Ana Sayfa Blog Sayfa 2958

ABD’li düşünür Noam Chomsky’den Barış Akademisyenleri’ne destek mesajı

Emek ve meslek örgütleri ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ bildirisine imza attıkları için yargılanan Barış Akademisyenleri davalarına destek çağrısı yaptı.

ABD’li düşünür ve akademisyen Noam Chomsky’nin bugün Çağlayan’da başlayan Barış Akademisyenleri davası için gönderdiği destek mesajı ise şöyle:

“Dava korkunç bir yargı hatasıdır. Türkiye’deki toplumun dostları büyük bir dehşetle bu gelişmeleri takip etmektedir. İddianamenin dili aslında yaşanılanların son derece özenle korunması gereken özgür düşünce ifadesinin temeline yönelik bir saldırı olduğunu bizlere belirgin bir şekilde göstermektedir. Bir örnek vermek gerekirse, imzacılara şu suçlamalar getiriliyor: “Sokağa çıkma yasaklarının kaldırılması, insan hakları ihlali yapanların cezalandırılması, maddi ve manevi zarara uğrayan vatandaşların tazminat alma taleplerini” hükümetten talep etmeleriyle suçlanıyorlar. Bu talepler bir özgür toplumda son derece normal bir durumdur. Endişe içinde olan vatandaşların yanında yer almak, doğal olan ve övülmesi gerekilendir. Barış çağrısının yanlış veriler içerdiğini söyleyenler ise, bu duruma karşı kendi görüşlerini olgun bir şekilde dile getirmek için yeterince fırsata sahiptir. Bu çağrıda, terörizmi en ufak bir şekilde destekleyecek bir nokta yoktur. Savcılığın işkenceci zorlayıcı bir tavır içerisinde barış ve adalet için yapılan esasi bir çağrıyı terörizm destekleyicisi olarak çarpıtması, özgür ve insan haklarına saygılı bir toplumda müsamaha gösterilmemesi gereken bir olgudur.”

 

(Cumhuriyet)

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu: Kasım ayında 27 kadın öldürüldü

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2017 Kasım ayı “Kadın Cinayetleri” raporunu açıkladı. Rapora göre, Kasım ayında 27 kadın erkekler tarafından öldürüldü. 39 kadına cinsel şiddet uygulandı, 29 çocuk ise istismara maruz bırakıldı.

2016 yılında toplam 328 kadın öldürülmüşken, 2017 yılının daha Kasım ayında öldürülen kadın sayısı 366’ya yükseldi. Platformun açıkladığı raporda İstanbul’da 4, Sakarya’da 3, Mersin’de 3, Şırnak ve Antalya’da 2 kadının öldürüldüğü belirtildi. Kasım ayındaki kadın cinayetlerinde çoğunluğu 25-35 yaş aralığındaki kadınların öldürüldüğü kaydedildi.

Rapora göre kadınların yarısından fazlası ateşli silahla öldürülürken, yüzde 15’i kesici alet ve yüzde 4’ü boğularak hayatı elinden alındı.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun raporuna ulaşmak için tıklayınız

 

(Gazete Karınca)

Emniyet güçleri yeni kurulan ‘Hayvana Şiddet Masası’ ile hayvan hakları ihlallerini takip edecek

Siber suçlarla mücadele kapsamında önleme şube müdürlüğü bünyesinde 11 yeni masa kuruldu. Masalardan birisi de ‘hayvanlara şiddet’ masası adı altında hayvanlara yönelik şiddet ve hayvan haklarını ihlal edenlere yönelik çalışmalar yürütecek

Sosyal medyada işlenen suçları takip edecek emniyet güçleri alanında uzman polisler bilişim sistemleri, uyuşturucu, silah satışları, IŞİD, FETÖ ve PKK, devlet büyüklerine hakaret, Türk halkına ve dini değerlere hakaret, hayvanlara şiddet, eskort, çocuk istismarı, yasadışı bahis ve sporda hakaret içeren tezahürat suçlarının yanı sıra hayvan hakkı ihlallerini de takip edecek.

Hayvanlara şiddet içeren görüntüleri yayan, bunları paylaşan ve hayvana şiddet uygulayanlar tespit edilerek adli mercilere çıkarılıyor.

Edinilen bilgiye göre kurulan 11 yeni masa yaptığı çalışmalarda bugüne kadar 2 bin 441 araştırma raporu hazırlayarak ilgili birimlerle paylaştı.

 

(Ajanimo, Hürriyet)

Akademisyenlerden dayanışma paneli: Akademi Biat Etmez!

Eğitim Sen, Ses ve TTB, 5 Aralık’ta (bugün) başlayacak akademisyen davaları öncesi İstanbul Tabip Odası’nda panel düzenledi. 4 Aralık Salı günü düzenlenen panelde dava için dayanışma çağrısı yinelendi.

Bianet’den Tansu Pişkin’in haberine göre Barış Akademisyenlerinin davası öncesinde Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen), Sağlık ve Sosyal hizmet Emekçileri Sendikası (SES) ve Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) çağrısıyla bir araya gelen eğitimciler İstanbul Tabip Odası’nda “Akademi Biat Etmez” başlığıyla panel düzenledi.

Açılış konuşmasını Prof. Dr. Raşit Tükel’in yaptığı panele konuşmacı olarak Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Prof. Dr. Taner Timur ve Prof. Dr. Fatma Gök katıldı.

Panel, konuşmaların ardından bugün görülecek dava için dayanışma çağrısıyla sona erdi.

