Ana Sayfa Blog Sayfa 2934

Yer lisansı olmayan Sinop NGS için ÇED proje dosyası sunuldu

Türkiye’nin ikinci nükleer santrali olması öngörülen Sinop Nükleer Güç Santrali(NGS) için ÇED sürecinin ilk aşaması olan proje tanıtım dosyasının  Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na sunulduğu öğrenildi. Proje tanıtım dosyası onaylanırsa ÇED süreci için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) kurulacak .İDKnın önemine değindiğimiz bir yazımızı buradan okuyabilirsiniz.  Komisyonun kurulması halkın görüşlerinin alınması için gerekli olacak. ÇED raporu için yatırımcıya özel bir format hazırlanarak verilecek. ÇED raporu bu özel formata uygun olarak şirket tarafından hazırlanacak.Proje başvurusunun 2017’nin son günlerinde yapılmış olması  proje başvurusunun yıl atlatma kaygısı mı var sorusunu akıllara getiriyor.

Sinop NGS’nin kurulması için 2013 yılının Mayıs ayında Japonya ile Hükümetlerarası Anlaşma’nın imzalanmasının ardından  santralin kurulumu için Mitsubishi görevlendirilmişti. Yurt dışı projelerinde Fransız şirketi Areva ile konsorsiyum kararı alan Mitsubishi Şirketinin Sinop NGS için henüz dünyada hiçbir ülkede denenmemiş Atmea 1 reaktörünü inşa etmesi  Türkiye’de siyasi iktidar tarafından uygun görülmüş  bulunuyor.  Sinop NGS’nn reaktörlerini inşa etmesi öngörülen Areva ve Mitsubishi ise kendi ülkelerinde nükleer skandallara imza atmış bulunuyor.  Projeye göre bu şekilde 1100 Megawatlık 4 reaktör inşa edilecek ve tam kapasite çalışınca üretilen elektrik  Türkiye’nin ihtiyacı olan elektriğin %5‘ine tekabül edecek. Projenin kurulum maliyeti kağıt üstünde 20 milyar Dolar olup nükleer atıkların getireceği milyar Dolarlık hesaplanmamış ek maliyetler Akkuyu’da olduğu gibi bu öngörünün dışında.

Öte yandan ÇED proje dosyası sunulan Sinop NGS için henüz bir yer lisansı alınmış değil ve  Sinop’ta Mitsubishi şirket çalışanları eliyle yürütülen depremsellik çalışmaları da devam ediyor. Bununla birlikte Mitsubishi tarafından yürütülen deprem araştırmalarının neticesi Japon medyasına konu olmuş ve Sinop’taki depremselliğin küçük gösterilmeye çalışıldığına dair haberler yayınlanmıştı ( ilgili  haberimizi buradan okuyabilirsiniz) .

Sinop NGS için ilk imzaların atılmasından bugüne kadar Çevre , şehircilik ve Orman Bakanlığı’ndan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na devredilen  %99’u ormanlık olan İnceburun arazisinde 500 bine yakın ağaç kesilmiş bulunuyor. Gerek Sinop’ta gerekse Türkiye genelinde Sinop NGS’nin kurulmasına itirazı  olan  geniş bir kesim bulunuyor . Zira her yıl  Sinop’ta gerçekleştirilen  Çernobil Felaketini Anma etkinliği nin 29.’su olan 2015 yılında 40 bin kişi bir araya gelerek “nükleere hayır!” demiş, izleyen yıllarda da katılım en az 20 bin kişi civarında olmuştu .

 

*http://enerjienstitusu.com/2017/12/28/sinop-nukleer-santrali-icin-ced-basvurusu-yapildi/

(Yeşil Gazete)

Pınar Demircan

 

Cehennemin istiap haddi var mıdır? – Murat Sevinç

Bu yazı diken.com.tr sitesinden alındı

Yılbaşı zamanı gelir de, kılıksızların ‘cehennem’ uyarıları eksik olur mu hiç. Adettendir, iki yüzlüğün bereketli toprağında.

