Ana Sayfa Blog Sayfa 3557

Rusya’dan Türkiye tarım ürünlerine yasak hamlesi

Türkiye’nin Rusya’ya ait bir savaş uçağını, hava sahasını ihlâl ettiği gerekçesiyle düşürmesinin ardından Moskova’nın misilleme adımlarına bir yenisi eklendi. Rus yetkililer, Türkiye’den tarımsal ürünlerin ithaline yasak geleceğini ancak yasağın devreye girmesinin birkaç hafta alabileceğini söyledi.

70

Rusya, Türkiye’den gelen tarım ürünleri, yaş sebze ve meyvelerin ithalatını yasaklamaya hazırlanıyor. Moskova’nın, Türkiye tarafından Suriye sınırında düşürülen Rus savaş uçağına tepki olarak daha önce vize uygulamasının yılbaşı itibariyle yeniden başlayacağını duyurmuş ve Rusların Türkiye’ye seyahat için gitmemesini de istemişti.

Rus Başbakan Yardımcısı Arkady Dvorkovich Moskova’da yaptığı basın açıklamasında, fiyatlarda ani bir yükselmenin yaşanmaması için, Türk ürünlerine uygulanacak yasağın bir-iki hafta geç başlayabileceğini söyledi. Yasağın Türkiye’ye tepki kapsamında devreye girdiğini belirten Dvorkovich, gelişmelere göre yaptırımların artırılabileceğinin altını çizdi.

Türkiye’nin Rus savaş uçağını düşürmesinin ardından Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Türkiye’ye misilleme niteliğinde ekonomik kararlar içeren bir kararname imzalamıştı. Türkiye’den bazı ürünlerin ithalatına ve bazı Türk şirketlerin Rusya’daki faaliyetlerine kısıtlamalar getirilmişti.

(Al Jazeera)

Tahir Elçi cinayetinin aydınlatılması için yanıt bulması gereken 32 Soru

Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi suikastinin fail ya da failleri henüz ortaya çıkarılmadı. Cinayetin üstünden bu kadar gün geçtiği halde olay yeri inceleme bile yapılamadı. Cumhuriyet, Hürriyet ve Zaman gazeteleri cinayetin aydınlatılması için yanıt bulması gereken soruları sıraladı. Bianet de bu üç gazetenin sorularını derledi.

66

İşte bu üç gazetenin masaya yatırdığı yanıt bulması gereken 32 soru:

Cumhuriyet Gazetesi

67

1- Polislerce takip edilen araç neden Tahir Elçi’nin basın açıklaması yaptığı yerin yakınlarında durduruldu?

2- Olay yerinde onlarca polis bulunmasına karşın Elçi neden korunamadı?

3- YDG-H’li olduğu belirtilen iki silahlı kişiden öndekinin gazetecilerin yanına gelmeden sağ elindeki silahı sol eline alarak kabzasından tuttuğuna ve ikinci kişinin gazetecilerin önünde silahı yere fırlattığına ve polislerin Elçi’nin de bulunduğu yöne doğru ateş ettiğine ilişkin görüntülere göre Elçi polisin silahından çıkan kurşunla mı vuruldu?

4- Elçi, 3. bir noktadan gelen kurşunla vurulmuş olabilir mi?

5- Elçi’nin faili meçhul cinayetlerdeki gibi ensesinden tek kurşunla vurulması bir mesaj mı? HDP Eş Genel Başkanları Demirtaş ve Yüksekdağ’a yönelik suikast ihbar ve iddialarının gündeme geldiği ve “ suikastler yaşanacak” tartışmalarının yapıldığı bir dönemde Tahir Elçi’nin öldürülmesi tesadüf mü?

6- Olay yerindeki gazetecilerin görüntüleri, güvenlik kamerası görüntüleri ve deliler toplandı mı? Mobese kameraları çalışıyor muydu?

7- İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre eylem yapılacağı istihbaratı alındığına göre basın açıklamasına neden izin verildi? Polislerin bilgisi yok muydu?

Hürriyet Gazetesi

68

1- Gelen haberlerden taksi içindeki teröristlerin takipte oldukları anlaşılıyor. Farklı bir eylem gerçekleştirdikten sonra mı kaçıyorlardı? Yoksa bir eyleme mi gidiyorlardı?

2- Polisler taksiyi durdururken yeterli güvenlik önlemi neden alınmadı?

3- Teröristlerin içinde bulunduğu ticari araç neden zırhlı güvenlik aracıyla durdurulmadı?

4- Tahir Elçi basın açıklaması yaparken olay yerinde kaç polis görevliydi?

5- Polisler saldırganlara ateş ederken çevre güvenliğini dikkate aldı mı?

6- Tahir Elçi ve basın açıklamasına katılanlar silah sesleri duyulduğu andan itibaren neden güvenli bir alana geçirilmedi?

7- Görüntülerde tabancayı namlusundan tutarak koşan kişi kim?

8- Polislerin art arda ateş ettiği ancak vuramadığı terörist sonrasında neden takip edilemedi?

9- Tahir Elçi öldürüldükten sonra ayak tarafında bulunan tabanca kime ait?

10- Tahir Elçi’ye isabet eden mermi çekirdeği olay yerinde bulundu mu?

11- Polisler kaçan teröristin arkasından ateş ettikleri sırada mermilerden biri yanlışlıkla Tahir Elçi’ye isabet etmiş olabilir mi?

Zaman Gazetesi

69

Hadisenin yaşandığı yer Diyarbakır’ın Sur ilçesi. Mobese görüntülerinde bir taksi Turistik Caddesi’nden Balıkçılarbaşı’na doğru geliyor. Elçi’nin vurulduğu sokağın baş tarafında sağa doğru yaklaşıyor. Bu sırada 3 polis memuru taksiye doğru harekete geçiyor. Araçtan açılan ateşle 2 polis vuruluyor. Saldırganlar ise Elçi’nin bulunduğu sokağa doğru koşmaya başlıyor. Polisler saldırganlara hem aşağıdan hem yukarıdan ateş ediyor. Ama şahıslar olay yerinden kaçıp gidiyor. Elçi ise kanlar içinde yere yığılıyor. Peki, soru işaretleri neler?