 

(Bianet)

Beynun Özkan çevre ve ekoloji hareketinin öncülerinden eşi Noyan Özkan’ı anlattı

2013’te kaybettiğimiz Avukat Noyan Özkan’ın çevre ve ekoloji alanında yaşamı boyunca sürdürdüğü mücadelelere ilişkin hukuk arşivini Türkiye’deki İlk Sivil Ekoloji ve Kent Kütüphanesi’ne bağışlayan Beynun Özkan, eşi Noyan Özkan ile anılarını Yeşil Gazete ile paylaştı.

  • Beynun Hanım, Noyan Bey’in sevdikleri, mücadele arkadaşları, dostları buradaydı. Nasıl hissediyorsunuz? 

“Çok duyguluyum bir kere. Uzun zamandır pek su yüzüne çıkmamış duygular hücum etti. Özlem doluyum, gurur doluyum, umut doluyum.

  • Noyan Özkan’ın çalışma yaşamına ait hukuk arşivini, dijital ekoloji ve kent kütüphanesine bağışladınız. Bu fikir ne zaman, nasıl doğdu?

“Ölümünden hemen sonraydı. 2014 Nisan ve Haziran arasında. Haziran ayında bürosu boşalacaktı. O zamana kadar toparlandı. Sekreteri İsmail Koç, onun dışında da Ankara’dan Aydın Tansu, İzmir’den İbrahim Arzuk ve Ömer Erlat destek verdiler. Türkiye Barolar Birliği ‘Noyan Özkan Çevre ve Ekoloji Mücadelesi Onur Ödülü’nün oluşturulmasında katkı sağladı. Arşivin korunması bireysel bir inisiyatifti. Ekoloji Kolektifi ile ilişkimiz geçen yıl Fevzi Özlüer’in benimle görüşmek istemesi ve Sevinç Pastanesi’nde buluşmamızla başladı. Buluştuğumuzda bana böyle bir projeleri olduğunu ve amaçlarını anlattı. Noyan Özkan’ın arşivinin çok değerli olduğunu, bunu da hem fiziki olarak koruma altına almak istediklerini, son teknolojiyle dijital ortama aktarıp kent ve çevre mücadelesiyle ilgili bir kütüphane kurmak istediklerini söyledi. Benim iznimi istediler. ‘Tabi ki’ dedim. Çok gurur duyarak hemen kabul ettim. Onun hazırlıkları sürdü. 1 yıl dolmadan da devir teslim yaptık. Ömer Erlat’ın bir lafı vardı. Arşiv Ömer’in bürosunda duruyordu. ‘Beynun, bu arşiv bizim hayatlarımızla sınırlı. Üstelik havayla da teması var. Zaman onu da eskitiyor. Biz gittikten sonra arşivi belki de birisi çöpe atacak. O yüzden çok iyi bir şey yapıyoruz’ dedi. 

  • Noyan Bey ile ne zaman tanışmıştınız, onu düşündüğünüzde sizi gülümseten bir anınız var mı?
Noyan Özkan ve Beynun Erener Özkan (Foto: noyanozkan.com)

“Biz 1982 yılında tanışıp 1983 evlendik. Aslında evliliğimizin 30’uncu yılını kutlamamıza birkaç ay kala vefat etti. Doğum gününe birkaç gün kalmıştı. Şunu anlatabilirim. Daha flört sayılmıyordu. Ben dağ yürüyüşlerine gidiyordum. O da İzmir’e yeni taşınmıştı. Kaymakamlıktan istifa edip İzmir’de avukatlık yapmak üzere dayısının yanında kalmaya başlamıştı. Tesadüf aileler tanışıyordu. Biz de öyle tanıştık. Noyan, ‘A ben de dağlara gelebilir miyim’ dedi. ‘Tabi’ dedim. Bir, iki dağ yürüyüşüne birlikte gittik. Sonra da onun eniştesinin, kız kardeşinin ve arkadaşlarının bulunduğu daha büyük bir grup ile baharda, bir Mart ya da Nisan günü sanıyorum Yamanlar yürüyüşüne gittik. Noyan’ı kişi olarak çok beğeniyorum. Arkadaşlığından çok keyif alıyorum. Düşünce yapısı acayip hoşuma gidiyor ama henüz bir “hadi sevgili olalım” işaretini kendimden alamıyorum. O yürüyüş sırasında nasıl içimden geliyor, gidip sarılasım geliyor, canım acayip sarılmak istiyor. (Gülüşmeler) İnanılmaz tatlı bir çocuk. Kocaman bir çocuk. O kadar tadını çıkartıyordu ki. Çok sevdim… O anda onu ne kadar sevdiğimi hissettim. Zaten dönüş yolunda elini tuttum, tutuş o tutuş. (Gülüşmeler) Noyan gerçekten hayatta tanıdığım en temiz, en naif, en objektif insanlardan bir tanesi. Güzel bir birliktelik oldu, çok şanslıymışım. Birlikteliğimiz ikimizi de daha iyi insanlar yaptı. Sizlerle de gündemi ve ruh kardeşliğini yaşıyorum. Yeşil Gazete’yi her açtığımda beni ilgilendiren, yüreğimdeki ya da aklımdaki sorunu ya da sevinci burada bulabiliyorum. Teşekkür ederim.

  • Biz teşekkür ederiz. 

