Ana Sayfa Blog Sayfa 3254

Mutsuz yemekler 2 – Michael Pollan

Bu yazı sivilsayfalar.org/ dan alınmıştır

Bu devirde yemek yemek mide ister yazı dizisi için tıklaynız

***

*Bu yazı İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencisi Sesil Tok tarafından Türkçeleştirilmiştir

Doğru beslenin, şişmanlayın

Günümüzün besin değeri ideolojisi [nutritionism] ticaret için iyi, ama bizim için iyi mi? (…) McGovern’ın 1977’deki “Beslenme Hedefleri” raporundaki tavizinden hemen sonra ne olduğunu hatırlayın [bkz. 1. bölüm]. Panel, doymuş yağı kesmemizi önermiş ve bu tavsiye 1982’de Ulusal Akademi’nin kanser hakkındaki raporunda da desteklenmişti. Bu öneri ışığında Amerikalılar beslenme şekillerini değiştirdiler. Daha doğrusu, güya değiştirdiler. Zira bu süreçte endüstriyel yiyecekler resmî tavsiyeye uygun olarak yeniden tasarlandı. Bize tüketebilmemiz için düşük yağlı domuz eti, düşük yağlı Snackwell’ler [abur cubur markası] ve tüm o düşük yağlı makarnalar, yüksek fruktozlu (ama düşük yağlı!) mısır pekmezleri sunuldu (ki içerdikleri şekerin sonradan aslında epey fazla olduğu ortaya çıktı.) Garip bir şekilde, Amerika bu yeni düşük yağlı beslenme rejiminin sonucunda şişmanladı. Çoğu uzman şu anki obezite ve diyabet salgınının 1970’lerin sonunda başladığı konusunda mutabık. Amerikalılar yağın kötülüklerinden kaçmak için karbonhidrat-yoğun diyete geçti ve şişmanladı.

(…) [Hikâyenin devamında buna tepki olarak yeni bir reçete sunuldu]. Atkins diyeti çılgınlığına ilham veren de bu reçete oldu. Buna göre Amerika’nın yanlış bilimsel tavsiyelere uyduğu, yani beslenme düzenini yağlardan karbonhidratlara çevirdiği için şişmanladığı söylendi. O hâlde iki besin maddesine dair yaygın kabulün tekrar gözden geçirilmesi gerektiği ileri sürüldü: Yağlar sizi şişmanlatmaz, karbonhidratlar şişmanlatır, dendi.  (Bunun neden yeni bir bilgi gibi algılandığıysa tümüyle bir gizem: insanlar hayvanları et için yetiştirmeye başladığından beri onları karbonhidratla şişmanlatıyordu zaten.)

Ancak bu revizyonist anlatı ile ilgili birkaç sorun var. İlk olarak, Amerikalıların 1977 sonrasında karbonhidratlara dadandığı ve beslenme düzeninde yağın oranının yüzde olarak azaldığı doğru olsa da aslında toplam yağ tüketimi hiç azalmadı. Hattâ et tüketimi arttı. Sadece tabaklarımıza biraz daha karbonhidrat yığdık, ortada duran ve artan hayvan proteinini maskeledik, ama ortadan kaldırmadık. Bu nasıl oldu? Besin değerleri ideolojisinin bize sunduğu bakış açısı, en az karbonhidrat kadar suçlu. Bir de insan doğası var elbette. Beslenme tavsiyelerini iyi ve kötü besin değerleri şeklindeki bir ayrım çerçevesinde oluşturmak, herhangi bir yiyecekten daha az yememiz konusundaki önerileri gömmek ve 1977 ve 1982’de yazılan beslenme ilkelerinden taviz vermek yoluyla (bkz. 1. bölüm) havanda su dövdük.

[Sonuçta ikinci dalga yeme rejiminin] tavsiyesi şu oldu: “Düşük yağlı yiyecekleri daha çok tüketin.” Biz de öyle yaptık. Elbette ki tavsiye az yemekten bahsetmiyordu ve biz az yağlı gıdalara daha fazla yeme izni çıkmasından memnunduk (Yulaf kepeği dışında.) Özetle, besin değerleri ideolojisi eskiden bize düşük yağlı kurabiyeler yememizi, şimdiyse düşük karbonhidratlı bira içmemizi tavsiye ediyor. Oysa McGovern’ın ilk önerileri (daha az et ve süt ürünü tüketin- Bkz. 1. Bölüm) değiştirilmeseydi düşük yağ çılgınlığı muhtemelen bu kadar yükselemezdi. Doktorların sağlık adına bir kutu daha bisküvi yemeyi tavsiye etmesini o katı öneri engelleyebilirdi.

Kötü Bilim

Yemek yiyenlerin zihninde bu derece etkili bir yanlış bilinç yaratan besin değeri ideolojisi, bilim insanlarını da etkiler. Gıda bilimi her seferde tek bir besin değerini mercek altına alır. Oysa ki pratisyen uzmanlar bu yaklaşımın hatalı olduğunu söylemektedir. New York Üniversitesi beslenme uzmanı Marion Nestle şöyle der: “Her besin değerinin tek tek ele alınması,  besin maddesini yiyecek, yiyeceği yeme rejimi ve yeme rejimini de yaşam tarzı bağlamından çıkarır.”

Beslenme uzmanları bunu biliyorlarsa, neden yine de böyle yapıyorlar? Çünkü bilimin icra ediliş şekli, besin değerlerini yalıtılmış bir şekilde ele almaya meylediyor. Yani bilim insanlarının ayrıştırabileceği tekil değişkenler olması gerekiyor. Ancak en basit yiyecek bile oldukça karmaşık bir yapıya sahip kimyasal bileşenlerden oluşan bir bütünlük teşkil ediyor ve bileşenlerin çoğu birbirleriyle dinamik ilişkiler içinde, beraber değişiyor. Eğer bir beslenme uzmanıysanız (…) bu karmaşık etkileşimleri ve içerikleri görmezden gelmek, dolayısıyla bir bütünün parçaların toplamından daha fazla yahut en azından daha farklı olduğunu göz ardı etmek durumundasınız. İndirgeyici bilim derken bundan bahsediyoruz.

Bilimsel indirgeyicilik [scientific reductionism] reddedilemeyecek kadar güçlü bir araç, ancak aynı zamanda bizi yanlış da yönlendirebilir. Özellikle de konu yiyecek ve onu yiyen insan gibi çok karmaşık iki unsur ise… Böyle bir yaklaşım bizi mekanik bir görüş benimsemeye sevk eder: “Şu besin maddesini ekle, bu fizyolojik sonucu al!” Oysa insanlar farklıdır. Bazı insan grupları şekeri diğerlerinden daha rahat sindirebilir. Evrimsel mirasınıza göre sütün içindeki laktozu ne derece hazmedebileceğiniz değişir. Bağırsaklarınızın özel ekolojisi sindirime yardımcı olur. Dolayısıyla 100 kalorilik bir yiyecek bağırsaklarınızda ne kadar Firmicutes ya da Bacteriodetes yaşadığına göre az ya da çok enerji üretebilir. Yemek yiyen insanlar birer makine olmadığından, yiyecekleri yakıt olarak düşünmek de yanlıştır.