1- İçişleri Bakanlığı, saldırganların 1 gün önce polise beyaz Toros’la 150 kurşun sıkan teröristler olduğunu açıkladı. Öyleyse, polise saldıran bu kişiler neden takip edilemedi, yakalanamadı?

2- Teröristlerin içinde bulunduğu aracın Kayapınar ilçesinden beri takip edildiği, taksiyi Emniyet’e ait bir aracın Balıkçılarbaşı’na kadar izlediği doğru mu?

3- Balıkçılarbaşı’ndaki polisler neden taksiye doğru koşmaya başladı? İhbar veya istihbarat varsa neden gerekli güvenlik tedbirleri alınmadı? Elini kolunu sallayarak taksiye giden polisler neden tedbirsiz davrandı? Neden çelik yelek giyilmedi?

4- Takside teröristlerin bulunduğu istihbaratı alındıysa, müdahale neden daha önce yapılmadı? Müdahale için Baro Başkanı Elçi’nin açıklama yaptığı sokağa gelmeleri mi beklendi?

5- Saldırı yapılacağı öngörülemedi mi?

6- Diyarbakır’ın hemen her köşesinde zırhlı araçlar dururken, iki polisin şehit edildiği Balıkçılarbaşı’nda neden zırhlı araç yoktu?

7- Tahir Elçi’nin açıklama yaptığı Dört Ayaklı Minare’nin 40-50 metre aşağısında hendeklerin kazılı olduğu, silahlı şahısların nöbet tuttuğu bilinmesine rağmen gerekli önlemler neden alınmadı?

8- Bölgedeki polis sayısı yeterli miydi?

9- Terör riski olmasına rağmen Dört Ayaklı Minare’nin önünde açıklama yapılmasına neden izin verildi? AKP İl Binası önünde açıklama yapılmasını bile defalarca engelleyen, izin vermeyen polisler, can güvenliği bulunmayan bir noktaya neden izin verdi?

10- Bir TV programında yaptığı açıklamadan sonra ölüm tehditleri aldığını açıklayan Elçi’ye neden koruma verilmedi?

11- Saldırı sonrası onlarca polisin arasında 65 metre koşmalarına rağmen saldırganlar nasıl oldu da etkisiz hale getirilemedi?

12- Elçi’nin basın açıklamasını takip eden güvenlik ve foto film şubeleri, sokağın başında terörle mücadelenin bir operasyona hazırlandığını biliyor muydu?

13- Emniyet birimleri arasında gerekli koordinasyon kuruldu mu?

14- Sokağın başında polisi şehit ettikten sonra Tahir Elçi’nin bulunduğu yöne doğru koşan 2 kişiden birinin YDG-H’ya mensup Mahsum Gürkan olduğu doğru mu?

 

(Bianet, Cumhuriyet, Hürriyet, Zaman)

Paris’te İklim için uzlaşı arayışı

BM İklim Zirvesi’nin ilk gününde liderler sera gazı emisyonunun azaltılması için küresel bir uzlaşma sağlanması yönündeki çağrılarını yineledi. Ancak kalkınmakta olan ülkeler ile sanayi ülkeleri arasındaki uçurum büyük.

Paris’te düzenlenen BM İklim Zirvesi’ne 150 ülkenin devlet ve hükümet temsilcileri katılıyor. Zirveye katılan liderler, küresel ısınmanın azaltılabilmesi için önlem alınmasını talep etti.

Paris'te bir otobüs durağı. Afişte, 'Doğa için mücadele etmiyoruz, kendi doğamızı savunuyoruz' yazıyor
Paris’te bir otobüs durağı. Afişte, ‘Doğa için mücadele etmiyoruz, kendi doğamızı savunuyoruz’ yazıyor

Zirvenin ilk gününde BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon işbirliği yapılması ve özverili olunması çağrısı yaptı. Ban, “Böyle bir siyasi an, bir daha asla gelmeyebilir” dedi. Ban, İklim Zirvesi’nin sonunda ‘açık bir mesajın’ gerekli olduğunu belirtti. Ban, bunun 2100’e kadar küresel ısınmanın iki derece ile sınırlandırılması hedefine ulaşmak için gerekli olduğunu belirtti.

Ev sahibi Fransa’nın Cumhurbaşkanı François Hollande da zirveye katılan devlet ve hükümet başkanlarına çağrı yaparak, “Bütün insanlığın umutları sizin sırtınızda” dedi. Hollande, niyet beyan eden bildirgelerin artık yetmediğini, bu haftanın sonuna kadar yeni bir küresel iklim anlaşmasının imzalanmış olması gerektiğini ifade etti.

65

ABD Başkanı Barack Obama ise ‘ulusal bencilliğe’ karşı uyarıda bulundu. Obama, gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakılması gerektiğini belirtti. Obama, “Bir şeyler yapma sorumluluğunu üstleniyoruz” dedi.

Almanya Başbakanı Angela Merkel de iklimin korunması konusunda dünyaya güçlü bir mesaj gönderilmesini istedi. Merkel, “”Bugün harekete geçmek zorunda olduğumuzu biliyoruz, bu konferansın iddiası olmalı” dedi.

Kalkınmakta olan ülkelerin talepleri

Öte yandan Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, sanayi ülkelerine, kalkınmakta olan ülkelerle dayanışma içinde olunması çağrısı yaptı. Çin lideri, iklim hedeflerinde farklı ülkelerin durumlarının göz önünde bulundurulmasını istedi. Şi, daha az kalkınmış durumdaki ülkelerin iklim hedeflerine karşın, yoksulluğu azaltmak ve halkın yaşam standartlarını yükseltmek zorunda olduklarını belirtti.