Noyan Özkan’ın mirası Türkiye’nin ilk sivil ekoloji ve kent kütüphanesinde yaşayacak

Noyan Özkan’ın adı Karşıyaka’da otopark olmaktan kurtardığı parkta yaşayacak

Dostları Noyan Özkan’ı anlatıyor

 

Röportaj: Merve Damcı 

(Yeşil Gazete)

Noyan Özkan’ın mirası Türkiye’nin ilk sivil ekoloji ve kent kütüphanesinde yaşayacak

Bu hafta sonu (2 Aralık) İzmir kıymetli bir çalıştaya ve panele ev sahipliği yaptı. Ekoloji Kolektifi, Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu, Konak Belediyesi’nin ortaklığıyla düzenlenen “Doğa/Kent Bağlamında Belgelendirme Kültürü, İzmir Kent Belleğinde Mekan-Zaman ve Birey” başlıklı etkinlik yaşam savunucularını, basın mensuplarını ve akademisyenleri Türkan Saylan Kültür Merkezi çatısında bir araya getirdi.

Moderatörlüğünü Ekoloji Kolektifi Derneği’nden avukat Fevzi Özlüer‘in üstlendiği etkinliğin gündem maddeleri ise mimari kültür varlıklarının korunma süreçleri, yerel yaşam hakkı mücadelelerindeki deneyimler, hukuki süreçler ve kazanımlar ve dijitalleşmeyle beraber kültür varlıklarının geleceğe aktarılma yöntemleriydi. Koruma ve kültürel miras alanlarında çalışan ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nden Dr. Nimet Özgönül, belgesel sinemacı Enis Rıza Sakızlı ve Hacettepe Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü’nden Dr. Tolga Çakmak, Türkiye’deki koruma kültürü, hafıza ve belgeleme çalışmaları ile çevrimiçi bellek çalışmaları hakkında sunumlar yaptı.

Dr. Nimet Özgönül, ODTÜ Mimarlık Fakültesi

Dr. Nimet Özgönül kültür varlıklarımızdan Rhodiapolis, Bodrum Kalesi ve İller Bankası’nı örnek gösterdi

Türkiye’deki mimari kültür varlıklarının korunma süreçlerindeki tartışmalardan bahseden Özgönül, Antalya Kumluca’da bulunan antik dönemin kanunlarını da içeren yazıların bulunduğu, ülkemdeki sayılı örneklerden Opramoas Anıt Mezarı ve Stoası-Rhodiapolis’in koruma ve restorasyon sürecini anlattı. Uygulamanın projeye uygun gelişemediğini ve bu süreçte değerlendirilmemiş yazıt parçalarına ulaşıldığından bahseden Özgönül, arkeoloji bilimi açısından yeterince araştırma yapılmayan Rhodiapolis’te koruma ve onarım süreçleri için yanlış firma seçilmesiyle ortaya çıkan uyumsuz görüntünün kamuoyu gündemine gelişinin kaçınılmaz olduğu eleştirisinde bulundu.

Şövalyeler için yaptırılan, 1995’te Avrupa’da yılın müzesi ödülünün sahibi, UNESCO’nun koruma altına alınması gereken kültür varlıkları aday listesine giren Bodrum Kalesi-Sualtı Arkeoloji Müzesi de koruma, onarım ve yeni yapılaşma projesinde kamuoyunda tepkiyle karşılanan geçmiş kötü tecrübelerden biri olarak hatırlatıldı.

İtalya’daki Palio di Siena festivali kültürel mirasın nasıl korunacağına dair bir örnek

Özgönül, Cumhuriyet sonrası 1937 tarihinde yapılan ve Türkiye’deki modern mimarlığın önemli örneklerinden biri olarak gösterilen, 2004’te Kültür Bakanlığı tarafından 1,5 milyon TL’ye kapsamlı bir koruma ve onarım projesi geçiren Ankara’daki İller Bankası binasının bölgedeki bir cami projesini görsel olarak kapattığı gerekçesiyle yıkıldığını anlattı.

Konuşmasında İtalya’nın Siena kentinde geçmişi 12. yüzyıla dayanan dünyaca ünlü “Palio di Siena” festivalini kültürel mirasın korunduğu örneklerden biri olarak gösteren Dr. Nimet Özgönül, henüz kültürel evrimini tamamlamamış bir toplum olduğumuzun, koruma ve belgelendirme kültürümüzün gelişmesinin şart olduğunun altını çizdi.

Enis Rıza Sakızlı, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi

Enis Rıza Sakızlı: “Bir toplumun gelişkinliğini ifade eden şey, kendi tarihini kavrama olgunluğudur”

Çalıştayda söz alanlardan biri de 1967’den bu yana belgeselleriyle Türkiye’nin tarihine ve kültürüne ışık tutan, bu yıl 50’inci sanat yılını tamamlayan, Ayrıntı Yayınları editörlerinden ve Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde belgesel sinema eğitimi veren belgesel sinemacı Enis Rıza Sakızlı’ydı. Türkiye’deki kurumsal arşiv ve belgeleme çalışmalarının noksanlığından yakınan Sakızlı, ne resmi ne de özel kurumların kendi tarihçelerini yansıtan arşivlere sahip olmadığını, bu eksikliğin toplumsal kimliği çözümleyecek kurumsal bir zemini de ortadan kaldırdığını anlattı. Çevre savunucusu avukat Noyan Özkan’ın çalışmalarının kent kültürüne ilişkin değerli veriler içermesinden hareketle, kent arşivlerinin toplumun gelecekle bağ kurmasında önemli bir işleve sahip olduğunu aktaran Sakızlı şu değerlendirmeyi yaptı:

