Ana Sayfa Blog Sayfa 3556

Paris İklim Zirvesi ve BM müzakereleri ile ilgili bilmeniz gereken herşey

Parçası olduğumuz İklim Yayıncıları Ağı (Climate Publishers Network) kapsamında ve The Guardian Keep it in the Ground kampanyası dahilinde Fiona  Harvey tarafından The Guardian‘da yayınlanan yazıyı VoxEurop‘dan Şehnaz Tahir‘in çevirisiyle suınuyoruz.

***

Bonn’da yürütülen BM iklim müzakelerinin ardından 30 Kasım’da başlamış olan, 11 Aralık’a  kadar Paris’te gerçekleşecek iklim konferansının önemine göz atıyoruz.

Fotoğraf: EcoWatch
Fotoğraf: EcoWatch

Bu Aralıkta Paris’te neler olacak?

190’dan fazla ülkenin hükümeti Paris’te iklim değişikliği üzerine olası yeni bir küresel anlaşmayı görüşmek üzere bir araya gelecekler. Bu anlaşmanın amacı küresel sera gazı salımlarının azaltılması ve böylece tehlikeli boyutlara ulaşan iklim değişikliği tehlikesinin bertaraf edilmesi olacak.

Neden şimdi?

Sera gazı salımlarıyla ilgili mevcut taahhütler 2020’de sona eriyor, bu nedenle Paris’te hükümetlerin en azından bundan sonraki on yılda, potansiyel olarak da bunun ötesinde, neler olacağına dair bir anlaşmaya varmaları bekleniyor.

Bu neden önemli?

Bilim adamları sera gazı salımlarının artmaya devam etmesi durumunda küresel ısınmanın bir felaket boyutuna ulaşacağı ve artık geri dönüş olasılığının kalmayacağı eşiği aşacağımız konusunda uyarıda bulunuyorlar. Bu eşiğin sanayi devrimi öncesindeki düzeyin 2 derece üzerinde bir sıcaklık artışı olduğu tahmin ediliyor; oysa mevcut salımlarla yaklaşık 5 derecelik bir sıcaklık artışına doğru gidiyoruz. Bu kulağa pek fazla gelmeyebilir ama bugünün dünyasıyla en son buzul çağı arasındaki sıcaklık farkı 5 derece civarındaydı, o nedenle sıcaklıkta ufak gibi görünen değişiklikler yeryüzü için büyük farklar yaratabilir.

Neden bugüne kadar kimse bu konuda küresel bir anlaşma hazırlamayı düşünmedi?

Düşünün: küresel iklim değişikliği müzakereleri 20 yılı aşkın bir süredir devam ediyor. İklim değişikliğinin tarihi çok daha gerilere gidiyor: 19. yüzyılda fizikçiler sera gazlarının, özellikle de karbondioksitin atmosferdeki rolüyle ilgili teoriler üretmişti ve bazıları bu gazların atmosferdeki düzeyleri arttıkça ısınma etkisinin de artacağını öne sürmüştü. Ama o dönemde bu bir teori olarak kalmıştı.

Ancak geride bıraktığımız son otuz, kırk yılda bilim insanları mevcut karbon düzeyleri ve sıcaklıklar arasında bir ilişki kurulabilmesi için gerekli ölçümleri yapmaya başladılar ve o dönemden bu yana yapılan bilimsel çalışmalar tek bir yöne işaret ederek fosil yakıtları kullanımından ve sanayi faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazlarının salımlarındaki artışın sıcaklık artışına yol açtığını ortaya koydu.

Küresel ısınma durmadı mı?

Hayır. Dünyada sıcaklıklar bariz bir yükseliş içinde. 1998 yılında ani bir yükseliş, sonrasında da sıcaklıklarda belli bir azalma oldu – ama sıcaklıklar daha önceki on yıllara göre yüksek seyretmeye devam etti – bunun üzerine iklim değişikliği konusunda şüpheci davranan bazı kesimler dünyanın soğumaya başladığını iddia etti.

1998’den bu yana geçen dönemde küresel sıcaklıklar bir önceki 30 yıla göre daha yavaş artış gösterdi. Bu da şüpheciler tarafından küresel ısınmanın “durakladığı” biçiminde yorumlandı.

Ancak unutmayalım ki sıcaklıklar düşmedi ya da aynı kalmadı – artmaya devam etti. Hava sistemlerimizdeki iniş çıkışlar düşünüldüğünde ısınmanın yavaşladığı bir dönemden geçilmesi doğal karşılanmalı.

Son iki yıldır ısınma hızı yine artmışa benziyor ama bundan yola çıkarak bir sonuca varmak için henüz erken.

Küresel anlaşmayla ilgili nasıl bir ilerleme gerçekleşti?

1992’de hükümetler  Rio de Janeiro’da bir araya gelmiş ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’nı (UNFCCC) oluşturmuştu. Hala yürürlükte olan bu anlaşma hükümetlerin iklim değişikliğinin tehlikelerini önlenmek için adımlar atmalarını öngörmüş, ancak bu adımların neler olacağını belirlememişti. Bunu izleyen beş yıl boyunca hükümetler her birinin ne yapacağını ve gelişmiş ülkelerle yoksul ülkelerin üstleneceği rollerin neler olacağını belirlemeye çalıştı.

Müzakerelerle geçen bu yıllar 1997’de Kyoto protokolünü ortaya çıkardı. Bu pakt, 2012 yılına kadar salımların 1990 düzeylerine göre yaklaşık % 5 azaltılmasını gerektiriyordu. Her gelişmiş ülkeye emisyon azaltımları için hedefler verildi. Ne var ki Çin, Güney Kore, Meksika ve diğer hızla gelişen ekonomilerin de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkelere hedef verilmemiş ve salımlarını istedikleri gibi artırmalarına izin verilmişti.

O dönemde ABD başkan yardımcısı olarak Al Gore protokolü imzaladı ama çok geçmeden protokolün ABD Kongresi tarafından asla onaylanmayacağı anlaşıldı. Hukuki olarak küresel salımların %55’ini temsil eden ülkeler onaylayana kadar protokol yürürlüğe giremeyecekti. O dönemde dünyadaki en büyük emisyon kaynağı olan ABD protokole dahil olmadığı sürece bu asla gerçekleşemeyecekti.

Böylece bunu izleyen on yıl boyunca Kyoto protokolü sürüncemede kaldı ve küresel iklim müzakereleri hemen hemen durdu. Ancak 2004’ün sonlarında Rusya beklenmedik bir anda antlaşmayı onaylamaya karar verdi – amacı Dünya Ticaret Örgütü başvurusunun Avrupa Birliği tarafından kabul edilmesini sağlamaktı. Bu karar gereken oranı sağladı ve protokol nihayet yürürlüğe girdi.