Afrika ülkeleri ise küresel ısınmanın 1,5 derece ile sınırlandırılmasını talep ediyor. Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah El Sisi, Afrika ülkeleri adına şu ana kadar planlanandan daha fazla mali yardım talep etti. El Sisi, “uzlaşmanın bir takım yükümlülükleri de beraberinde getirmesi şart; 2020 yılına kadar kalkınmakta olan ülkelere yıllık 100 milyar euro yardım yapılması, 2020’den sonra ise bunun iki katına çıkması gerekiyor” dedi.

Sıkı güvenlik önlemleri

13 Kasım’da düzenlenen 130 kişinin hayatını kaybettiği terör saldırıları nedeniyle sıkı güvenlik önlemlerinin alındığı Paris’te adeta kuş uçurulmuyor. İki hafta sürecek olan zirvede, iklime zararlı sera gazı salınımının azaltılması ve küresel ısınmayı 2100’e kadar iki derece ile sınırlandırması öngörülen bir uluslararası iklim sözleşmesi imzalanması hedefleniyor. BM verilerine göre, şu ana kadar 183 ülke iklim hedeflerini sundu. Diplomatlar ve çevreciler zirve öncesi temkinli açıklamalar yapmıştı.

 

(Deutsche Welle Türkçe)

Al Al Al, Bu Vizeyi de Al

Dünyada dolaşım güç iş. Bir yerden bir yere gitmek için ülkeler nezdinde kırk takla atmak gerekebiliyor. Hele göçmeye çalışıyorsanız işiniz daha da zor.

Benim bahsettiğim yine tuzu kuru olan için. Onlar bir elçilikten, belki zorlanarak, ama yine de bir şekilde vize alabiliyorlar. En fenası çatışma, kuraklık, iklim değişikliği ya da ötekileş(tiril)me sebepleriyle bir yerde kısılıp kalanlar. Çaresizse Ege’yi ya da Akdeniz’i geçmeye çalışanlar böyle insanlar. Ya da dünyadaki bir başka sınırı.

Sınırlarına duvar örenler mi dersin (bkz. Avrupa Birliği, Roma İmparatorluğu), işgal ettiği bölgelere duvar çekenler mi dersin (bkz. Fas, İsrail), ya da sırf şansız bir isim ya da doğum yerine sahip olduğundan insanları kabul etmeyenler mi dersin (bkz. ABD, Avustralya) ya da türlü çatışmalardan ipleri koparanlar ve bu sebeple yıllardır hareket edemeyen insanlar mı? (bkz. Kuzey-Güney Kore, Fas-Cezayir). İşte son olarak bu kervana Türkiye ve Rusya katıldı.

İşin nasıl olduğundan bahsetmeyeceğim. Ne de olsa kanun yapıcıların fevriliklerine ve sırf birileri bunu yasa kitaplarına yazdıkları için suçun müdafaaya dönüşmesine alışığız. İnsanlık tarihi böyle. Ben ortalama bir insanın, mümkünse de dünyadan bir haber yaşayan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının ve dolayısıyla Türkiye üzerinden daha güvenli yerlere kaçmaya çalışan çatışma bölgelerinin vatandaşlarının hareket hakkından bahsetmek istiyorum.

Bir baktım ki kapatmışlar

Bir zamanlar mesela, Suriye’ye vize kalkmıştı. Aslında Dışişleri Bakanlığının sitesine göre hâlâ resmi bir vize uygulaması yok. Ancak herhalde savaşma azmi ve gayreti içinde olanlar hariç sınırın bu yakasından diğer yakaya geçen pek yoktur. Diğer yönden de Suriye vatandaşı mültecilerin herhangi bir sınır kapısında aslında 90 gün süreyle kabul edilmeleri gerekiyor. Ancak zaten hukuk bir tek en savunmasız olana uygulanıyor değil mi?

Ya da bir zamanlar “AB’ye girmeden Hırvatistan’a kapağı atalım” diyen insanlar da artık mazide kaldılar. Mısır’ın kapıda uyguladığı vize alma işleminden de 2013’den beri eser kalmadı.

Mesela Libya ile Türkiye ve Ukrayna ile Türkiye arasında vize uygulaması yok. Negzel değil mi? Şimdi hakkını yemeyeyim ama, Brezilya, Japonya, Güney Kore, Arjantin, Peru gibi birbirinden güzel ülkeler Türkiye’ye vize uygulamıyorlar. Gidip dönmesi biraz pahalı olabilir tabii ama o kadar da olur canım n’olcek.

Ve işte şimdi Rusya. Şimdiye kadar başka yerlerden çoktan okumuşsunuzdur, ancak hızlıca hatırlatalım. Türkiye’nin en büyük ikinci ticaret ortağı Rusya, enerji konusunda tam demesek de neredeyse tamamen kendilerine bağlıyız. Bir de nükleer mevzusu var tabii. İki ülke arasındaki ticaret 2010 yılında (Nedense Dışişleri Bakanlığı sitesinde 2010 yılına kadar olan TÜİK verileri var) 26,1 milyar dolar imiş. Buna turizm ve bavul ticareti rakamları dahil değil. İnsanlar gelip gidemezken, ya da harekette zorlanırken n’olur, bilinmez.

Bu konu neden bu kadar önemli, vize alırız yeaa diyebilirsiniz. Konu alamayanlar, alamayacak olanlar. Dünyaya o sınırlar içinde dünyaya gelmeyi hiç arzulamamış olanlar. Kabul edelim, dünya kimleri için güzellikler ile doluyken, kimi için değil. Ülke diye insanların benimsediği ve fırsatta “Emperyalistler çizdi bu sınırı” klişesi ile anılan sınırlar, bazı yerleri açık hava hapishanelerine çeviriyor. Abartıyor değilim, Türkiye’de bundan farklı değil. Hem n’olacak, diyelim ki vize de aldınız, sayılı gün gelip geçiyor. Siz de başladığınız yere geri dönüyorsunuz.