“Benjamin’in tarif ettiği gibi, geçmişin ve geleceğin molozları arasında büyük bir mücadele veriyoruz. Türkiye’de geçmişe ilişkin bilginin yaşayan bir malzemeye dönüşmesine ihtiyacımız var. Sadece hatırlama ihtiyacından bahsetmiyoruz; hatırlamaya duyduğumuz ihtiyaç aslında bir praksisin gerçekleştirilmesi. O praksisi gerçekleştiremediğimiz için geçmiş ve gelecek arasında hep boşluk ve kopukluklar yaşıyoruz. Böyle bir arşiv müşterek geleceğin inşasını hedeflemeli. Bir toplumun gelişkinliğini ifade eden şey, kendi tarihini kavrama olgunluğudur. Geçmişin bilgisinden de korkmamak gerekir. Bazen arşivler öyle bir gerçeği ortaya çıkartır ki, bazıları arşivleri riskli bulur ve yok edebilir. Ancak arşivcilik aynı zamanda tarihle yüzleşme cesaretini de tartışmaya açar. Gerçek anlamda aktif, topluma açık bir kent arşivinin bu konuda da bir tavrının olması gerektiğini düşünüyorum.”

Tatile giden Japonlar gördükleri yerleri çalıştıkları kurumlarına fotoğraflarıyla raporluyorlar

İkinci Dünya Savaşı’nda Londra’nın bombalanmasıyla tüm devlet arşivlerini kaybeden İngiltere’nin sözlü tarih çalışmasıyla yok olan arşivlerinin yerini doldurmaya çalıştığından bahseden Sakızlı, sözlü tarihin kent belleği için önemli olduğunu, hiçbir yazılı kaynakta olmayan bilgilere bu şekilde ulaşabildiğimizi anlattı. Japonların yurt dışına çıktıklarında neden bu kadar çok fotoğraf çektiklerine dikkat çeken Enis Rıza Sakızlı, ülkedeki kurumsal yapıların çalışanlardan tatilden döndüklerinde gittikleri yerleri fotoğraflarıyla beraber raporlamalarını istediklerini, bu raporların bir pazarlama aracı olarak ülkelerin kültür ve alışkanlıklarını değerlendirmelerine imkan tanıdığını ifade etti.

Dr. Tolga Çakmak, Hacettepe Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü

Etkinliğin çalıştay kısmında sunum yapan son isim ise Hacettepe Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü’nden Dr. Tolga Çakmak’tı. “Dijital Üretim Çağında Kültürel Bellek ve Kültürel Bellek Kurumları” başlıklı sunumunda korunması ve arşivlenmesi gereken kültürel bilginin tespiti tartışmasını anımsatan Çakmak, “Bir nesneye ilişkin somut bilgileri biliyor, kolaylıkla erişebiliyor ve sıralayabiliyoruz ama ona ilişkin kültürel bilgilerin hangileri olduğunu tespit etmek ve kategorilemek o kadar kolay değil. Bundan sonraysa kültürel mirasa ilişkin tespit edilen elde bilgilerin nasıl tasnif edileceği ve kullanıcıya sunulacağının belirlenmesi geliyor” diye konuştu.

“Sergiler bulundukları bölgelerin ekonomisine katkı sağlıyor”

Artık 3D yazıcılar ile istediğimiz herhangi bir bilgiyi üretebildiğimizden bahseden Çakmak, dijitalleşme süreciyle beraber kullanıcı davranışlarının da değiştiğini, telefon ve bilgisayarların bilgiyi anlamlandırmaya destek verdiğini ifade etti.

Uluslararası standartlar ve bilgi yönetimi uygulamalarının kültür varlıklarının toplum için daha ulaşılabilir olmasını sağladığını kaydeden Çakmak, uluslararası çevrimiçi kütüphanelerde Türkiye’den aktarılan varlıkların son derece az sayıda olduğunu belirtti. Kültürel bellek kurumlarının kültür nesnelerinin gelecek kuşaklara aktarılmasında, korunmasında ve bilgi yönetimindeki rolüne değinen Çakmak, müzelerdeki sergilerin bulundukları bölgelerdeki ekonomik gelişimine sağladığı katkıların raporlandığını anlattı.

Bergama Belediyesi Eski Başkanı Sefa Taşkın, Avukat İbrahim Arzuk ve Avukat Arif Ali Cangı (Soldan sağa)

Çevre mücadelesindeki yol arkadaşları Noyan Özkan’ı anlattı

Çalıştayın ardından gerçekleştirilen panel bölümündeyse Avukat Noyan Özkan’ın da parçası olduğu çevre ve kent mücadelelerinden kesitler, bu mücadelelerde Özkan’la birlikte yer alan Bergama Belediyesi Eski Başkanı Sefa Taşkın ile Özkan’ın çalışma arkadaşları Avukat İbrahim Arzuk ile Avukat Arif Ali Cangı tarafından aktarıldı.

Bergama’nın altın madenciliğine karşı verdiği mücadelenin en çetin döneminde belediye başkanlığı görevini yürüten Sefa Taşkın, Noyan Özkan ve İzmirli diğer avukatlarla kurdukları ilişkilerin mücadeleye kattıklarından bahsetti. Çevre mücadelesini annelerin çocukları için verdiği mücadeleye benzeten Taşkın, çevre/ekoloji mücadelesinin sadece aydınların mücadelesi olmadığını, bunların sonucunun doğrudan doğruya halk olduğunu, önderlik yapmak isteyenlerin bunu hesaba katmaları gerektiğini ve sorumlulukları olduğunu, kazanılan bilgi ve deneyimlerin sıradan insanlara ulaşması gerektiğini söyledi.  Avukat İbrahim Arzuk, İzmir Barosu bünyesinde Noyan Özkan’la birlikte kurdukları Çevre Komisyonundan, çevre ve kent hakkına ilişkin çalışmalarından, Kültürpark ve Bergama mücadelelerini anlattı.