Demek ki küresel bir anlaşma imzalandı…

Tam sayılmaz. George W. Bush yönetimindeki ABD kesin olarak Kyoto’nun dışında kaldı, bu nedenle BM müzakereleri her yıl düzenlenmeye devam etse de ABD’yi temsil eden müzakereciler dünyanın diğer ülkeleriyle aynı masaya oturmadılar. ABD’nin devreye girerek başlıca gelişmekte olan ekonomileri – ve özellikle artık dünyanın bir numaralı emisyon kaynağı olan Çin’i – salımlarına bir sınır getirmeleri yolunda teşvik etmesi için yeni bir yaklaşım gerektiği açıktı.

Bunun ardından 2007 yılında olaylı geçen müzakereler sonrasında Bali’de dünyayı Kyoto’nun yerini alacak yeni bir anlaşmaya doğru götürecek bir eylem planı benimsendi.

Ne kadar da uzun sürdü… Bundan sonra ne oldu?

Gerçekten çok uzun sürdü. Ancak 196 ülkenin onayını almak asla kolay olmayacaktı. Bu yılan hikayesinin bir sonraki perdesi bu işin ne kadar zor olduğunu 2009 Kopenhag konferansında açıkça gösterdi.

Kopenhag’da neler oldu?

Antlaşma dışında herşey. Dünyanın bütün gelişmiş ülkeleri ve en büyük gelişmekte olan ülkeleri ilk kez sera gazı salımlarını sınırlandırmayı kabul etti. Bu bir dönüm noktasıydı, dünyanın en büyük emisyon kaynaklarının tek bir hedefe doğru birleştiğini gösteriyordu.

Üzerinde anlaşmaya varılan emisyon azaltımları hala bilimsel tavsiyelerin altında kalıyordu ama “olağan senaryoya” göre emisyonların azaltılmasında önemli bir ilerleme teşkil ediyordu.

Ancak bu toplantıda başarılamayan şey STK’ların ve basının özellikle vurguladığı bir nokta oldu: Toplantıdan ayrıntılı ve hukuki açıdan bağlayıcı bir antlaşma çıkmamıştı.

Bu önemli mi?

Bakış açınıza göre değişir. Kyoto protokolü çok iyi yazılmış, tutarlı, tamamen hukuki bağlayıcılığı olan uluslararası bir antlaşmaydı ve aynı derecede bağlayıcı olan UNFCCC’nin bir alt antlaşması niteliğindeydi. Ancak asla amaçlarına ulaşamadı çünkü ABD tarafından onaylanmamış, Rusya tarafından onaylandığındaysa artık çok geç olmuştu. Üstelik Kyoto kapsamında taahütlerini yerine getiremeyen ülkelerin hiçbirine yaptırım uygulanmadı.

Öte yandan Kopenhag anlaşması BM tarafından konferansta son dakikada oluşan kaos nedeniyle 2009’da onaylanmadı ama bir sonraki yıl Cancun anlaşmaları adı altında onaylandı. Bu nedenle Kopenhag anlaşması yeşil gruplar tarafından bir başarısızlık olarak görüldü ve alaya alındı.

Ancak Kopenhag’da üzerinde anlaşmaya varılan hedefler dünya liderleri tarafından imzalanan bir belge olarak hala ayakta duruyor.

Paris’ten nasıl bir anlaşma çıkacak?

En büyük emisyon kaynaklarının hangi taahhütlerde bulunduğunu zaten biliyoruz. AB 2030’a kadar salımlarını 1990 düzeylerine göre % 40 azaltacak. ABD 2025 yılına kadar salımlarını 2005 düzeylerinin %26-28’i kadar azaltacak. Çin salımlarını 2030 düzeyi ile sınırlı tutmayı kabul edecek.

Küresel emisyonların %90’ından fazlasından sorumlu olan ülkeler artık hedeflerini açıklamış durumda – bunlara BM diliyle Ulusal Katkı Niyeti (Intended Nationally Determined Contributions ya da kısaca INDC) deniyor. Katkıları farklılık gösterse de buna başlıca bütün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler dahil: gelişmiş ülkeler açısından katkılar salımlarda azaltmaya gidilmesini içerirken gelişmekte olan ülkelerde “olağan senaryoya” göre salımlara sınır getirilmesinden tutun düşük karbonlu enerjiyi artırma ya da ormanları koruma vaatlerine kadar uzanan bir çeşitlilikte hedefler söz konusu.

BM tarafından onaylanan INDC’lere ayrıntılı olarak bakıldığında bu vaatlerin dünyanın yaklaşık 2,7 ya da 3 derece ısınması için yeterli oldukları görülüyor. Bu bilimsel tavsiyeleri yerine getiren bir oran değil. Ancak iş bu kadarla kalmıyor. Paris anlaşmasının en önemli bileşenlerinden biri emisyon hedeflerinin her beş yılda bir değerlendirilmesi için bir sistem kurulması ve gerektiğinde hedeflerin yükseltilebilmesi.

Bunu tamamlayan bir diğer yakaşım ise salımları BM sürecinin dışında düşürmeye gayret etmek ve bunun için belediye, yerel yönetim ve şirketler gibi “devlet dışı aktörlerin” katılımını sağlayarak daha fazla şey yapılmasını sağlamak.

Eğer başlıca ülkelerin taahhütleri tamamsa Paris’te anlaşmaya varılması kesin mi?

Hiç de kesin değil – salımların azaltılmasının yanı sıra bir diğer önemli konu finansman. Düşük gelirli ülkeler sera gazı salımlarını azaltmaları için temiz teknolojiye yatırım yapmaları ve altyapılarını iklim değişikliğinin getirmesi muhtemel zararlara karşı koruyabilmeleri için gerekli finansmanı zengin ülkelerin karşılamasını istiyor.

Bu son derece tartışmalı bir konu. Anlaşmanın finansla ilgili kısmının son anda çözüldüğü Kopenhag’da zengin ülkeler yoksul ülkelere 30 milyar (20 milyar) dolar tutarında “hızlı başlangıç” finansman desteği sağlamayı kabul etmiş, 2020 yılına gelindiğinde yılda en az 100 milyar dolarlık bir mali akış sağlanacağını söylemişlerdi.