Rakamlarla gezmek

Dünyanın kara kütlesi yüzey alanı 148,939,063.133 km2. Bu gezegen yüzeyinin 29.2%’una tekabül ediyor. Kalanı deniz, okyanus, buz kütlesi. Antarktika’nın 14,000,000 km2 yüzey alanı (kimsenin ilgilenmediği ne kadar ortada. Daha tam yüzey alanını bilmiyoruz yuvarlak bir şeyler yazıyoruz) da bu rakama dahil.

TC Vatandaşlarına Vize Uygulanan Kara Kütlesinin Kıtalara Göre Dağılımı
TC Vatandaşlarına Vize Uygulanan Kara Kütlesinin Kıtalara Göre Dağılımı

Yukarıdaki grafikler de kalan kara kütlesinin ne kadarına hangi kıtada Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının vizesiz gidebildiklerini gösteriyor. Açık renkli kısım vize gereken kara kütlesi, koyu renkli kısım ise vize gerekmeyen kara kütlesidir. Unutmadan bu verileri oluşturmak için gereken bilgileri Dış İşleri Bakanlığının sayfasından derledim. Şimdi bir de Dünya geneline bakalım.

1

Aslında hemen fark edilebileceği üzere dünyanın büyük kısmı bizden vize istiyor. En katı olan Okyanusya’daki ülkeler gibi görünüyor. Birkaç ada ülkesi hariç (onların da borçları ne umutlarla TC tarafından ödendi) bize kapalı, Avrupa zaten malum, Kuzey Amerika desen hak getire. Afrika şaşırtıcı şekilde TC ile iyi ilişkiler halinde değil. Bir tek emekçi Güney Amerika ve dost düşman ülkeleriyle ve şirin diktatörleriyle Asya ülkeleri kollarını açmış bizi bekliyor. Peki yaklaşık 17,000,000 km2’lik yüzey ölçümüyle Rusya’da kapılarını TC vatandaşlarına kapatınca ne mi oluyor.

2

Ne olacak vizesiz erişilebilecek alan dramatik şekilde azalıyor.
2016’ya 1 ay vakit kaldı. Bence devlet bu konuda daha çok gayret gösterip, küresel emisyonlarda yapamadığı azaltımı, kendi vatandaşının erişim hakkını azaltarak, hatta 2016 gelmeden sıfırlayarak pekala yapabilir. Performansın azı çoğu olmaz hem.

Ya da bildiği gibi yapsın. Zaten artık birer birer değil yüzer yüzey ölüyoruz.

22-Ali Serdar Gültekin

Ali Serdar Gültekin

COP21 Paris bülteni, “İklim Postası”nın başlangıç sayısı yayımlandı

Paris İklim Zirvesi COP21 bugün (30 Kasım 2015 Pazartesi) itibarı ile başladı. COP21’deki tüm gelişmeleri Yeşil Gazete‘nin yanısıra iki günde bir basılı olarak yayımlanacak İklim Postası bülteninden de takip etmek mümkün. Paris İklim Zirvesi gelişmeleri, basılı bültenin yanısıra iklimpostasi.org/ adresinden de sürekli güncellenecek. İklim Postası’nın sıfırıncı başlangıç sayısı bugün yayımlandı.

57

İklim Postası, TEMA Vakfı, WWF-Türkiye, İstanbul Politikalar Merkezi, MURCIR (Marmara University Research Center for International Relations, Ekoloji Kolektifi, IKV (İktisadi Kalkınma Vakfı), KADOS, EuroSolar ve başka bir kaç adet daha UNFCCC’ye akredite olmuş sivil toplum ve düşünce kuruluşunun aralarında olduğu bir “Sivil Toplum ve Düşünce Kuruluşları Kolektifi” tarafından çıkartılıyor.

İklim Postası Başlangıç Sayısı

58Bültenin hazırlanma aşamasında bu kurumların Paris’teki temsilcileri içerik üretme işini, Türkiye’deki temsilcileri de bu içeriği kendi kanalları ile yaygınlaştırma işini yapacaklar.

Paris COP21 boyunca iki günde bir basılı halde yayınlanacak,  iklimpostasi.org/ üzerinden sürekli güncellenecek İklim Postası bülteninin 30 Kasım sayısına İklim Postasi sayı 0 linkinden ulaşabilirsiniz.

İklim Postası’ndan ve COP 21’den tüm haber ve gelişmeleri Yeşil Gazete’den takip edebilirsiniz.

 

(Yeşil Gazete)

 

Gıda Krizinin tek gerçek alternatifi Gıda Egemenliğidir – Umut Kocagöz

Bu yazı karasaban.net/ den alınmıştır

Tohumdan Sofraya

Kadıköy Tüketim Kooperatifi Girişimi tarafından düzenlenen ve Abdullah Aysu’nun konuşmacı olarak katıldığı “Gıda Krizi” ve Gıda Egemenliği” başlıklı söyleşi, Gıda krizinin nedenleri, Türkiye’de tarımdaki güncel durum ve gıda egemenliği mücadelesinde kentsel örgütlenmelerin nasıl katkı sunabileceği gibi kapsamlı tartışmalara vesile oldu.

51

Abdullah Aysu’nun geçtiğimiz ay Metis tarafından yayımlanan Gıda Krizi: Tarım, Ekoloji ve Egemenlik başlığını taşıyan kitabından hareketle yapılan söyleşi, kitap vesilesiyle yapılan tartışmalarla açıldı. Genel olarak tarımın tohumla başladığını ifade eden Aysu, endüstriyel tarım ile bilge köylü tarımı arasındaki farkın altını çizerek, endüstriyel tarımın gıda üretiminde ne gibi yöntemler izlediğini ve gıdanın niteliğinde nasıl dönüşümlere tekabül ettiğini anlattı. Endüstriyel tarımın “çiftçi”nin sonu olduğunu söyleyen Aysu, “tarım olmayan, tohum olmayan, çiftçi olmayan” tarıma “endüstriyel tarım” dendiğini, bu tarımsal yöntemin çiftçiyi şirketlere bağımlı kıldığını; bağımsızlığını kaybeden, ürettiği üründen tohum alamayan, tohum aıp da tohum atamayan ve yeni ürün elde edemeyen çiftçinin ise “tarla bekçisi”ne dönüştüğünü ifade etti.