Noyan Özkan ve beraberindekilerin çalışmalarından etkilenerek çevre ve kent hakları alanında savunuculuk yapmaya başladığını kaydeden Avukat Arif Ali Cangı ise Noyan Özkan’ın hukuk sistematiğine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Cangı, Türkiye’deki çevre ve kent hukuku geleneğini oluşturan Noyan Özkan imzalı hukuki girişimleri ve bugün içtihat haline gelen, Özkan’ın girişimleri sonucunda alınan yargı kararlarını dinleyicilere anlattı.

Hülya Yıldırım, Beynun Özkan ve Elif Özkan

Beynun Özkan: “Noyan hayatta tanıdığım en doğru düzgün insanlardan biriydi”

Çalıştay ve panel 2013’te hayatını kaybeden Avukat Noyan Özkan’ın yaşamı boyunca sürdürdüğü mücadelelere ilişkin hukuk arşivini, çevrimiçi ekoloji ve kent kütüphanesi kapsamında değerlendirilmek üzere, Ekoloji Kolektifi’ne bağışlayan eşi Beynun Özkan ve kızı Elif Özkan’a plaket takdim edilmesiyle sona erdi.

Plaketi Elif Özkan kütüphane çalışmasının yürütücülerinden Avukat Hülya Yıldırım’dan teslim alırken, Beynun Özkan ise kısa bir konuşma yaparak Türkiye’nin çevre hukuku tarihine damga vuran eşinden söz etti. Beynun Özkan, eşi Noyan Özkan’ın kişisel arşivinin Türkiye’deki çevre ve kent hukuku konusunda çalışmalarını sürdüren isimlere devretmekten duyduğu memnuniyeti şu sözlerle anlattı:

“Noyan hayatta tanıdığım en doğru düzgün insanlardan biriydi. Hayatımın onunla birleşmiş olması benim için büyük bir kazanç, kızım içinse büyük bir gurur. Şeffaf bir insandı; hiçbir gizlisi saklısı yoktu. Çok çalışkandı, ilkeliydi, hakkaniyetliydi ve paylaşmayı severdi.

Arşivciliği de bu saydıklarımı içeriyordu. Kayıt tutardı, “Söz uçar yazı kalır” derdi. Bu çabasında da olabildiğince nesnel ve sistematikti. Bilgi edinme hakkına tüm yüreğiyle inanır ve gerçekleşmesi için elinden geleni yapardı. Noyan Özkan umutluydu da… Bir şeyin kendisini yıldırmasına izin vermezdi. Çevre mücadelelerinde yıldırıcı şeylerin oluşmaya başladığı, daha yüksek duvarların örüldüğü dönemde onun umutlarını tazeleyen bir şey oldu. Barolar Birliği’nde Çevre Komisyonu’nun kurulduğu dönemde İzmir’de bir toplantı oldu. O akşam bana, ‘Beynun, ben yemeğe eve gelemeyebilirim’ dedi. 12’de geleceğini söyledi ama sabaha karşı 3 oldu, 4 oldu. Çok endişelendim ama toplantıdan o kadar mutlu döndü ki! Eve döndüğünde hayatta güzel bir şey keşfetmiş, kendini bulmuş bir çocuk gibiydi. ‘Müthiş insanlarla, çok güzel gençlerle tanıştım’ dedi. Bu arşivin onların elinde olacağından, şeffaf bir şekilde paylaşılacağından ve gelecek nesiller için kullanılacağına çok mutluyum. Eminim Noyan da çok mutludur!”

Yılmaz Kilim, Fevzi Özlüer, Arif Cem Gündoğan, Hülya Yıldırım, Ülkü Şahin, Merve Damcı, Sıla Özkavaf, Doğu Eroğlu ve Emin Barış Tarım (Soldan sağa)

Noyan Özkan kimdir?

1953 doğumlu Noyan Özkan, TED Ankara Koleji ve Ankara Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra 1983’te İzmir’de avukatlığa başladı. 1990 Bergen Çevre ve Kalkınma Konferansına Türkiye Hükümet Dışı Kurumlarını temsilen katılan Özkan, ilerleyen yıllarda çevre ve kent hakkı konusundaki faaliyetlerini sürdürdü. İzmir Çevre Hareketi Avukatları Grubu kapsamında Bergama, Akkuyu Nükleer Santralı, Konak Galleria Projesi, Karşıyaka Katlı Otopark, Gökova/Yatağan Termik Santralı projelerine karşı savunuculuk faaliyetleri yürüttü; 2000-2002 yılları arasındaysa İzmir Baro Başkanlığı görevini yürüttü.

 

Haber: Merve Damcı 

(Yeşil Gazete)

Zarrab’dan sonra – Cengiz Aktar

Bu yazı ahvalnews.com/tr/ den alınmıştır

17/25 Aralık ifşaatı ne idiyse Zarrab’ın ifşaatı da o ve fazlası. CHP’nin ifşa ettiği belgeleri de bu havuzda ele almak lâzım.

Ne var ki rejim 17/25’i nasıl bertaraf etmeyi başardıysa, büyük olasılıkla New York’ta görülmekte olan davada ortaya saçılan suçları içeride bertaraf etmeyi başaracaktır. Diğer bir deyişle, Türkiye toplumunun sınırlı bir bölümünün öfke ve tepkisi rejimi sarsamayacaktır. Bunun bir dizi nedeni var.

