (gerçekçi olduğu için radikal) bir anlaşma çıkmazsa 2 derecelik artış bile imrenerek uzaktan baktığımız bir hedef olarak tarihe geçecek. Zamanında hareket edemeyen ve sürekli başka hesaplarla ekonomik çıkarları Dünya’nın geleceğine tercih eden ülkeler yüzünden de şu anda önümüzde iki ağır yük var. Bir tanesi iklim değişikliğini 2 derecede durdurmak; diğeri de 2 derecelik iklim değişikliğinin getirdiği yükleri göğüslemek. 2 derece yaşamın devam etmesine engel değil fakat bunun yanında uyum sağlanması gereken bir dolu etkiyi de yanında getiriyor. Ve insanın yaşamasına engel olmasa da bir çok canlının yaşamını ve türünü etkileyen bir değişiklik ne yazık ki!

Bu etkilerin küresel çapta olanları tabii ki ülkeleri ve ülkeleri yönetenleri doğrudan etkiliyor. Büyük bir kasırga ya da bölgesel bir kuraklık yaşandığında oraya müdahale etmesi gerekenler arasında merkezi hükümet de bulunuyor. Fakat iklim değişikliğinin durdurulmasına yönelik olan görüşmeler, pazarlıklar ve anlaşmalar her ne kadar ulus üstü bir düzeyde gerçekleşse de; iklim değişikliğinin etkileri oldukça günlük ve yerel düzeyde her zaman kendisini gösteriyor. Yani Obama ile Putin’in 30 Kasım’da Paris’te görüşmeleri ve yanlarına Çin Devlet Başkanı’nı da alarak bir çözüm metninde uzlaşmaları ya da uzlaşıyor gibi yaparak ortaya çıkmaları günlük yaşamda değil daha “yukarılarda” gerçekleşen bir olay. Doğrudan günlük yaşamdaki değişikliklerle bağlı fakat bu bağın hemen görülmesini ve neden sonuç ilişkisi kurulmasını beklemek, geçmiş deneyimlere bakıldığında çok da gerçekçi olmaz. Bununla birlikte yağmur azlığından ortaya çıkan susuzluk ise gayet günlük, gayet yerel ve insanın hayatını etkiliyor. Yerel sorunlara da yanıtlar, önce yerel yönetimlerden verilmeli. Çünkü bunun hesabı önce yerel yönetimlerden soruluyor.

Bunun için öncelikle sorunun ne olduğunun farkında olmak gerekli. Temel kabul ve sorun şu: İklim değişti, daha da değişecek. Bunu durdurmak ve mevcut değişikliklerden dolayı ortaya çıkacak sorunlarla mücadele etmek gerekli. Yani kentleri iklim değişikliği ile mücadele eden ve iklim değişikliğine uyum sağlayan yerlere çevirmek gerekli. Kentleri Dünya’ya yük olur konumdan çıkarmak ve “zor zamanlara”, “acayip havalara” hazırlamak gerekli.

Bu konuda bir iyi, bir de kötü haber var. İyi haber Dünya’da bu konuda çok başarılı örnekler ve çalışmalar var. Kentliyi de içine alan ve çalışan yerel yönetimler 21. YY’da bu konuda sivrilmiş durumda. Belki de iyi bir yerel yönetimle, kötü bir yerel yönetimi çağdaş anlamda farklılaştıran tek nokta bu! Kötü haber ise durum Türkiye için aynı değil. Genel olarak iklim değişikliği risk algısının çok düşük olması, Türkiye’deki tüm fotoğrafı değiştiriyor. Kentliden talep sadece uç hava olayları çok gündemdeyken geliyor; yerel yönetimler de bu noktada çok ufak çözümlerle olayı geçiştirmeye çalışıyorlar. Ortaya politik olarak güçlendirilmiş bir vizyon çıkartamıyorlar.

Öyle ya da böyle, tabandan gelen baskının azlığı ya da yerel yönetimlerin bu konuda politik kararlılık göstermemeleri, hangi nedenle olursa olsun Türkiye’de kentler COP 21’e giderken Dünya’nın yüzleştiği gerçekliklerden uzaklar ve Dünya’nın gündeminden farklı bir gündeme sahipler. Fakat bu kadar gündelik yaşamın içinde olan ve kendisini yerelde hissettiren problemlere de yüz çevirmek çok da mümkün değil. Evet, Paris’e dönmeyebiliriz fakat akmayan musluklara ya da sel vuran evlere dönmek zorundayız.

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

https://twitter.com/Urbarli

Koray Doğan Urbarlı
Koray Doğan Urbarlıhttp://urbarli.net
İzmir’de doğdu. İzmir Kız Lisesi’nden sonra Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi. İlk önce Ege Üniversitesi Sosyoloji’de, sorasında da Ankara Üniversitesi Sosyoloji’de yüksek lisans yapmaya başladı. İkincisine devam ediyor. Bir kamu belediyesinin Dış İlişkiler Müdürlüğü’nde beyaz yakalı işçi olarak hayatına devam ediyor. Yeşil Gazete ekibine köşe yazıları, Türkiye, spor ve Dünya haberleri ile katkı sunuyor.

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Şirketlerin toplumsal sorumluluğu

Türk şirketleri kurumsal sosyal sorumluluk ve sürdürülebilirlik uygulamalarında batılı benzerleri kadar başarılı değil. Ancak bu sadece şirketlerden kaynaklanmıyor, 'öngörülemezlik ortamı' ve toplumsal baskının eksikliği de bunda etkili. 

‘Qou vadis-2’: Ülke nüfusu

Geleceği ile ilgili derin kaygılar duymakta olan nüfus kesimlerinin, Türkiye’nin her yerinde giderek artmakta olduğu bir ortamdayız. Ne kent nüfusu kentte kalabilecek uzun erimli bir gelecek görüyor, ne de kır nüfusu kırda kalabilecek bir durum algılıyor.

[Bir şarkının hikayesi] San Francisco/ Scott McKenzie

Scott McKenzie’nin Hippi kültürünü konu alan 'San Francisco (Saçınıza Çiçek Taktığınızdan Emin Olun)' şarkısı, Beatles’ın 'All You Need is Love'ı ile beraber, 'Summer of Love'ın belirleyici şarkılarından biri olarak kabul edilir.

Yandı Çukurova yandı

Türkiye’de tarımın geldiği yer içler acısı. Ülkenin dört bir yanındaki çiftçiler isyan halinde. Diğer taraftan en fazla artış gıda fiyatlarında. Dikkate alınması gereken ciddi bir dengesizlik var.

[Çocuklar için Yeşil Kitaplar] Bir güvercini sevmekle başlayacak her şey

Maalesef sorun yarattığı var sayılanlara karşı empati yoksunu, sadece kendi refahını gözeten adaletsiz çözümler üretmek yalnızca 'Güvercin Kakası' kitabındaki kasaba halkına mahsus değil. Katliam Yasası'nı unutmadınız değil mi?

EN ÇOK OKUNANLAR