Gıda Egemenliği

52

Söyleşinin devamında, “gıda egemenliği” ve “gıda güvenliği” kavramları arasında ayrım yapan Aysu, “gıda güvenliğinin” çok önemli bir kavram olduğunu, ancak “gıda egemenliği” olmadığı sürece gıda güvenliğinin de mümkün olmadığını ifade etti. Gıda güvenliği kavramının gıdanın “sağlıklı biçimde sofraya gelmesi” olduğunu, ancak “gıda egemenliğinin”, çiftçinin “neyi, nasıl, ne miktarda, ne şekilde” üreteceği konusunu kapsadığını, hatta bu minvalde “kim için” sorusunu da kapsayabileceğini ifade eden Aysu, bu açıdan gıda egemenliğinin “bir sistemi yeniden ele geçirmek”, gıda meselesini bir döngü olarak tohumdan sofraya kadar giden bir üretim süreci olarak kavramak gerektiğini ifade etti. Bu açıdan “organik tarım” ifadesinin yanlış olduğunu, Türkiye’de mevcut “organik tarım yasasını” çiftçiyi mağdur eden şirket politikaları tarafından geçerlilik kazandığını ekledi.

Yerel-Küresel Aktörler

Türkiye’de mevcut kooperatif yasasının, tarımda şirket egemenliği sağlamak için değiştirildiğini ifade eden Aysu, kooperatiflerin devlet ve şirket vesayeti tarafından işlevsizleştirildiğini, böylelikle de şirket tarımının, endüstriyel tarımsal üretimin gıda üretiminde egemen olduğunu ifade etti. Bunun sonucunda, Türkiye’de çiftçilik yapmayı bırakan bir çok kişi olduğunu, borçlar, denetimler ve endüstriyel tarımsal üretim biçiminin zorlamalarıyla Türkiye’de tarımın ve gıdanın şirket mantığıyıla dizayn edildiğini ifade etti.

Bu mevcut egemen tarım modeli karşısında, çiftçi sendikalarında örgütlenerek Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu’nu (Çiftçi-SEN) kurduklarını ve dünya çapında 200 milyon çiftçiyi kapsayan La Via Campesina’ya üye olduklarını ifade eden Aysu, La Via Campesina’nın dünyanın en büyük örgütlerinden biri olduğunu, gıda egemenliği mücadelesi ile dünyadaki gıda krizine hakiki bir çözüm önerisi geliştirdiğini ifade etti.

Bilge köylü tarımını ve gıda egemenliğini savunan Çiftçi-SEN’in kentsel örgütlenmeler ile beraber çalışmalar yaptığını ifade eden Aysu, kentsel örgütlenmelerin gıda egemenliği mücadelesi için önemli bir potansiyel taşıdığını, kullanıcılar ile küçük çiftçilerin “neyin nasıl üretileceği” konusunda karşılıklı bir inisiyatif geliştirebileceğini; iyi örgütlenmiş tüketim kooperatiflerinin bu hususta hem çiftçiye güvence verebileceğini hem de çiftçinin üretim tarzına müdahale edebileceğini ifade etti.

Soru-cevap ve katkılarla gelişen söyleşi, kooperatif tarzı kentsel örgütlenmelerin öneminden Çiftçi-SEN’in örgütlenme deneyimlerine, farklı ülkelerdeki örgütlenme deneyimlerinden kooperatif deneyimlerine, zengin başlıklarla yapılan tartışmalarla sona erdi.

Kısa Değerlendirme

53

Bu söyleşi ile beraber, gıda egemenliği için mücadelede, nitelikli, sağlıklı, besleyici gıda hakkı için örgütlenen, kendisini üretim sürecinin belirlenmesinde ve örgütlenmesinde bir paydaş olarak ifade eden ve bu süreçte bir paydaş olmak için çiftçilerle karşılıklı iletişim kuran kooperatif tarzı örgütlenmelerin çok önemli bir rolü olduğu ifade edilmiş oldu. Bir yandan, çiftçilerin şirket egemenliği karşısında bilge köylü tarımını desteklemesi, çiftçiyle karşılıklı güvence olunması; bir yandan da kentsel tüketim ilişkilerinin dönüşmesi, karşılıklı dayanışmaya, güvenmeye, inisiyatife dayanan üretici-kullanıcı ilişkilerinin gelişmesi için bu tarz örgütlenmelerin hayati bir rolü olduğu ifade edildi. Bu açıdan, gıda krizinin hakiki alternatifi olarak gıda egemenliğinin, çiftçilerin ve kentte yaşayan kullanıcıların beraber inşa edecekleri bir sistem olduğunu, tüketim kooperatiflerinin güçlenmesi, örgütlenmesi ve çoğalması gerektiğini; toplumsal alternatiflerin inşasında farklı bir politik deneyim olarak “alternatifleri bugünden inşa etmenin” ne kadar hayati olduğu tartışılmış oldu.