Gözle görünen nedenlerden biri, Türkiye’de bir avuç bağımsız basın yayın organı dışında nüfusun ezici çoğunluğunun izlediği medyanın olan biteni haberleştirmemesi.

Diğeri, kolu kanadı kırık yasama. Bırakın bugünlerde yaşanan kepazeliği, yıllardır hiçbir araştırma komisyonunu hayata geçirememiş, bir komisyon kurulsa esasa dair araştırma yapamamış (Darbe Komisyonu misâlen) ya da bulguların sansürlendiği AKP hegemonyasındaki bir meclisten bahsediyoruz.

Diğeri, emireri yargı. New York ifşaatını, CHP ifşaatını ve yüzbinlerce gayrihukukî uygulamayı yargılayacak ve adalete kavuşturacak bir sistem mi var?

Daha Cuma günü “belgeler iddiayı ispat niteliğinde değil, belgeler bizim için sahte hükmündedir, sonrasına mahkeme karar verecek…” diye kükreyen AKP sözcüsü Mahir Ünal’ın bu özgüveni başka türlü nereden gelebilir?

Bugünkü rejimde ne yayımlayabilecek basın, ne araştırabilecek meclis, ne de kovuşturabilecek yargı var. Demokrasinin olmazsa olmazı denge ve denetlemenin bu iki resmî ve bir gayriresmî kuvvetinin yok edildiği Türkiye burası.

Gözle görülmeyen neden ise gönüllü kulluk ve biat temelli taraftarlık ile muhalif olanların ortama ayak uydurma refleksinden doğan tepkisizlik.

Erdoğan dünyası çok kalabalık bir taraftar güruhundan oluşuyor. Nüfusun ezici çoğunluğu, olan biteni duymuyor, duysa inanmıyor, inansa tepki vermiyor.

Biat ve gönüllü kulluk üzerine literatür zengin. Platon, de la Boétie, Hobbes, antifaşist Alman ve İtalyan düşünürler, filozoflar kadar sosyologlar, psikolog hatta psikiyatrlar insanın neden kendini otoriteye gönüllü teslim ettiğini asırlardır sorgular. Biat, itaat, kulluk sade buralara mahsus bir davranış değil tabii ki.

Türkiye’de 17/25 Aralık ifşaatları sonrasında peydahlanan “çalıyor ama çalışıyor” şiarıyla gündeme oturan mazur görme güdüsü üzerine o dönemde pekçok tahlil yapıldı. Bunların çoğu hâlâ geçerli.

Yahya Madra geçen gün Ahval’de bunları güzelce derlemiş ve ifşa siyasetinin sınırlarını sorgulamış. Şöyle yazıyor misâlen:

“…suçlamaların düzmece olduğuna inanmak isteyen bir kesim olabilir. Fakat birçoğu, yapılanların (özellikle yolsuzlukların) Erdoğan’a olan desteklerini geri çekmeyi gerektirdiği konusunda ikna olmamakla birlikte, büyük olasılıkla suçlamaların gerçekliğini sorgulamayacaktır”

Madra Erdoğan’ın, New York’ta yani emperyalizmin kalesinde görülen davayı, sade kendi kitlesi değil memleketteki bilumum sağ ve sol antiemperyalistin yüreğinin yağını eritecek şekilde kullanacağını ve bunun rejime bir nefes alma payı bırakabileceğini vurguluyor.

Gülen, darbedeki farazî ABD üst aklı ve YPG silahları marifetiyle zaten var olan antiemperyalist yaygaraya gayet güzel eklemlenecek şekilde…

Kitlelerin mazur görme potansiyeli üzerine 2016’da Cemal Tunçdemir tarafından kaleme alınmış bir makaleye rastgeldim.

Yazıda mazur görme potansiyelini örneklendiren üç davranışın altını çizdim.

Kabilecilik (tribalism) bunlardan ilki. Şöyle:

“Tribalism, aslında İbni Haldun’un ‘asabiyet’ diye nitelendirdiği şey. İslam Ansiklopedisinde ‘asabiyet’, ‘aynı soydan gelenlerin veya bir başka sebeple aralarında yakınlık bulunanların muhaliflerine karşı birlikte hareket etmelerini sağlayan dayanışma duygusu’ şeklinde tanımlanıyor”.
İkinci davranış biçimi “grubun inandığı şeye, bu ne kadar saçma olursa olsun inanmanın bir yolunu bulmak. Psikolojide bu davranışı açıklayan bir kavram var: ‘güdülenmiş muhakeme’. İnsanlar kanaatlerini destekleyecek bilgilerin, haberlerin takipçisi oluyor. Kanaatlerini çürütecek bilgi ve haberlere ise kendilerini kapatıyorlar”. Algıda seçicilik denilen…

Üçüncü davranış biçimi makalenin tümü gibi Trump’a atfen yapılmış bir gözlem.

“Destekçileri, çoğunlukla Trump’a hayran değil. Ama göçmenlerden nefret ediyorlar, Müslümanlardan nefret ediyorlar, Yahudilerden hazzetmiyorlar, medyadan nefret ediyorlar, solculardan nefret ediyorlar. Siyahların ve kadınların toplumdaki yerlerini bilmesi gerektiği düşüncesindeler. Trump, onların bu nefretine hiçbir politik doğruculuk yapmadan açık şekilde tercüman oluyor”.
Trump’ın yerine Erdoğan’ı koyun, bir de nefret edilen CHP’yi dâhil edin…

Zarrab ve CHP ifşaatlarından canalıcı sonuçlar beklemememin diğer esas nedeni memleketteki muhalifin ortama ayak uydurma refleksinden doğan tepkisizliği.