Ayrıca insanların yediği, gıdanın bileşenleri değildir. İnsanlar yemek yer. Yiyecekler bir bütün olarak, içlerinde barındırdıkları besin maddelerinden farklı etkilere yol açabilir. Farklı toplumları epidemiyolojik açıdan kıyaslayan araştırmacıların uzun bir süredir uzlaştıkları sonuç şudur: Yüksek oranda sebze ve meyve içeren beslenme düzenleri kanseri [belli bir ölçüde] önler. Doğal olarak araştırmacılar, bu bitkisel gıdalardaki hangi besin maddelerinin bu etkiyi yaptığını bulmaya çalışır.

Hipotezlerden biri, taze ürünlerdeki antioksidanların (beta karoten, likopen, E vitamini gibi) ana etken olduğu yönünde. Bu epey mantıklı. Bahsi geçen moleküller, bitkilerin fotosentezi sırasında açığa çıkıyor ve fazlasıyla reaktif oksijen atomlarına karşı bitkiyi koruyor. Aynı şekilde DNA’ya zarar verebilen ve kansere sebep olabilen vücudumuzdaki serbest molekülleri de bastırıyorlar. En azından test tüpünde olay bu şekilde gerçekleşiyor. Fakat ilginç olan şu: Bu yararlı molekülleri içlerinde bulundukları yiyeceklerden ayırdığınızda (…) eskisi gibi çalışmamaya başlıyorlar.  Hattâ bilim insanları, beta karotenin yiyecekle değil de bir hapla alınmasının kanser riskini artırdığını fark etti. Yan basmak bu olsa gerek…

Burada gerçekleşen ne, bilemiyoruz. İnsan sindiriminin önceden kestirilemeyen karmaşık bir yapısı var. Belki de havucun içindeki lif (ya da başka bir bileşen), antioksidan molekülleri sindirim sürecinin erken safhalarındaki mide asidinden koruyordur. Beta, bildiğimiz sebzelerin içindeki birsürü karotenden sadece biri ve biz [hapa geçirirken] yanlış antioksidanı ayrıştırmış olabiliriz. Yahut belki de beta karoten, sadece diğer bitkisel kimyasallarla ya da süreçlerle birleştiğinde antioksidan olarak iş görüyordur. Ayrıştırılıp hapa alındığında, pro-oksidan etkisi yapıyor olabilir.

Bir bitkinin kimyasal yapısının ne kadar karmaşık olduğunu fark etmek gerekir. İşte sıradan bir dağ kekiğinde bulunan antioksidanların listesi:

4-Terpineol, alanin, anetol, apigenin, askorbik asit, beta karoten, kamfen, karvakrol, klorojenik asit, kriseriol,  eriodiktol, öjenol, ferulik asit, galik asit, gama-terpinen, izoklorojenik asit, izoöjenol, izotimonin, kamferol, labiyatik asit, lorik asit, linalil asetat, luteolin, metionin, mirsen, miristik asit, nerinjenin, oleanolik asit, p-kumarik asit, p-hidroksi-benzoik asit, palmitik asit, rosmarinik asit, selenyum, tanin, timol, triptofan, ursolik asit, vanilik asit.

Kekikle tatlandırılmış bir yemek yediğinizde sindirdikleriniz işte bu maddeler. Bu kimyasallardan bazıları sindirim sisteminiz tarafından parçalanıyor. Ancak diğerlerinin vücudunuza tam olarak ne yaptığını bilmiyoruz. Bazı genetik yatkınlıkları tetikleyecek ya da baskılayacak olabilirler. Belki de belirli tür serbest radikallerin, bir hücrenin derinliklerindeki DNA’yı bozmasını önleyecekler. Tüm bunların nasıl işlediğini bilmek iyi olurdu, ancak bilemediğimiz bu süre boyunca biz yine de kekiğin bize zarar vermediğini düşünerek tadını çıkaralım. (Zarar vermiyor olsa gerek, zira insanlar çok uzun zamandır kekik yiyorlar.) Hattâ kekiğin yararlı olduğunu bile düşünebiliriz. İşin aslı, hiçbir işe yaramıyor bile olsa tadını seviyoruz, yemeye devam.

İndirgeyici bilimin ayrıştırıp üzerinde çalışabildiği ve fark edebildiği şeylerin de zamanla değişebileceğini; görebildiğimiz şeylerin, görülebilecek tek şey olmak zorunda olmadığını hatırlamamız önemli. William Prout üç büyük makro besin maddesini keşfettiğinde [bkz. 1. bölüm], bilim insanları besinleri ve vücudun neye ihtiyacı olduğunu tümüyle anladıklarını düşünmüşlerdi. Birkaç on yıl sonra vitaminler bulunduğunda, bilim insanları yeni bir aydınlanma yaşadılar. Bugün ise önemli olarak görülenler polihifenoller ve karotenoidler. Ama bir havucun ruhunun derinliklerinde daha nelerin gizli olduğunu kim bilebilir ki?

İyi haber şu ki havuç tüketen biri için, bu pek de önemli değil. Yemek yemenin besin maddesi tüketmekten farkı burada: Havuçtan faydalanmak için onun karmaşıklığına vakıf olmak zorunda değilsiniz.

Antioksidanlar hakkında bugün bildiklerimiz, bir besin değerini yiyeceğin bütüncül bağlamı dışında ele almanın tehlikelerine işaret ediyor. Üstelik Nestle’ın dediği gibi, bilim insanları yiyecekleri beslenme rejiminden bağımsız olarak incelediklerinde ikinci bir hata daha yapıyorlar. Malûm, sofralarda sadece tek bir tür gıda bulunmuyor. Yemekleri belli bir sıralamayla ve birbirleriyle kombine ederek yiyoruz. Bu da gıdanın nasıl sindirildiğini etkileyebiliyor. Örneğin bifteğinizin yanında kahve içerseniz, vücudunuz etteki demirin tümünü alamaz. Mısır tortillasının içindeki eser miktardaki kireçtaşı, mısırın içinde bulunan ve başka şekilde ulaşılamayan temel aminoasitleri özümsememizi sağlar. Yemeğin üzerine ektiğimiz o ince kekik dalının içindeki bileşenler, sindirimi değiştirebilir. Bir bileşenin özümsenmesini kolaylaştırırken başka birinin zehrinin etkisini gideren enzimlerin üretilmesini hızlandırıyor olabilir. Yiyecekler ve yemek pişirme sanatı arasındaki ilişkiyi anlamaya daha yeni başladık.

Ama yine de basit de olsa anlayabildiğimiz bazı denklemler var: Eğer eti çok yerseniz, büyük ihtimalle çok fazla sebze yiyemezsiniz. Bu basit gerçek, beslenme düzenlerinde yüksek oranda et tüketen toplumların neden kalp hastalıklarına veya kansere daha yüksek oranda yakalandığını açıklayabilir. Ancak besin değeri ideolojisi, bizi başka açıklamalara sevk ediyor. Etin içine bakmamızı, suçlu besin bileşenini bulmamızı söylüyor (ki bilim insanları uzun zaman bu besin maddesinin doymuş yağ olduğunu zannetti). Bu nedenle uzmanlar, Kadın Sağlığı Girişimi’nin yürüttüğü büyük ölçekli nüfus araştırmalarından, yağ tüketiminin azaltılmasının kalp krizini veya kanseri azaltmadığı sonucu çıkınca afallıyorlar.