 

Bu yazı karasaban.net/ den alınmıştır

54-Umut-Kocagöz

 

 

Umut Kocagöz

Ekolojinin Politikası: Yeni Sınırlar, Yeni Aktörler konferansından notlar

Bugünkü sorunlarımızın temelinde olan ama pek görünmeyen, marjinal olduğu düşünülen ya da nüve halindeki radikal ve eleştirel pratikleri nasıl görünür kılarız, bu pratiklerin gelişmelerine nasıl destek oluruz, onları nasıl teorize ederiz?” sorusundan çıktı Bilgi Üniversitesi’nde gerçekleştirilenEkolojinin politikası: Yeni Sınırlar, Yeni Aktörler” konferansı. Geçen hafta sonu (27-28 ) Kasım’da iki gün boyunca  bizim de Yeşil Gazete olarak takip etmeye çalıştığımız, sizlere öncesinde duyurlarını yaptığımız, oturumlar boyunca da sosyal medya üzerinde zaman zaman alıntıladığımız, farklı içerikte, zengin sunumlar yeşil politikalara ilgi duyanları belki de ilk defa bu kadar geniş bir yelpazede buluşturdu.  Organizasyonun  sorumlusu, zaman zaman Yeşil Gazete’ye de yazılarını gönderen Bilgi Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim üyelerinden Sezai Ozan Zeybek’in açılış konuşmasıyla başlayan oturumların arka planında program hazırlıkları için verilen 1 yıllık emek, önünde ise saatler süren beyin fırtınasının ortaya çıkardığı ana arterden dallanıp budaklanan bir yol haritası uzanıyor .

27-28 Kasım tarihlerinde Ekoloji Politik oturumları
27-28 Kasım tarihlerinde Ekoloji Politik oturumları

Eski Yunanca’da yaşanılan yer/yurt anlamına gelen “oikos” ile, bilim, söylem anlamına gelen “logia” sözcüklerinin bir arada kullanımından oluşan ekoloji sözcüğü bugün  genel olarak “çevre mücadelesi” adı altında korumaya çalıştığımız bütünlüğü ifade etmekte. İnsanın özellikle Endüstri Devrimi’nden itibaren  hayatın bir parçası kıldığı makineleşme ile şiddetlenen mekanı değiştirme ve dönüştürme çabası ise aslında insanın ekolojinin karşısında bir antroposene dönüşme hikayesi. Sorunun düğümlendiği nokta ise yukarıda bahsi geçen “tek hat”a, yani kapitalist sisteme, uygulanagelen neoliberal politikalara işaret ediyor. Buradan da ışığın prizmada kırılmasıyla açığa çıkan renkler gibi devletin konumunda, vatandaşın pozisyonunda, kırsalda, kent yaşamında, emeğin ve her tür girdinin metalaştırılmasında, sermayenin ve pazarın gücünde, insanın doğayala ilişkisinde, sınıfsal ayırımlarda, eşitsizliğin mekansal ayırımlarında, sürdürülebilirlikte, negatif dışsallıklarda, homofobide, cinsiyet ayırımcılığında, adaletsiz uygulamalarda ve aklınıza gelebilecek her tüm toplumsal sorunda kendini gösteriyor. Zira ekolojinin farklı alanlarında derinleşen Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinden gelen akademisyenlerle, pratikte uzmanlaşanların katılımcılarla gerçekleştirdikleri paylaşımlar,  bu paylaşımlara karşılık gelen sorular, tek bir hattın hepsini kestiğini ortaya çıkartabilecek kadar tekrara  olanak tanıdı.

Örneğin Gıda Politikaları oturumunda Barselona Otonom Üniversitesi’nden Irmak Ertor ,  balık yetiştiriciliği üzerine yaptığı sunumla “Amaç gıdayı erişilebilir kılmak mı sermaye birikimini arttırmak mı”? tartışmasını başlatırken de Sezai Ozan Zeybek özellikle 90’lardan sonra Türkiye’de hayvancılığın geçirdiği evreleri çitleme ve mülksüzleştirme paralelinde yerli hayvanların yerine kültür ineği denen ithal ineklerin kullanılmaya başlandığına değinirken de  arka planda hep neoliberalizm kökenli politikaların çalıştığı görülüyordu. Benzer şekilde İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyelerinden Fatma Nil Döner’in Bursa Karacabey’de  gerçekleştirdiği doktora tez çalışması da çiftçinin borçlandırılarak toprağının elinden alındığını, şirketlerin ise toprak sahibi olarak mal varlıklarını arttırmış gösterdiğini ancak devlet alınan tarım teşviklerin başka sektörlerde değerlendirildiğini ortaya koyarak aynı şeyi söylüyordu. Bu bağlamda Çiftçi-sen temsilcisi Abdullah Aysu’ nun pratikten gelen bilgisi  Türkiye’de çiftçinin desteklenmediğini tersine çiftçinin ödemek zorunda bırakıldığı vergilerle devleti beslediğini açıklıyordu. Görünen o ki hayvancılığın şu ana kadarki akıbeti ile tarım faaliyetlerinde izlenen yol oldukça paraleldi. Bir başka vehamet ise tohumun özelleştirilmesinde yatıyordu, tarımın bittiği yerden tekrar başladığı yer  tohumken “Ürettiğiniz üründen elde ettiğiniz tohumu tekrar kullanamamıyorsanız o şey tohum değildir” diyordu Aysu. Onun deyimiyle  çiftçi de üretme hakkını kaybediyor tarla bekçisi konumuna düşüyordu.  3 yıllık bir kolektif olarak onarıcı tarım uygulamalarıyla uğraşan aynı zamanda tarım da yapan aynı zamanda Yeşil Gazete yazarlarından Durukan Dudu ise sahadan taşıdığı birikimiyle Türkiye’de tarımı geliştirecek başat aktörün kolektif kırsal örgütlenmeler olduğunu ve bunların onarıcı tarım yapabileceğini söylüyordu. Bu sorunların tek çözümü vardı o da  “kullanıcının geçirebileceği paradigma değişikliği”ydi.  “Kullanmak istediğiniz ürünü bize ürettirin, kendi  tercihinizi kendiniz yapın” diyordu Dudu .“Mesela Kırsaldaki örgütlenmeler yerel ekonomiden başlıyor, kentli gıda kullanıcısı olarak sosyal medyada sürece katkı sunun”.  Abdullah Aysu’nun da “Tarım ürünlerine Attığımız ilaçla sizi zehirliyoruz, tel fırçayla bile o zehri çıkaramazsınız, bu gidişatı ancak kentteki insan tercihleriyle değiştirebilir, örgütlenmeniz lazım” demesi baskı, müdahale ve tahakküm altındaki kullanıcı haklarının özgürleşmesi için tek anahtarın biz kullanıcıların elinde olduğu önermesini destekliyordu.

