Ana Sayfa Blog Sayfa 3051

Romanya yol ayrımında: Civalı altın ve gümüş madeni mi, UNESCO kültürel miras listesi mi?

Romanya’da küçük bir dağ köy olan Verespatak’da yıllardır süren siyanürlü altın madeni tartışmaları yeni bir aşamaya ulaştı ve köy doğal güzellikleri ve bölgeye özgü ilginç ahşap mimarisiyle ilgi çeken küçük bir dağ köyüyken, yerleşim biriminin kaderi bir köyün altında bir altın ve gümüş madeni bulunduğunun açıklanmasıyla değişti.

BBC Türkçe’den Tarık Demirkan’ın haberine göre ağrılıklı olarak hisselerine bir Kanada şirketinin sahip olduğu Roșia Montană Gold Corporation Şirketi uzmanlarına göre bu maden Avrupa’nın en büyük altın madeniydi ve bölgede 2000 ton altın ve 1600 ton gümüş rezervi olduğu tahmin ediliyordu. Şirket bu tahminlerini açıklıyor ancak madenlerin döoğaya ve insanlara karşı ölümcül derecede zehir ihtiva eden civalı işlemi yöntemiyle çıkarılacağı bilgisini paylaşmama yolunu seçiyordu.

“Civalı altın madenine hayır”

Ancak bölge halkı kısa süren bir tereddüdün adından teklifi reddetti ve köylüler topraklarını terk etmeyeceklerini açıkladılar. Bu kararın alınmasında bölgede aradan geçen zaman içinde meydana gelen doğa felaketlerinin, Tuna nehrindeki zehirlenmelerin ve de Macaristan’da atıkların toplandığı güvenlikli gibi görünen bir atık gölünün barajının yıkılmasının payı büyüktü

Mücadele sonucunda köylülerin doğa koruma mücadelesi kazandı ve hemen akabinde Romanya doğa ve tarih mirası koruma dernekleri Verespatak köyünün ve çevresinin UNESCO kültürel insanlık mirası listesine alınmasını önerdiler.

Romanya başbakanı Mihai Tudose ise  hükümetinin her hususu değerlendirdiğini ve sonuçta Verespatak’ın UNESCO dünya mirası lisetesine alınması fikrini desteklemediklerini açıkladı.

“Değil altın, solucan bile çıkaramazsınız”

Romanya başbakanı “Eğer Verespatak Dünya Mirası listesine dahil edilirse, buradan değil altın, solucan bile çıkaramazsınız” dedi, ve ülke ekonomisinin bu bölgeden çıkacak altına şiddetle ihtiyacı olduğunu söyledi.

Uzmanlar Romanya hükümetinin bu kesin red tavrının gerisinde hükümet ve altını çıkarmak üzere sözleşme yaptığı Kanada şirketi arasındaki tartışmalara dikkat çekiyorlar.

Romanya basını şirketin Romanya’da bir türlü faaliyete başlatılamayan altın madeni nedeniyle büyük zarar ettiğini ve bu nedenle de bir Amerikan mahkemesinde Romanya hükümetine karşı 4.4 milyar dolarlık dava hazırlıkları yaptığını öne sürüyor.

 

(BBC Türkçe)

Bolu’da 105 futbol sahası büyüklüğünde alan kül oldu: Sigara izmaritinden şüpheleniliyor

Bolu’nun Göynük ilçesinde 3 Eylül’de çıkan orman yangını havadan ve karadan yapılan müdahalelerin ardından kontrol altına alındı.

Bolu Valisi Aydın Baruş yaptığı açıklamada, “Şu anda maalesef tahmin ettiğimiz kadarıyla 150 hektar kadar bir alan tahrip oldu” dedi. Rüzgarın etkisiyle güneyden doğuya ilerleyen alevler 20 haneli Safranlar mahallesine yaklaşmış, yangının evlere sıçrama ihtimaline karşı mahalle boşaltılmıştı. 150 hektar (105 futbol sahası) ormanlık alanı kül ettiği tahmin edilen yangının sigara izmaritinden çıktığı düşünülüyor.

 

(Dokuz8haber, Yeşil Gazete)

Steely Dan’in kurucularından gitarist Walter Becker öldü

Efsanevi Amerikalı rock grubu Steely Dan‘in Donald Fagen ile birlikte kurucularından olan gitarist Walter Becker dün hayatını kaybetti. Russell Wilson Seattle Seahawks Jersey Ölüm nedeni açıklanmayan sanatçı 67 yaşındaydı.

  • EQUIPMENT 10 M
  • Walter Becker
    New York’ta bulunan Bard College’de okul arkadaşı olan Walter Becker ve Donald Fagen Steely Dan’i 1972’de California’da kurdular. Nike Air Max 120 Caz esintili bir rock grubu olan Steely Dan yetmişli yıllar boyunca karmaşık ve başarılı düzenlemelere sahip iyi satan albümler yayınlayan bir stüdyo grubu olarak dikkati çekti.

  • Femmes Air Jordan 5
  • Grubun en tanınmış besteleri arasında yer alan Do It Again, Reelin’ In the Years, Rikki Don’t Lose That Number gibi şarkılar ikilinin imzasını taşıyordu. Avec Asics https://www.youtube.com/watch?v=1hIK7X-GVHo Steely Dan, Can’t Buy a Thrill (1972), Countdown to Ecstasy (1973), Pretzel Logic (1974), Katy Lied (1975), The Royal Scam (1976), Aja (1977) ve Gaucho (1980) albümlerini yaptıktan sonra 1981’de dağıldı.

    1993’de yenien bir araya gelen ikili konserler vermeye başladı. Grup, Two Against Nature (2000) ve Everything Must Go (2003) adlı iki albüm daha yaptı. Maglia Andre Drummond Ayrıca iki de konser albümü yayınladı. nike air max pas cher Walter Becker ayrıca 1994’de 11 Tracks of Whack ve 2008’de Circus Money adlı iki de solo albüm yayınladı.

  • Nike Air Max 90 Heren rood
  • https://www.youtube.com/watch?v=UfZWp-hGCdA Donald Fagen Becker’in ölümünün ardından yayınladığı mesajda şöyle dedi: “Walter Becker bir kırbaç gibi akıllıydı, mükemmel bir gitarist ve harika bir şarkı yazarıydı. Kendisininki de dahil olmak üzere insan doğası hakkında alaycı ve histerik düzeyde komik bir insandı.” Fagen ayrıca “Birlikte yarattığımız müziği Steely Dan grubuyla birlikte yapabildiğim kadarıyla canlı tutmaya devam edeceğim” açıklamasını yaptı. cheap albion gold

    Walter Becker (solda) ve Donald Fagen (1970’ler ve 2010’lar)
    Becker’in ölüm haberinin açıklanmasının ardından aktörler Rob Lowe ve Michael McKean ile Slash, Nile Rodgers, Julian Lennon, Ryan Adams, Mark Ronson, John Darnielle, Lisa Loeb, Talib Kweli, Pharoahe Monch, Wheeler Walker Jr gibi müzisyenler Steely Dan hayranlıklarını belirterek Walter Becker için başsağlığı mesajları yayınladılar. Rolling Stone dergisi ölüm haberini verirken Becker için “tarif etmesi zor bir deha” tanımlamasını yaptı.

    Kaz Dağı yeniden buluşturunca bizi…

    Güneş, sık çam ağaçlarıyla kaplı tepenin ardında yükselirken, rüzgarın yapraklarla gece boyu süren söyleşisine kuşlar da katıldı. Yıldızlarını toplayıp sarı sıcağını seren gökyüzü, yeşilin koyudan açığa geçen tonlarından yansıdı. Zaman, hareket eden renklerin peşi sıra, derenin sesinde durdu, aktı.