Paris’te varılacak herhangi bir anlaşmanın temel taşı olarak yoksul ülkeler bu vaadin yerine getirilmesi için güvence isteyecektir. Bu güvence birkaç biçimde verilmiş bulunuyor: OECD’nin Ekim ayında yayınladığı rapor gereken finansmanın üçte ikisinin verilmeye başlandığını ortaya koyarken Dünya Kaynaklar Enstitüsü tarafından hazırlanan bir raporda paranın geri kalanının Dünya Bankası, diğer kalkınma bankaları ve özel sektör tarafından sağlanan desteğin artırılması yoluyla bulunabileceği gösteriliyor. Dünya Bankası ve çeşitli hükümetler mali yardımlarını artıracaklarına şimdiden taahhüt vermiş durumdalar, yani 2020 hedefine doğru daha net bir yolun ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Ne var ki iş bununla bitmiyor. Yoksul ülkeler 2020 sonrasında da benzer bir desteğin sürdürülmesini istiyorlar, ancak bunun nasıl yapılacağına dair ciddi bir görüş ayrılığı var. Bazı ülkeler paranın hepsinin zengin ülkelerden gelmesini istiyor, ancak bu zengin ülkeler gerekli fonların yalnızca kamu bütçesinden gelemeyeceği konusunda kararlı. Dünya Bankası gibi uluslararası kalkınma bankalarının devreye girmesini ve finansmanın çoğunun özel sektörden gelmesini istiyorlar.

Anlaşmaya varılması hala mümkün ama bu konu Paris’ten çıkacak anlaşmanın önündeki en büyük engel.

Dünya liderleri anlaşmaya varmak üzere Paris’e gidiyor mi?

Evet. 130’dan fazla ülkenin devlet ya da hükümet başkanları geleceklerini bildirdiler. Bunların arasında ABD’den Barack Obama, Çin’den Xi Jinping, Hindistan’dan Narendra Modi, Almanya’dan Angela Merkel ve Birleşik Krallık’tan David Cameron da var. Henüz kimse Paris’teki terör saldırılarını mazeret olarak gösterip seyahatini iptal etmedi ve kentte güvenlik önlemleri bu konuda güvence vermek üzere artırıldı. Ne var ki Kopenhag’ın tersine bu kez liderler konferansın başında Paris’e gelecekler. Kopenhag’da liderler iki haftalık görüşmelerin en son dakikasında gelmiş, müzakere heyetlerinin kaos içinde olduğunu ve kendilerine imzalayabilecekleri net bir anlaşma hazırlayamadıklarını görmüşlerdi. Bu sefer liderler müzakere heyetlerine net talimatlar verecek ve görüşmelerin sonunda nihai bir anlaşma metni hazırlanmasını bekleyecekler.

Fransa adına konferansa dışişleri bakanı Laurent Fabius ve çevre bakanı Segolene Royal başkanlık edecek, ancak Fransa cumhurbaşkanı Francois Hollande da önemli bir rol üstlenecek. Hepsi bir anlaşmaya varılacağından emin görünüyor.

Paris’te başka neler olabilir?

En önemli sorun güvenlik. Fransa’nın başkentine kısa bir süre önce yapılan saldırılar ve silahlı kuvvetlerin engellediği yeni saldırılarla ilgili haberler yüzünden Paris’teki atmosfer daha önce büyük uluslararası müzakerelere ev sahipliği yapan diğer kentlerden çok farklı olacak. Güvenlik yüksek seviyeye çıkarılacak – Fransız polisi ve ordusu sokakları bekleyecek ve konferans makanında üniformalı BM muhafızları nöbet tutacak – ancak 13 Kasım günü yaşanan cinayetler bütün delegelerin üzerine kara bir bulut gibi çökecek. Bu nedenle belki de dünya liderlerinin katıldığı özel toplantılarda iklim değişikliğinden önce terörizm konuşulacak. Diğer taraftan etraflarındaki trajik koşulların etkisiyle delegeler kendilerini bir anlaşmaya varmak için daha fazla baskı altında hissedebilirler.

Eğer ülkeler bu koşullar altında bir araya gelerek iklim konusunda hakkaniyetli hedefler üzerinde anlaşmaya varabilirlerse bu, uluslararası işbirliği adına, menfaatimiz ve güvenliğimiz için, geleceğe duyduğumuz inanç için ve bu üç unsura zarar vermeye çalışan güçlere karşı bir zafer olacaktır.

Yazının İngilizce Orijinali

Yazı:  Fiona Harvey

Çeviri:  Şehnaz Tahir/VoxEurop

The Guardian / Keep it in the Ground izniyle

(Yeşil Gazete, The Guardian/Keep it in the Ground, Climate Publishers Network)

Nar Çiftliği, bilgelik ve mekan – Nur Elçik

Gencecik, aklı heves ve arzularla şevke gelmiş bir üniversite öğrencisiydim. Biraz kalender meşrepliğimi kanıtlama derdimden biraz da bir şeylerle kuvvetli bağ kurma ihtiyacımdan olsa gerek ders sonralarında Sultanahmet’in yayınevlerini dolaşıyordum. Bağlam Yayınları‘nı bilir misiniz? Şahane serileri vardır. Ben de psikanaliz serisi aşkına girmiştim Bağlam Yayınları odasına. Beyne bal çalan o kadar düşünürü sayfalarında gezdirmiş, kafanızı esastan karıştırmış, aklınıza gelen fikrin kitabını basmış yayınevinde bir altınsaray düşlerken, kendinizi, üstüste konulmuş, içeri girecek ananın “ben evladımı böyle mi yetiştirdim!” diye feryat basacağı dağınıklıkta, anarşist mekandan hallice bir odada buluyorsunuz. Ortasında da evliya sakallı, “gençliğinde ne yakışıklıdır.” diyeceğiniz hesapta bir amca.

Kendimce şirin olma hevesiyle sormuştum şuncacık nüktedanlığımla. “Amca, burlar niye böyle dağınık, nem kokuyor bi’ de.”diye. (Evet o zamanlar şahsına münhasır bir şirinlik tavrım var idi). Amcam yüzüme usulden gülümsedikten sonra demişti ki “Dert etme güzel kızım, mekan bilgiye de bilgeliğe de mani değil. Tam tersi onunla büyürsün, yeter ki mekanla yaşamayı bil.” Sonra bana durduk yere fasulyenin nasıl yetiştiğinden, onun hayatla bağından, Bağlam Yayınları’nın Zeki Müren sayısını neden beğendiğinden, içtiği çayın bildiği yerden geldiğinden ve sırf bu yüzden de bir tek çay içerken içinin ne kadar rahat olduğundan bahsetti. Bunlar olurken o, hep o dağınık mekandaydı. O, hep sevdiği yerde oturuyor, hatırlamak istediği bir şey oldukça raftan kitabını kapıyordu. Ben ondan sonra amcamı da, bilgeliğini de arada bir ziyaret ettim. Fasulyeyi kitaptan okurdum da fasulyenin duygusunu, fasulyenin duygusuna karşı insanın duygusunu amcam anlatabilirdi bi’. O zaman anlamıştım sanırım ihtiyacımızın bilgiden ziyade bilgelik olduğunu, bu bilgeliğin insana bilgiden ziyade hakikate bakmasını sağlayacak müstakil bir bakış bahşettiğini ve bilgeliğin mekandan nasıl beslendiğini.