Gezi eylemleri esnasında gencecik insanlar öldürüldü, terörist dediler, yas tutanlara sövdüler.

14 yaşındaki bir çocuğun cenazesi üzerinden, annesini yuhaladılar.

Uludere’de bombalanarak öldürülen köylülere sövdüler.

Suruç’ta paramparça edilen pırıl pırıl insanların anısına sövdüler.

Ankara Garı’nda, barış mitingi yapılmak için toplananların orta yerinde bombalar patladı. 100’ün üzerinde insan vefat etti. Hâlâ tedavi gören yurttaşlar var. Resmi açıklama yapılırken ‘bakan’ sırıttı. Konya stadında, saygı duruşunda, parçalanan insanları yuhaladılar.

Bir annenin cenazesi, günlerce yol ortasında bekledi. Çocukları görebilecekleri bir mesafede nöbet tuttu. Seyrettiler. Sosyal medyada, Taybet İnan’ın asfalt üzerindeki bedenine sövdüler.

Bir TV kanalına bağlanıp ‘Çocuklar ölmesin’ dediği için hapse mahkum edilen genç kadın öğretmene sövdüler.

Yurtta yanarak ölen kız çocuklarının yanarak ölmesinde ihmali olanlardan hesap sormak gerektiğini düşünenlere sövdüler.

Her Allah’ın günü ölen işçilerin yaşamlarını kaybetme gerekçelerinin üzerine gidenlere, haklarını savunmak için çabalayanlara sövdüler.

Bir vakfın yurtlarında taciz ve tecavüze uğrayan çocukların haklarını arayanlara, olup biteni gündeme getirenlere, hesap soranlara sövdüler.

Basın özgürlüğünü sahiplenenlere, terörist diyerek sövdüler.

Akıl ve hukuk dışı tuhaf iddianamelerle içeride tutulan gazetecilere, onlarla dayanışma sergileyenlere sövdüler.

Cezaevine atılan siyasetçilere, yazarlara, iş adamlarına sövdüler. Önüne geleni daha ilk günden suçlu ilan edenlere karşı çıkanlara, adil yargı için mücadele edenlere sövdüler.

Laik ve demokratik hukuk devletinin temel ilkelerini savunanlara, bu uğurda bedel ödemeyi göze alanlara sövdüler.

Memlekette kan akmasın, barış olsun diye bir metni imzalayan akademisyenlere sövdüler.

O akademisyenlerin kanında duş almak isteyen herifleri takdir ettiler. Hocaları hedef gösterdiler. Hakaret ettiler.

Bir gecede, sorgusu sualsiz işinden gücünden ekmeğinden edilen on binlerce insana sövdüler. ‘Ağaç kemirsinler,’ dediler.

Barış metni imzacısı Mehmet Fatih Traş intihar etti. ‘Oh olsun hainlere’ dediler.

KHK ile ihraç edilmiş iki eğitimci açlık grevine başladı. Aylardır sürdürüyorlar. Kılları kıpırdamadı. ‘Yemek yiyorlar’ diyerek sövdüler.

Sağlıklı her toplumun aklını kaçırmasına neden olacak, akıl fikir almaz yolsuzluk iddialarıyla ilgilenmediler; ‘Bal tutan parmağını yalar,’ ‘Devletin malı deniz yemeyen domuz,’ ‘Üzümünü ye bağını sorma’ kültürünün temsilcileri. Söz konusu iddiaları gündeme getirenlere, tepki gösterenlere sövdüler.

Minibüste şort giyen kadına, başını kız arkadaşının omuzuna yaslayan erkeğe, ‘Onur Yürüyüşü’ yapmak isteyenlere saldırdılar, tehdit ettiler, sövdüler.