    Hayatın topraktan doğduğunu hatırlamak, eli doğanın kalbinde uyanmak, şehir alışkanlığı algılardan sıyrılıp doğanın ruhunda buluşmak, ona zarar verenlere karşı geç kalmadan bir araya gelmenin önemini anlamak için yola çıkanların çadırları, beş gün boyunca Kaz Dağı’nın kucağına açıldı.

    16- 20 Ağustos tarihleri arasında Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği tarafından üçüncüsü düzenlenen Kazdağı Ekofest için hazırlıklar günler öncesinden başladı. Çanakkale – Küçükkuyu ile Balıkesir-Altınoluk arasındaki Narlı Köyü‘nden yukarı çıkan, iki yanında zeytin ve çam ağaçları sıralı yoldan varılan kamp alanındaki her çiviyi gönüllüler çaktı.Kazdağı Ekofest için oluşturulan ve festival bittikten sonra yine gönüllülerce, doğayı rahatsız etmemeye özen göstererek toplanan kamp alanı için Darıdere Tabiat Parkı’na yakın Fidanlık Mevkiinin seçilmesinin sebebi, Mıhlı Çayı‘nın, aşağısından akması. Kazdağı Ekofestin hikayesi 2014 yılında buradan başlamıştı. 1/100 bin ölçekli Balıkesir – Çanakkale Çevre Düzeni Planında işaretlendiği gibi, Mıhlı Çayı‘ndan Zeytinli Çayı‘na kadar olan dereler üzerindeki baraj projeleri hayata geçerse bu bölge, üzerinde yaşayan tüm canlılarla birlikte sular altında kalacak.

    ‘Bin pınarlı’ Kaz Dağı’nın eşsiz doğasının barajlarla yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna dikkat çekmek, çevre mücadelesini büyütmek amacıyla  “Dereler özgür aksın” temasıyla doğan Ekofest, Kaz Dağları’nın etrafını kuşatarak büyük tehdit yaratan altın madeni ve termik santral projelerine karşı ikinci yılında “Orman gibi kardeşçesine” temasıyla yapılmıştı. Bağının toprakla olduğunu bilenler, bu kez “Hayat topraktan doğar” diye toplandı.

    Ekofest‘in suya, toprağa dokunan, müzikle, şiirle, sessizlikle, söyleşilerle, oyunla, hareketle, dansla, masalla iç içe programı başlamadan önce, geleneksel Kaz Dağı Çorbası kaynadı.

    Her Ekofest’in ilk gününde olduğu gibi Aşçı Fok, bölgede antik zamanlardan beri buğday yarması ve Kaz Dağı’na özgü ot ve baharatlarla hazırlanan çorbayı pişirmek üzere kazanın başına geçti. Malzemeler karıştıkça bereketi havaya yayan koku, kalabalığı muhabbetle çorbanın etrafına çekti.

    Bu lezzetli ikramın ardından, kimi Mıhlı Çayı’nın buz gibi sularında yüzdü, kimi su kenarında, ormanın serin gölgesinde yürüdü. Öylece durup anın sesini dinleyenler, doğanın telaşsız, düzenli ritmini izleyenler de vardı, çocukların toprakla kurdukları oyunlara katılmaktan geri duramayanlar da.

    Kimi keşfe meraklı, macerayı seven ruhlarsa uzakta olduğu rivayet edilen büyük şelaleyi aradı.

    O esnada kampın farklı yerlerinde oluşturulan atölye alanlarında arkadaş bilekliği, ip mandala, ahşap oyuncak yapımı bilgileri paylaşılırken, su başındaki söyleşi alanında toprağın oluşumu, ekosistemdeki yeri, ormanla ilişkisi, toprağın ekonomik ve sanatsal boyutu, psikolojisi, felsefesi gibi başlıklarla, tüm yönleriyle toprak konuşuldu.

    Seramik yapmayı öğrenen çocuklar çamurla oynarken toprağın büyüsüyle tanıştılar.

    Gün kendini usulca çekerken, yoga, reiki, tai-chi ve beden ritm atölyeleri başladı, bu kez içe bakıldı.

    Kazdağı Ekofest’in üzeri birden yıldızlarla kaplanan sahnesinde Ethnic Band, Ahmet Beyler, Şantiye, Devran, Hüseyin Fırtına ve Cümbüş Cemaat müzik yaptı. Çok sesli, çok dilli ezgilerden sessizliğe ilerleyen gecede çadırların cılız ışıkları söndükçe yıldızlar toz bulutu oldu, yağdı.

    Doğa talanına karşı yan yana durma zamanı

    Kazdağı Ekofest’in dördüncü gününde, yirmi bir sivil toplum kuruluşunun katılımıyla çevre forumu düzenlendi. STK temsilcileri, geldikleri bölgelerde ne üzerine ve neye karşı çalıştıklarını anlattı. Forumun sonunda yayınlanan sonuç bildirgesinden, doğa talanına karşı birlikte mücadele etme, ortak strateji geliştirme, bilgi ve deneyim paylaşımı kararları çıktı.

     

    Zeytin nöbetçilerine doğa koruma ödülü

    Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği, Ekofest’te bu yıl ilk kez doğa koruma ödülü verdi. Yerel doğa koruma ödülü, zeytinliklerinin orta yerinde yapılmak istenen jeotermal sondaja karşı nöbet tutarak 33 gün sonunda sondajcıları köylerinden gönderen, hukuki mücadeleleri devam eden Gülpınarlıların oldu.

    Köy otobüsüyle geldikleri kamp alanında büyük sevgiyle karşılanan, doğa koruma ödüllerini almak üzere alkışlarla sahneye çıkan Gülpınarlı kadınlar, zeytin nöbetiyle özdeşleşen ‘vermeyiz, vermeyiz, zeytinlerimizi vermeyiz’ diye uyarladıkları türküyü bu kez ‘zeytinlerimizi vermedik’ diye söylediler. Gülpınar Muhtarı Ünal Karagöz, ‘Bu, Gülpınarlı kadınların zaferidir’ dedi.

    ‘Cerattepe ile Kaz Dağı kardeştir’

    Ulusal doğa koruma ödülü ise, Artvin Cerattepe’de yıllardır madene karşı mücadele eden Yeşil Artvin Derneği‘ne verildi.

    Ödülü almak için Ekofest’e katılan Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe Karahan, ‘Artvin’deki tüm canlılar adına buradayım. Hepimizi çok mutlu eden bu ödülü onlar adına alıyorum’ dedi ve ekledi: “Cerattepe ile Kaz Dağları’nın yolları da benzer, sorunları da, sorunlarla mücadele etme yöntemleri de…” Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan, “Aramızda kilometreler de olsa, Kaz Dağı Artvin’le omuz omuza” dedi.

    Çırpılar Termik Santraline hayır!

    Yönetmenliğini Umut Vedat‘ın yaptığı, Yırca’dan Gerze’ye, Karabiga’dan Aliağa’ya termik santralleri ve halk direnişlerini konu alan Kara Atlas belgesi de Ekofest’de gösterildi. Çanakkale‘nin Yenice ilçesine bağlı Çırpılar köyünde yapılmak istenen kömürlü termik santrale karşı iki yıldır mücadele eden Agonya Dayanışması adına Ekofest’e katılan Çırpılar köyü eski muhtarı Hüseyin Soylu, santralin 13 Eylül’de yapılacak 4. İDK toplantısı öncesi dayanışma çağrısı yaptı.

    Kaz Dağı’na yolculuk niyeti olsun Ekofest zamanı

    Beş gün boyunca Kaz Dağı’nın sesleriyle, kokusuyla, renkleriyle, ritmiyle yavaşlayanlar, kalplerini oradaki canlıların yaşamına uyumlayanlar, şehre geri dönmeyi ağırdan aldı. Çadırlarını toplayanlar vedalaşırken, bir sonraki Ekofest’te yeniden buluşma, Mıhlı Çayı’nın ve bütün derelerin özgür akması dilekleri ile ayrıldı. Süheyla Doğan, Ekofest’e bu yıl çok çocuğun gelmesine hayli sevindiklerini belirterek, güzel bir festival deneyimini daha paylaştıkları değerlendirmesi yaptı. Emeği geçen herkese, Ekofest ekibine, gönüllülere ve tüm katılımcılara teşekkür ederken, destek ve katkıların sponsorsuz düzenlenen Ekofest’in sürmesi için önemli olduğunun altını çizdi.

