Ana Sayfa Blog Sayfa 3251

10 soruda anayasa değerlendirme rehberi – Rıza Türmen

Rıza Türmen’in yazısı t24.com.tr sitesinden alındı

Anayasa değişikliklerine “hayır”  ya da “evet” oyu vermek konusunda bir değerlendirme yaparken, hareket noktası gücün  kötüye kullanılabileceği varsayımı olmalı. Başka bir deyişle, gücü elinde tutanlara karşı “güvensizlikle” işe başlamalıyız.

Nasil ki, başkanlık sisteminin doğduğu yer ve en başarılı örneği olan ABD’de sistem başkana karşı güvensizliğe dayanır.

Bunun nedeni şu:  ABD Anayasası’nı yazan devletin kurucuları, İngiliz monarşisine karşı yürüttükleri bağımsızlık savaşı sonrasında yeni bir devlet oluşturdular. Yeni devletin anayasasına egemen olan düşünce, iktidarın tek bir elde, yürütme ya da yasamada yoğunlaşmasına ve yeni bir kral yaratılmasına  izin vermeyecek denge ve denetim mekanizmalarını içeren bir sistem kurmaktı. Bu amaçla, sert güçler ayrılığına dayanan, yani yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirlerinden karşılıklı bağımsız oldukları bir sistem oluşturuldu. Bireysel özgürlüklerin ancak bu yoldan güvence altına alınabileceği düşünüldü.

ABD başkanlık sistemi her şeyden önce, yargının mutlak bir bağımsızlığını ve yasama ve yürütmenin hukukun üstünlüğü ilkesinin sınırları içinde kalmasını sağlayacak saygınlığa sahip olmasını öngörür. Yasama ve yürütmenin karşılıklı bağımsızlığı, birbirlerinden farklı süreçlerle oluşturulmaları ve birbirlerinden farklı yöntemlerle görevlerinin sona ermesi yani  yasama ve yürütmenin karşılıklı fesih yetkisi olmaması ile sağlanır. AKP’nin başkanlık önerisi, başkanlık sistemini tanımlayan bu unsurlardan hiçbirini içermiyor.

AKP’nin hazırladığı anayasa önerisi gücün tek bir elde yoğunlaşmasını önleyecek araçları içermediği için, daha büyük ve daha haklı bir güvensizlik söz konusu. O nedenle, AKP’nin önerisini olabilecek en kötü varsayımları göz önünde tutarak değerlendirmek gerekir. Şunu da belirtmek gerekir ki, öneriye karşı duyulan güvensizlik kişilerle değil, sistemle ilgili.

Referanduma sunulan metni değerlendirirken şu soruları sormak gerekir:

1. Bütün güç başkanın elinde toplandığına ve başkan aynı zamanda bir siyasal partinin başkanı olacağına göre, başkanın elindeki gücü üyesi olduğu siyasal partinin programının gerçekleşmesi için kullanmayacağına ilişkin bir güvence var mı?

Örneğin, başkanın partisi, Meclis’te çoğunluğu sağlayamazsa, başkanın Meclis’in görevine son verip yeni bir seçime gitme olanağı var mı? (ABD’de başkanın meclisi fesih yetkisi yok.)

2.Başkanın parti başkanı olması anayasa 103. maddedeki “tarafsızlık” yemini ya da 104. maddedeki Cumhurbaşkanı’nın tarafsız,hakem rolü ile nasıl bağdaşacak? (ABD’de başkan parti başkanı değil)

3. Başkan ile Meclis çoğunluğu aynı partiden olursa, parti başkanı olan başkan sayesinde Meclis’e giren milletvekillerinin,  Türkiye’de sert bir parti disiplini olduğu da düşünülürse, aynı zamanda Meclis grubu başkanı olan başkanı etkili bir biçimde denetleme olanağı var mı?

Örneğin, bu Meclis çoğunluğunun, başkanın cezai sorumluluğuna karar vermesi, ya da başkanın veto ettiği yasayı aynen kabul etmesi, ya da başkanın kararname  ile düzenlediği konularda kanun çıkararak kararnameyi hükümsüz kılması gerçekçi bir olasılık mı?

4.AKP’nin önerisinde, başkanın eşini, oğlunu, kızını, damadını, gelinini, Cumhurbaşkanı yardımcısı ya da bakan olarak atamasına engel var mı?

ABD sisteminde var. Başkanın yaptığı atamaların Senato tarafından onaylanması gerekiyor. Senato bu onayı kılı kırk yararak veriyor. ABD’de başkanın atama yetkisi, başkan ve Senato tarafından ortaklaşa kullanılan bir yetki. Oysa AKP tarafından önerilen sistemde başkanın keyfine kalmış. Frenleyen, denetleyen başka bir makam yok. Bu şekilde atanan başkan yardımcısının,başkanın yokluğunda ona vekalet edeceği düşünülürse,işin vahimliği daha iyi anlaşılır.

5. AKP önerisi Türkiye’nin başkanlık kararnameleriyle yönetilmesine mi yol açacak? 

ABD sisteminde başkanın karaname cıkarma yetkisi kongrenin açık ya da zımni onayına dayanır. Ya da  başkan mevcut bir yasanın uygulanması için kararname çıkarır. Oysa AKP önerisinde, başkanın kararname çıkarma yetkisi Meclis’in iradesini atlayarak kullanılan bir yetki. Yasamanın yetkilerinin yürütmeye devri söz konusu. Meclis çoğunluğunun başkana tabi olduğu bir sistemde,meclisin yasama yetkisi ancak başkanın izin verdiği dar bir alana sıkışmış olacak.

5. Başkanın tek başına OHAL ilan etmeye ve OHAL kararnameleri çıkarmaya yetkisi var mı?

Başkan Türkiye’yi sürekli bir OHAL rejimiyle yönetebilir mi? Hitler iktidarı boyunca Almanya’yı OHAL ile yönetmişti. AKP önerisinde başkanın bu yetkisini istediği gibi ve istediği süre kullanmasına bir engel yok. OHAL  kararnamelerinin meclisce onaylanması koşulunun  ne denli bir frenleyici etken olduğunu günümüz uygulamalarına bakarak değerlendirebiliriz.

6. AKP önerisiyle başkanın yetkilerine,mevcut anayasada olmayan şöyle bir yetki eklenmiş:

“Milli güvenlik politikalarını belirler ve gerekli tedbirleri alır.” 