İndirgemeci bilimin yağa dair hipotezlerinin bize hediyesi, düşük miktarda yağ yeme modası oldu. Bu moda sonucunda  vücudumuza giren hayvan proteini azalmadan doymuş yağ tüketimi düştü: Az yağlı süt içiyoruz; derisi alınmış tavuk salamı, hindi sucuğu yiyoruz. Fakat sorun şu: Belki de suçlu etin ya da süt ürünün içindeki proteinin kendisidir, yağı değil. Şu aralar bazı araştırmalar bu şekilde hipotezler sunuyor. (Cornell Üniversitesindeki beslenme uzmanı T. Colin Campbell’ın son kitabı “Çin Araştırması” bunu tartışıyor.) Harvardlı epidemiyoloji uzmanı Walter C. Willett’in ileri sürdüğü gibi, sebep belki de sütün ve etin içindeki steroid hormonları olabilir. Bu hormonlar et ve süt içinde doğal olarak bulunsa da endüstriyel üretim esnasında miktarları çoğaltılıyor ve steroidin belli bazı kanser türlerine yol açtığı biliniyor. [Bugünkü yeme rejimimiz genel hatlarıyla işte bu tür bir kötü bilime dayanmaya devam ediyor.]

 

Sivil Sayfalar için çeviren: Sesil Tok

Yazının orjinali için tıklayınız

Michael Pollan hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak için tıklayınız

Bu yazı sivilsayfalar.org/ dan alınmıştır

 

Michael Pollan

Binlerce ‘reddeden’: Fatura ödemiyorlar, vergi vermiyorlar, devleti tanımıyorlar, tazminat istiyorlar

Avusturya’da yüzlerce insan devleti reddettiklerini deklare etti. Kendilerine “devleti reddeden”ler diyen topluluk, devlet otoritesini ve devlet memurları tarafından uygulanan ceza tedbirlerini tanımadıklarını ifade ediyor.

Avusturya Cumhuriyeti’nin meşruluğunu tanımadığını söyleyen yüzlerce Avusturyalı kendilerini “devleti reddedenler” olarak deklare etti.

Gazete Karınca’dan Ezgi Gül’ün Sputnik International’den aktardığı habere göre, devleti reddedenler, devlet organlarının otoritesini tanımıyor, vergileri ve para cezalarını ödemeyi reddediyor ve devlet enstitülerinden ve kamu görevlilerinden tazminat talep ediyor.

One People’s Public Trust (OPPT), Freemen, Staatenbund (State Federation) ve Terranier gibi toplulukların biçimlendirmesiyle 2014’te ortaya çıkan hareket Aşağı Avusturya’da, ülkenin en kuzeyinde ve en kalabalık 9 şehirde daha çok yankı buluyor.

Devlet ‘şikayetçi’

Avusturyalı kamu personelleri ise “kağıt üstünde terörizm” olarak adlandırdıkları bu hareketten rahatsız.

Aşağı Avusturya Anayasayı Koruma Federal Dairesi müdürü Roland Scherscher şöyle diyor:

“Kağıt üstünde terörizmden bahsediyoruz; yasal işlemleri yürüten otoritelerin tehdit edildiği, belediye başkanlarının tehdit edildiği, vergi dairelerinde çalışanların tehdit edildiği, bu insanlara ücret veren bankalar tehdit edildiği bir terörizm.”

Bakanlık: 22 bin sempatizan var

Aşağı Avusturya’da yaklaşık 250 sempatizan var. Avusturya Anayası Koruma Federal Dairesi ve terörle mücadele (BAT), devlet reddetme hareketinin organizasyonlarına katılan ya da bağlantılı olan toplam 800 kişiden haberdar.

İçişleri Bakanlığı da Avusturya’da bu ve benzeri hareketlerin yaklaşık 22.000 sempatizanı olduğunu söylüyor.

İçişleri Bakanlığı’nın konuyla ilgili açıklaması şöyle:

“Onları kaydedebildik çünkü otoritelere yetkili devlet organları ve otoritelere devleti reddettikleri ile ilgili belgeler gönderiyorlar. Ayrıca internette çağrısını yaptıkları toplu buluşmalar da var.”

Bir ‘reddeden’e 18 ay hapis

30 Ocak’ta, 46 yaşındaki bir “devleti reddeden” Aşağı Avusturya, Krems an der Donau’da vergilerini ve faturalarını ödemediği ve on milyonlarca euroyu devletten, belediye memurlarından ve sigorta şirketi çalışanlarından gasp ettiği iddiasıyla 18 ay yarı zamanla hapse mahkum edildi.

Mart’ın 15’inde OPPT üyesi 8 reddeden daha, Krems’teki çalışmaları için mahkemeye çıkacak. Davalılar, 6 erkek ve 2 kadın; tehdit, cebirle iş yaptırma, ve devlet otoritelerine karşı gelmekten yargılanıyor.

‘Reddedenler’in kendi ‘mahkemesi’

Dava bu sekiz kişinin kendilerine “International Common Law Court of Justice” (Uluslararası Ortak Adalet Mahkemesi) demesi ve Temmuz 2014’te Aşağı Avusturya Waldviertel’deki bir gardiyanı insanlığa karşı işlenmiş olduğunu iddia ettikleri suçlar için yargılamasından dolayı açıldı.

Kasım’da, Avusturya ordusu mensubu bir memur OPPT üyesi olarak maskesiz ortaya çıktı ve görevinden vazgeçti.

Sempatizanların yaptırımlara rağmen giderek çoğalması ise devlet organlarını ve kamu personellerini rahatsız ediyor.

Rudolf Striedinger Abwahramt (AbwA)’nın başkanı, Avusturya silahlı kuvvetlerinin en önemli iki idarecisinden biri, “OPPT mensupları silahlı kuvvetler için ciddi ve güçlü bir tehdit” diyor.

 

(Sputnik International, Gazete Karınca)

Taraftar tepkili: Amedspor’un ismi değişmesin, bu Kürtçe’ye tahammülsüzlüktür

Diyarbakırlı yurttaşlar ve taraftar grupları, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi kayyımı Cumali Atilla’nın destek için Amedspor isminin değiştirilmesi şartını öne sürmesine tepkili.

2. Lig’de mücadele eden Amedspor’a lig boyunca verilen cezaların yanı sıra Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine kayyım olarak atanan Cumali Atilla tarafından Amedspor’a ayrılan destek bütçesinin verilmesi için Amedspor’un isminin değiştirilmesini ve yönetime belediyeden bazı isimlerin katılma şartını koştu.