    Kaz Dağı’nın masal derelerinin yamacında yeniden bir araya gelinmesine vesile olan, farklı bölgelerdeki çevre mücadeleleri arasında hikaye ve deneyim aktarımını sağlayıp yeni bir iletişim kuran Ekofest, Cerattepe’den Çanakkale’ye, Ayvalık’tan Diyarbakır’a, Muğla’ya, çevre ve yaşam hakkı mücadelesinde yan yana durmanın güçlü kıldığını, umut kattığını hatırlattı.

    (Fotoğraflar için Beyhan Güleç‘e, Serhat Özhan‘a, Mesut Özonat‘a ve Deniz Özturan‘a teşekkürler.)

     

    Güneş Dermenci

     

    ABD’de Duke Enerji de Nükleer Endüstri’yi terk ederek yüzünü güneşe döndü!

    ABD’de  nükleer endüstri içinde adı geçen 15 şirketten  biri olan olan Duke Enerji, Florida Körfezi kıyısında planlanan Levy Nükleer Santral Projesi’nden vazgeçtiğini açıkladı. Duke Enerji, en son Güney Carolina’nın Cherokee kentinde geçen on yıl içinde 542 milyon Dolar harcayarak  Nükleer Düzenleme Komisyonu (NRC)’ ndan onay almış olduğu Lee Nükleer Santral Projesi’nden de vazgeçmişti. Böylece Duke Enerji bir haftada  ikinci kez 2016 yılında  üretim ve  inşaat lisanslarını aldığı nükleer santral projesinden vazgeçmiş oldu.

     

    Sebeplerden biri ortağı olan Toshiba-Westinghouse’un finansal  darboğaz içinde olması!

    Şirketin sözcüsü Ann Marie Varga  proje ortağı Westinghouse şirketinin finansal zorlukları nedeniyle projelere devam edilemediğini açıkladı. Zira  Toshiba-Westinghouse da önceki haberimizle paylaştığımız gibi  hiç bir gelecek dönem yurt dışı projelerinin bulunmadığını ilan etmişti. Varga’nın açıklamalarına göre bu projelerin iptal olmasının diğer bir sebebi ise enerjiye olan talebin düşmesi.  Bu açıklamaların akabinde, Duke Enerji’nin Florida’da 6 milyar Dolarlık yatırım yaparak güneş çiftlikleri, elektrikli araba üretim şarj istasyonu kurma planları yaptığı öğrenildi. Şirketin bu kararında müşteriler kadar çevreci grupların da tesiri olduğu düşünülüyor. Duke Enerji’nin son 10 yıldır aktif olduğu rüzgar sektöründe de 20 rüzgar projesi de bulunuyor.

    Halihazırda  Carolina’da eyaletin ihtiyaç duyduğu elektriğin yarısını ürettiği 6 güneş santrali bulunan Duke Enerji en son Kuzey Carolina’da 2 güneş çiftliği projesini hayta geçirmiş, Şirket Başkan yardımcısı Rob Caldwell müşterilerin daha fazla  yenilenebilir enerji sunmalarını sağlayacak yatırımlara başladıklarını aktarmıştı. Duke Enerji  gelecek 4 yıl içinde Florida’da 700 Megawatt’lık yeni güneş santralleri ve buna eyalet  genelinde  500 elektrikli araç şarj istasyonu kuracak.

    Dünyayı şirketlerin yönettiği yarım yüzyıl içinde  olmamız nedeniyle, nükleer projelerinden çıkan Duke Enerji’yi biraz tanıyalım:  genel hatlarıyla  diyebiliriz ki: Duke Enerji, kuruluş tarihi 1900 uzanan, merkezi ABD Kuzey Carolina eyaleti nde bulunan, ABD ve Latin Amerika’da yatırımları olan elektrik üretimini temel olarak kömürlü, doğalgazlı ve hidroelektrik  santrallerden sağlamakla beraber  2000’li yılların başından itibaren de nükleer santral projelerine heveslenmiş bir şirket.

    Güneş güzel ama, tekelci mantık yenilenebilir enerji alanında devam ettirilmek isteniyor!

    Öte yandan, geçen yıllar içinde  güneş ve rüzgar enerjisi için 3,5 milyon Dolar’lık yatırım yapan  Duke Enerji eski alışkanlıklarını devam ettirmek, tekelci kişiliğiyle yenilenebilir enerji piyasasını kontrol edebileceği bir ortam yaratmaya uğraşıyor.

    Nitekim  bir süredir güneşi “herkesin güneşi özgürce kullanma hakkı olduğunu” savunarak toplumsal ekonomiyi destekleyen NCWarn sivil toplum örgütü arasında bir hukuk savaşı başlamış bulunuyor.

    Buna göre eğer savaşı NCWarn kazanırsa Kuzey Carolina(North Carolina) diğer 25 eyalette izin verildiği gibi çatı üstü mikro güneş enerji sistemlerinden ürettiği elektiriği üçüncü taraflara  tekel şirketleri aşarak satabilecek. Duke bu durumda fiyat artışına gidebilecek. Eğer mahkeme Duke lehine karar verirse  enerjide otonomi kalmayarak elektriğin dakikası  Duke Enerji  üzerinden satılıyor olacak ki bu durum küçük üreticileri Duke için düşman konumuna getiriyor.

    Geçen sene  ABD Greenpeace de Duke Enerji’nin tekel pozisyonunu Şirket Genel Kurulun olduğu gün protesto etmişti. ABD Greenpeace adına açıklama yapan Monica Embrey, Duke Enerjinin  bireysel kullanıcılarını, sivil toplumu dışlayarak enerjiyi tekeline almak istemesini kınamış ve güneş ve diğere yenilenebilir enerjilerin şirketlerin tekelinde olmaması gerektiğini belirtmişti.

    Pınar Demircan

     (WFAE, Ncpolicywatch, Desmog, Yeşil Gazete)

     

    bahceee’de takas pazarı ve minik ayaklar toprakla buluşuyor

    Bir süredir hayalini kurduğumuzu ebeveyn ve çocuk dostu bir mekan olan bahceee’yi, uzun, yorucu ve titiz bir çalışmanın ardından Temmuz 2017 itibariyle açtık.

    Bu yola birlikte çıkan iki kadın olarak hamile kaldığımızda hayatlarımızın değişeceğini elbette ki biliyorduk ama bu kadarına biz de hazır değildik. İstanbul gibi bir metropolün kent planı kadın ve çocuk dostu olmaktan o kadar uzak ki, çocuk sahibi olduktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

    Kaldırımlar bebek arabasıyla aşılacak engelli parkurlarına, yarım saatlik çay molası lükse, arkadaşlarla sohbet bir hayale dönüştü. Çocuklar temiz hava alsın, yeşil görsün dedikçe 2 bina arasındaki 2 ağaç, salıncak ve kaydıraktan oluşan parklarda bulduk kendimizi. Durum böyle olunca kendi derdimize kendimiz çözüm üretmeye karar verdik ve bahceee’yi hayata geçirdik. Kuzguncuğa inerken önünden geçtiğimiz fidanlık hem bizim hem de başka ailelerin sığınağı oldu.

    bahceee’de çocuklar kendi özgür ve bağımsız oyunlarını deneyimlerken, anne babalar da keyifli vakit geçirip çaylarını yudumlayıp yemeklerini rahatça yiyebiliyor. Çocukların da bizlerin de ihtiyacı olan şey lüks değil sadelik aslında. Bu yanıyla bahceee oldukça mütevazi ama şehrin ortasında hem sunduğu imkanlar hem de konforuyla oldukça farklı bir mekan.