Ya da kurusıkı, verimsiz tepkisi…

Bu kitlede iki çeşit davranış seziliyor.

Gezi’den itibaren göstere göstere yapılan her kötülüğü haklı olarak ama yetersizce “hukuksuz” diye nitelendirmek. Sabah akşam “pes artık”, “yok artık”, “bu kadarı da olmaz”, “yetti artık”, “insanın aklı almıyor”, vb. nida ve ünlemleriyle feveran etmek.

Diğer davranış ise sesini tamamen kesip, hayatını yaşamaya çalışan, sonuçta kaderci ve biçare kitle. Perihan Mağden’in geçen gün Ahval’de Eylem Yılmaz röportajında bahsettiği…

Dolayısıyla tepkisizlik Erdoğan gezegenine mahsus değil…

Oysa dünyada gelişmiş ülkeler veya diğerlerinde yolsuzluk ve adaletsizlik karşıtı itirazların haddi hesabı yok. Bunlar, çoğunlukla şiddetsiz itiraz ve çeşitli sivil itaatsizlik eylemleri. Vergi kaçıran şirketleri boykot etmek veya 3500 yıllık tarihi olan, vergi kadar eski “vergi boykotu” ilk aklıma gelenler…

Ama burada hiç daha böyle bir şey işitmedim.

Geriye kalıyor ekonomik ve ahlakî çöküş sonucunda biat etmiş kitlelerin Erdoğan’ı terk etmeleri. Bu da çöküşü bekleyen bir nevî kadercilik ve pek de doğru değil. Daha önceki bir yazıda özellikle faydacı tahlilin yetersizliklerini ele aldım.

Tamahkârlık kitlenin bir kısmı için doğru olabilir. Ama kitlenin rejime verdiği destek ekonomik çıkarlar veya bilgi eksikliği ya da beyinlerin yıkanmış olmasının berisinde bir yerlerden gelmiyor mu? Totaliter rejimin dinî aidiyet üzerinden tanımladığı ve kitlenin beklentileriyle birebir örtüşen bir total tahayyülü meşrulaştırmasından, birikmiş kin, nefret ve hıncın önüne açtığı uçsuz bucaksız bir bulvardan kaynaklanmıyor mu?

Sonuçta bugünlerde haşır neşir olduğumuz ifşaatın, genel gidişattan son derece huzursuz olan Türkiyelilerin yüreğine su serptiği aşikâr.

Ama daha fazlası maalesef yok…

Geriye kalıyor saray darbesi ya da devletin tepesinde Erdoğan’ın tasfiyesi ve ikamesi. İttihatçılığın bugünkü sürümü Avrasyacı Ergenekon ve bilumum devletçi refleksi haiz güç odağı (İyi Parti misâlen) alternatif olarak beliriyor. Ne ki iktidar sahibini alt edebilmeleri pek kolay değil ve esas, bu alternatifler memleket sorunlarının ilacı olmaktan çook uzak.

Ve buradan da geriye, kalıyor uluslararası yankılar ve tepkiler…

Dış dünyada, Yahudi/ABD/Batı karşıtlığıyla çalkalanan Erdoğan Türkiyesinin sesi geliyor.

Milyarlarca dolar aklamaktan çekinmediği gibi bundan gurur duyan bir rejime verilen toplumsal destek görülüyor.

Karanlık işleri farazî bir anti-emperyalizm adına ifa etmekle övünen üçüncü dünya ülkesi Türkiye’nin sesi duyuluyor. Aksine, bazı yerli bankaların tezgâhların ortağı olmalarından dolayı en ufak bir endişenin sesi duyulmuyor.

Mafya devleti, muz cumhuriyeti, kimi zaman haydut devlet (rogue state), kimi zaman da aciz devlet (failed state) olarak tanımlanır hâle gelmekten pek gocunmayan Erdoğan Türkiyesi görülüyor.

İşte, dünyada pekişen bu muazzam ahlakî, siyasî, iktisadî itibar ve güven kaybı, ayyuka çıkmış kepazeliğin ve çürümüşlüğün uzun vadede hissedilecek esas bedeli.

Bu yazı ahvalnews.com/tr/ den alınmıştır

 

Cengiz Aktar

Gerzeliler kafes balıkçılığına karşı toplandı: Gerze’ye hiçbir trol teknesi giremez!

Gerze’nin ve Töngel Sokağı’nın balıklar için kafese alınmaması adına Yeşil Gerze Platformu (YEGEP) öncülüğünde başlatılan mücadele devam ediyor.

Özge İnce’nin Gerze Gündem’de yer alan haberine göre “Kafes Balıkçılığına Hayır, Hamsini Al Gel” etkinliği 3 Aralık 2017 Pazar günü saat 11.00’de Gerze İskelesi’ndeki balıkçıların pankartlar eşliğinde Töngel Sokağı’na uğurlanmasıyla başladı.

Etkinliğe katılmak isteyenlerin Gerze Balıkçılar Kooperatifi önünde toplanarak araçlar ile Töngel Sokağı’na hareket etmesi ile devam eden etkinlik ilçedeki balıkçıların Töngel Sokağı’nda karşılanması ile başladı.