Evrensel’den Fırat Topal’a konuşan Diyarbakırlı yurttaşlar ve taraftar grupları “Biz Amedspor isminin değiştirilmesini istemiyoruz, bu Kürtlere tahammülsüzlüktür, Amedspor’a da kayyım atanmak isteniyor” diyerek tepki gösterdi.

“Mesele Kürt halkına karşı tutumdur”

Direniş Taraftar Grubu Üyesi Mihraç Yılmaz, Amed adının Diyarbakır’ın en eski isimlerinden biri olduğunu ifade etti. Yılmaz, milletvekilleri tutuklandıktan ve belediyelere kayyım atandıktan sonra Kürt halkının elinde kalan tek resmi kurumun Amedspor olduğunu bunun da alınmak istediğini belirtti. Yılmaz, “Futbol dediğimiz şey barış, dostluk, kardeşliktir bizim için ama gittiğimiz her yerde ırkçı saldırılara uğruyoruz, bunun en son örneği Zonguldakspor’du, onları havaalanında karşıladık, valizlerini, pankartlarını taşıdık, rakip olmalarına rağmen birlikte iç içe maçı izledik, elimizden gelen her türlü misafirperverliği gösterdik, fakat Zonguldakspor’la olan deplasman maçımızda yine bizim takımımızı deplasmanda destekleme yasağı geldi, biz gidemedik, oyuncularımıza orada ırkçı küfür ve hakaretlerde bulundular, Amed halkı ne yaparsa yapsın, Amedspor gittiği her yerde terörist muamelesi görüyor, mesele ismin değişmesi değil ki mesele Kürt halkına takınılan tutumdur, bundan sonra tabii biz onlar gibi ırkçı, faşist hakaretlerde bulunmayacağız ama misafirperverliğimiz olmayacak” diye konuştu.

“Amedspor’a kayyım atamak istiyorlar”

Atanamayan Sınıf Öğretmeni Mehmet ise “Amed ismi benim için Diyarbakır’ın Kürtçe ismi onlar bu isimden ne çıkarıyor bilmiyorum ama Amed halkının da bundan rahatsızlık duyduğunu düşünmüyorum. Amedspor’un isminin değiştirilmesini halka sorsunlar o zaman? Kelimeler ve isimler insanları rahatsız etmemeli, kelimelerden korkmasınlar, kimseye zarar vermezler” dedi. İrfan Karaslan ise, Amed isminden kimsenin rahatsız olmadığını kayyımın neden böyle bir girişimde bulunduğunu sorarak “Amedspor ismi neden değişsin, gerekçe ne? Ben değişmesini istemiyorum, memleketin başka derdi mi yok? Bunda sporla alakalı bir şey yok, bu Kürtçeye tahammülsüzlüktür, biz değişmesini istemiyoruz” ifadelerini kullandı.

Mor Tribün kurucularından Jiyan Günay

Mor Tribün kurucularından Jîyan Günay ise Amedspor’un Mezopotamya’daki tüm takımları temsil ettiğini ve Amed isminin hiçbir şekilde değişmesini istemediğini ifade ederek “Kürt halkının sevdiği, desteklediği ne varsa onu bitirmeye çalışıyorlar, kayyım her tarafa atandı, Amedspor’a da atamak istiyorlar, bu Kürt halkının üzerinde uygulanan politikaların bir başka ayağıdır. Biz Amedspor’u, Amedspor diye seviyoruz, isminin değiştirilmesini istemiyoruz, ismin değiştirilmemesi için elimizden gelen her şeyi yapacağız” diyerek konuşmasını noktaladı.

 

(Evrensel)

Zülfü Livaneli: Hukuksuzluğa da adaletsizliğe de referandumda da hayır!

Barış Bloku, Demokrasi için Birlik Platformu, Diyalog Grubu ve Yurttaş Girişimi, ‘Hukuk herkes için’ başlığıyla basın toplantısı düzenledi. Dört grubun düzenlediği basın toplantısında söz alan Zülfü Livaneli, “Hukuksuzluğa da, adaletsizliğe de, milletvekilliği düşürmelerine de ve referandumda da hayır” dedi.

Tutuklu HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın milletvekilliğinin düşürülmesinin ardından bir araya gelen 4 inisiyatif, toplantıyı Point Hotel’de düzenledi. Prof. Ayşe Erzan, Zülfü Livaneli, Oya Baydar ve Levent Tüzel basın açıklamasını sundu.

“Sadece siyasi değil ahlâki bir karşı çıkış”

Toplantıda ilk sözü, Oya Baydar aldı. Baydar, toplantının amacını şu sözlerle açıkladı:

“Bu toplantı sadece siyasi değil aynı zamanda ahlâki bir karşı çıkış.”

Oya Baydar’ın ardından söz alan Zülfü Livaneli, “Olağanüstü şartlarda referanduma gidiyoruz. Biz çok kötü günler görmüş bir kuşağız ama bu kadarı fazla. Bizi bir araya getiren şey barış özlemidir.” ifadelerini kullandıktan sonra basın açıklamasını okudu.

“HDP’yi düşmanlaştırarak millliyetçilere göz kırpmak tehlikeli”

Basın açıklamasının ardından konuşan Demokrasi için Birlik Platformu’ndan eski HDP milletvekili Levent Tüzel, “Yargı, siyaset, TBMM ve medya iktidarın esareti altında. Meclis’in iç tüzüğü, teamülleri bir kenara bırakılarak Figen Yüksekdağ’ın vekilliği Meclis Genel Kurulu’nda okunarak ilân ediliyor. HDP’yi düşmanlaştırarak, milliyetçilere göz kırpmak son derece tehlikeli bir politika.” diye konuştu.

“Müsvedde kim, temize çekilmiş kim?”

Levent Tüzel’in ardından yeniden söz alan Oya Baydar, Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Koruköy’deki operasyonlarda işkence ve infazların yapıldığı iddialarına değinen CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nu eleştiren ve tutuklu HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a insan müsveddesi diyen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya yönelik olarak şöyle konuştu:

“Müsveddenin kim, temize çekilmiş halinin kim olduğunu takdirinize sunuyorum.”

“8 Mart tebriğimi Yüksekdağ’ın TBMM adresine göndereceğim”

Barış Bloku’ndan Ayşe Erzan, milletvekillerinin tutuklu oluşuna ilişkin “Milletvekillerinin tutuklu oluşu yalnızca demokrasiyi rencide etmiyor, TBMM’yi sakatlıyor” dedi.

HDP’nin tutuklu Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın vekilliğinin düşürülmesi kararının yok hükmünde olduğunu ifade eden Erzan, “Yüksekdağ’ın vekilliğinin düşürülmesini kabul etmek zorunda değiliz. Çünkü bu karar yok hükmündedir. Ben, 8 Mart tebriklerimi Figen Yüksekdağ’ın TBMM adresine göndereceğim” diye konuştu.

“Vekilliğin düşürülmesi kadın düşmanlığından”

Basın toplantısında söz alan bir diğer isim HDP İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu’ydu. Figen Yüksekdağ’ın milletvekilliğinin düşürülmesine ‘şiddet’ diyen Kerestecioğlu, “Bu şiddetin Figen Yüksekdağ’a uygulanması kadın düşmanlığından dolayıdır” dedi.