    bahceee’yi planlarken üstünde en çok durduğumuz şey paylaşmaktı. Deneyimlerimizi, neşemizi, sorunlarımızı, ihtiyaçlarımızı, çözümlerimizi paylaşmak için bir araya geldiğimiz bir yer olsun istiyoruz bahceee. Bunun bir tarafı da kendimizde olan ve artık ihtiyacımız olmayan şeyleri de paylaşmak aslında. İktisat derslerinde öğretilen “Kaynaklar Sınırlı İhtiyaçlar Sınırsız” sözüne de bir yanıyla itiraz bu aynı zamanda. Başka türlü yaşamayı hedeflersek ihtiyaçlarımızı da sınırlandırabiliriz. Yeryüzündeki kaynaklar bir nesille ve bir türe ait değil! İklim değişikliği, kaynakların hızla tükenmesi gibi dünyanın karşı karşıya olduğu sorunları göz önüne alırsak, harcarken de kullanırken de birkaç defa düşünmek hepimizin hem ihtiyacı hem de sorumluluğu ve zorunluluğu.

     

    Bizler kendi çocuklarımızı büyütürken arkadaşlarımızdan kardeşlerimizden gelen kıyafet ve anne-bebek ürünlerinin çok faydasını gördük. 1 beşiği, oyun halısını bir çocuk değil 5 çocuk ardı ardına kullandı. En son kimde kaldı bilmiyoruz. Paylaşım ekonomisiyle masraflarımız neredeyse 3’te 1’e düştü bu şekilde. Eskilerin bir sözü vardır  “çocuğun giydiği haram, yediği helal” diye. Bu sözü sıklıkla hatırladık ve hak verdik. Bir hevesle alınan tulumu bir kerecik giydiremeden belki de en çok büyük yeğenin küçülenlerini giydirdik çocuklarımıza. O tulumu da geniş ailemize yeni katılan bebelerimize yetiştirdik. Bu değiş- tokuşu şimdi de bahceee’de yapalım istedik.

    “Seneye de giyer”  diyemediğiniz, “Biz çok sevdik, eğlendik, peki şimdi kim ister?” ya da “ Biz çok faydalandık, her anne-bebeğe lazım ” dediğiniz, iyi durumda olan 0-6  yaş arası kıyafet, oyuncak, kitap ve anne-bebek ürününü değiştirmek üzere 10 Eylül Pazar günü saat:12:00 -18:00 arası bahceee’de Takas Pazarına bekliyoruz. Ayrıca Takas etkinliğimizden önce saat:11:00-12:00 arasında 3 yaş üstü çocuklar için Melis Hoca ile JOIMOVE dans etkinliğimiz olacak.

    Bu sefer takasta en fazla 7 parça ürün değiş tokuş yapacağız ki bir daha bir araya gelmek için daha başka sebeplerimiz de olsun.

    Takasa gelenlerden, 0-6 yaş grubu çocuklar için şiddet içermeyen, ayrımcı olmayan, yaratıcılığı destekleyen, çevre dostu, güvenli ve eğitsel içerikli kullanmadığı 1 adet oyuncağı Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı Oyuncak Kütüphanesi için getirmesini bekliyoruz.

    Facebook/bahceee.ist

    İnstagram/ @bahceee.ist

    Web : www.bahceee.com

     

     

     

    Bahceee Ekibi

    Basia Irland ve uluslararası su sorunları – Ahunur Özkarahan

    “Eğer gezegende büyü varsa, bu suda bulunur.” (Loren Eiseley) “21.yüzyılın tarihi suya yazılacak. Deniz seviyeleri yükselmekte; deniz yeni çölümüz olacaktır.” (Paul Virilio) Uluslararası su problemleri, nehirlerden ve içme sularından yayılan hastalıklar deyince Basia Irland akla gelen ilk isimlerden biridir. Basia Irland, yaratıcılığını nehirlere ve uluslararası su konularına otuz yılını adamış bir aktivist, heykeltıraş, şair ve enstalasyon sanatçısıdır.

    Dünyada örnekleri çok az olan “Sanat ve Ekoloji” programlarından New Mexico Üniversitesi’ndeki programı kuran kişidir, şu an üniversitenin onursal emekli profesörüdür. New Mexico Üniversitesi’ndeki “Sanat ve Ekoloji” programı öğrencileri sanatçı, kamu sanatçısı, eğitmen ve aktivist olmaya hazırlamaktadır. Dersler, öğrencileri kültürel ve doğal sistemler arasındaki ilişkileri araştırmaya, sorgulamaya ve bilgilerini genişletmeye teşvik eder. Nehirler hayatımızda neden bu kadar önemli? Su hayatta kalabilmek için olmazsa olmazdır bizim için.

    Su döngüsü ve eko sistemler gezegenin yaşam kaynağıdır; ancak şehirlerdeki kirlilik, sanayi ve tarım insanların ve eko sistemlerin su temini üzerinde sorunlar yaratmaktadır. Bu kirlilik, tatlı su göllerini ve nehirlerini yok etmektedir. WWF Global‘de de bahsedildiği üzere, nehirlerin yönetimi kötü olduğu için insanlar ve çevre bu konudan muzdariptir. Uzmanlar, dünyanın tatlı su kaynaklarını korumak için en iyi yaklaşımın nehir havzalarını sürdürülebilir bir şekilde yönetmek olduğunu kabul etmişlerdir. Bu, kaynak kullanımı hakkında akıllıca seçimler yapmak gerektiği anlamına gelmektedir. Havzalar kara ve deniz arasında bir bağ oluşturur, insanlara ulaşım yolları sağlar ve balıkların deniz ve tatlı su sistemleri arasında göç etmesini sağlar. İyi yönetilen havzalar su arıtımında hayati bir rol oynamaktadır.

    Basia Irland’ın projeleri insanlara sorumluluğu motive edecek şekilde kişileri yerel sulara ve havzalara bağlamayı amaçlamaktadır. Irland’ın sanat eserleri uluslararası su sorunlarına, özellikle nehirlere, su yoluyla bulaşan hastalıklara ve su kıtlığına odaklanmaktadır. Irland, Afrika, Kanada, Avrupa, Güney Amerika, Güneydoğu Asya ve Amerika’da otuz yıldır birçok disiplinden uzmanla birlikte çalışmaktadır. Uzmanlarla yağmur suyu toplama sistemleri kurar; toplulukları ise birbirine bağlamak için de nehirler boyunca çalışmalar gerçekleştirir. Irland ayrıca, su belgesel filmleri üzerine çalışmalarda da bulunmuştur. Irland’ın çalışma süreci çoğunlukla nehirler ve derelerde oluşur.

    Irland şöyle der: “İnsanların, bitkilerin ve hayvanların bu hayati unsura nasıl bağlı olduğunu incelerken su hakkında yaratıcı bir perspektifi sunmayı umuyorum.” Irland, 2015’ten beri National Geographic için uluslararası nehirler hakkında blog yazıları yazmaktadır. Irland: “Su karmaşıklığı temsil ediyor. İster gaz halinde, ister donmuş veya sıvı halde olsun, muhteşem bir şekilde gizemlidir su. Sessiz bir akış, dingin ve huzurlu bir tefekkür ortamı sağlayabilir ve yine aynı nehir, tüm bir köyü sular altında bırakıp yok edebilir. Su içmeden sağ kalamayız ancak zehirler, tıbbi atıklar ve sudan gelen hastalıklar, varlığına güvenebileceğimiz ana yolları tıkamaktadırlar.”