Gıda politikaları temalı oturumdan çıkan tartışma ekoloji mücadelesi penceresinden bakıldığında da karşımızdaydı . Hes projelerinde uygulanagelen politikaları ve beraberinde Hes karşıtı mücadelenin evrildiği yönü değerlendiren çalışmasıyla  Abant İzzet Baysal Universitesi’nden Nahide Konak yeni kalkınmacı trendin  sürdürülebilir enerji söylemi olduğunu ifade ediyordu. Zira Hes yatırımları makro yerine mikro projelerle yenilenebilir enerji olarak lanse ediliyor oysa suyun 49 yıllığına kiralanarak özel şirketlere verilmesine ve bu şekilde  metalaştırılmasına ise devam ediliyordu, tek fark bunların daha kısa sürede tamamlanan, daha az çevre tahribatı yaptığı iddia edilen daha az maliyetli projeler olmasıydı. Bilgi Üniversitesi’nde Ekonomi Doktora öğrencisi olan Orkun Doğan’ın yaptığı sunum ise devletin mega projelere öncelik veren büyüme yaklaşımı neticesinde uygulamaya konan zeytincilik yasasının devlet hazinesine bağlı yabani zeytinliklerin ekonomiye kazandırılmasına ilişkindi ve tarımın yerine mega  projelerin önünün nasıl açıldığını göstermesi açısından önemliydi.

Her nekadar bahsi geçen neoliberal politikalar çoğunlukla ekolojik bozulma temelli faaliyetlerde birbirini kesiyor görünse de esasen ekolojik bozulmanın sözde önüne geçmeye çalışan proje ve faaliyetler de bunun aksini yapmıyordu. Şöyle ki kullanılan söylem aynıydı: aynı ayrımcı tahakkümcu, metalaştıran formattaydı. Bu duruma güzel bir örnek Tanzanya’daki ortak orman arazilerinin özelleştirilmesi üzerine araştırmalar yapan Bilgi Üniversitesi’nden Melis Ece’nin çalışmasıydı. İklim değişikliğinin bahane edilerek orman arazilerinin çitlenmesi ve  gelişmiş ülkelerin girişimleri için yerel yönetimler hatta sivil toplum örgütleri eliyle halktan kopartılarak özelleştiriliyor bir nevi faunus içine konuyordu.

Bilgi üniveristesinde gerçekleştirilen ekoloji politik oturumlarını takip edebildiğim çerçevede anlatmaya çalıştım,  kayıtlarının youtube a yüklenmesi ve ilgilenenler için başvuru kaynağı haline getirilmesi planlandığı üzere ben de eş zamanlı olduğu için katılamadığım oturumları izleme fırsatı bulacağımı düşünerek seviniyorum. Önümüzdeki süreçte  ekolojinin politikasını ilgilendiren sorunların tespitine bağlı olarak çözüm önerileri ve olası işbirlikleri, dayanışma girişimlerinin başlatılması için somut adımlar da  atılabilir.

pnr kk

 

 

 

 

 

Pınar Demircan

Yeşil Gazete

Suudi Arabistan’da kadınlar ilk kez Aralık’taki seçimde sandığa gidiyor

Suudi Arabistan’da 12 Aralık’taki yerel seçimlerde kadınlar hem aday hem de seçmen olarak ilk kez bir seçime katılacak.

Suudi Arabistan’da kadınların ilk kez katılacağı belediye seçimleri için seçmen kayıtları ve aday listeleri tamamlandı. 284 belediye meclis üyeliği sandalyesi için 7 bin dolayında aday başvuruda bulundu. Bunlardan 900 kadarını kadınlar oluşturuyor. Seçmen kütüğüne kaydı yapılan kadınların sayısı ise 130 bin 600 olarak açıklandı. Erkek seçmenlerin sayısı bunun 10 katı civarında.

50

Kadınlara seçme-seçilme hakkı tanınmasına rağmen kadınlar ve erkeklerin ortak toplantılar düzenlemesine izin verilmiyor. Lucayın Hatlul ve Nesime El Sadah isimli iki kadının adaylığı ise iptal edildi.

Otomobil kullanan kadın adaya yasak

Lucayın Hatlul, geçen yıl Birleşik Arap Emirlikleri’nden Suudi Arabistan’a kendi kullandığı aracıyla giriş yaparken gözaltına alınmıştı. Lucayın Hatlul, kadınların otomobil kullanmasının yasak olduğu tek ülke olan Suudi Arabistan’da iki ay tutuklu kalmıştı. Hatlul, adaylığına izin verilmemesi karşısında yargı yoluna başvuracağını açıkladı.

Adaylığına gerekçe gösterilmeksizin izin verilmeyen Nesime El Sadah ise seçim kampanyasına son verdi.

Suudi Arabistanlı kadınlar, erkeklere kıyasla birçok haktan yoksun. Suudi kadınlar, otomobil kullanma yasağını zaman zaman eylemlerle protesto ediyor. Suudi Arabistan, dünyada kadınların otomobil kullanmasını yasaklayan tek ülke. Diğer İslam ülkelerinin aksine her Suudi kadının kendisi için işleri halleden bir vasisi var. Örneğin babası, eşi ya da erkek kardeşi.