İnsan hakları savunucuları durup dururken tutuklandı. Durup dururken tutuklanıp eziyet edilen insanlara sövdüler, hedef gösterdiler, iftira attılar.

Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesinin toprağa verilmesini engellediler. Toprağa.

Kadınlar öldü, izlediler. İşçiler öldü, izlediler. FETÖ soruşturmalarından kaçmaya çalışırken üç çocuklu beş kişilik bir aile Ege denizinde boğuldu, izlediler. Ormanlık araziler bir gecede harap edildi, izlediler. Diyarbakır’da üstü çıplak bir genç miting alanına doğru koşarken hepimizin gözlerinin önünde vuruldu, izlediler. Madenciler ölürken, izlediler. İnanılması güç haksızlıklar yapılır ve adalet duygusu yerle yeksan edilirken, izlediler.

Ve daha neler neler…

Öte dünyada ‘ülke kontenjanı’ yok bildiğim kadarıyla. Cehennemin bir ‘istiap haddi’ olup olmadığını da bilmiyorum. Varsa eğer, bana kalırsa yeni bir yıla giriyor olmanın umudu ve mutluluğunu yaşarken fındık fıstık atıştıran Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının, yılbaşını kutladıkları için ‘cehennemlik’ olacakları konusunda herhangi bir endişe duymalarına gerek olmadığı çok açık!

Velev ki bir istiap haddi yok ve yılbaşında kahkaha atıp leblebi yediğiniz için ‘cezalandırılma’ ihtimali sizi ürkütüyor. Yine de fazla endişelenmeyin derim. Nihayetinde Türkiye’den gideceksiniz; ne kadar sürprizli ve zorlu olabilir ki!

İyi, sağlıklı, mutlu yıllar dilerim. 2018 daha iyi bir yıl olsa, hiç fena olmaz…

Murat Sevinç – Diken

Yeşil Gazete ekibine göre 2017’nin En’leri

Yeşil Gazete ekibinin geleneksel yeni yıl değerlendirmesine hoş geldiniz.

Yeşil Gazete yayın ekibine aşağıdaki soruları sorduk ve cevaplarını istedik. (2016 değerlendirmemiz, 2015 değerlendirmemiz2013 değerlendirmemiz, hatırlamak isterseniz…)

Yılın olayları arasında dünyada ekoloji aktivistlerinin öldürülmesi ve Türkiye’de Antalya’da taş ocaklarına karşı verdikleri mücadele ettikleri için Ali Ulvi ve Aysun Büyüknohutçu çiftinin öldürülmesi yanıtlarda ön sıralarda yer alıyor. Türkiye’de ve dünyada kötüye giden siyasi gelişmelerin yanı sıra tabanda özellikle ekoloji mücadelesinde yaratılan alternatifler de değerlendirmelerde önemli yer tutuyor.

İşte elimize ulaşan 10 Yggil’in değerlendirmeleriyle 2017…

Yeşil Gazete ekibine sorduğumuz sorular:

1- Dünyada 2017′nin en önemli olayı neydi?
2- Türkiye’de 2017′nin en önemli olayı neydi?
3- 2017′de dünyada yılın kişisi kimdir?
4- 2017′de Türkiye’de yılın kişisi kimdir?
5- 2017′de aklınızda en çok yer eden yazı, kitap, film veya müzik nedir?
6- 2017′nin en önemli grubu, ekibi, kolektifi veya organizasyonu neydi?
7- 2017 için tercih ettiğiniz bir “en” bulunuz!

 

ALPER TOLGA AKKUŞ

Dünyada 2017′nin en önemli olayı neydi?

Bu sene içinde mi başladı, yoksa daha eski mi çok net değilim o konuda ama Dakota Access Pipeline direnişi diyeceğim bu soruya yanıt olarak.