    “Buzdan Kitaplar”

    Buzdan Kitaplar projesinde nehir suyu dondurulur, yerelden elde edilen tohumlardan oluşan “ekolojik bir dil” ile bir kitaba dönüştürülür ve nehre geri bırakılır. Tohumlar, akımın içindeki buz eridiğinde nehre geri dönerler. Buzdan Kitaplar, iklim değişikliği ve havza restorasyonu gibi karmaşık konularla uğraşmak için ortak çaba ve bilimsel bilginin gerekliliğini vurgular.

    Basia Irland, “Meuse Kitap III”, 2015 (Görsel sanatçının izni ile kullanılmıştır)

    Buzdan Kitaplar projesi sanatın emtia durumundan yeni yaratıcı yollara doğru değişimini temsil eder. Toplumsal çabanın, bilimsel bilginin ve şiirsel müdahalenin gerekliliğini vurgular. Nehirlere ve derelere üzerlerinde tohumlar olan buz heykellerinin bırakılmasıyla proje sadece insanları kendi havzalarına bağlamakla kalmaz, aynı zamanda doğal bitkilerle birlikte kıyı bölgelerinin tekrar bitki örtüsüne kavuşmasını da sağlar.

    ● Basia Irland, “Değerli Hediyeler”, Rio Grande bölgesi için yerli nehir tohumu hediye paketleri ● Basia Irland, “Buz Kitap Kapağı” (Chasmanthium latifolium) (Görseller sanatçının izni ile kullanılmıştır)

    Her Buzdan Kitap projesi, etkinlikten önce nehir ile daha önce fiziksel hiçbir ilişkisi olmayan insanların güçlendirilmiş bir şekilde bir araya getirilişidir. Tohum paketleri, sonrasında katılımcılara armağan edilir ki ekimlere devam edebilsinler.

    Basia Irland, “Nehre bir Hediye”, Rio Grande’de, Irland nehre bırakılmak üzere bir buzdan kitabı tutar, Albuquerque, New Mexico (Görsel sanatçının izni ile kullanılmıştır)

    Irland her projede, her nehir bölgesi için en iyi tohumları bulmak adına ekoloji uzmanları, nehir restorasyonu biyologları ve botanikçilerle birlikte çalışır. Bitkiler nehir boyunca tekrar büyürken, erozyon yavaşlar, toprak tekrar inşa edilir, zehirli maddeler ve enkazları filtrelenmekte ve nehir organizmaları için sığınak ve yaşam alanları sağlamaktadırlar. Buzdan Kitaplar, “Dünya” için evrensel bir çağrı olarak okunabilir. 

    Basia Irland, “Buzdan Kitaplar”, 2007-2017 (Görseller sanatçının izni ile kullanılmıştır)

    “Toplama ve Muhafaza”

    Yeni nesiller, temiz ve uygulanabilir nehir sistemleri için birlikte çalışan topluluklara sahip olmalıdırlar. Toplama ve Muhafaza projeleri, hepimizin akıntı yönünde yaşamakta olduğunu vurgulayarak insanlar arasındaki çalışma ilişkileri kurmakta ve nehirler boyunca çeşitli kültürleri birbirine bağlamaktadırlar. Yaklaşmakta olan zorluklarla yüzleşmek için birlikte çalışmak zorunludur. Katılımcılar çiftçiler, biyologlar, politikacılar, yereldeki kişiler, sanatçılar ve öğrenciler kapsar. Nehrin akış yönünden gelen bir katılımcıdan gelen ve nehir sularından oluşan “Nehir Kapları”nı kişi alır, nehirden kendi küçük su katkısını ekler, “Kayıt Defteri”ne notlarını yazar ve bunları aşağı doğru akıştaki bir başkasına verir. “Nehir Kapları” nehrin sonuna ulaştığında katılımcılar, yolda toplanan tüm suları şükran ve saygıyı sunan bir törenle nehre geri bırakırlar. Sırt çantası gibi duran bu su muhafaza sistemi yerel malzemelerden yapılmış olup, bilimsel veriler, su analizi, hidrograflar, fotoğraflar, haritalar ve bir video belgesel içermektedirler.

    Basia Irland, “Saskatchewan Nehri Muhafazası Su Örnekleri”
    (Görsel sanatçının izni ile kullanılmıştır)
    Basia Irland, “Tohumları Toplama ve Muhafaza Sistemi”, Big Wood Nehri
    (Görsel sanatçının izni ile kullanılmıştır)

    “Tomarlar”

    Devam eden Tomarlar serisi, içilen sudan veya tören ve dini amaçlarla suya girerken bulaşan su hastalıklarını incelemektedir. Tomarlar projesi Hindistan’da ipek, diğer yerlerde yerel hastane çarşafları ve yerel el dokumasında kullanılan malzemelerle oluşturulmuştur. Irland ayrıca, su yoluyla bulaşan hastalık problemlerini duyurmak adına yerel topluluktaki geleneksel müzisyenlerle de iş birliği yapmaktadır.

    “Schistosome Cercariae Tomar I”, 2007. “Guinea Kurt Tomarı II”, Ahmedabad, Hindistan, 2005
    (Görseller sanatçının izni ile kullanılmıştır)
    “Bulinus Truncatus Tomarı” Nil Nehri, Mısır’da asılırken
    (Görsel sanatçının izni ile kullanılmıştır)

    “Hindu Lord Shiva dans ederken onun terinden doğdum. Belki de çok yoğun meditasyon yapıyordu, bedenimin oluşması için bedeninden akan terle oluştum. Veya başka bir efsane de, Lord Brahma’nın göz yaşlarından oluştuğumu söylüyor. Her kimden olduysam kutsalım, ikincisi yalnızca Ganj Nehri’ne kutsal sayılırım. Ben bir anne gibiyim ve adım Narmadā Mai. Benim adım Narmadā, aslında ‘mutluluk veren’ anlamına geliyor…” bu yazı National Geographic‘in blog sayfasında yayınlanan Irland’ın “Nehrin Bildikleri: Narmadā Nehri, Hindistan” makalesinin giriş metnidir.

    Irland’ın dünyanın birçok yerindeki nehirler hakkındaki “Nehrin Bildikleri” başlıklı makaleleri Amerika, Hindistan, Kanada, Hollanda, Nepal, Meksika, Japonya ve Kamboçya’daki bazı nehirlere işaret etmektedir. Bu seride Irland, her nehri kendi dili ve duygusundan bize aktarmaktadır.

    National Geographic blog sayfasındaki diğer makaleleri okumak için buradan göz atabilirsiniz.

    Basia Irland, Türk okurlara Yeşil Gazete aracılığıyla bir mesaj da iletmiştir.

     

     

    Ahunur Özkarahan

    [Babil’den Sonra] Geleneksel Küba Müziği ve Compay Segundo

    Maximo Francisco Repilado Munoz veya bilinen adıyla Compay Segundo 1907’de Küba’nın güneyinde yer alan Santigo De Cuba’da küçük bir kasabada, Siboney ‘de doğmuş.  Müzikle çok erken yaşlarda tanışmış. Ünlü bir şarkıcı olan Sindo Garay annesini ziyarete gelir ve kahvesini içerken de zaman zaman gitarıyla şarkılar çalıp söylermiş. Gitarın sesine ve ritmine o günlerde tutkuyla bağlanmış. Gitarla bir ömür boyu sürecek olan yol arkadaşlığı 10 yaşında abisinin eve getirdiği bir Tres ile (Küba gitarı) başlamış.

    Compay ve kardeşleri komşuları Solfeo’dan müzik dersleri almaya başlamışlar ama özellikle Compay Segundo, Solfeo’yu çok etkilemiş. İyi bir müzik kulağı olan ve en zor etütleri dahi kolayca yapabilen Compay Segundo en başta çalgı olarak klarineti seçmiş. Müzik yaparken bir taraftan da bir sigara fabrikasında tütün sarma işinde çalışıyormuş.

    1929’da Santiago Belediye Orkestrası’na katılmış.