Doğanın dilini öğrenmek

19-Narçiftliği(1)

Nar Çiftliği’nin benim için farkı işte bu yukarıda bahsettiğim bilgelik tavrıyla donanması. Nardane Hanım (Nar anne) bana, “Depresyona girdiğimi nasıl anlarım biliyor musun? Toprakla ilişkim bittiği zaman.” derken, doğaya her gidişinde cebinde sakladığı tohumları, doğanın bizden bağımsız da devam etmesine el vermek için yere bırakırken, çocukluğunu çiftlikte geçirmiş birini “onun göz görgüsü bile yeter” diyerek ihya ederken yahut topraktaki tüm bitkiyi tohumuyla çekmenin de soykırım olduğunu yinelerken mekanla kurduğu ilişkinin muhteviyatını özetliyordu aslında: Doğanın dilini öğrenmek. Yani gramerini çözmek, pratiğini yapmadan onunla yeter derece konuşalamayacağını bilmek, doğa dilinin edebiyatına, sanatına bulaştıkça keyfinin çoğalacağını görmek ve bu dilin bir ülke hükümranlığında değil, herkesçe konuşulabilir olma halkçılığında yükseldiğini bilerek bu adalete içkin bir saygı geliştirmek.

Nar Çiftliği nizamı bu saygı üzerinde temelleniyor işte. Bu nizam, hangi tohumun hangi tohumla ekilebileceği bilgisiyle yetinen kafalara inat, tohum yasasına isyan niteliğinde bir ata tohumu değişiminin onu bir değişimden daha büyük bir şeye dönüştürdüğü malumatıyla donanmanın, yanı başındaki ormanı alaşağı etmeye niyetlenenlerin karşısına her seferinde öfkeyle dikilen anlayışın başka bir hakikate tekabül ettiğini biliyor ve bu hakikatin derin bir kavrama melekesi gerektirdiğini anlatıyor bize. Bu nizam nar çiftliğinin fıtratında var. Mümtaz dayı, Ahmet abi, Taylan, Nar çiftliği ablaları /abileri, gün içinde samimiyetleriyle, fidelere dokunma itinalarıyla, birbirleriyle kurdukları kolektifvarimsi dayanışma biçimleriyle bu hükema tavırdan nasiplendiriyorlar sizi. Esastan bu böyle.

Başkaca şunu da biliyorum. Bu derin ve kapsayıcı hayata bakış zaviyesi kendinizi adil olmayan her tavrın karşısında konumlandırdığınızda sizden cesaret alıp genişliyor. “Hayır o çöpe gitmesin” dediğinizde, tohum yasasına isyan ettiğinizde, illaki dışarıdan alacağınız tarım kooperatiflerini seçtiğinizde, ekolojik temizliği seçerek bir yıkıcı markayı daha rafından etme erkiyle donandığınızda, kahvaltılığınızı sırf isyanını, inadını takdir ettiğiniz için Sarıkeçililer’den*1 almayı seçtiğinizde, HES’lere dudak bükmekten fazlasına niyetlendiğinizde, nerede dayanışma ihtiyacı olduğunu takip ettiğinizde, yahut Ankara’da ölenlere içten bir ah çekip elinizi tekrar yeşile verdiğinizde bu bilgelik de güçleniyor yeşile dair inşa edici vasilik de.

Bulunduğunuz mekanla ilişkiniz o mekanı da sizi de içine katıp ilerliyor. Mekan sizi, siz mekanı sahipleniyorsunuz. Dünyaya borcunu ödemeye gönüllenmiş anlatılarınızı genişletip, doğanın tarihinden çalan yüzsüzlerin ürettiği politika karşısında bu sefer mekanınızla birlikte ve hep daha üretken, daha esaslı bir şekilde duruyorsunuz. Misal, Nardane Hanıma kırsala yerleşme planlarımdan (hayal diyenin dilini mühürlerim!!) bahsettiğimde bana “Bir yere sahip olmak onun tapusunu almakla olmaz, onunla birlikte yaşayıp yaşayamayacağını görmelisin.” dediğinde mevzunun bitkileri tanımak, orada ne yetiştiğini görmek kadar, kırsalın duygusal coğrafyasını çıkarmakla, bir mekanı ikbal arzusuna kapılmadan anlama ve anlatma merakıyla ilişkili olduğunu biliyorum. Bunun da mekanla eşit ve derleyici bir ilişki kurarak, ortak düşmana karşı birlikte direnmemi sağlayacağını görüyorum.

Ahmet Hamdi Tanpınar diyor ki “Yolculuk benim üzerimde daima iyi ve unutturucu bir tesir yapar. Istıraplarımızın, üzüntülerimizin mekânla, yahut hayatımızın tabiî muhiti ile sıkı bir alâkası olsa gerek”. Madem ki gerçek yolculuk geri dönüştür*2, kırsal benim hem mekanım, hem de yolumdur. Ben bu yolu layığıyla yürümekle mükellefim. Ne şanslıyım ki doğaya layık olanla bana layık olan arasındaki bağlar kuvvetli. Onun da en az benim kadar hakkaniyetli, ruhlu, duygulu bir şey yaratmaya niyetli olduğuna eminim. Bundan dolayıdır ki yeşilin kasidesini yazarken imtina edecek, bu imtinayı, her türlü talanı pazarlayanlar karşısında konumlanarak, bu dönüşteki dönüştürücülüğümü gözeterek koruyacağım. Ve her şeyin kökünden başlayacağım, Dostoyevski’nin dediği gibi, derin ve zengin kişiliğin ‘Suçluyum,’ demekle kurulacağını bilerek. Tabiat karşısında suçluyum ve fakat bu sefer ahde vefa için geliyorum.