Dakota Kızılderilileri zamanında buralar çorak bize gelmez siz kalın diye sürüldükleri bölgeden tekrar başka bir bilinmeze sürüklenmek istediklerinde “Dur” dediler egemenlere…

Sonrası daha harika idi ama…

Dünyanın tüm yerli halkları onların sesine ses oldu, dünya kendini anımsadı.

Türkiye’de 2017′nin en önemli olayı neydi?

Antalya Finike’de sedir ormanlarını korumak için mermer ocakları ile mücadele yürüten Büyüknohutçu çiftinin katledilmesi.

2017′de dünyada yılın kişisi kimdir?

Kisilu Musya

2017de Türkiye’de yılın kişisi kimdir?

düşündüm düşündüm düşündüm

ve aklıma hiç kimseler gelmedi

2017′de aklınızda en çok yer eden yazı, kitap, film veya müzik nedir?

Film:

Thank you for the Rain

Kitaplar:

Homo Deus / Homo Sapiens

Hikaye Anlatma Sanatı

İstanbul Bisiklet Rehberi

2017′nin en önemli grubu, ekibi, kolektifi veya organizasyonu neydi?

Yeşil Gazetegiller ya da kısa adı ile yggil
Çitta (Çukurova İnsan Tohum Toprak Atölyeleri)
Çeyi (Çukurova Ekolojik Yaşam İnisiyatifi)
Kültürhane
Seiba

2017 için tercih ettiğiniz bir “en” bulunuz!

Geçen yıl bu ankete aklımda yanlış kalmadı ise, “2016 en karanlık yıldı, 2017’de ilk ışıkları görünecek sabahın” gibi bir şey yazmıştım.

Öyle de oldu diye hissediyorum şu anda.

En azından bana göründü sabahın o ilk ışıkları.

2018’de pencereyi açıp perdeleri de çekeriz artık.

Işık boylu boyunca mekanımıza zuhur etsin diye.

#anavarrza

 

DURUKAN DUDU

Dünyada 2017′nin en önemli olayı neydi?

Amazon ve Whole Foods yetkililerinin, onarıcı tarım yapan bir grup çiftçiyle gizli bir toplantı gerçekleştirmesi. Dünya gıda sistemini değiştirebilecek bir eşik anlamına gelebilir. Öylesine gizliydi ki, “içeriden” kaynaklardan duyabildik ancak. (En önemlisi bu değilse de, farklı bir cevap vermiş olayım.)

Türkiye’de 2017′nin en önemli olayı neydi?

Olaysız geçen 1-2 hafta oldu galiba. En önemli olay oydu sanki.

2017′de dünyada yılın kişisi kimdir?

Elon Musk.

2017de Türkiye’de yılın kişisi kimdir?

Hale Bayrak. Ne zaman görsem (sanal dünyada) iyilik peşinde koşturuyor. “Deniz yıldızlarını denize atan” insan misali.

2017′de aklınızda en çok yer eden yazı, kitap, film veya müzik nedir?

Müzik: Can Kazaz ve yeni albümü.

https://www.youtube.com/watch?v=wuywj-P6GHg

Film: (En son onu izledim, oradan kestirme diyeyim) – The Great Debaters

Kitap: Antifragility – Nassim Nicholas Taleb

2017′nin en önemli grubu, ekibi, kolektifi veya organizasyonu neydi?

Bunu baya’ bi’ düşündüm: Yeşil Düşünce Derneği’nde bir arkadaşımızın önderliğinde başlayan 2-haftada-1 söyleşi ve toplantılar. (düşünemedi)

2017 için tercih ettiğiniz bir “en” bulunuz!

Etrafımdaki insanlardan “hayatımın en zor yılı” tanımlamasını en fazla duyduğum yıl.

 

ERCÜMENT GÜRÇAY

Dünyada 2017′nin en önemli olayı neydi? 

Ekoloji mücadelesi veren aktivistlerin öldürülmesine devam edildi. Bir yıl öncesine göre sayıca bir azalma olsa da geçen yıl da dünyada 120’den fazla aktivist öldürüldü.