     

    Aynı yıl ünlü şarkısı Chan Chan’ı bestelemiş. Santiago de Cuba’ da, adanın güneyinde yer alan Siboney’de, doğduğu ve yaşadığı kasaba olan Alto Cedro’ dan, Marcane’ ye, oradan daha kuzeye Cueto’ ya, oradan Mayari’ ye, sevgilisi Juanica’ nın peşi sıra, neredeyse yürüyerek yaptığı yolculuk sırasında bu şarkıyı yazmış.

    Komşuları olan Nico Saquito ile çalışarak müziğini geliştirmiş ve kısa bir süre sonra Küba Yıldızları Dörtlüsü’ne katılmış. Grupla birlikte bütün Küba’yı gezmişler. Bu sırada ayakkabı boyacılığı, berberlik gibi işleri yaparak ve puro satarak geçimini sağlıyormuş.

    Compay Segundo 1938’de Meksika’da 6 ay kalmış ve Hatuey Grubu ile çalmış. Bu grupla beraber iki filmde yer almış. 1942’de Los Compadres grubuna katılmış ve 1953 yılına kadar bu grupla birlikte çalışmış. Los Compadres onun Küba’da tanınmasını sağlamış. Compay Segundo ismi Los Compadres grubu ile birlikte çalıştığı günlerden kalmaymış.

    Compay, İspanyolcada Los Compadres’in yani arkadaşlar, yoldaşlar kelimesinin tekiliymiş. Segundo da ikinci anlamına gelmekle birlikte İspanyolcada erkekler için kullanılan ve yakınlık ifade eden bir sıfatmış. Compay Segundo, Türkçede Yoldaş Segundo anlamına geliyor olsa gerek.

    Sonra 1956’da yola kendi grubu Compay Segundo Y Su grubu ile devam etmiş. İspanyol gitarı ile birlikte Küba gitarı ve salsayı bir potada eriten müziğiyle geleneksel Küba müziğinin temellerini de atan Compay Segundo bu müziği dünyaya tanıtmış. Halkın içerisinden gelen bu usta müzisyen, müziğini New York’a, Fransa’nın ve İspanya’nın büyük konser salonlarına taşımış ve dünyada da bilinen bir isim haline gelmiş.

    Compay Segundo ve Buena Vista Social Club, New York- Carnegie Hall, 1998

    Ben onu ilk kez 1999 yılı sonlarında Buena Vista Social Club belgeselini izlediğim günlerde tanıdım.

    Kübalı besteci, gitarist ve şarkıcı Compay Segundo’yu 2000 yılında sahnede de dinleme şansım olmuştu. 2000 yılında Uluslararası İstanbul Caz Festivali‘nin kapanışını grubuyla yapmıştı. Buena Vista’cıların ardından sahneye son olarak Compay Segundo çıkmış, 90 yaşını aşan yaşına rağmen sahnede gitarını çalmış ve şarkılarını söylemişti; ‘Compay! Compay!’ tezahüratları ve uzun süren alkışlarla da sahneden ayrılmıştı. O konserde yaşına rağmen şarkı söylerken ve kendi geliştirdiği 7 telli gitarını çalarken sahneden yayılan bitmek tükenmek bilmeyen yaşam enerjisiyle hafızamda yer etmişti. Bu enerjiyi mutlulukla dolu dolu geçen, müziğe adanmış yaşamından alıyor olsa gerekti. Bir söyleşide 116 yaşında ölen büyük annesi kadar yaşayacağından ve birlikte olduğu son sevgilisinden de bir çocuk yapmak istediğinden bahsediyordu.

    Bir de onu aynı günlerde, beş yaşında annesinin yakması için kendisine verdiği ve bir daha bırakmadığı, keyifle tüttürdüğü purosu, kafasında hasır fötr şapkası, şık ipek takım elbisesi ve ceketinin üst cebine iliştirilmiş gülü ve güneşte kararmış geniş yüzüne yayılan gülümsemesiyle İstiklal Caddesi’nde salına salına dolaşırken anımsıyorum. O günlerde İstanbullu gazetecilerin de ilgi odağındaydı Compay Segundo. Onunla yapılmış söyleşileri gazetelerden okumuştuk.

    Compay Segundo, Havana’ da 1940’larda müzisyenler arasında popüler bir yer edinen ve yaklaşık elli yıl boyunca Havanalı müzikseverlerin ilgi odağı olan ve 1980’ lerin sonunda kapanan bir müzik ve dans kulübü olan Buena Vista Social Club’da da müzik yapmış. Kulübün uzun soluklu hikâyesi,  Kübalı müzisyen Juan de Marcos Gonzales ve Amerikalı gitarist Ry Cooder‘a, bu derneğin popüler olduğu dönemlerde çalışmış müzisyenleriyle birlikte çalışma fikrini vermişti.

    1998 yılında Amsterdam’da konser vermesi için destek alan grubun, Alman yönetmen Wim Wenders tarafından performansı kayda alınmış, bunu Carnegie Hall ‘daki ikinci konser takip etmiş ve New York şehrinde sanatçılarla birlikte yapılan söyleşiler ile bir belgesel oluşturulmuştu. Wenders ‘in grup ile aynı ismi taşıyan filmi, eleştirmenlerden büyük övgü almış ve kendisine Belgesel film dalında Akademi Ödülü ile Avrupa Film Ödülleri’nde En İyi Belgesel ödülünü getirmişti.

    Albüm ile filmin birlikte getirdiği başarı giderek unutulan geleneksel Küba müziğine ve Latin Amerika müziğine olan evrensel ilgiyi arttırmış, Kübalı birçok müzisyenin solo albümler çıkarmasını, hatta ünlü dünya sanatçıları ile yapılan düet denemelerine önayak olmuştu. Bununla birlikte “Buena Vista Social Club” ismi artık Küba’nın “müzikteki altın çağı” olarak nitelendirilen 40’lı ve 50’li yıllarında yapılan geleneksel müzikleri betimlemek için kullanılmaya başlanmıştı.

    1990’ lı yıllarda Küba müziğinde öne çıkan ve kendi adını taşıyan albümüyle Grammy ödülü kazanan ve 1997’den bu yana birbirinin yerini alan müzisyenlerle turneler gerçekleştiren topluluğun ‘Elveda Turnesi’ 2014 yazında başlamış ve 2016 boyunca Yeni Zelanda’yı, Avusturalya’yı, Avrupa’yı, Kuzey ve Güney Amerika’yı kapsayan 60’tan fazla sahne performansıyla devam etmişti. Turnenin Türkiye ayağını o günlerde Yeşil Gazete’ye de yazmıştım.  Grup 18 yıl önce başladığı yerde, Küba’da bir memlekete geri dönüş konseriyle sevenlerine veda etmiş ve Küba müziğinde bir devir kapanmıştı.

    Sosyalist ülkelerin birbiri ardı sıra çöktüğü ve tüm gözlerin tek sosyalist ülke Küba’ya çevrildiği 1990’larda parlayan Buena Vista Social Club’ ın, Küba hükümetinin ABD’nin Obama yönetimiyle çeşitli anlaşmalara vardığı o günlerde veda turnesine çıkması, pek çoklarınca “anlamlı” olarak yorumlanmıştı. Acaba bizlere bir şeyler mi söylemek istiyorlardı?

    1998’de bir araya gelen bu efsanevi grubun birçok üyesi bugün hayatta değiller. Kulaklarımızda hoş bir seda ve ruhlarımızda tadına doyulmaz duygular bırakarak hayata veda ettiler. Önce 2000’de şarkıcı Manuel Puntilita öldü. 2003’de Compay Segunda ve Küba müziğinin usta piyanisti Ruben Gonzales hayata veda ettiler. Küba’ nın Frank Sinatra’ sı olarak nitelenen şarkıcı İbrahim Ferrer 2005’de, vurmalı çalgılar ustası Miguel Díaz ve şarkıcı Pio Leyva 2006’da ve kontra basçı Candelario Orlando López Vergara 2009’da hayata veda ettiler. En son 2011’de gitarist Manuel Galbán hayata veda etmişti. Omara Portuondo, Eliades Ochoa, Orlando Lopez, Barbarito Tores, Manuel Guajira Mirabal ve Papi Oviedo bugün bu gruptan geride kalan isimler.