7.Milli güvenliğin tanımı,kapsamı,alınacak önlemler başkanın takdirine bırakılmış. Partili başkanın,ülkenin milli güvenliğiyle partisinin çıkarlarını özdeşleştirip buna uygun önlemler almasını engelleyecek bir denetim mekanizması var mı? 

Örneğin,seçim sırasında başkan ulusal güvenlik gerekçesiyle OHAL ilan edip OHAL kararnamesiyle muhalefeti susturabilir mi?

8. Önerilen sistemde yargı başkana bağımlı mı olacak?  

Başkan Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 12’i, HSYK’nın 13 üyesinden 4’ü (gerçekte Adalet Bakanı ve Müsteşarı ile birlikte 6) atayacak. ABD sisteminde başkanın Yüksek Mahkeme’ye yaptığı atamalar Senato’nun onayına bağlı. AKP’nin önerdiği sistemde böyle bir denetim var mı? “Mevcut sistemde de Cumhurbaşkanı HSYK’a 4 üye atıyor” argümanı doğru değil. Mevcut sistemde Cumhurbaşkanı 22 üyeden 4’ü yani toplam üyelerin yüzde 18’i atıyor. Önerilen sistemde ise başkan 13 üyeden 4’ü yani toplam üyelerin yüzde 30’u atayacak. Adalet Bakanı ve Müsteşarını da eklersek bu oran yüzde 46 olur. Geri kalanını nasıl olsa başkana tabi Meclis tamamlar. Bu arada, Adalet Bakanı’nın Avrupa Yargıçlar Konseyi, Venedik Komisyonu ve başka kuruluşların eleştirilerine karşın hala HSYK başkanlığında ısrar etmesi, AKP’nin yargı bağımsızlığına ilişkin niyetlerinin bir göstergesi.

9.Başkanlık seçimi ile milletvekili seçiminin aynı tarihte yapılmasının amacı başkan ile partisinin aynı çoğunluğa sahip olmasını mı sağlamak?

ABD’de başkanlık seçimleri ile milletvekilleri seçimleri ayrı tarihlerde yapılır. Farklı süreçlere tabidir. Başkanlık sisteminin mantığı da bunu gerektirir.

10. Önerilen sistemin darbelere son vereceği, terörü sona erdireceği söyleniyor.

Geçmişteki darbelerin nedeni parlamenter sistem miydi? Başkanlık sistemi olsaydı darbeler olmayacak mıydı? Darbeler ile hükümet sistemi arasında nasıl bir ilişki var? Başkanlıkla yönetilen Latin Amerika ülkelerinde sistemin tıkanması darbelere yol açmadı mı?  Terörü bitirmek konusunda başkanlık sisteminde alınacak olup da bugün alınamayan önlemler nelerdir?
Önerilen anayasa değişikliğine ne yönde oy vereceğimizi düşünürken bu soruları sormak ve yanıtlarını aramak karar vermeye yardımcı olur. Bir de Alman hukukçu Schmitt’in  “diktatatörlüğe dayanıklı anayasalar ve diktatörlüğe dayanıksız anayasalar” ayrımını akılda tutmakta yarar var.

Karar vermeden önce, “bu anayasa önerisi diktatörlüğe dayanıklı mı? Yoksa diktatörlüğe giden yolun taşlarını mı döşüyor?” sorusunu sormak gerekli.

Rıza Türmen – t24.com.tr

İklim İçin STK Ağı’nda Uygar Özesmi:”Sorumluluğu arttırmak için sevgiyi yaratmak şart”

Kaz Dağı ve yöresinde iklim değişikliği konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarını bir araya getirip enerji verimliliği, yenilenebilir enerji kaynakları, üretimi ve kullanımı çalışmalarında ortak hareket etmek üzere yürütülen Birlikte Yeşil Enerjiye projesi kapsamında kurulan İklim İçin STK Ağı’nın yüz yüze toplantılarının ikincisi gerçekleşti. Projenin destekçilerinden İda Dayanışma Derneği’nin ev sahipliğinde yapılan “Sorumluluk, Gönüllülük, Örgütlülük” başlıklı toplantı için Ayvalık, Gökçeada, Bozcaada, Edremit, Gelibolu, Bayramiç ve Çanakkale’de çevre konusunda çalışan oluşumlardan yaklaşık 40 kişi bir araya geldi.

Toplantının açılışında konuşan İda Dayanışma Derneği Başkanı Dr. İlhan Pirinçciler, yaşam kaynağı olan Kazdağı ve yöresinin sürekliliğini sağlamada, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmenin önemine vurgu yaptı: “Kazdağı hem insan, hem de büyük sanayi, metalik madencilik ve kömürlü termik santraller kaynaklı tehdit altında. Tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirerek, enerji üretim kaynaklarının yöntemlerini sorgulayarak sürekliliği sağlayabiliriz. Çanakkale Belediyesi ile protokol imzalama aşamasındayız. Şehirde yenilenebilir enerji kooperatifi girişimi kurmak, elektrikli bisiklet kullanımını yaygınlaştırmak, yenilenebilir enerji fuarı düzenlemek gibi çalışmalarımız olacak. Ayrıntılarını önümüzdeki günlerde açıklayacağız.” dedi.

İlhan Pirinçciler

“Birlikte Yeşil Enerjiye” proje koordinatörü Cemil Ortaç, İklim İçin STK Ağı’nın kurulmasının ve devam etmesinin önemine dikkat çekti: Üretmeden tükettiğimiz için ekonomi durma noktasına geldi. İhtiyacımız olan enerjiyi üretemezsek, başkaları yakın zamanda gelecek ve üretecek. Yeşil enerjiyi birbirimize güvenerek yaygınlaştırabiliriz. Güçlerimizi birleştireceğiz.” diye konuştu.

Sorumluluk, gönüllülük, örgütlülük kavramlarının, STK temsilcilerinin saha deneyimi hikayeleri üzerinden örneklerle konuşulduğu yüz yüze buluşmanın konuğu, sivil toplum, doğa koruma ve çevre bilimcisi ve aktivisti olarak çalışan Uygar Özesmi’ydi. Üç kavramla ilgili genel bir çerçeve çizerek konuşmayı başlatan Özesmi, “Bireysel sorumluluk hissedebilirsiniz, bireysel gönüllü de olabilirsiniz. Bireysel olarak örgütlenemezsiniz. Örgütlenme, başka insanlar gerektiriyor. Nerede çokluk, orada güç. O çokluğu yaratabilmemiz için birlikte hareket etmeyi öğrenmemiz ve toplumu dönüştürücü bir etkiye yol açabilmemiz gerekiyor.” dedi.