Türkiye’de 2017′nin en önemli olayı neydi? 

Türkiye’de ite-kaka da olsa yeni bir yönetim tarzına, BAŞKANLIK sistemine geçiş için atılan ilk adım.

2017′de dünyada yılın kişisi kimdir?

Sioux Kızılderilileri ile Holywood yıldızlarını muhalefet cephesinde buluşturma yeteneğiyle Donald Amca (Trump) yılın kişisidir. Walt Disney’in çizgi roman kahramanı Donald Amca’nın en ünlü kişilik özelliği onun kolayca provoke olabilen ve parlama tehlikesi olan öfkeli bir karakter olmasıydı. Trump çağımızın en tehlikeli çizgi roman kahramanıdır!

2017de Türkiye’de yılın kişisi kimdir?

“Cesaret bulaşıdır” diyen Selahattin Demirtaş

2017′de aklınızda en çok yer eden yazı, kitap, film veya müzik nedir?

Kitap: Ekoloji Almanağı- Cemil Aksu & Ramazan Korkut
Müzik: Muammer Ketencoğlu- Sandığımdan Rumeli Türküleri

Film: Kalandar Soğuğu- Mustafa Kara

Yazı: Oya Baydar- Kediye işkenceye kahrolanlar! Ölüye işkenceyi de görün- T24 – 6 Aralık 2017

2017′nin en önemli grubu, ekibi, kolektifi veya organizasyonu neydi?

Gökçeada’da altın madenine karşı kısa sürede Türkiye geneline yayılan dayanışma ağını ören Gökçeadalı’lar.

2017 için tercih ettiğiniz bir “en” bulunuz! 

Halep saldırılarında dünyaya sesini Twitter’dan duyuran 7 yaşındaki Bana Alabed en etkin sosyal medya aktivistiydi.

 

KORAY DOĞAN URBARLI

Dünyada 2017′nin en önemli olayı neydi?

Trump’ın bir fenomen olarak önce ABD’nin, sonra Dünya’nın üstüne çökmesi…

Türkiye’de 2017′nin en önemli olayı neydi?

16 Nisan Referandumu ve artık sandığa atılan ile sandıktan çıkan arasındaki farkın normalleşmesi…

2017′de dünyada yılın kişisi kimdir?

Craig Wright. Bitcoin’in yaratıcısı.

2017de Türkiye’de yılın kişisi kimdir?

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça

2017′de aklınızda en çok yer eden yazı, kitap, film veya müzik nedir?

Kitap : 2001: Eski Türkiye’nin Son Yılı – Mirgün Cabas
Müzik : Can Kazaz’ın şarkıları

2017′nin en önemli grubu, ekibi, kolektifi veya organizasyonu neydi?

Adalet Yürüyüşü

2017 için tercih ettiğiniz bir “en” bulunuz!

İlerde Türkiye’nin tarihi yazıldığında 2017 için en acaip yıllardan biriydi denebilir.

 

MAHMUT BOYNUDELİK

Dünyada 2017′nin en önemli olayı neydi?

IŞİD’in sönmekte oluşu, Suriye’de savaşın sonu ihtimali

Türkiye’de 2017′nin en önemli olayı neydi?

Politik rehineler yoluyla diplomasi yapılması

2017′de dünyada yılın kişisi kimdir?

Putin

2017de Türkiye’de yılın kişisi kimdir?

Büyüknohutçu çifti.

2017′de aklınızda en çok yer eden yazı, kitap, film veya müzik nedir?

Jean Echenoz’u ve romanları bana yetti, gerçek edebiyat hazzı buldum. Isherwood’un Gelip Geçerken’i de yedekte dursun.

Biraz gecikmeli olarak Amy Winehouse’ı keşfettim. Müthişmiş.

2017′nin en önemli grubu, ekibi, kolektifi veya organizasyonu neydi?