“Gerze’ye hiçbir trol teknesi giremez”

Bugün Töngel Sokağı’nda kafes balıkçılığını protesto etmek için toplandık sözleri ile konuşmasına başlayan Gerze Belediye Başkanı Osman Belovacıklı,  konuşmasını, “Töngel Sokağı belki de hayatının ikinci büyük darbesini yiyor. Burası balıkçılık ile geçinen bir ilçe. Bu ilçede özellikle kıyı balıkçılığı yapılmaktadır. Gerze ve Töngel Sokağı’nda uzun yıllardır denizi kirlettiği için trol avcılığı yapılmamaktadır. Gerze’ye hiçbir trol teknesi giremez. Bu kadar denizini seven bir balıkçı kitlesi varken buraya kafes balıkçılığının yapılması ilçemize ve denizimize yapılmış bir ihanettir. Bizler buna karşı duracağız. Son yıllarda Ege ve Akdeniz’de sürdürülen mücadele kazanıldı ve buralardan sökülen kafesler şimdi bizim temiz sularımıza getirilmek isteniyor. Buna hep birlikte dur diyelim.” sürdürdü.

Başkan Belovacıklı’nın konuşmasının ardından balıkçılar adına sözü Sezai Kaptan aldı. Sezai Kaptan, “ Yıllar önce nasıl mücadele ettiysek bu firmalar ile şimdi de mücadele etmeye devam edeceğiz. Mantar hastalığı yaptığı kesinlikle belirtilen kafes balıkçılığı için hepinizin desteğini bekliyorum.” şeklinde konuştu.

Konuşmaların ardından mangalların yakılması ve balıkların pişirilmesiyle etkinlik sona erdi.

 

(Gerze Gündem)

Hayatı pedallıyorlar: Türkiye’de ilk kez bir üniversite kampüsü “motorlu taşıtsız” olmayı seçti

Sağlık Bakanlığı’nın obeziteye karşı başlattığı mücadele üniversite kampüsüne taşındı. Türkiye’de ilk kez bir üniversite kampüsü “otomobilsiz” olmayı seçti.

İstanbul’da bulunan İstanbul Şehir Üniversitesi motorlu taşıtları yerine kampüs içinde ulaşımın yaya ve bisiklet işe sağlanması kararı aldı. 40 futbol sahası büyüklüğündeki kampüse araç girişi yasaklandı.

Okula motorlu taşıtların girmesi yasak

Rektör Prof. Dr. Peyami Çelikkan da bisiklete binenlerden… Çelikkan uygulamayla ilgili, “Dünyanın birçok üniversitesinde kampüsler bisiklet dostu olarak biliniyor. Biz de Türkiye’de örnek bir kampüs ortamı oluşturalım istedik.” diyor. Kampüste öğrenciler de hocalar da bisiklet kullanmak zorunda… Özellikle öğrenciler uygulamadan çok memnun olduklarını dile getiriyor. Sağlık Bakanlığı üniversiteye 200 bisiklet hediye etti.

 Prof. Dr. Peyami Çelikkan

(24)

Arıları ve uçan böcekleri öldüren neonikotinoidlerin kuşlara da zarar verdiği ortaya çıktı

Kanada’da yapılan bir çalışma, arıları ve uçan böcekleri öldüren neonikotinoidlerin kuşlara da zarar verdiğini ortaya koydu.

Arıların dünya genelinde sayılarının azalmasının en önemli nedenlerinden biri olan neonikotinoidlerin, Kanada’da yapılan bir araştırmayla kuşlar için de zararlı olduğu belgelendi. Neonikotinoid kuşların kilo kaybına uğramalarına ve göç yollarından sapmalarına neden oluyor.

Scientific Reports‘ta yayımlanan araştırmaya göre Güney Amerika’dan ve Meksika’dan Kanada’ya göç eden serçeler üzerinde bir inceleme yapılarak neonikotinoidlerin serçelere olan etkisi araştırılmış. Bir mısır tohumundan daha az miktarda neonikotinoid alan serçeler saatler içerisinde mide problemleri yaşamaya ve kilo kaybetmeye başladı. Yemek yemeyi bırakan serçelerin daha sonra Kuzey’e olan göçlerini tamamlayamadı ve araştırmacıların belirttiğine göre kuşlar kayboldu.

Türkiye’de neonikotinoid kullanımı tamamen serbest

Neonikotinoid bir böcek zehiri ve dünyada yaygın olarak kullanılıyor. Avrupa Birliği 2013 yılında üç neonikotinoid türünü yasakladı ve şu an tamamen yasaklanmasını gündeme almış durumda. Kanada da benzer şekilde bir yasağı tartışıyor. Ülkemizde ise neonikotinoid kullanımı tamamen serbest.

Bu zehirler bitkilerin tohumlarına uygulanabiliyor, böylece bitki büyürken zehri bünyesinde tutmaya devam ediyor. Bitkiyi yiyen böcekler de zehirlenerek ölüyorlar. Zehrin tohuma uygulanması, o tohumları yiyen canlıların da, serçelerde olduğu gibi, etkilenmelerine neden olabiliyor. Ayrıca bitkilere uygulanan neonikotinoidlerin büyük bir kısmı bitki yerine toprağa geçiyor ve toprakta 19 yıla kadar etkilerini yitirmeden kalabiliyorlar. Yani bu zehirlerin tam olarak hangi canlıya ulaştığını ve ne kadar zarar verdiği hesaplamak oldukça zor. Neonikotinodlerin doğada yol açtığı zararın tam boyutu henüz bilinmiyor. Ancak bu konuda ortaya çıkan her yeni gelişme, neonikotinoidlerin ekoloji için oldukça tehlikeli olduğunu gözler önüne seriyor.

 

(The Guardian, Buğday Derneği)