Not: Nardane Hanım’a özel teşekkür etmek isterim. Veganlığım hep, sofrada vegan olanla yetinilmesi gereken bir yeme biçimi olarak algılanırken ilk defa sizin tarafınızdan insanları eşitleyici bir ayrıntı olarak esaslandı. Bana “sofrada herkesi eşitlemek adalettendir.” dediğinizde duygulanışım bundan. Nasıl olsa sofrada şu var onu yer diyerek mevzuyu yeme içme biçimine indirgemek yerine, birinin neyden mahrum kaldığının hesabını yapmak da bu dünyada oyunu adil oynamanın yolu işte. Ben veganlığımla hiçbir şeyden mahrum kaldığımı hiçbir zaman hissetmedim fakat, birinin, sofrada olandan yeterince nasiplenmeyeni görmesi, ona dair çözüm üretmesi bu ülkenin azınlık politikasına da, gelir bölüşümüne de merhem niteliğinde. Ve asıl bunun tadı çok başkaydı. Ellerinizden öperim.

.1 Sarıkeçililer: Anadolu’da yaşayan yörük kültürünün son temsilcilerindendirler ve hayvancılıkla geçinirler.

.2 Gerçek yolculuk geri dönüştür. Ursula Le Guin

20-Nur-Elcik

 

 

Nur Elçik

[Son Dakika] İstanbul Bayrampaşa’da patlama!

İstanbul Bayrampaşa metro istasyonu yakınlarındaki üst geçitte bir patlama meydana geldi. Trafodan kaynaklandığı sanılan patlamanın  nedeni araştırılıyor. İlk belirlemere göre, patlamada 1 kişi öldü 1 kişi de yaralandı.

18

Patlama sesi diğer semtlerden de duyulurken, metro seferleri durduruldu. Bölgeye çok sayıda ambulans yönlendirildi.

İlk belirlemere göre, patlamada 1 kişi öldü 1 kişi de yaralandı. Polis telsizinden patlamanın trafodan kaynaklandığı bilgisi geçti ancak bu bilgi henüz netlik kazanmadı.

 

1. Gün: Paris Zirvesinde Liderler, Gerçekler ve Pislikler

COP21 Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nin ilk günü (30 Kasım Pazartesi) liderlerin meydana (Le Bourget) çıkmasıyla heyecanla başladı. Heyecanlı çünkü liderlerin bu zirvelerin ilk gününden gelmesi görülmüş şey değil. Hatta iklim zirvelerinin yüz karası Kopenhag 2009’da liderler son gün gelmişti. İki hafta süren zirvede liderler genelde ikinci hafta katılım gösterseler de Paris’ten bir ‘iklim anlaşması’ çıkması için bağlılıklarını göstermek amacıyla böyle bir şov yapıldı. 195 ülkeden 150 lider katılım gösterdi.

Medya merkezleri kameralar ile doluydu, ortalıkta vızıldayan arılar şeklinde dolaşan güvenlik+medya+danışman+lider kümeleri dolaşıyordu, güvenlik üst seviyedeydi.

TSİ 13.00’de başlayan konuşmalar 21.00’de sona erdi ama kendi adıma ben TSİ 18.00 gibi hüsrana uğramıştım. Konuşmalar tamamen bilindik:

* Amerika Başkanı Obama her zamanki ‘Yes, We Can!’ (Evet, yapabiliriz!) konuşmasını yaptı,

* Çin Başkanı Xi Jinping Paris yeni bir başlangıç dedi (Ünlü yazar/gazeteci Naomi Klein’ın da dediği gibi 21 yıl geç kalınmış bir başlangıç),

* Rusya Başkanı Putin’in konuşması en azından iklim değişikliğinin varlığını kabul ettiği için övüldü,

* Hindistan Başbakanı Narendra Modi 100milyar dolarlık yeşil iklim fonundan payını istedi,

* Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan artık alıştığımız ‘artıştan azaltım’ hedefini yineledi.

En azından,

* Almanya Başbakanı Merkel şu ana kadar sunulmuş katkı paylarını iyi bir umut ışığı olarak değerlendirse de 2C hedefine ulaşılması yolunda zayıf olduğunu ve bu ardaki boşluğun Paris’te kapatılması gerektiğini belirtti. Eğer şu an verilen hedefler tutturulursa küresel ısınma tüm bilim insanlarının öngörülemeyecek tehlikelerin sınırı diye nitelediği 2C’yi aşıp 2.7C’yi bulacak.

* Pasifik ada ülkesi Kiribati Başkanı Anote Tong iklim değişikliği yüzünden yükselen suların batırdığı ülkesinde yaşayan insanları Fiji’nin mülteci alacağını müjdeledi. Kiribati daha önce Yeni Zelanda ve Avusturalya ile iklim göçü teklifiyle gitmiş ancak eli boş dönmüştü.

İklim Zirvesi ışıl ışıl bir ambalaj. O kadar cevreci ki ‘hiçbir yerde su satılmıyor’ (düzeltme: ilk gün su satılan iki yer keşfettim) bu yüzden girişte verilen hoşgeldiniz paketindeki matarayı yanınızda taşıyarak sebillerden su doldurabilirsiniz. O kadar cevreci ki plastik bardakların hepsi depozitolu, kaşıklar tahtadan, her şey geri dönüştürülebilir, ve sürekli bizlere bu zirveye gelmek için saldığımız karbonu sıfırlama çağrıları yapılıyor.

Bugün ise bu satırları bomboş bir medya merkezinden yazıyorum çünkü liderler ve peşlerindeki basın ordusu özel jetleriyle evlerine döndüler (acaba onlar karbon ayak izlerini sıfırladılar mı?) ve asıl müzakere işini müzakerecilere bıraktırlar. 21 yıldır bir türlü sonuca varamayan müzakerecilere.

Oysa ki gerçekler bambaşka. Brandalism grubu COP21’in ilk gününde Paris’teki 600 reklam panosunu aşağıdaki afişlerle donattı:

Fosil yakitlarin etkisini biliyorduk ama inkar ettik
Fosil yakıtların etkisini biliyorduk ama kamuoyuna inkar ettik.

 

Temiz surun (ya da rol yapin)
Temiz sürün (ya da sürermiş gibi yapın) Karbon salımlarımız hakkında yalan söyledik çünkü iklim değişikliği umrumuzda değil.

Uzgunuz Yakalandigimiz icin

Üzgünüz – yakalandığımız için.

 

Iklim deneyimlerinden canli!
İklim deneyimini yaşayın!

 

Bill_Posters_Angel_Front_WEB

 

Bill_Posters_Osbourne_2_WEB
Birlemiş Krallık Şanselörü George Osborne

Bill_Posters_Shinzo_WEB_1

Japonya başbakanı Shinzo Abe

Reklam panolarından bazıları müzakerelerin devam ettiği Le Bourget’nin hemen önünde:

Olaganustu Hal
Olağanüstü Hal

 

Yesil Badana
Yeni ve gelişmiş Yeşil Badana! Pis ürünlerin üzerinden geçin

 

False Solutions (Yanlış Çözümler) ise her zamanki gibi COP21 sponsorlarının pisliklerini ortaya döküyor:

GDF-Suez – Engie: 30 Kömürlü termik santrali var ve Fransa’nın emisyonlarının yarısından sorumlu. Türkiye’de de bir termik santral planını baskılar sonucunda geri çekti.