“Ölenlerden hesap soracaklar”

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun CHP’li vekiller ve HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a yönelik sözlerini eleştiren Kerestecioğlu, “Milletvekillerini hedef alan o bakanın, kendi ifadesiyle ‘patlamalar, çatlamalardan’ dolayı hesap vermesi gerekiyor. Hayatın her alanında mağdur olmayı başarıyorlar ve neredeyse ölenlerden hesap soracaklar.” ifadelerini kullandı.

Toplantının sona ermesinden önce yeniden konuşan Zülfü Livaneli, bir arada hareket etmenin önemine vurgu yaparak “Çok değerli insanlar bir aradalar. Daha önce de görüyorduk bu insanları ama ayrı ayrı gruplar halindelerdi. Şimdi bir aradalar. Bu çok değerli” dedi. Livaneli sözlerini şöyle noktaladı:

“Hukuksuzluğa da, adaletsizliğe de, milletvekili düşürmelere de ve inşallah en sonunda referandumda da hayır”

Toplantıda Zülfü Livaneli’nin okuduğu açıklama şöyle:

Ülkemizin yarınlarını, hukuk düzeni ve demokrasimizin geleceğini belirleyecek
hayati önemde bir anayasa referandumuna OHAL altında gidiyoruz.

-Muhalefetin ifade özgürlüğü ve propaganda olanakları Kanun Hükmünde Kararname’lerle kısıtlanıyor;
-Muhalif sesler çeşitli bahanelerle, hatta çoğunlukla gerekçe bile gösterilmeksizin susturulmaya çalışılıyor;
-Medya üzerindeki sansür, otosansür ve baskılar yoğunlaşıyor;
-Onbinlerce kişinin tutuklanıyor, yüz binler işlerinden, mesleklerinden atılıyor;
-İçerde ve dışarıda savaş ve çatışma ikliminin sürdüğü bu ortamda yapılacak referandumun meşruiyetini gölgeleyecek adımlara her gün bir yenisi ekleniyor.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üçüncü partisi konumundaki Halkların Demokratik Partisi (HDP), hukuksuz uygulamalara en çok hedef olan siyasal kuruluş.
Eşbaşkanlarından milletvekillerine, seçilmiş yerel yöneticilerden belediye başkanlarına, kadrolarından üyelerine uzanan haksız tutuklama, yaygın baskı ve engellemelerle kampanya örgütleyemez, çalışamaz hale getirilmek isteniyor.

Son olarak HDP Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ’ın milletvekilliğinin düşürülmesi, milletvekillerinin art arda tutuklanması, milyonlarca seçmene sahip olan Meclis’in üçüncü partisinin fiilen kapatılacağı izlenimini doğuruyor. Cumhuriyet tarihinde, 1920’den bu yana ilk kez bir siyasal parti genel başkanının milletvekilliği düşürülüyor. Bu işlem, bir benzeri olmadığı gibi yürürlükteki Anayasa’ya da aykırıdır.

Anayasa’nın 84. maddesi, milletvekilliğinin kesin hüküm giyilmesi halinde Genel Kurul’a bildirilmesiyle düşeceğini öngörüyor. “Kesin hüküm giyme” den ne anlaşılması gerektiğini İçtüzük’ün 135. maddesi düzenliyor. Buna göre, “seçilmeye engel bir suçtan dolayı hüküm giyen” milletvekilinin milletvekilliği düşer. Seçilmeye engel durumları düzenleyen 76. Maddede, “zimmet, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik” gibi yüz kızartıcı suçlar sayılıyor ve “bir yıl veya daha fazla hapis ile ağır hapis cezası” ile cezalandırma öngörüyor. Figen Yüksekdağ’ın kesinleşmiş hapis cezası 10 ay ve “ağır hapis cezası” değil. Ayrıca, hüküm giydiği suç da propaganda yapmış olmak.

Figen Yüksekdağ kararında açık bir anayasa ihlali olduğu görülüyor. Yapılan işlemin hukuksal olmaktan çok siyasal nedenlerle gerçekleştirildiği anlaşılıyor. Bu işlemle, bir yandan yasal bir parti olan HDP’nin sadece referandum sürecinde değil, aynı zamanda Meclis’te de saf dışı bırakılması, öte yandan henüz cezaevinde olmayan HDP ve CHP milletvekillerine gözdağı verilmesi amaçlanıyor. Hobbes’ın dediği gibi , “korku bir toplumu kontrol etmek için en etkili araçtır.”

Bugün burada sizler aracılığıyla Türkiye kamuoyuna sesleniyoruz: Konumuz, HDP’ye yönelen baskılar kadar hukukun üstünlüğüne dayalı anayasal meşruiyetin yitimi ve demokrasinin tümüyle yok edilmeye çalışılmasıdır.

Hangi partiden, hangi siyasal çizgiden olursa olsun, demokratik hukuk devletini savunan her kişi ve örgütün; yasal bir parti olan HDP’nin çalışmalarını
özgürce sürdürebilmesi, referandum çalışmalarını eşit koşullarda yürütebilmesi, tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılması için sesini yükseltmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Hayır’larımızı, demokrasiyi “ama”sız savunma kararlılığımızla pekiştirelim.

BARIŞ BLOKU, DEMOKRASİ İÇİN BİRLİK,
DİYALOG GRUBU ve YURTTAŞ GİRİŞİMİ

 

(Yeşil Gazete)

ABD kamuoyu Trump’ın trans gençler ile ilgili kararına tepkili #ProtectTransKids

ABD Başkanı Donald Trump’ın trans gençlerin kamu okullarında istedikleri tuvaleti kullanmasına izin veren yönergeyi yürürlükten kaldıran kararına tepki büyüyor.

Eski başkan Barack Obama döneminde çıkarılan ve trans bireylerin hakları için önemli bir adım olarak görülen tuvalet yönergesinin yürürlükten kaldırılmasına karşı ülkenin dört bir yanında protesto gösterileri düzenleniyor.

Trump’a tepki gösteren isimlerden biri yemin töreninde milli marşı söyleyen 16 yaşındaki şarkıcı Jackie Evancho oldu.

Evancho, Trump’ı bu konuda ‘aydınlatmayı’ çok istediğini belirterek bu karardan ötürü büyük bir hayal kırıklığı yaşadığını anlattı.

16 yaşındaki şarkıcı Jackie Evancho, Trump’ın yemin töreninde milli marşı söylemişti.

ABC kanalına trans bir birey olan kız kardeşi Juliet ile beraber bir röportaj veren Evancho, Trump’a kız kardeşinin okulda neler yaşadığını yüz yüze anlatmak istediğini belirtti.

Evancho’nun kız kardeşi Juliet ise her gün ayrımcılıkla karşılaştığını ve kendisine korkunç şeyler söylendiğini anlattı.

Juliet, trans bireylerin tuvalet haklarının ne olduğunun bilinmediği bir ortamın güvenli olmadığını da sözlerine ekledi.

Trump’a tepki gösteren ünlülerden bir diğeri ise ünlü televizyon sunucusu Ellen DeGeneres.