Sorumluluğun, psikolojide sevdiğimiz ve değer verdiğimiz şeylerin zarar görmesine dair taşıdığımız empati ile birleşmiş kaygı olarak tarif edildiğini belirten Uygar Özesmi şöyle devam etti: Empati, sevgi, aidiyet, bağlılık, farkında ve ortak olmak, sorumluluğun temelleri. Sorumluluk bunlardan gelir. Başkalarının da sorumluluk duymasını istediğimiz alanlarda sevgiyi yaratmak gerekir. Bunlar olursa, bambaşka bir dünya olur.”

Uygar Özesmi – Sühayla Doğan

Sıradaki yüz yüze buluşma Ayvalık’ta

Kaz Dağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği tarafından yürütülen Birlikte Yeşil Enerjiye projesi kapsamında kurulan İklim İçin STK Ağı’nın yüz yüze buluşma toplantıları nisan ayına dek sürecek. Üçüncü toplantı 11 Mart Cumartesi günü Ayvalık’ta yapılacak. Eylül Özyürek ve Pınar İlkiz’in katılımıyla Şiddetsiz İletişim, Sivil İtaatsizlik, Savunuculuk konuşulacak. Toplantılar, konuya ilgi duyanların katılımına açık.

Haber: Güneş DERMENCİ
( Yeşil Gazete )

 

İzmir’de ‘pasaportsuz misafir’: Akdeniz foku kayalıklara çıkıp uyudu

İzmir’in Menderes ilçesine bağlı Özdere mahallesinde, uyumak için sahildeki kayalıklara çıkan Akdeniz foku, ilgi odağı oldu. Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) üyeleri, foka dokunmak isteyenleri uyardı.

Kuşadası Sahil Güvenlik Komutanlığı, Menderes’in Özdere mevkisinde kayalıklara bir Akdeniz foku gelmesi üzerine, Kuşadası’nda faaliyet gösteren EKODOSD üyelerine bilgi verdi. EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, beraberindeki bir ekiple bölgeye gidip, foku korumak için güvenlik şeridiyle çevirip, dokunmak isteyen vatandaşları uyardı. Buna rağmen sahile akın eden Özdereliler, cep telefonlarıyla, kayalıkların üzerinde dinlenip, uyuyan Akdeniz fokunu görüntüleyebilmek için adeta birbirleriyle yarıştı.

EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, kayıklarda hareketsiz duran fokun herhangi bir sıkıntısı olmadığını belirtip, “Sadece uyumak için burayı tercih ettiğini belirledik. ‘Gidip başını okşamak istiyorum’ diyenleri, böyle bir müdahalede bulunmamaları, ona köpek gibi davranılmaması, bunun çok tehlikeli olabileceği konusunda uyardık. Onlara Akdeniz foklarıyla ilgili bilgi verdik. Akdeniz foklarının yaşam alanı olan Ege kıyılarının korunmasının önemini anlattık” dedi.

Akdeniz foklarının nesli tehlike altında bulunan memeliler arasında olduğuna dikkati çeken Bahattin Sürücü, “Dünyada 600-700 civarında bireyi kalan ve Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) kriterlerine göre nesli kritik derecede tehdit altında olan Akdeniz foklarının, araştırmalara göre kıyılarımızda 100 kadarının kaldığı tahmin edilmektedir. Son yıllarda yapılan araştırmalarda Kuşadası’nın kent içindeki kayalıklarında bulunan mağaralarda 3 Akdeniz fokunun varlığı tespit edilmiştir” diye konuştu.

Akdeniz foku geçen 4 Şubat’ta da bölgedeki bir tekneye çıkıp, uyumuştu.

(Yeşil Gazete)

Bilirkişi: İdil’in ölümünden İBB ve şoför sorumlu!

İstanbul Kadıköy’deki Yoğurtçu Parkı’nda yürürken, bölge yakınındaki Kurbağalıdere’nin dip temizleme ve balçık taşıma işini yapan şantiyeden çıkıp manevra yapan kamyonun altında kalarak can veren Şule İdil Dere’nin ölümüne neden olan aracın, bilirkişi raporuna göre İBB’ye ait olduğu belirlendi.

İstanbul Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü 3’ncü sınıf öğrencisi Şule İdil Dere, 12 Mayıs 2016’da Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nda yürürken manevra yapan İBB’nin hafriyat kamyonunun altında kalarak can verdi. Kamyonu kullanan Mümin K., kaza sonrası serbest bırakıldı.

Hürriyet’ten Burcu Purtul Uçar’ın haberine göre, Anadolu Cumhuriyet Savcılığı’nın başlattığı soruşturmada Kurbağalıdere’deki dip temizleme ve balçı taşıma işini İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Deniz Hizmetleri Müdürlüğüve İSTAÇ İstanbul Çevre Yönetimi Sanayi ve Ticaret A.Ş’nin yaptığı belirlendi.

Bilirkişi raporunda da kamyon şoförüyle birlikte, Deniz Hizmetleri Müdürlüğü’nde görev yapan 3 işveren vekili ve bir saha şefi ile İstaç A.Ş.’den sorumlu müdür ve saha şefi asli kusurlu bulundu. İki şirketin iş güvenliği uzmanları da tali kusurlu bulundu. Savcılık, kusurlu bulunan İBB personeli arasında devlet memuru olan yetkililerin yargılanabilmesi için İstanbul Valiliği’nden soruşturma için izin istedi.

(Hürriyet)

‘Çözüm’ yeniden mi: Barzani’yle ‘2013 ruhuna nasıl geri dönüş yapılır’ı konuştuk

Eski Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk ve Ağrı Belediye Başkanı Sırrı Sakık ile Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesut Barzani bir araya geldi. Görüşmede, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğundan, Çözüm Süreci’ne yeniden dönüşe kadar çok sayıda konu masaya yatırıldı.

Görüşme sonrasında açıklama yapan Ahmet Türk, “Başkan Mesud Barzani Kürtler için önemli bir aktör. Başkan Barzani Kürtler’in bir lideridir ve çözüm süreci için elinden gelene yapacağına inanıyorum” ifadelerini kullandı.

“HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarımızın serbest bırakılması yeniden diyaloğun yolunu açabilir” diyen Ahmet Türk, “Başkan Barzani de onların serbest bırakılmasını istiyor” dedi.

Ahmet Türk, “Bizim isteğimiz barış için yeni adımların atılması. Parlamenterlerimiz ve birçok şehirdeki belediye başkanlarımız bugün zindanlarda. Bugün yürütülen bu siyaset Kürt ve Türk halkının geleceği için iyi değil. Bizim isteğimiz siyasette diyalog ve barışın devam etmesidir” diye konuştu.