Renault-Nissan: Yönetim Kurulu Başkanı AB’nin daha sıkı araç emisyon hedeflerinin düşürülmesi için lobi başı.

Avril: Tarım şirketi, 7.3 milyar Euro cirosu var, küçük çiftçilere engel oluyorlar.

Suez: Kaya gazı destekçisi

Coca-Cola: Fakir ülkelerin sularını sömürüyor.

Yine de enseyi karartmayalım, belki Paris’ten bir anlaşma çıkar.

 

Pozitif Yaşam Derneği, herkesi HIV testi yapmaya çağırdı

Pozitif Yaşam Derneği, 1 Aralık Dünya AIDS Günü’nde hiçbir sağlık sorunu yaşamasanız da, korunmasız her türlü cinsel ilişki, güvenli olmayan kan nakli sonrası ve hamilelik öncesi herkesi düzenli HIV testi yaptırmaya çağırdı.

85

Açıklamada, HIV’ın vücuda girdikten sonra yıllarca bulgu vermediğine dikkat çekilerek HIV pozitif olup olmadığınızı öğrenmenin tek yolunun doğru zamanda HIV testi yaptırmak olduğu belirtildi.

Türkiye’de HIV yayılımının son 5 yılda yüzde 130 oranında arttığına dikkat çekilen açıklamada Sağlık Bakanlığı’nın Kasım 2015 verilerine göre Türkiye’de kayıtlı 10 bin 475 HIV/AIDS vakası bulunduğu belirtildi.

Bu hızlı artışın nedeni olarak da önleme hizmetlerinin yetersizliği ve teste yönlendirmenin eksikliği gösterildi.

 

(Bianet)

“Küresel Enerji Piyasasının Yenilenebilire yönelmesi için 8 neden” raporu yayınlandı

Birleşmiş Milletler İklim Konferansı’nın (COP21 Paris), ikinci gününde, enerji ve çevre alanı ile ilgili olarak finansal ve ekonomik konular üzerinde araştırmalar ve analizler ile bilinen, dünyaca ünlü Enerji Ekonomisi ve Finansal Analiz Enstitüsü (IIEFA), küresel enerji pazarındaki eğilimleri gösteren bir rapor yayınladı.

Carpe Diem: Küresel Enerji Piyasasını Dönüşümüne Yatırım Yapmak için Tam Zamanı: Sekiz İşaret” adlı rapor özellikle yenilebilir enerjideki gelişmelerin ve kömüre karşı giderek artan yaptırımların, enerji pazarında önemli gelişmelere sebep olduğunu belirtiyor.

82

Rapor, bu gelişmeler ışığında kömüre talebin giderek azaldığını ve küresel pazarlarda yatırım sermayelerinin hızlı bir biçimde kömürden yenilenebilire kaydığı ifade ediyor. Ayrıca, “Sekiz İşaret” raporunda kömür konusunda Türkiye’nin de kilit pazarlardan biri olduğu ifade edilirken, Türkiye’de var olan kömür destekleri ve kömür odaklı enerji politikalarına rağmen kömür tüketiminde 2015 yüzde 13 azalma olduğu da belirtiliyor.

Rapordan öne çıkan başlıklar:

  • Kilit pazarlarda Kömürün elektrik üretimindeki payı düşüyor. IEEFA bu dönüşümün birçok analizin beklediğinden daha hızlı olduğunu belirtiyor. Örneğin, raporda kömürlü termik santraller konusunda kilit pazarlardan biri olarak gösterilen Türkiye’de var olan kömür destekleri ve kömür odaklı enerji politikalarına rağmen kömür tüketiminde 2015 yüzde 13 azalma olduğu vurgulanıyor.
  • Deniz yoluyla taşınan kömüre talep azalıyor, fiyatlar düşüyor. IEEFA uluslararası ticarete konu olan kömürün 2014 yılında 1.113 tonla, büyük ihtimalle zirve yaptığını ve artık azalma eğilimi gösterdiğini söylüyor. IEEFA’nın analizi, 2021’e kadar bu miktarın yüzde 30 azalacağını gösteriyor.
  • Yenilenebilir Enerji Ucuzluyor. Teknolojik yenilikler ve büyük ekonomilerdeki yenilenebilir enerji talebi, yenilebilir enerji yatırım maliyetlerini düşürüyor. Güneş enerjisinin maliyeti yılda iki haneli yüzdelerle düşüyor, güneş birçok enerji pazarında giderek rekabetçiliğini artıyor. Pil ve depolama teknolojilerinin maliyetlerindeki hızlı düşüş, ademi merkeziyetçi enerji yatırımlarını arttıracak ve fosil yakıt temelli yatırımları sekteye uğratacaktır.
  • Yatırım Sermayesi Hızlı bir şekilde Kömür’den Yenilenebilir’e kayıyor. Geçen on yılda, yatırımcılar başta güneş ve rüzgar olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarına 1.5 trilyon dolar yatırım yaptı. Yenilenebilir enerji kapasitesi bu dönemde daha da hızlı bir biçimde arttı. Bu eğilimler, finansal marketlerin yapısal olarak kömür yerine düşük karbonlu yatırımlara yönelmesini giderek arttırıyor. Dünya’nın en büyük hükümet fonu olan Norveç Emeklilik Fonu’nun kömüre yatırımdan vazgeçmesi ve Dünya’nın en büyük sigorta şirketi olan Allianz’ın da Norveç’i takip ederek kömür firmalarına yatırımlarını durdurması 2015 yılındaki finansal gelişmelerden sadece ikisi. Bu iki karar toplamda 10 milyar dolarlık yatırımın kömürsüzleşmesi anlamına geliyor.
  • Gereğinden fazla Kömür Santrali inşa edilmiş. Çin destekleyebileceğinden daha fazla kömür santrali inşa etti, Hindistan yenilebilir enerjiye yöneliyor ve ABD kömür santrallerini emekliye ayırıyor.
  • Kömür Firmaları büyük finansal sorunlarla uğraşıyor. Kömür firmaları, enerji verimliliği kazançları, elektrik talebindeki değişiklikler, giderek artan doğalgazlı santraller, genişleyen yenilenebilir enerji projeleri ve kirlilik kontrol düzenlemeleri yüzünden ciddi finansal krizler ile karşı karşıya.
  • Kömür talebini yapısal olarak düşürme küresel bir ortak görüş
  • Küresel Bankalar odaklarını yenilenebilire doğru değiştiriyor. Giderek artan sayıda global finans grupları kömür konusundaki kaçınılmaz olan düzenlemeleri göz önünde bulundurmaya başlıyor ve fosil yakıtlara olan yatırımlarını gözden geçiriyor.

Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

 

(Yeşil Gazete)

 

Acemi casus – Can Dündar

Bu yazı cumhuriyet.com.tr/ den alınmıştır

Erdem’le Silivri’ye getirildiğimiz gece, ilk kayıtta hangi suçtan tutuklandığımızı sordular:

Terör mü, adi mi?

Arkama yaslanıp derin bir nefes aldım:

Casusum ben” dedim, ciddi bir edayla…

Muhataplarımda yarattığı hayretle karışık hayranlığın keyfini sürdüm.

İyi de… Sorsalar hangi ülkenin casusu olduğumu, bilmiyordum. Bilsem, oranın bir casusuyla bir köprü üzerinde takas edilmemi isteyeceğim; ama söylemediler.

İşin kötüsü, elde casus olduğumu gösterebileceğim bir kanıt da yok.

Hâkimin kararına bakılırsa, acemi bir casus olduğum için, ele geçirdiğim belgeyi hemen alıp gazetede manşetten vermiştim. O da yakaladı tabii…

Eldeki tek kanıt bu…

Adalet biraz ağır işlediği için, 6 ay sonra fark etti bu durumu…

Şu misafirler gitsin ben sana gösteririm” diyen dayakçı baba gibi, G20’nin bitmesini bekledi.

Ve misafirler gider gitmez “Delilleri karartmamam için” tutuklanmama karar verdi.

O gün gazete 100 bin basılmıştı. Demek 100 bin delil var.

Bunları acilen karartmam lazım.

İlk gece bir plan yaptım:

Bizim casusluk şebekesine bir mektup yazdım:

79

Derhal bu gazeteleri bulup manşeti bir keçeli kalemle çizin, karartın.

Bunu yazıp kâğıdı turna şeklinde katladım, gökyüzüne fırlattım.

Ama acemilik işte; mektubum tellere takıldı.

Şimdi, Silivri Cezaevi’nin dikenli tellerinde sallanan bu turnadan dolayı, “Delilleri

karartmaya çalışmak”tan ayrı ceza yerim kesin…

Hoş mektup tele takılmayıp gazeteye ulaşsa da el yazım pek kötü olduğu için talimatımı okuyamayacaklardı muhtemelen.

İlk yolladığım mektupta, “Sevdiğim kırmızı kalemimi yolladılar” diye yazmıştım.

Gazetede “kırmızı valizimi” diye çıktı. O günden beri “şifreli mesaj verdiğim” zannıyla odamda kırmızı valiz aranıyor.

***

İkinci günümde “ıslah olmam için” psikolog karşısına çıkardılar. Âdettenmiş.
İçeri giren herkese uygulanan bir anket yaptılar. Zarif bir küçük hanım ve anketörler, “Sizi suça kim itti” diye sordu.

Annem” dedim:

Daha bebekken bana kitap okumaya başladı. Bir de ilkokul öğretmenim… Bana yazamayı öğretti.

Çıkınca suç işlemeye devam edecek misiniz?

Öyle görünüyor. İçeriden bile yazıyorum, baksanıza…

Bir de kütüphaneden Don Kişot kitabı istediğimi duyunca, teşhisi koydular sanırım.

***

Adliyede mahkemenin kararını beklerken tecrübeli iki eski mahkûm, Celal Doğan veCelalettin Can, koridorda volta atma kursu veriyordu bana.
Celalettin, “Tempolu yürüyeceksin. Aslolan, karşıdan yürüyenin yolunu kesmemek” diyordu.

Şimdi Silivri’deki hücremin küçük havalandırmasında tek başıma volta atarken, kulaklarını çınlatıyorum.

Karşıdan gelen” yok.

O omuz omuza volta atılabilen, kalabalık koğuşlu cezaevlerinin yerini F Tipi katı bir tecrit aldı çünkü.

Voltada bile yalnızsın.

Neysi ki havalandırmanın ortasında bir mazgal var. Oraya seslenirseniz, kanalizasyondan sesiniz şehre ulaşabiliyor.

Acemi bir casus olarak bunu 2. gün keşfedince ilk denememi yaptım, mazgala doğru eğilip fısıldadım:

Midas’ın kulakları… Pardon MİT’in TIR’ları silah taşıyor.

Casusunuz Silivri’den bildiriyor.

***

Neyse, bu kadar ajanlık yeter.

Henüz kâğıdım yok. Bu satırları yazdığım “İhtiyaç istem fişi” de tükenmek üzere…

Kalan tek sayfaya ihtiyaçları yazıp kantinden ısmarlamam lazım.

Alaturka tuvalet için maşrapa…

Kış hazırlığı için kapı bandı…

Yer temizliği için vileda…

Hangi sıvı deterjan daha iyi acaba?

Önceki gün Merkel, Hollande gibi 28 Avrupa liderine mektup yazdığım kâğıda hela pompası siparişi yazmak da varmış hayatta…

Zormuş bu casusluk işi…

Neyse, yine de hırsızlıktan iyi…

Silivriden selam-sevgi…

Elçi’ye veda

81Son tweet’ini bizim için atmış Tahir Elçi

Tutuklanmaları basın ve ifade özgürlüğüne en ağır darbedir” demiş.

Şiddetli bir toplumsal refleks gösterilmezse dönüşü olmayan karanlık tünelden geri dönüş zor olacak” diye eklemiş.

Bu mesajdan hemen sonra o dönüşü olmayan tünel, barış elçimizi de çekti karanlığına…

Tutuklanmış olsa, yaşayacaktı belki…

Seçenekler bunlar:

Ölümden iyisi, zalimin hücresi…

Elçi’yi, haklarını savunduğu mazlumlardan biri -dört ayaklı minare ile birlikte sonuncusu- olarak saygı, minnet ve hayranlıkla uğurluyorum.

Epeydir mektup yazmamışsınızdır.

Yazmak isterseniz…

Adresim: A-1 / 5 Silivri Cezaevi  

 

Bu yazı cumhuriyet.com.tr/ den alınmıştır

80-Can-Dundar

 

 

Can Dündar

Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutukluluk haline itiraz

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün avukatları, müvekkillerinin tutukluluğuna itiraz etti.