    Gitarı ve şarkılarıyla uzun yıllar boyunca Küba geleneksel müziğini dünyaya tanıtan Compay Segundo’nun albümleri ölümüne kadar müzik listelerinde hep yer aldı ve o, her zaman Küba müzik tarihinde efsanevi bir isim olarak kalacaktır.

    Geleneksel bir Küba şarkısının ”güzel olan şeyler hiç bir zaman yaşlanmıyor, onlar sonsuza kadar bizimle kalıyorlar” sözleri Buena Vista Social Club ve Küba’nın müzik elçisi Compay Segundo olarak tanınan Maximo Francisco Repilado Munoz için söylenmiş gibi sanki.

    Adaletsizliğin, yoksulluğun, açlığın, savaş bulutlarının yeryüzünü dolaştığı; iklim değişikliği kaynaklı ekolojik yıkımın gittikçe ağırlaşan sonuçlarını yaşadığımız günümüz dünyasında sarılabileceğimiz ve uğruna mücadele edeceğimiz bir duyguyu, güzel şeylerin sürekliliğine olan umudumuzu-inancımızı halen en çok bu şarkılar diri tutuyor belki de.

    Müziğin yaşadığımız gezegene barış; doğaya ve tüm canlılara iyilik getirmesini umuyorum. Yaşanabilir mavi- yeşil bir yeryüzü ve üzerindeki tüm canlılar için sürdürülebilir bir yaşamı en çok da hep bir ağızdan şarkılar söyleyerek savunmaya devam edeceğiz elbette.

     

    Ercüment Gürçay

    [Kedi-Siz] Uğur Taşdemir: Kör kedilerin gören kedilerden hiçbir farkı yok

    Bir İrlanda Atasözü diyor ki;

    Kedilerden hoşlanmayan insanlardan uzak durun.

    Oysa yazar da konukları da İrlandalı değil. Onlar sadece kedilere gönül vermişler. Tolga Öztorun her hafta kendi sevdiği kedicileri sizin için misafir ediyor.

    [Kedi-Siz] kedisiz yaşayamayanların toplanma noktası. Her cumartesi sizinle…

    ***

    O bu ülkenin bilinen en iyi erkek sesi. Bunu sadece biz değil Holywood’da söylüyor. Mesela Nicolas Cage kendini seslendirmek için bu ülkeden onu seçmiş. Uzun seneler benim radyo programımın başlangıç anonslarını yaparak beni onurlandırmıştı.

    Öyle bakkalda filan arkanızdan seslense bir ekmek rica edebilir miyim diye donar kalırsınız. Hepimizin bildiği o şahane sesin sahibi bu adam.

     

    Aynı zamanda oyuncu, tiyatrocu, seslendirme sanatçısı… Daha ne olsun değil mi?

    Elbette yetmez Dünyaca ünlü hayvan hakları belgesellerini gönüllü olarak seslendiriyor. O zaman haydi kedileri konuşalım.

    Çünkü o Uğur Taşdemir

    ***

    19 – Uğur Taşdemir: Kör kedilerin gören kedilerden hiçbir farkı yok

    Tolga Öztorun: Sessiz sedasız ama dolu dolu bir yaşantın var. Bir köpek, biri engelli 3kedi, bir engelli karga… Tabi daha ne olsun…  Bu koca kalbin sırrı ne?

    Uğur Taşdemir: Aslında benim ki eş durumundan biraz. Eşim Özgün yüzünden böyle bir hayatım oldu. (Yaşam Hakkına Saygı Derneği Kurucu Başkanı Özgün Öztürk)

    İtirazım oldu mu? Hayır, elbette. Hayat bize onlarla güzel. Her birinin şahsına münhasır bir karakteri var. Karga Frida havlıyor mesela. Köpek olan Roka abisine aşık. Onu taklit ediyor.

    Ama annem de böyleydi benim, eşim Özgün’ün birçok yönüyle anneme benziyor. Annem de kediciydi mesela. Hasta kedileri eve alırdı, iyileştirip dışarı bırakırdı. Sokaktakileri beslerdi. Evde devamlı kedi oldu.

    Annemden sonra köpeğim olmuştu hep ama kediler yeniden Özgün’le girdi hayatıma. Elbette karga da.

    Tolga Öztorun: Biraz engelli kedin ve kargandan konuşalım istiyorum. Hikâyeleri nasıl? Sağlıklı kedi ile engelli kedi arasında ne fark var? Zor mu engelli hayvanlar ile yaşamak?

    Uğur Taşdemir: Kedimiz Mualla’yı Özgün Facebook ilanından bulmuş. O bizim kör kızımız. Karşı tarafa “1 hafta deneyeyim, köpeğimiz Roka’yla ve diğer kedimiz Fikret’le nasıl anlaşacak bakalım” demiş. Ertesi gün getirecekmiş. Ben o gece durduk yere ona “Bir kedi daha getirebilirsin” dedim. Şok oldu. “Tamam, yarın getiriyorum o zaman” dedi.

    Mualla aşk. Kör kedilerin gören kedilerden hiçbir farkı yok. Sokakta başaramazlar ama evde inanın kolay bile denemez, normal kedi gibiler. Adım sayıyorlar. Çok mutlu yaşıyorlar. Kargamız Frida’yı ise eski apartman yöneticimiz Aysel Ablamız bulmuş, o korktuğu için Özgün’den rica etmiş. Zaten her sene en az 1-2 yavru karga misafirimiz olurdu öncesinde. Ama bir süre sonra uçururduk.

    Maalesef Frida’nın hem ayağı sakat, hem kanatları. Yükselemiyor ve konup kavrama şansı yok. O da 2 senedir bizimle. Evrimleşti.

    Köpek oğlumuz Roka’yı taklit ediyor, havlayarak iletişim kuruyor.

    Tolga Öztorun: Devlet artık sokaklarda kedi köpek istemiyor, önce baba, sonra sanatçı en son Hayvan sever olarak bize bu konudaki fikirlerini açıklar mısın?

    Uğur Taşdemir: Olamaz öyle bir şey. Mümkün değil. Bu ülkede her zaman, yüzyıllardır sokak hayvanları oldu. Sokaklarımız onlarla güzel. Sokaklarımızın da bir habitatı var ayrıca.

    Buna müdahale etmek çok ciddi başka sorunlar da demek. Sadece hayvanlar için değil, insanlar için de sokak hayvanları sokaklarındır, sokakta kalmalıdır.

    Tolga Öztorun: Teşekkür ediyorum, iyi ki varsın.

     

     

    Röportaj: Tolga Öztorun

    (Yeşil Gazete)

    Net’de doktorculuk oynamak: Siberkondria – Seran Vreskala

    Dr Google’dan uzak durmamızı tavsiye eden uzmanlara göre internette doktorculuk oynayanlar için söylenen bir terim var; ‘Siberkondria’. Kendilerine internetten teşhis koyanlar, asıl semptomları gözden kaçırdıkları için bu hastalık çok tehlikeli bir bağımlılık!

    Hadi itiraf edin; çoğunuz başınız ya da herhangi bir yeriniz ağrıdığında, mideniz bulandığında, gözünüz seğirdiğinde, hazımsızlık çektiğinizde, öksürdüğünüzde, cildinizde bir kızarıklığa rastladığınızda veya elinizi kestiğinizde hemen hastaneye gitmek yerine Dr. Google’a danışıyor. Çünkü insanlar öz tanılar için interneti kullanmanın hayatlarını kolaylaştırdığına inanıyor. Fakat araştırmalar gösteriyor ki, Google’ı kullanarak teşhis koymak yanlış tedavi ihtimali yüzünden çok tehlikeli bir yol!