“2013 ruhuna nasıl dönülür’ü konuştuk”

Görüşmenin detaylarını Gazete Duvar’a anlatan Sırrı Sakık ise, Kürt Sorunu’nun diyalog ve müzakere ile çözülmesi için başlatılan ve Suruç Katliamı’nın ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle, ‘buzdolabına kaldırılan’ Çözüm Süreci’ne atıf yaparak, “Sayın Barzani’nin gelişi önemli. Kendisiyle ‘2013 ruhuna nasıl dönüş yapılabilir’i konuştuk” dedi.

Sakık, şunları söyledi:

“Önceliğimiz bu kan deryasından ülkeyi nasıl çıkarabiliriz, ne yapabiliriz? Herkesin baharla birlikte yeni kanlı bir sürecin başlayacağına dair endişeleri, kuşkuları var. Türkiye Kürtleri bunu uzun zamandır yaşıyor. Sayın Barzani hem Hükümet çevreleriyle iyi diyaloğu olan hem de kamuoyunda saygınlığı olan bir aktör. Onlar sulhe kavuşmuşlar, bizlerin de kavuşması gerekir. Böyle bir sürece katkı sunması Türkiye halklarının ortak talebidir. ‘Bu sürecin önü nasıl alınabilir’i konuştuk.

“Ortadoğu’da yaşıyoruz, her an bir kanayan yara var. Sayın Barzani de bunu biliyor, görüyor. Herkesin önceden tedbirli olması gerekir, bunları söylüyor. Bir daha acılı yıllara dönülmemesi gerekir. Türkiye Kürtleri bunu uzun zamandır yaşıyor. Herkesin bu konuda görev ve sorumlulukları olduğunu söyledik. Sayın Barzani, 2013’ten bu yana müzakerelerin başlangıcından beri sürece katkısı olan bir şahsiyet. Şimdi gelinen noktada ülkemizde yine çatışma yaşanıyor ve Sayın Barzani’ye de görevler düşüyor. Kendisiyle ‘2013 ruhuna nasıl dönüş yapılabilir’i konuştuk.

“Kürt siyasetçilerin, eşbaşkanların, milletvekillerinin, belediye başkanlarının, parti yöneticilerinin bir an önce görevlerinin başına dönmesi gerektiği ve zindandan nasıl çıkabilirler, bunlar konuşuldu. Sayın Barzani dün Cumhurbaşkanı ile görüşmüştü, bugün de Başbakan ile görüşecek. Tahmin ediyorum yetkililerle de bu konular gündeme gelmiştir, gelecektir. Sayın Barzani’nin bu konuda gelmeden önce yaptığı bir açıklaması vardı zaten. Bahar geliyor. Herkes yüreğinde, beyninde bir bahar temizliği yapmalıdır”

(Yeşil Gazete, Ajanslar, Gazete Duvar)

Büyükşehirden ‘titiz takip’: Engelli çocuğu ve babasını otobüsten atan şoföre soruşturma

Bursa’da Ziya Beşkardeş adlı yurttaş ve engelli çocuğunu, Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kartıyla ücretsiz ulaşım hakkı olmasına rağmen otobüsten zorla indiren özel halk otobüsü şoförüne soruşturma açıldı.

Bilecik’te ikamet eden Ziya Beşkardeş, zihinsel engelli oğlu ile gezi için geldiği Bursa Ataevler’de otobüse binmek isterken, şoförün hakaretine maruz kalmış, Aile Sosyal Politikalar Bakanlığının kartı olmasına rağmen otobüsten zorla indirilmişlerdi. Ziya Beşkardeş’in videoya çektiği o görüntüler ulusal ve sosyal büyük tepki toplayınca, Beşkardeş ve oğlunu otobüsten indiren özel halk otobüsü şoförüne soruşturma açıldı.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe konu ile ilgili Twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklamada, “Bu tür olayların bir daha yaşanmaması için gereken iş disiplini ve takip titizlikle yapılacaktır. Engelli aileye yapılan davranışla toplumsal vicdanı yaralayan özel halk otobüs şoförüne Büyükşehir Belediyesi tarafından yasal işlem başlatılmıştır” ifadelerini kullandı.

(Ajanslar)

Yenilikçiler kaybetti: ‘Yerleşik düzen’in savunucusu Perez ABD’de Demokratların yeni başkanı

ABD’de Demokrat Parti’nin yeni Başkanı Tom Perez oldu. ‘Yerleşik düzenin’ savunucularından eski Çalışma Bakanı Perez en güçlü adaylardan biri olarak gösteriliyordu.

Partinin ‘yenilikçi kanadını’ ABD Kongresi’nin ilk Müslüman üyesi Keith Ellison temsil ediyordu. Başkanlık yarışında ön seçimlerde eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın rakibi olan Vermond Senatörü Bernie Sanders, parti başkanlığı yarışında desteğini Ellison’dan yana kullandı.

Kendisini “sosyalist demokrat” olarak tanımlayan Sanders, partide radikal bir değişikliğe gidilmesi gerektiğini savunuyordu. Ellison’ı destekleyeceğini yazılı açıklamayla duyuran Sanders, “Soru çok basit: İflas etmiş statükocu mantıkla mı yola devam edeceğiz ya da parti içinde yeniden yapılanmaya giderek, ileri doğru bir adım mı atmaya çalışacağız?” ifadesini kullandı.

Ellison, ABD’de kongre ve başkanlık seçimlerinin kaybedilmesini, Demokrat Partinin ABD halkının tamamına hitap edememesine bağlıyordu.

Demokrat Partinin “işçi sınıfla” ilişkisinin kesildiğini, “elit” kesimin partisi haline geldiğini savunan Ellison, “Demokratlar bu partinin sadece Demokrat Parti için var olmadığını anlaması gerekiyor. Bu parti tüm ABD halkının partisi olmalı.” açıklamasıyla parti başkanı seçilmesi halinde izleyeceği politikanın işaretini veriyor.

Yenilikçi kanadın savları

Demokrat Partide 2004’te sesini duyuran “yenilikçi kanat”, Demokratların yenilenme sürecine girmesi gerektiğini savunuyordu.

Washington yönetiminin, çıkar gruplarının ve lobilerinin yaptığı büyük bağışlardan sıyrılarak sadece halka hesap vermesi gerektiğini düşünen bu kanat, savaş karşıtı söylemleriyle de öne çıkıyor.