Gıda toplulukları ve enerji kooperatifi girişimleri.

2017 için tercih ettiğiniz bir “en” bulunuz!

Bitmesini en çok istediğim yıl buydu galiba.

 

MERVE DAMCI

Dünyada 2017′nin en önemli olayı neydi?

Su kıtlığına karşı Manchester Üniversitesi’nden bir grup bilim insanının deniz suyundan temiz içme suyu üretiminde kullanılabilecek filtreler üretmek için geliştirdiği yöntem.

Türkiye’de 2017′nin en önemli olayı neydi?

16 Nisan anayasa değişikliği referandumu.

2017′de dünyada yılın kişisi kimdir?

Sosyal medyada yürütülen #metoo (ben de) kampanyası kapsamında cinsel tacize maruz kaldıklarını kamuoyuyla paylaşan cesur yürekler.

2017de Türkiye’de yılın kişisi kimdir?

Üsküdar’daki Mimar Sinan Mahallesi’nde çocuklara kitap okuma alışkanlığı kazandırmak amacıyla ücretsiz kitap hediye eden bakkal Kanber Amca.

2017′de aklınızda en çok yer eden yazı, kitap, film veya müzik nedir?

Kitap: Süt ve Bal, Rupi Kaur
Müzik: La La Land Soundtrack

Film: Koca Dünya, Reha Erdem

2017′nin en önemli grubu, ekibi, kolektifi veya organizasyonu neydi?

Türkiye’nin farklı kentlerinden, birçok güzel insanla yolumun kesişmesine aracı olan ve bana yeni bakış açıları kazandıran Yeşil Gazete.

2017 için tercih ettiğiniz bir “en” bulunuz!

Toplumsal farkındalık yaratmak amacıyla hazırlanan “Faytona Binme Atlar Ölüyor” videosu hayvan haklarının korunması alanında yılın en dikkat çekici kampanyasıydı.

 

PINAR DEMİRCAN

Dünyada 2017′nin en önemli olayı neydi? 

Kuzey Kore’nin ilk uzun menzilli balistik füze denemesini gerçekleştirmesi bana göre 2017’nin en tehditkar olaylarındandı. 2006 yılı itibariyle nükleer denemeler yapmakta olan Kuzey Kore ilk kez 15 Eylül’de orta menzilli balistik füze denemesi yapmıştı. 29 Kasım günü gerçekleştirdiği uzun menzilli füze denemesi ise  onun ABD tarafından “teröre destek veren devletler” listesine  eklenmesine neden oldu. ABD Başkanı Trump ve Kuzey Kore lideri arasında bugüne dek olmadığı kadar şahsi çekişme niteliğinde bir söylem gelişti, nükleer felaketin iki liderin dudağı arasında olduğuna tanıklık ettik.

Türkiye’de 2017′nin en önemli olayı neydi? 

2017’nin bizi genel olarak daraltan bir yıl olması itibariyle olumsuz “en”lerin de çok olduğunu söyleyebilirim. Bu nedenle değerlendirmemde birkaç olaydan bahsedeceğim :

1- Türkiye’nin yönetim sistemini  değiştirilmesini öngören anayasa değişikliği için yapılan referandumda mühürsüz oyların YSK tarafından kabul edilmesiyle Başkanlık sisteminin resmen hayata geçirilmiş olması.

2- Türkiye’de parlamenter yönetim sisteminin değişmesinin  üstüne OHAL’in 5.  defa uzatılmış olması.

3- Kanun hükmünde kararnamelerle yapılan son değişikliklerle Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlardan hüküm giymiş olanlar için hapiste tek tip kıyafet uygulamasına geçilmiş olması ve “iç savaş” maddesinin getirilmesiyle  darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden” kişilere ceza uygulanmayacak olması.

2017′de dünyada yılın kişisi kimdir?