    Bu yüzden önce kendinize şu soruyu sorun, ‘sağlıkla ilgili bilgileri aramak ve teşhis koymak için internette ne kadar zaman harcıyorum?’. Benim bu soruya verdiğim cevap, durumumun ne kadar vahim olduğunu ama bunun sebebinin daha çok mesleki deformasyonla ilgili olduğunu gösteriyor. Bu da mutlaka sağlıkla ilgili her konuda bir araştırma yaptığımı fakat elimde net bir kanıt olmadan çıkan sonuçları çok fazla ciddiye almadığımı gösteriyor.

    Hemen herkes Hipokondri yani hastalık hastası terimini biliyordur. Bu durum insanoğlunun hastalık ve semptomlarla olan ilişkisi başladığı andan itibaren ortaya çıkan bir sendrom. Yani insanların, doktorların verdiği güvenceye ve testlerden çıkan olumlu sonuçlarına rağmen devam eden ciddi bir hastalığa yakalanma korkusu. Bu yüzden geçmişte insanlar en azından doktor doktor dolaşarak sorularına bir cevap ararken, şimdi pek çok kişi doktora görünmek yerine çevrim içi bilgilere güveniyor. Bu da interneti özellikle hastalık hastaları için endişelerini korkunç boyutlara taşıyan bir zemin yapıyor, daha da fenası bu yüzden hastalık hastası olanların sayılarının artması… Çevrim içi sağlık bilgilerinin kullanımıyla daha da etkilenen aşırı kaygı arasındaki bu etkileşime ‘siberkrondria’ deniyor.

    Bir not: Ünlü hastalık hastaları arasında Hitler, Angelina Jolie, Lady Gaga, İngiltere prensesi Kate Middleton, Hugh Jackman, Kim Kardashian ve Sharon Stone bulunuyor.

    Paranoyaklığa yol açıyor

    Yapılan istatistiklere göre, internet kullanan Amerikalıların %80’i, yani 113 milyon insan, bir yılda Google’da sadece sağlık konularında araştırmalar yapıyor ve Microsoft’un yaptığı bir araştırmaya göre de en sık yapılan aramalar genelde baş ağrıları ile başlayıp beyin tümörleri ile bitiyor. Nottingham Üniversitesi pediatri departmanı, 2010 yılında web üzerinden erişilen sağlık bilgilerinin güvenilirliğini ve doğruluğunu değerlendiren bir araştırma yayınladı. Bilim insanları hazırladıkları beş pediatrik soru için yapılan önerileri değerlendirdiler ve ilk 100 arama sonucunu analiz ettiler. Buldukları toplam 500 sitenin sadece % 39’u doğru bilgi içeriyordu, % 11’i tamamen yanlıştı ve % 49’u soruları bile cevaplamadı.

    Kendi kendine teşhis koymanın en mühim yanı, gerçekte olduğundan daha ciddi bir rahatsızlığa sahip olduğunuzu düşünmenizdir. Mesela NBC Haber Kanalının yaptığı bir habere göre de insanların kendilerine koyduğu, sıkça rastlanan yanlış teşhislerden biri insanların basit bir hazımsızlığı kalp kriziyle bağdaştırmaları, migreni korkunç bir beyin tümörüne dönüştürmeleri ya da basit bir gribi domuz gribi salgınıyla karıştırmaları…

    Bununla ilgili kayda geçen örneklerden biri ise Amerikalı bir sistem mühendisi ile ilgili. Son zamanlarda yoğun iş programından dolayı sık sık başı ağrıyan ve işe odaklanamayan bu kişi, baş ağrısıyla birlikte gözlerinin arkasında da bir ağrı hissedince Google’ı açar ve arama motoruna ‘baş ağrısı’ yazar. 34 milyonun üzerinde site çıkar karşısına. Bu bilgileri takip ede ede, 15 dakika sonra kendini beyin tümörlerini araştırırken bulur; bu defa da 4 milyon site vardır karşısında. Kendisini en çok etkileyen de bir yıldan daha az bir zamanda insanları öldüren kötü huylu beyin tümörleri olur. Bir anda elleri titremeye başlar, boğazı düğümlenir, midesi kasılır ve çarpıntı da başladığı için bir müddet yerinden kalkamaz; eve giderek daha fazla araştırma yapmaya karar verir ve bu durum problemin daha da büyümesine sebep olur. En sonunda doktora koltuğunun altındaki onlarca çıktı ile gittiğinde hastalığının sadece basit bir migren olduğunu fakat yaşadığı büyük stres yüzünden mide ve bağırsak hasarı yaşadığını öğrenir. Yani son derece basit bir semptom büyümüş ve çok ciddi bir hastalığa kadar götürmüş işi. Bu konudaki uzmanlar ‘bazen semptomlara bir isim vermemenin internette bulduğunuz yanlış teşhislerden medet ummaktan daha iyi’ olduğunu söylüyorlar.

    Madalyonun bir de diğer bir yüzü var; yani basit bir rahatsızlığı ciddi bir hastalığa dönüştürmekten ziyade, dikkate alınması gereken bir hastalığı ciddiye almadığınız için gözden kaçırmak! Özellikle psikolojik semptomlarda kendine teşhis koymanın en büyük tehlikelerinden biri de psikiyatrik bir sendrom gibi görünen tıbbi bir rahatsızlığı maskelemektir. Örneğin kendinize çıkan sonuçlara göre doğru bir şekilde panik atak teşhisi koyduysanız, hipertiroidizm veya düzensiz kalp atışı tanısını da kaçırmanız hayli mümkün! Bunun daha da ciddi tarafı, bazı beyin tümörlerinin karakterdeki veya psikozlardaki radikal değişikliklerle hatta ciddi bir depresyonla ortaya çıkabileceği gerçeği. Eğer depresyonda olduğunuzu zannedip, forumlardan edindiğiniz bilgilere göre ilaç kullanmaya başlarsanız, beyin tümörü gibi tıbbi bir sendromu da gözden kaçırmanız daha da büyük bir olasılık! Gerçek doktorlar varken neden böyle bir risk alasınız ki?

    Her şey doktorunuza güvenmekle başlıyor

    Araştırma yaptığınız bir arama motorunda sıralanan sayfalar, sizin kişisel semptomlarınızı veya sizinle ilgili detaylı faktörleri hesaba katamazlar. Yani bulduğunuz siteler ayrıntılara odaklanmayan ve genel bilgiler veren sayfalardır. Halbuki doktorlar yaşınız, tıbbi geçmişiniz, psikolojik durumunuz, ilaç kullanımınız veya alerjik durumlarınız gibi çok detaylı ve değişken durumlara odaklanır. Bundan dolayı ya doktorunuzun sözüne kesin olarak güvenin ya da güvenebileceğinizden emin olduğunuz bir doktor bulun.

    Peki ne yapmak gerekiyor?

    -Öncelikle arama motorlarını bilinçli bir şekilde kullanmaya çalışın ve sayfadaki sıralamanın ille de kaliteli bilgiyle veya hastalığın sıklığı ile ilişkili olmadığını unutmayın.

    -Kendinizi ciddi veya nadir bulunan bir hastalık hakkında arama yaparken buluyorsanız, derhal aramayı bırakın ve tıbbi görüş alın.

    -Google tabii ki pek çok kullanışlı bilginin kaynağı, ancak ille de sağlık konularında bir arama yapacaksanız, interneti doktorunuzla ortak olarak kullanmak en iyi sonuç.

    -İlle de Google’a danışacaksanız, mutlaka doktorunuza yaptığınız araştırmalarda sizi en çok neyin ve neden endişelendirdiğini söyleyin.

    Tıbbi öneriler için kaynak: Richard C. Senelick, Nörolog, yazar, blogger ve konuşmacı

     

    Seran Vreskala