Sanders’ın Demokratların ABD Başkanı adayı olabilmek için Clinton ile rekabet ettiği dönemde adından sıkça söz ettiren yenilikçiler, özellikle sağlık ve eğitim gibi konularda ABD’de sistem değişikliğine gidilmesi gerektiğini belirtiyor.

Trump’la ilk atışma

Yeni muhalefet lideri Perez ve Başkan Donald Trump arasında ilk atışma sosyal medya üzerinden oldu.

Perez’i “Thomas Perez’i tebrik ederim, onun adına ve Demokrat Parti adına daha mutlu olamazdım” sözleriyle kutlayan Trump’a Perez ise “Bana Tom de ve fazla sevinme. Ben ve Demokratlar senin en korkulu kabusun olacağız” yanıtını verdi.

Tom Perez kimdir

Partinin ilk Hispanik başkanı 55 yaşındaki Perez, 2013 ile 2017 yılları arasında Obama’nın Çalışma Bakanı olarak yönetimde görev aldı.

Bakanlık görevinden önce ise Adalet Bakanlığı Sivil Haklardan Sorumlu Müsteşar olarak görev yaptı.

Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Perez, daha önce Maryland eyaleti Montgomery İlçe Konseyi Başkanlığı yapmış, 2007 yılında ise Maryland eyaleti başsavcılığı yarışında, eyalette 10 yıllık hukuk deneyimi olmadığı gerekçesi ile diskalifiye edilmişti.

(T24, Euronews)

28 Şubat’ta ‘zulme uğrayanlar’: 28 Şubat devam ediyor!

Aralarında CHP milletvekili Mehmet Bekaroğlu, HDP milletvekili Hüda Kaya, İhsan Eliaçık, Ömer Faruk Gergerlioğlu gibi isimlerin de bulunduğu kendilerini dindar olarak tanımlayan yazar ve siyasetçiler, 28 Şubat ‘post modern darbesi’nin 20. yıl dönümü nedeniyle basın açıklaması yayımladı.

Açıklamada, Türkiye’nin tarihindeki en sıkıntılı dönemlerden birinin yaşandığı belirtilirken, “Anti-demokratik uygulamaların, baskının, tehdidin, hukuksuzluğun, başkasının yaşamına, giyim tarzına tahammülsüzlüğün en açık yaşandığı 28 Şubat günlerini bile aratan bir baskı ortamı hakim ülkemizde. Bu anlamda 28 Şubat’ın devam ettiğini söyleyebiliriz” ifadeleri kullanıldı.

28 Şubat’ta zulme uğrayanların bugünün koşullarında adaletsizliklere karşı en başta sesini çıkarması gerektiği belirtilen açıklama şöyle:

28 Şubat’ın 20. Yılında Nereden Nereye?

Türkiye, tarihinin en sıkıntılı dönemlerinden birini yaşıyor.
Demokrasi büyük yara almış durumda. Bağımsız yargı, bağımsız medya gibi kurumlar artık yok denecek kadar az.
Özgürlük, insan hakları, hukuk gibi değerler tahrip edildi.
Ülkemizde gerçek anlamda demokrasinin, gerçek anlamda özgürlüğün, bağımsız yargının, bağımsız medyanın; başkasının fikrine, yaşam tarzına, inancına saygının geçmişte tam anlamıyla var olduğunu fakat şimdi yok edildiğini iddia etmiyoruz.
Evet, ülke olarak bu konuda ne yazık ki pek parlak bir geçmişe sahip değiliz.
Ama her zaman, hepimizde bu aksaklıkların, eksikliklerin düzelebileceğine, düzeltilebileceğine dair bir umut vardı.
Bunun için elimizden geldiği şekliyle hepimiz kendimizce bir mücadele verdik.
Hepimiz, yani gerçek demokrasi isteyenler, başkasının da kendisi gibi özgürce yaşamasını, konuşmasını savunanlar, huzurlu, insanın fikrine, inancına, yaşam tarzına, giyimine saygı duyulan, tartışma konusu bile edilmeyen bir ülke hayal ediyorduk.
Bu hayalin bir gün mutlaka gerçekleşebileceğine inanıyorduk.
Fakat yıllarca koruduğumuz bu umudu bile yok edecek ağırlıkta gelişmeler yaşıyoruz.
Sevgili halkımız,
Biz bunları 28 Şubatta da yaşadık. Onlarca gözaltıyı, tutuklamaları, baskıları hep birlikte yaşadık. Özellikle mütedeyyin kesimler, bu zulmün odağındaydı.