Ellen DeGeneres, Twitter’dan, “Bu politikayla ilgili değil, insan haklarıyla ilgili bir mesele” dedi.

Teknoloji devleri de tepki gösterdi

Apple, Google, Facebook ve Microsoft gibi teknoloji devleri karara karşı çıkan kurumlar arasında yer alıyor.

Trump’ın bu kararına ilk tepkiyi CEO’su Tim Cook’un eşcinsel olduğunu açıkladığı Apple’dan geldi.

Trump’ın trans gençler aleyhine aldığı karara tepkiler Twitter’da #ProtectTransKids (Trans Gençleri Koruyun) etiketiyle gösteriliyor.

Google, yaptığı açıklamada trans öğrencilerin haklarında yaşanan bu gerilemeden ötürü endişeli olduklarını belirtti.

Facebook ise eşitlik ve trans bireylerin eşit haklara sahip olması için destek vermeye devam edeceklerini açıkladı.

Salesforce, Microsoft ve Intel gibi şirketlerin yöneticileri ise #ProtectTransKids (Trans Gençleri Koruyun) etiketiyle paylaşımlarda bulundu.

Yeni bir protesto dalgası

Diğer yandan Trump’ın bu kararı, ülke çapında yeni bir protesto dalgasının doğmasına neden oldu.

ABD’nin çeşitli şehirlerinde trans gençlere destek yürüyüşleri düzenleniyor.

Pazar günü düzenlenecek Oscar Ödül Töreni’nin de protestolara sahne olması bekleniyor.

Wall Street Journal gazetesi bu durumu sosyal medyadan ‘Pazar günü şimdiye kadar düzenlenmiş en iyi giyimli Trump protestosu olacak’ diye duyurdu.

Kararın hemen bir etkisi olmayacak

Trump’ın trans gençlerle ilgili bu kararının Obama’nın yönetmeliği Teksas’ta bir hakimin kararına takıldığı için hemen bir etkisinin olması beklenmiyor.

Geçen yıl Mayıs ayında çıkan yönergenin yasal bağlayıcılığı olmasa da Obama bu yönergeye uymayan okulların fonlarını kaybedebileceğini söylemişti.

Yönerge ülke çapında tartışmalara yol açmış, 13 eyalette yönergeye karşı dava açılırken Ağustos ayında Teksas’taki bir federal yargıç yönergenin durdurulması için adım atmıştı.

Donald Trump seçim kampanyasının başlangıcında transların istedikleri tuvaleti kullanabilmeleri gerektiğini söylemiş, fakat Cumhuriyetçilerden tepki alması sonucu duruşunu değiştirmişti.

 

(BBC Türkçe)

Sultanahmet ve Ayasofya’nın altına tünel kazan defineci yakalandı

Sultanahmet’teki bir gecekondudan Sultanahmet Camisi’ne ve Ayasofya’ya doğru tünel kazan defineci suçüstü yakalandı. Kaçak kazı sırasında Bizans dönemine ait 23 adet toprak küp, seramik parçalar ve sikkelerin gün yüzüne çıktığı belirtildi.

İstanbul Kaçakçılıkla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, define avcılarının “Sultanahmet Camisi ve Ayasofya’nın altına doğru kaçak kazı yaptığı” yönündeki ihbar üzerine harekete geçti. Bunun üzerine yabancı dil bilen sivil polisler Sultanahmet bölgesinde turist gibi gezerek gece gündüz çalışmaya başladı.

Sivil polis ekipleri, gece geç saatlerde el arabasıyla kum taşıyan bir kişiyi belirledi. Sultanahmet Camisi’nin alt tarafındaki bir gecekondu eve girip çıkan kişi izlemeye alındı. Takip edilen kişinin gecekondu evden sürekli olarak kum taşıdığı belirlendi. Kaçak kazı yapan kişinin o olabileceği değerlendirilerek eve baskın düzenlendi.

Sultanahmet Albıyık Değirmeni Sokak No:19’da bulunan gecekondu eve yapılan baskında 6 metrelik bir tünel bulundu. Sultanahmet Camisi’ne doğru kazılan tünelde aydınlatma sistemi yapıldığı da belirlendi. Matbaacı olduğu öğrenilen define avcısı Hakan Ö. gözaltına alındı.

Kazı alanı ve gecekonduda yapılan aramalarda, Bizans dönemine ait 23 adet küp ve seramik parçalar, kazı yapılan yerin altında Bizans ve daha eski dönemlere ait olduğu belirlenen tarihi eser kalıntıları, 2 adet Bizans dönemine ait sikkeler, 1 adet kemer tokası ele geçirildi.

Olay yerinde inceleme yapan polis ekipleri, Sultanahmet Camisi’nin altına doğru kaçak kazı yapan Hakan Ö.’nün tarihi yapıya zarar verdiği belirledi. Gözaltına alınan Hakan Ö. hakkında adli işlem başlatıldı.

 

(Arkeoloji Haber, Haber Türk)

İstanbullu Mülkiyeliler Hocalarıyla dayanışmada

Ankara Üniveristesii Siyasal Bilgiler fakültesi mezunları İstanbul’da buluşarak KHK ile okuldan ihraç edilen hocaları ile dayanışma gecesi düzenledi.

Olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında 686 numaralı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile çoğu barış bildirisi imzacısı 330 akademisyen ihraç edilmişti. İhraç edilenler arasında çok sayıda AÜ SBF’li akademisyen de bulunuyordu.

İhraç edilen akademisyenlerden anayasa hukukçusu Murat Sevinç dayanışma gecesinin konuğuydu. İhraç sözcüğünü yetersiz bulan Murat Sevinç yapılan işlemin düpedüz atılma olduğunu söyledi.

İktidar kim olursa olsun akademi muhalif olmak zorunda diyen Sevinç bugünlerin mutlaka geçeceğini, ümitsizliğe gerek olmadığını belirtti.

Murat Sevinç Türkiye’de çok köklü bir anayasacılık geleneğinin olduğunu hatırlatarak Türkiye’nin önündeki sorunları ancak daha fazla demokrasi ile aşabileceğini söyledi.

İktidarın akademiye yaptıklarını IŞİD’in Palmyra’da yaptıklarına benzeten Sevinç “bu bir  yok etme harekatı, ama bunlara rağmen dayanışmanın bu kadar güçlü olması çok sevindirici” diye konuştu.

Destek için geceye katılan Mülkiye’nin 96 yaşındaki efsane hocası Nermin Abadan Unat  SBF anayasa kürsüsünün çok özel bir yeri olduğunu  ve her darbe döneminde  baskılarla mücadele ettiğini hatırlattı. SBF’nin Bahri Savcı zamanından beri Türkiye’de insan hakları ve demokratik anayasalara öncülük ettiğini söyleyen Nermin Abadan Unat  Meclis üstünlüğünü savunmanın önemini vurguladı.

 

 

 

Yeşil Gazete

Anne terliğinden sonra şimdi de 82 yaşındaki kadının değneği silah sayıldı!