Muhafazakârlara göre, kadının yeri evi. Eğer kadınlar erkek kontrolü olmadan etrafta dolaşırsa ahlaksızlığın önünün açılacağını savunuyor. Hatta bir İslam âlimi, direksiyon başında oturmanın yumurtalıklara olumsuz etkisi olduğunu bile iddia etmişti.
(Deutsche Welle Türkçe)

Şiddete maruz kalanlar için Trans Destek Hattı kuruldu

İstanbul LGBTTİ Dayanışma Derneği’nin yürüttüğü ve Açık Toplum Vakfı’nın desteklediği proje ile trans bireylere hukuki destek sağlanması, şiddete maruz kalan kişilerin korunması hedefleniyor. İstanbul LGBTT bir Trans* Hakları ismiyle başlayan proje için 10 Kasım’da çalışma başlatıldı.

49

Proje ile yapılan hak ihlallerinin önüne geçilmesi hedefleniyor. Hayata geçen bu projeye göre avukat ihtiyacı olan trans bireyler, gasp, yaralama, polis şiddeti, ev baskınları ve cinayete teşebbüs gibi durumlara maruz kaldıklar zaman bu hat üzerinden bilgi verecekler. İstanbul’da yürütülecek olan projede her iki yakada da 7/24 ulaşılabilecek bir avukat bulunacak.

Trans Destek Hattı: 0538 560 32 22

Trans bireylerin avukatlara ihtiyaç duyduklarında arayabilecekleri numara: 0538 560 32 22

İstanbul LGBTTİ Dayanışma Derneği Genel Sekreteri Kıvılcım Arat, projenin amacının kayıt altına alınmayıp yargıya yansımayan translara yönelik şiddetleri rapor altına alarak yargıya taşınması olduğunu söyledi. Arat, “Bu proje ile yıl sonunda saldırıları rapor altına alarak yargıya taşımak istiyoruz. Buna göre trans bireylere karşı yapılan şiddet için var olan cezasız durumunu ortadan kaldırmak için avukatlarla birlikte baskı oluşturmak istiyoruz” diye konuştu.

Özellikle trans seks işçisi kadınların hayatlarında şiddetin günlük bir durum haline geldiğini söyleyen Arat, “Translar şiddet gördükten sonra makyajlarını yapıp tekrar çalışmaya başlıyorlar; sıradan bir şeymiş gibi bunu yaşıyorlar. Hastaneye gitseler de polise gitseler de bunun takibi yapılmıyor. Translara uygulanan polis, yargı, devlet işbirliğini kırmak istiyoruz. Şiddete uğrayan trans kadınlar polise gittikleri zaman kayıt altına alınmıyor hiçbir şey. Polislerin yaptığı bu hak ihlalini önüne geçeceğiz” ifadelerini kullandı.

Projede geçen “trans” kelimesi bir şemsiye olarak kullanılıyor. Kendini trans kadın ve erkek, transgender, travesti, drag queen, crossdress olarak tanımlayan herkesin bu tarz durumlarla karşılaştığında destek isteyebileceği belirtildi.

 

(Pembe Hayat.org)

Kanada’da 800 yıllık tohumdan Kabak ürettiler

http://www.zmescience.com/science/archaeology/squash-species-variety-19112015/

http://www.zmescience.com/science/archaeology/squash-species-variety-19112015/

Kanada’da İlk Uluslar’daki (Kanada’da İnuit ya da Metis olmayan yerli halka verilen isim) arkeolojik kazılarda başka buluntularla birlikte 800 yıllık küçük bir çanak da bulundu. Araştırmacılar çanağın içinde soyu tükendiği var sayılan bir tür dev kabak tohumu buldular. Fakat şimdi bu tohumlar sayesinde bu tür tekrar canlandırıldı.

47

Burada oldukça karışık bir bilim uygulandığını düşünebilirsiniz fakat tohumlar sadece doğal şekilde korunmuş durumdalar. Hepsi değil ancak bazı tohumlar hâlâ canlı. Canadian Mennoite Üniversitesi’nden öğrenciler bu tohumlardan başarılı şekilde bir tane dev kabak yetiştirdiler ve burada durmuyorlar. Yeni ürettikleri tohumlardan daha fazla dev kabak yetiştirmek istiyorlar.

Winnipeg’deki araştırma bahçesi koordinatörü Brian Etkin bunun önemli bir başarı olduğunu söylüyor.

Gete Okosomin

48

Bu kabak büyük bir topluluğun bir kabilesini temsil ediyor ve bu topluluk içindeki herkesin yurttaş oldukları üzerinden bir yeri ve yiyeceğe erişim hakkı var.” diyor Etkin ve ekliyor;

“Geçen on yıllarda ürettiğimiz tarım ürünleri ve sebzelerimizin çeşidini dramatik bir şekilde azalttık. Marketlerde bulabilecekleriniz (hatta yerel çiftçi pazarlarında) daha önceden yetiştirdiklerimizin sadece küçük bir bölümü. Bu kötü bir şey olmak zorunda değil çünkü daha verimli türler üzerinde odaklandık fakat fark etmeye başladık ki bitki çeşitliliğini tehlikeli derecede kaybetmeye başladığımızı fark ettik. Birçok grup şimdilerde unutulmuş olan çeşitliliği canlandırmaya ya da getirmeye çalışıyor.”

Bu türe “Gete Okosomin” ismini verdiler. Nasıl tercüme edildiğine bağlı olarak kabaca bir tercümesi “Sahiden harika eski kabak (Really Cool Old Squash)” ya da “Büyük eski kabak (Big Old Squash)” şeklinde.

Apaçık ki, tohumları çanağın içine kim koyduysa bu kadar geç kullanılmasını beklemiyordu fakat geç olması hiç olmamasından daha iyi. Onlara şükürler olsun ki bu kabak türü yok olmayacak. Kim bilir bu durumda daha kaç tane bitki türü bulunmakta.

 

Haberin İngilizce Orjinali

Haber: Mihai Andrei

Yeşil Gazete için Çeviri: Ali Serdar Gültekin

(Yeşil Gazete, Zmescience.com)