28 şubat, demokrasiye vurulan bir darbeydi. Dindar başbakanın ordu tarafından el çektirilmesi, bu ülke tarihinin alışkın olduğu bir uygulamaydı. Bu süreç, oldukça fazla mağdur kesimin oluşmasına neden oldu. Bu mağduriyetler uzun süre devam etti.
Bununla birlikte, anti-demokratik uygulamaların, baskının, tehdidin, hukuksuzluğun, başkasının yaşamına, giyim tarzına tahammülsüzlüğün en açık yaşandığı 28 Şubat günlerini bile aratan bir baskı ortamı hakim ülkemizde. Bu anlamda 28 Şubat’ın devam ettiğini söyleyebiliriz.
28 Şubat’ta zulme uğrayanların şimdi en başta adaletsizliklere karşı sesini çıkarması gerekir, herkes için adalet isteyen her zaman haklı ve güçlüdür. Mazlumun güçlü olduğu zaman zulmetmemesi için kriteri her zaman adalet olmalıdır. 28 Şubat olsun başka zaman olsun her zaman hakkın yanında durmak asıl olandır.
Günümüzde bir başka baskı dönemini yaşıyoruz. Medya bütünüyle susturuldu. Yargı bütünüyle yok edildi. On binlerce insan işinden atıldı. Yüzlerce gazeteci, aydın, yazar hapse atıldı.
Başkasının fikrine, görüşüne, tercihine saygı bütünüyle ortadan kaldırıldı.
Bütün bunlardan dolayı iç barışımız, bütünlüğümüz, dostluğumuz, arkadaşlığımız, komşuluğumuz… hepsi büyük yara aldı.
Çünkü tüm bunları törpüleyen, bu duyguları zedeleyen bir süreç yaşıyoruz.
Bu süreç her geçen gün tahribatı daha da büyütüyor.
Sevgili halkımız,
Türkiye’de demokrasi her dönemde zayıftı. Her zaman gücü ele geçirenin borusu öttü.
Yukarıda da dediğimiz gibi bir gün bu kısır döngüden kurtulacağımıza ve ülkemizin herkesin barış ve huzur içinde yaşadığı bir ülke olacağına dair bir umudumuz vardı.
İşte o umudumuzu yok edecek, ülkemizde onarılmaz yaralar açacak bir referandum sürecindeyiz.
Sevgili dostlar,
Anayasalar farklı inanca, farklı görüşe, farklı yaşam tarzına sahip insanların bağımsız ve güçlü yargı sisteminin koruması altında huzur ve barış içinde yaşamasını sağlayan, bunu garantiye alan metinlerdir.
Bu nedenle ortak aklın ürünü olmak zorundadır.
Anayasalar o ülkenin çimentosudur.
Anayasada yapılan 16 Nisan’da hepimizin önüne gelecek olan değişikliklerle bu çimento dağıtılmak isteniyor. Gücü ele geçirenin sözünün geçtiği, borusunun öttüğü bir anlayış yasalaştırılıyor. Kurumsallaştırılıyor.
Bütün bir ülkenin geleceğini, yaşam tarzımızı, özgürlüğümüzün sınırlarını, kaderimizi, özellikle de çocuklarımızın kaderini tayin hakkını tek bir kişiye veriyor.
O kişinin kim olduğu önemli değil.
Önemli olan kaderimizin, özgürce yaşamamızın, yaşam tarzımızın bir kişinin iki dudağı arasında olmasıdır.
Böyle bir ülkede huzur olmaz. Böyle bir ülkede barış olmaz. Böyle bir ülkede güçlünün değil haklının sözünün geçtiği en küçük bir alan bile kalmaz.
Böyle bir ülke varlığını sürdüremez.
Zaten dünyada bütün yetkilerin tek bir kişide toplandığı tek adam rejimi ile yönetilmiş ama iflah olmuş tek bir ülke yok.
Ne yazık ki biz de benzer bir sona doğru sürükleniyoruz.
Sevgili Dostlar,
Burasını kimsenin inancına, giyimine, yaşam tarzına karışılmadığı dostça, arkadaşça hep beraber huzuru içinde yaşadığımız, hepimizin ortak aklının etkin olduğu bir ülke yapabiliriz.
Herkesin hakkını, hukukunu teminat altına alan, güçlünün değil haklının sesinin duyulduğu ortamı sağlayacak demokrat, özgürlükçü insan haklarına saygılı bir anayasa yapabiliriz.
Dünyada bunu başarmış onlarca ülke var.
Biz de yapabiliriz.
Tek bir kişinin veyahut bir grubun, veyahut bir kesimin değil bütün ülkenin, o ülkede yaşayan her bir bireyin huzuru, yaşamı geleceği için çaba sarfetmek boynumuzun borcudur.
Sizi de bize el vermeye davet ediyoruz.
El verin ki hepimiz için güzel bir ülke kurma umudumuzu koruyabilelim.
Çünkü hepimiz daha iyi, daha huzurlu daha insanca bir yaşamı hak ediyoruz.

İMZACILAR:
ADEM GEVERİ
AHMET KAYA
BERRİN SÖNMEZ
CİHANGİR İSLAM
EKREM BARAN
FATMA BOSTAN ÜNSAL
HÜDA KAYA
İBRAHİM SEDİYANİ
MEHMET BEKAROĞLU
ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU
R. İHSAN ELİAÇIK
YAKUP ASLAN
YASİN ALTINTAŞ
ZEKİ KILIÇARSLAN

(Yeşil Gazete)

Akkuyu Nükleer Santral Projesi’ni “AK”layan bir Bilirkişi raporu!

Özellikle, Fukuşima Nükleer Santral Faciası’ndan sonra dünya genelinde, yenilenebilir enerjilerden faydalanma yönünde bir eğilim oluşmuşken Türkiye’de hükümet, nükleer santral kurmak için  tarihte eşi benzeri görülmemiş bir çaba içerisinde. Öyle ki raporda, Fukuşima sonrası kapatılan reaktörlerin olduğu hesaba alınmaksızın  operasyonda 440 nükleer santralin bulunduğu ifade edilmiş.

11 Temmuz 2016, Bilirkişi Keşfi, Akkuyu NGS önü

Akkuyu Nükleer Santrali’nin akıbeti jet kararlarla belirlenirken, onaylanmış olan ÇED’e Sivil toplumdan red gelmiş, şirket yeni bir başvuru yaptıktan sonra da  28 Kasım 2014’te tekrar alınan  ÇED olumlu raporuna itirazlar devam etmişti.Neticede Türkiye Barolar Birliği, Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipleri Birliği (TTB)’nin de aralarında bulunduğu kurum temsilcilerinden ve bireylerden oluşan 82 yurttaş toplam 60 bin lira gibi yüksek bilir kişi ücretini ödeyerek dava açmıştı. 11 Temmuz 2016 ‘da dava için gerçekleştirilen Bilirkişi incelemesinde 500 kadar yurttaş da Akkuyu NGS önünde toplanarak davacılara destek vermişti. Ancak, 15 Temmuz’dan sonraki süreçte bir Bilirkişinin görevden alınarak bir başka Bilirkişinin atanması nedeniyle keşfin belli bir kısmı, 5 Aralık’ta tekrarlanmıştı. (3 Kasım 2016’da Bilirkişi tasarısının TBMM‘de yasalaşmasının ardından  çevre, ekoloji ve  toplum sağlığını ilgilendiren projelerde ortaya çıkan uyuşmazlıklara bir çözüm getirmesi için başlatılan Bilirkişi incelemesi, ÇED olumlu kararının iptalini isteyen dava sürecinde başvurulan bir yol oldu).Bu nedenle neticenin alınması için  ikinci değerlendirme sürecinin de beklenmesi gerekmişti. Sonuç olarak, 5 Aralık’tan bugüne geçen 3 aylık zaman diliminin bitiminde, Bilirkişi  raporu önce davacılarla olmak üzere 25 Şubat Cumartesi günü  kamuoyuyla paylaşıldı.