Manisa’nın Soma ilçesinde 82 yaşındaki Fatma Sazan’a evinin önünde gerçekleşen bir kavgayı ayırmak için değnekle bir kişiye vurduğu iddiasıyla dava açıldı.

82 yaşındaki yaşlı kadına verilen 3 bin liralık para cezası, ödeme gücü olmadığı için kamu görevi cezasına çevrilerek cami bekleme cezasına dönüştürüldü. Yaşlı kadının değneğinin silah sayılmasına benzer bir olay da Denizli’de yaşanmıştı. Oğluna kızan 63 yaşındaki kadının fırlattığı terlik silah sayılarak 5 yıla kadar hapis istemiyle dava açılmıştı.

Manisa’nın Soma ilçesine bağlı Karamanlı Mahallesi’nde çıkan kavgayı ayırmak isteyen 82 yaşındaki Fatma Sazan’ın değneği silah sayıldı. İddiaya göre 82 yaşındaki Fatma Sazan, evinin önünde kavga eden şahısları görünce yanlarına giderek değneğiyle kavgayı ayırmaya çalıştı. Kavga eden şahıslardan birinin Sazan’a tahta bir sopayla vurması üzerine Sazan değneğiyle karşılık verdi. Kavgaya karıştığı ve şahıslardan birine değnekle vurduğu iddia edilen Sazan hakkında açılan davada kasten yaralama suçu işlediğinden 4 ay hapis günü karşılığı para cezası alırken bu suçu, silah sayılan değnekle işlemesi nedeniyle cezası yarı oranında artarak 6 aya çıkarıldı. 82 yaşındaki Sazan, duruşmadaki iyi hal ve hareketleri nedeniyle cezası indirilerek toplamda 3 bin liraya tekabül eden 5 ay karşılığı cezaya çarptırıldı.

İki büklüm cami nöbeti

Hakkında kesilen 3 bin liralık adli cezayı ödeyecek gücü olmadığını belirten yaşlı kadına cami bekleme cezası verildi. Her gün iki büklüm bir şekilde Karamanlı Mahallesi’ndeki evinden çıkan Fatma Sazan yaklaşık 500 metre ilerideki İlim Işıktır Camisi’ne giderek 4 saat boyunca cami bahçesinde nöbet tutuyor. 15 Mart 2016 tarihinde Soma 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nce karara çıkan cezasının 6 ayını doldurduğunu belirten Fatma Sazan, “Evimin önünde kardeşimin kızının da karıştığı kavga çıktı. Bende kavgayı ayırmak için uğraştım. Kavgayı ayırayım derken bana büyük bir tahtayla vurdular. Bende değnekle vurdum. Bundan dolayı bana ceza verdiler. Bu yaşıma kadar cezaevi, karakol görmedim. Neden verdiler bana bu cezayı. Cezam 10 Mart’ta bitecek. O karlı ve soğuk günlerde burada bekledim. Üşüdüm hasta oldum. Cami içerisinde sobası kaloriferi olmayan kuran kursunda ve cami bahçesinde bekledim. Bu yaştan sonra başa geldi. Ama bundan sonra önümde adam öldürseler de karışmam şahit de olmam” dedi.

Terliği silah sayılan 63 yaşındaki Şenay Güzel

İmam her gün imzasını alıyor

Her gün cami imamı tarafından denetlendiğini ve imza attığını belirten Sazan, “Karakolda ve adliyede düzgün ifade de veremedim. Hakim beye ‘Değneği vurmadım, sadece vurur gibi kaldırdım dedim. Kuran-ı getirin el basarım’ dedim. 80 yaşından sonra bir çomağı kaldırmakla bu ceza verilir mi? Zaten yaşımdan dolayı camiye gidip oturuyorum, hizmet yapamıyorum. Sadece bir kızım var, onunda kocası felçli. Yemek yok, evime gidip bir parça bir şey yeyip geri geliyorum. Allah canımı alaydı da bunu görmeseydim, bu ceza bana çok zor geldi” dedi.

Aldığı cezayı hazmedemeyen 82 yaşındaki Sazan, tüm bu olup bitenler sebebiyle gözyaşlarına boğuldu.

63 yaşındaki kadının terliği silah sayılmıştı

Denizli’nin Honaz ilçesinde yaşanan olayda ise, 63 yaşındaki Şenay Güzel’in tartıştığı oğlu 38 yaşındaki Hasan Güzel’e ayağından çıkarıp fırlattığı naylon terlik, ‘silah’ sayılmıştı. Oğlunun şikayeti üzerine polise ifade veren Şenay Güzel hakkında ‘kasten basit yaralamaya teşebbüs’ suçundan 2-5 yıl hapis istemiyle dava açılmıştı.

(Ajanslar, Yeşil Gazete)

Sularını koruyan Amerikan yerlilerinden beyaz adama cevap: Kampımızı kendimiz yakarız, ama bir yere gitmeyiz! #NoDAP

ABD’nin yeni başkanı Donald J. Trump göreve başladığından beri hayatımız hızlandı. Ama tabii aşağıya doğru kaygan bir zeminde…

Özellikle iklim değişikliğiyle ve ekolojiyle, doğayla, çevreyle ilgilenen aktivistler ve bilim insanları Amerikan politikasını her zamankinden daha yakından izliyor. Trump’ın tek bir konuşmasıyla, atamasıyla ya da yayınladığı bir kararnameyle yine neleri darmadağın edeceği, hangi kazanımı bir çırpıda silip atacağı belli olmuyor. ABD’de olan biteni hiç bu kadar son dakika tedirginliğiyle izlememiştik muhtemelen. En son yeminli iklim düşmanı Scott Pruitt‘in Çevre Koruma Ajansı (EPA)’nın başına atanması olan biteni iyi özetleyen bir örnek.

Trump’ın hedefindeki sıcak noktalardan biri de Kuzey Dakota’daki Dikilen Kaya (Standing Rock) yerli rezervasyonundan geçirilmek istenen Dakota Access Petrol Boru Hattı‘na (DAP) karşı direnen Amerikan yerlilerinin (su koruyucularının) kurduğu direniş kampı.

Olayı hatırlarsınız: Bakken havzası kaya petrollerini Kuzey Dakota’dan Illinois’e taşımak için inşa edilen 3,8 milyar dolara mal olan 1886 kilometre uzunluğundaki boru hattının rotası (beyazların yaşadığı) Bismarck kenti yakınında geçerken güneye kaydırılıp tam da Siyu yerlilerinin yaşam alanlarından, kutsal yerlerinden ve su kaynaklarının (Missori nehrinin) altından geçirilmek istenince Kuzey Amerika’nın bütün yerli halkları ayaklanıp direnişe geçmişti. Aylardır sıcağın ortasında ve karın altında kurulan çadırlarda direniş sürüyor. Obama giderayak projeyi durduran bir karar da aldı, ama Trump iş başına gelir gelmez ilk açıkladığı başkanlık kararnamesi DAP ile ilgiliydi ve “yapıma devam edilecek” diyordu.

Tabii ABD’de Trump’ın bir lafıyla inşaat başlayamıyor hâlâ. Tamamlanması gereken prosedürler var bir yığın, üstelik yargı bağımsız mesela.