77

Dündar ve Gül’ün avukatlarının İstanbul 7. Sulh Ceza Hakimliği’ne sunulan üç cümlelik itiraz dilekçesinde “Biz üzerimize düşeni yapıyor ve Anayasa’ya, yasalara, AİHS’ne, AİHM kararlarına aykırı olan tutuklama kararlarına itiraz ediyoruz. Gerisi sizin bileceğiniz iş. Tercih ve sorumluluk sizindir” ifadeleri kullanıldı.

Can Dündar ve Erdem Gül, Ocak 2014’te, Adana’da durdurulan MİT TIR’ları haberlerinde “Devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme”, “Siyasi ve askeri casusluk”, “Gizli kalması gereken bilgileri açıklama”, “Terör örgütünün propagandasını yapmak” iddialarıyla tutuklanmış ve Silivri Cezaevi’ne gönderilmişlerdi.

(Ajanslar)

Osman Evcan ile dayanışmak için 5 Aralık’ta Kandıra Cezaevi’ne

2003 yılından bu yana hayvan özgürlüğü mücadelesine de destek veren, son olarak Kandıra’da bulunan Kocaeli 1 Nolu F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Osman Evcan, hapishanelerdeki tüm vegan-vejetaryen tutsaklar için vegan-vejetaryen yemek hakkını yeniden elde etmek amacıyla 10 Kasım tarihinden beri açlık grevinde.

75

5 Aralık 2015 tarihinde Osman Evcan’a vegan yemek için Kandıra Cezaevi Yerleşkesinde bulunan Kocaeli 1 Nolu F Tipi Cezaevi’nin önünde destek eylemi düzenleniyor. 5 Aralık günü Kandıra’ya gidiş için İstanbul’dan otobüs kaldırılacağı belirtilirken ayrıntıların da en  yakın zamanda paylaşılacağı ifade edildi.

Detaylı bilgi ve son dakika gelişmelerini facebook etkinlik sayfasından takip etmek mümkün.

72

Kesintisiz 23 yıldır hapishanede bulunan Osman Evcan, 2011 yılında 43 gün süren açlık grevi eylemi sonucunda hapishanelerdeki tüm vegan-vejetaryen tutsaklar için vegan-vejetaryen yemek hakkı kazanmış ve bu hakkı çıkarılan yönetmelikle garanti altına aldırmıştı. Osman Evcan geçen süre içerisinde mücadelesini bir adım ileriye taşıyarak hazırlanan vegan-vejetaryen yemeklerin taze ve mevsimsel sebzelerle yapılmasına ek olarak dışarıdan vegan gıda da almanın önündeki engelleri kaldırmak için 26 Haziran’da son bulan ve zaferle sonuçlanan 33 günlük bir açlık grevi eyleminde daha bulunmuştu.

Evcan’ın şu anda sürdürmekte olan açlık grevi, 1 Kasım seçimleri sonrası vegan beslenme hakkı ve mücadelesi sonucu elde ettiği tüm kazanımların elinden alınmasının ardından 10 Kasım günü başladı.

Tarih: 5 Aralık 2015 Cumartesi
Saat: 13:00
Yer: Kocaeli/Kandıra 1 Nolu F Tipi Cezaevi önü

 

(Yeşil Gazete)

Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinden “Özgür Basın” eylemi

Mersin Üniversitesi (MEÜ) İletişim Fakültesi öğrencileri Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün tutuklanmasını ve Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin öldürülmesini protesto etti.

71

Mersin Yaşam.net’den Gökay Başcan’ın haberine göre, MEÜ İletişim Fakültesi öğrencileri, İletişim Fakültesi önünden Cumhuriyet Meydanı’na kadar “Gazetecilik tutuklu, savunma katledildi, korkmuyoruz” yazılı pankart ile yürüdü. Yürüyüşün ardından meydanda basın açıklaması yapıldı.

“Yargılanan ve Tutuklanan Halkın Haber Alma Hakkıdır”

Basın açıklamasını okuyan İsa Uğur Erdoğan “Gazetecilik mesleğini birçok meslekten ayıran temel nokta halka karşı sorumlu olması ve halkın yaşamını ilgilendiren konuları hızla halkın gündemine sunmasıdır. Yargılanan ve tutuklanan sadece gazetecilik değil aynı zamanda halkın haber alma hakkının iktidar yolu ile gasp edilmesidir. Haberlerden doğru yargılanması gereken gazeteciler değil, MİT aracılığıyla Suriye’ye silah göndererek savaş suçu işleyenler, insanlık suçu işleyenlere pazarlayanlardır. Bu karar hukukun bir kez daha bağımsız olmadığını ve vatandaşlara karşı olan adalet görevini yapmamak için halka, vicdana ve insanlık değerlerine direndiğinin göstergesidir” dedi.

Okullarında ki niteliksiz eğitim ve az iş istihdamına dikkat çeken Erdoğan “Bizler iletişim fakültesinde okuyan öğrenciler olarak fakültelerimizde verilen eğitimin sürekli niteliksizleştirildiğini, yaratılan fazla mezun, az istihdam ortamıyla varlığımızın çalışan gazeteciler üzerinde bir tehdit haline getirildiğinin, mesleğin iktidar yanlısı gazete sahipleri tarafından müsvedde gazeteciliğine çevrilmeye çalışıldığının ve belgeli ispatlı suçların gazetecilere yönelik sistematik her türlü baskı yoluyla örtülmeye çalışıldığının farkındayız” dedi.

Diyarbakır’da Baro Başkanı Tahir Elçi’nin öldürülmesi ile ilgili konuşan Erdoğan “Kamu görevini bağımsız bir şekilde yerine getiren bir mesleğin gelecekteki temsilcisi iletişimciler olarak, benzer mesleklerden birinin de avukatlık olduğunu biliyoruz. Yapılan, ispatlanan haberlerin tümünün savunma için ve avukatların takip ettiği davaların hem mesleğimiz hem de halk için önemi vardır. 28 Kasım Cumartesi günü bu mesleğe ve bunu en iyi şekilde yerine getiren aydınlardan birisi olan Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi siyasi bir cinayet sonucu katledildi. Aylardır düşüncelerini ifade özgürlüğü çerçevesinde kullandığı için tehdit edilen, yandaş medya tarafından hedef gösterilen Tahir Elçi aynı zamanda özellikle faili meçhul cinayet mağduru yurttaşların ailelerinin de temsilcisiydi, öldürüldüğü ana kadar da halka karşı olan sorumluluğunu yerine getirmeye çalışıyordu. Halkın muhasebesinde ve zihninde çatışmada tesadüfen vurulmadığı aşikârdır. Fail aranıyorsa 28 Kasım gününe değil öncesi ile bu ortamı yaratanlara bakmak yeterlidir” dedi.

 

(Mersin Yaşam)