“Nihai ÇED raporunda da görüldüğü üzere…”

Raporda, bırakın bilimsel bir yaklaşımı,  görev alanının dışına taşan şekilde yer yer olumlu kanaat bildiren bir uslup kullanılmış zira raporda sıklıkla “Nihai ÇED Raporu” ifadesi ile dava konusu olan ÇED maddelerine atıf yapılmış bulunduğu yazıyor. Bir örnek:  “Sonuç olarak …. ve …nükleer santral için uygun olup öngörülen sistem ve çalışma koşullarının gerçekleştirilmesi konusu günümüz teknik koşullarında ve bilimsel düzeyde yeterli ve kabul edilebilir düzeyde ele alınmış ve gerekli  prosesler ve önlemler ortaya konulmuştur…”; “Nihai ÇED raporunda …..incelenmiş olduğu görülmüştür. ” şeklinde devam eden cümleler dikkat çekiyor. Yine de aynı rapor, nükleer santral gibi riskli bir teknoloji söz konusu olduğunda eşyanın tabiatına aykırı olmayacak şekilde bazen itiraf bazen de  çelişkilerle dolu.

Her şeyden önce, Bilirkişilerin nükleer santral ve reaktör kavramlarını, dolayısıyla sayılarını  birbirine karıştırdığını söyleyebiliriz ki bu şekliyle ölçülemez hale getirdikleri veriler üzerinden nasıl değerlendirmede bulunduklarını anlamak zor. Diğer taraftan, nükleer karşıtlarının altını çizdiği gibi, bu rapor kesinlikle terör gibi günümüz, tehdit ve yeni koşullarını dikkate almıyor. Bu haliyle Bilirkişi keşfinin, mevcut ÇED’i olumlamak için yapıldığı aşikar.

“Ülkenin gelişmişlik seviyesi kişi başı enerji tüketimiyle ölçülür…”

Öncelikle raporda açıkça enerji arz ve talebi arasındaki dengesizliklerin enerji kesintisine yol açtığı ifade edilmiş. Ülkenin gelişmişlik seviyesini enerji tüketimiyle ölçebileceğini öngören yaklaşım neticesinde enerji kayıpları ve/veya  israfı tamamen gözardı edilmiş, enerji verimliliği ÇED raporunda tanımlandığı şekliyle alınmış. Nükleer santrallerin yıllık %5 elektrik üretimiyle çok önemli bir ihtiyacı karşılayacağı ifade edilirken, Dünyadaki yenilenebilir enerji kullanımındaki artışa dikkat çekmekle beraber  Türkiye’de yenilenebilir enerji üretiminde sağlanamayan standardizasyon ve mevzuat kaynaklı sorunlar referans gösterilmiş.

Kömüre methiye: “2040 Kömür yılı olacak!”

Raporda nükleer santrallerin fosil yakıt kullanımını azaltacak kadar karbon salımı yapmadan enerji ürettiği, hatta Kyoto Protokolü’nde iklim değişikliğine çözüm olarak karbon salımı yapmadığı gerekçesiyle Nükleer santrallerin kurulması önerisinin yapıldığı iddia edilmiş. Bu da yetmemiş nükleer santralin inşaatı süresince üretilen karbon salımı bile “carbon cycle” olarak hesaplanmış ve salımın düşük olacağı iddia edilmiş.

Diğer taraftan Raporun, Kyoto Protokolü üzerinden nükleer santral kurmanın gerekliliğine işaret ederken, 2040 yılında enerji üretiminde en büyük payın kömüre dayanacağını söylemesi de dikkat çekiyor. Hatta raporda “Dolayısıyla Dünya Enerji Ajansı mevcut enerji politikalarının gelecekte değişmeden sürdürüleceği varsayıldığında kömürün dünya enerji bileşimi içindeki belirleyici konumunu önümüzdeki 25 yıl sürdüreceğini öngörmektedir” şeklinde bir açıklama da bulunuyor.

Uranyum  ithal değil mi?

“Türkiye elektirk üretiminin %45’ini doğalgaz karşılıyor ve %98’i ithal edilmektedir. Doğalgazın payının azaltılması hedeflenmektedir” açıklamasıyla ise her zamanki gibi nükleer santralin ham maddesi olan uranyumun ithal edileceğinin gözardı edildiğini gösteriyor.

“Tsunami duvarının yüksekliği belli değil ama, olsun!”

Raporda “1979 yılında Doğu Akdeniz’de tsunami yayılımının uzun dalga denklemlerini çözen sayısal model geliştirilmiş….bu çalışma ile Akkuyu NGS proje sahası için ortalama deniz seviyesinden 7 metre yükseklikte bir dalga yüksekliği belirlenmiş” derken, sonraki kısımda ise “Bu çalışma 2011 yılında yeniden yapılmış NAMI DANCE yazılımı kullanılarak tsunami dalga yüksekliği 10 Metre üzerinde olduğu belirlenmiştir”gibi farklı ifadeler dikkat çekiyor.

Raporda, tsunami duvarının yüksekliğinin hesap edilmediği Bilirkişi tarafından itiraf edilirken “Akkuyu NGS ÇED raporunda tsunami dalga yüksekliği model olarak verilmiş olmasına karşın, tsunami tasarım duvar yüksekliğinin verilmemiştir, ancak  tsunamiye karşı koruma önlemlerinin Akkuyu NGS ÇED raporunda Türkiye Atom enerjisi Kurumu(TAEK) yetkili uzmanlarının incelemesine tabi olacak santralin Güvenlik Analiz Raporunda açıklanacaktır” ifadesinin yeterli bulunduğu  yazıyor.

Deniz seviyesinin iklim değişikliği nedeniyle yükselmesi ile tsunami nedeniyle kabarmasını ayırt edemeyen Bilirkişiler!

Sivil toplum kuruluşlarının, meslek gruplarının, iklim değişikliği dikkate alınmadan hazırlanmış diyerek itiraz ettiği ÇED raporunda tsunami bahsinden hareketle iklim senaryolarının çalışıldığı sonucuna varılmış bulunuyor.

Projede reaktörlerin inşası, sökümü ve üretiminde radyasyon etkisi vardır!

Bu madde ise ,  ÇED raporunda konunun ele alındığı kısmın üzerine olduğu gibi kes yapıştır yönteminin uygulanmasının  bir ürünü:  “Sonuç olarak Akkuyu NGS ÇED raporunda bir kaza durumunda alınacak önlemler radyasyon etkisini bertaraf etmede yeterli olacağı ve projenin gerçekleştirilmesinin halk sağlığı açısından olumsuz etkilerinin asgaride kalması için her türlü güvenlik sisteminin bulunduğu ve gerekli önlemlerin alındığı değerlendirilmektedir”.

“Asgari” sözünün özellikle altını çizerek belirtmeliyiz ki:  Çernobil felaketinden sonra yapılan araştırmalar, “düşük doz radyasyon zararsız “diye bir şey olmadığını göstermektedir.