Ama neticede Amerikan devlet aygıtı tek parça değil ve Trump da kontrolü ufak ufak ele geçiriyor. Şu aralar her şeyde bir Trump etkisi (Trump effect) görülmeye başladı ya, işte DAP üzerideki ilk Trump etkisi de (karaname şovunu saymazsak) dün yaşandı.

Oceti Sakowin kampında bir yerli direnişçi

Kuzey Dakota valisi Doug Burgum yerlilerin Oceti Sakowin direniş kampına bir ültimatom çekerek “kampı 22 Şubat’a kadar boşaltmazsanız müdahale ederim” demişti. Aşağıdaki (benim verdiğim isimle) “kimi kimin toprağından kovuyorsun” başlıklı fotoğrafta beyaz adamın (ve Burgum’un gönderdiği Şerif’in) “kızılderili” kampının karşısında nasıl siper aldığını görebilirsiniz. Artık zehirli ok mu bekliyorlar, dumanla işaret verilmesini mi onu bilemeyeceğim.

Fotoğrafı paylaşan aktivist Mike Hudema altına “tek karede sömürgecilik” diye not düşmüş.

Ultimatom üzerine yerli direnişçiler ufak bir tören düzenlemişler!

Haberlere göre zaten sel tehlikesi nedeniyle toplamakta oldukları kampı terk ederken, (bu da bir tür dumanla verilen mesaj sayılabilir herhalde), kampı ateşe vermişler ve çevresinde epey bir dans edip şarkılar söyleyerek dua etmişler. Dün de 10 kişi kamptan gözaltına alınmış.

https://www.youtube.com/watch?v=Nl0iVcrl7-o

Siyular ve yüzyıllar önce topraklarından kovulan ve katledilen diğer Amerikan yerlileri bu kez “petrolünüzü de alın gidin, biz toprağımızı ve suyumuzu savunmaya devam edeceğiz” diyorlar. Hiçbir yere gitmeye ve Trump bir imza attı diye vazgeçmeye de niyetleri yok. Törende yaptıkları açıklama bu yöndeydi. Zaten kampta birkaç kişiyi nöbetçi olarak bırakmışlar.

Bence bütün afra tafrasına, yaptığı şova ve onu açıkça kullanan bütün o milyar dolarlık petrol şirketlerine rağmen güçlü olan Trump falan değil. Siz ne dersiniz?

Yeşil Gazete’de konuyla ilgili çıkan önceki haberler için TIKLAYIN

Haber Analiz: Ümit Şahin – Yeşil Gazete

Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin avukatı: Saldırganın serbest bırakılması ‘Hayır’cılar için tehdit!

Kadıköy’deki Müjdat Gezen Sanat Merkezi‘ni kundaklayan şüpheli Mehmet Ali Aligül tutuklama talebiyle sevk edildiği mahkemeden serbest bırakıldı.

Aligül, suçunu itiraf etmesine karşın serbest bırakıldıktan sonra sonra adliye önünde konuştu. Saldırgan, “Alkollü değildim. İstesem tüm binayı yakardım” dedi. Saldırganın serbest bırakılmasının ardından, Müjdat Gezen’in avukatı bir açıklama yayımladı. Açıklamada, saldırganın serbest bırakılmasının referandumda ‘hayır’ oyu kullanacaklar için tehdit olduğu belirtildi.

Olaya ilişkin dün akşam gözaltına alınan ve emniyetteki işlemlerinin ardından adliyeye getirilen Mehmet Ali Aligül, Anadolu Örgütlü, Kaçakçılık ve Ekonomik Suçlar Soruşturma Bürosu savcısına ifade verdi. Şüphelinin ifadesinde pişman olduğunu suçlamayı kabul ettiğini belirterek, “Amacım birine zarar vermek yada binayı yakmak değildi. Sadece binanın dış kısmında bulunan kış bahçesi tarzındaki saçaklı bölümü yaktım. Duygularıma yenik düştüm” dediği öğrenildi.

“İsteseydim tüm binayı yakabilirdim”

Müjdat Gezen’i tanımadığını söylediği öğrenilen şüphelinin, “Herhangi bir husumetim yoktur. TV programında Abdülhamithan’ın torunu olan Esma Hatun için söylemiş olduğu çirkin söyleminden dolayı bu suçu işledim. İsteseydim tüm binayı yakabilirdim ancak binanın yan kısmında brandalı bölümü yaktım” dediği kaydedildi.

Tutuklama talebi

Savcılıktaki ifadesinin ardından şüpheli, “Yakarak, yakıcı veya patlayıcı madde kullanarak mala zarar verme” suçundan tutuklanması talebiyle Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edildi.

Adli kontrol hükümleri uygulandı, serbest kaldı

Hakimlik, Mehmet Ali Aligül’ ün “Yakarak, yakıcı veya patlayıcı madde kullanarak mala zarar verme” suçundan tutuklanma istemiyle sevk edildiğini ancak şüphelinin sabit ikametgah sahibi oluşu, delillerin toplanmış olması ve kaçma şüphesinin bulunmamasını gerekçe göstererek tutuklanma talebinin reddine karar verdi. Serbest kalan şüpheli için haftada bir gün karakola imza atmak şeklinde adli kontrol hükümleri uygulandı.

“Ayyaş biri yaktı diyorlar, öyle bir şey yok”

Serbest kalmasının ardından adliye bahçesinde gazetecilere konuşan Mehmet Ali Aligül, yaptığı eylemin Müjdat Gezen’in Abdülhamit’intorunu ile ilgili söyledikleriyle ilgili olduğunu belirterek, “Referandumla herhangi bir sıkıntısı yoktur. Ben oraya alkollü falan gitmedim. Sadece vatan duygularıyla, içimden geldiği şekilde devam ettim. Abdülhamit hepimiz için, bu ülke için bir şeyler yaptı. Benim hakkımda kendisi gibi ayyaş biri yaktı diyorlar. Öyle bir şey yok. Ben hayatımda alkol almadım, herhangi bir örgüte mensup değilim” dedi.

Saldırganın serbest kalmasının ardından, Müjdat Gezen’in avukatı Celal Ülgen bir açıklama yayımladı. Celal Ülgen’in açıklaması şöyle:

“Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ni kundaklayan ve içeride yaşayan insanların bulunduğunu bilen şüpheli suçunu itiraf ettiği halde ve de savcının tutuklama talebine karşın Anadolu 7. Sulh Ceza Hakimi tarafından adli kontrol koşuluyla serbest bırakıldı. Saldırgan “Yakarak, yakıcı veya patlayıcı madde kullanarak mala zarar verme” suçundan tutuklanması talebiyle Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edilmişti. Görülmektedir ki iş basit tutulmuş ve kundaklamanın yaratacağı tehlikeler basit bir mala zarar verme ile geçiştirilmiştir. Dün Kırmızı Kedi Yayınevi’ne saldıranlar, bugün ise kundakçının serbest bırakılması referandum sürecinde ‘Hayır’ oyu verenler için büyük bir tehdit olarak algılanmaktadır.”

(Ajanslar, Yeşil Gazete)