“Radyoaktif atıkları bertaraf edecek teknoloji dünyada mevcut değildir”

Şeklinde bir itirafla başlıyor radyoaktif atıklarla ilgili değerlendirme. Buna göre,  “…yıllık oluşacak kullanılmış yakıt miktarı ve tüm santral ömrü boyunca oluşacak kullanılmış yakıt miktarı, kullanılmış yakıtın taşınma ve depolanması sırasında alınabilecek önlemler ve oluşabilecek etkiler Bölüm 6’da detaylı olarak açıklanmıştır”  ifadesi kullanılmış ancak, bahsi geçen kısımda da tatmin edici bir açıklama yer almıyor hatta, yine ÇED raporundan dava konusu olan kısımlara referans verilmiş.

“Sonuç olarak Akkuyu NGS nihai ÇED raporunda düzenleyici kuruluş Uluslararası Nükleer Enerji Ajansı’nın IAEA talimatları doğrultusunda yer bilimleri mühendisliği ve inşaat mühendisliği açısından yapılan araştırmalar kapsamında……detaylı açıklamalar yapıldığı nihai ÇED raporunun incelenmesinden ve keşif sırasında sahada yapılan gözlemlerden /görüşmelerden anlaşılmıştır.” deniyor. Oysa Hürriyet ABD/Waşington eski muhabiri Tolga Tanış’ın haberiyle Akkuyu NGS’nin IAEA tarafından bir eleştiri yağmuruna tutulduğunu görmüştük. Söz konusu değerlendirme ise zaten 6 aydan fazla bir süre kamuoyundan gizlenmeye çalışılmıştı.

“Türkiye taraf olduğu uluslararası anlaşmalar gereğince zaten Akdeniz fokunu korumakla yükümlüdür!”

Raporda “nesli tehlike altında bulunan deniz kaplumbağalarının (Caretta caretta) ülkemizin de taraf olduğu uluslararası sözleşmeler gereğince yaşam alanlarının korunmasına önem verilmesi gerektiği ifade edilerek “Santral sahası etki alanında bulunan nesli kritik derecede tehdit altında olan Akdeniz fokunun 1. derece sit alanı olan Beşparmak adasındaki yaşam alanlarının korunması konusunda gerekli hassasiyet gösterilmelidir.  Akkuyu nükleer enerji santralinin inşaat dönemindeki deniz trafiği ve işletme aşamasındaki soğutma suyu nedeniyle özellikle Beşparmak adası mevkiinde yer alan üreme mağarası ve çevresine tehdit oluşturması kaçınılmazdır”açıklamasının devamnda “faaliyetin inşaat ve işletme aşamasında gerekli tedbirlerin alınmasında gerekli hassasiyet gösterilmelidir ”denmesi bir zararın meydana getirileceğinin zaten öngörüldüğünü ve kabul edildiğini gösteriyor.

İnceledikçe daha pek çok tartışmalı nokta bulunacak olan bu değerlendirmeyi İkinci Bilirkişi keşfinden önceki yazımıza atıf yaparak bitirmek istiyorum.  “Bilir kişi raporu, Bitir işi raporu” olmasın!” demişsek de çok açık ki  Bilirkişi Raporu, “Bitir işi” raporu olmuş .  Açıkçası bu beklemediğimiz bir sonuç değildi , tek istediğimiz ise şaşırabileceğimiz bir şeylerle karşılaşmaktı, maalesef yine yanılmadık…

Öyleyse Hukukçu arkadaşlarımızın deyişiyle, Sisifos Görevimiz devam ediyor! Sisifos’un dağın tepesine taşıması gereken taş, taşındıktan sonra yine yokuş aşağı yuvarlanacak ve Sisifos’un onu hep yukarıya taşıması gerekecek.  Bilirkişi raporu, bundan sonraki süreçte mahkemeye intikal edecek ve hakim tarafından değerlendirilecek…Pek tabi ki bilim insanlarının, hukukçuların ve uzmanların  süzgecinden tekrar geçecek olan bu rapor ,  yeniden davaların  açılmasına yol açacak.

Görünen o ki Sisifos’un görevi,  taşıdığı  “o taş” ın, aşınıp küçülmesine, hatta yok olmasına kadar devam edecek!

Pınar Demircan – Yeşil Gazete

Hürriyet’in ‘Karargâh rahatsız’ haberine soruşturma başlatıldı

Hürriyet gazetesinin “Karagah rahatsız” başlığıyla Genelkurmay’ın kendisine yönelik eleştirilere verdiği yanıtları yayımladığı kulis haberinin yankıları sürüyor.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, Hürriyet gazetesinin ‘Karargah rahatsız’ manşeti hakkında soruşturma başlattı.

Hükümete yakın Yeni Şafak gazetesinde yer alan habere göre; haberde imzası bulunan Hande Fırat da ifadeye çağrıldı.

“Demokrasiye sahip çıkmaya devam edeceğiz”

Genelkurmay Başkanlığı’nın rahatsız olduğu 7 konu manşeti ile gündeme gelen Hande Fırat, bu sabah katıldığı CNN Türk yayınında haberine ilişkin açıklamalarda bulundu.

Hande Fırat şu ifadeleri kullandı:

“Haberlerin içini doğru düzgün okumuyoruz. Biz Genelkurmay Başkanlığı’na görüşlerini sorduk. Haberin ayrıntısı okunmadığı için gözden kaçtı. Biz Hürriyet gazetesi ve Doğan Grubu olarak demokrasiye sahip çıkmaya devam edeceğiz”

Hürriyet gazetesinin cumartesi günkü (25 Şubat 2016) nüshasının 1. sayfasında “7 soru, 7 cevap”, iç sayfada ise “Karargâh rahatsız” başlığıyla yayımlanan haberin ardından hükümet cephesinden açıklamalar yapılmıştı. Başbakan Binali Yıldırım, referandum mitinginin startını verdiği Kahramankazan’da “Manşet atarak hükümete ayar vermeye çalışıyorlar. Bu operasyonlar bize sökmez” diyerek tepki gösterirken, Milli Savunma Bakanı Fikri Işık ise, “Böyle bir kurumu gündelik tartışmaların içine çekerek siyasetin içine çekmeye çalışmak, TSK’ya yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Buradan bu gayret içinde olanlara çağrım, bu işten vazgeçin. Varsa söyleyeceğiniz bir şey bana söyleyin” ifadelerini kullanmıştı.

Yaşananların üzerine bir açıklama yayımlayan Hürriyet gazetesi de, linç kampanyasına maruz kaldığını savunarak suçlamalara “İftira ve pespayelik” diye yanıt vermişti.

 

(Yeşil Gazete)