Uluslararası insan hakları ve çevre örgütü Global Witness’in raporuna göre  2017 yılında çevre mücadelesi verdiği için öldürülen 185 kişinin her biri bana göre yılın kişilerindendir.

2017’de Türkiye’de yılın kişisi kimdir?

Antalya’nın Finike ilçesinde taş ve mermer ocaklarına  karşı mücadele etikleri için öldürülen Ali Ulvi ve Aylin  Büyüknohutçu çifti  bu yıl hafızamıza kederle yerleşen isimlerdendir.

2017′de aklınızda en çok yer eden yazı, kitap, film veya müzik nedir?

Kitap: Halkların Demokrasi Partisi (HDP)’nin tutuklu eş başkanı Lideri Selahattin Demirtaş’ın Seher adlı eseri bence 2017’ye damga vuran kitaplardan. Zira bir siyasi liderin toplumsal yaraya parmak basan edebi eser yazması Türkiye’de alışılmadık fena halde hasretlik bir durum.

Müzik grubu: Automatica müzik grubunun performansı 2017 içinde aklımda yer edenlerden. Automatica, elektronik müziğin tabiatının ötesinde müziğin insansızlaştırılmasına tanık olduğumuz bir çalışma ve maalesef şaşırtıcı derecede başarılı. Bir taraftan tarihsel olarak insanın duygusal varlık olmaktan uzaklaştığı dönemleri yaşarken diğer taraftan  robotların insanın yerini her alanda aldığnı görüyoruz.  Gruptaki Robotlar davul, bas, piyano, synth ve pikaplar olmak üzere beş ana enstrüman kullanılıyor. Gruba dair şuradan bilgi edinebilirsiniz .

Film: Nuclear Security The Big Lie/Nükleer Güvenlik Büyük Bir Yalan

Nükleer santraller üzerinde olası terör saldırısının ne kadar olanaklı olduğunu ortaya koyan  Fransa, Almanya, Belçika ve ABD’de 2 yıl süren araştırmaların neticesinde ortaya koyan bir  belgesel yapım.  Gerek hükümetlerin gerek endüstrilerin dışardan veya içerden yapılabilecek terör saldırılarına karşı kırılgan ve korumasız olduğunu, dünyadaki sürekliliğin ipotek altında olduğunu göstermesi açısından önemli.

2017′nin en önemli grubu, ekibi, kolektifi veya organizasyonu neydi?

Ekolojik temelli sorunların ortaya çıkmadan önce vatandaşların hangi haklara sahip olduğunu öğrenmelerine, doğru bilgiye nasıl ulaşabileceklerine ve sorunlarıyla ilgili nerelere başvurabileceklerine dair destek vermeyi amaçlayan başvuru mercii niteliğinde bir web sitesi ve online destek hattı olarak www.ekolojikhaklar.org bence çok önemli bir ihtiyacı karşılayacak ve bu nedenle 2017’deki en önemli oluşumlardan.

2017 için tercih ettiğiniz bir “en” bulunuz! 

Bence 2017 yasaların arkasından en çok dolanılan yıl oldu.  Referandum ile başlayan süreçte yapılan yasa değişiklikleri, bazı çevre projelerinin ÇED’den muaf tutulması, Stratejik ÇED kavramı ile tanışmamız, yayınlanan yeni KHK’lar bu tespiti yapmam için yeterli.

 

SAVAŞ ÇÖMLEK

Dünyada 2017′nin en önemli olayı neydi?

Popülist politikaların ve popülist siyasetçilerin altın yılı oldu.

Türkiye’de 2017′nin en önemli olayı neydi?

Büyüknohutçu çiftinin öldürülmesi.

2017′de dünyada yılın kişisi kimdir?

Barış Çömlek/Defne Çömlek.

2017’de Türkiye’de yılın kişisi kimdir?

Mili (Bizim evin kedisi).

2017′de aklınızda en çok yer eden yazı, kitap, film veya müzik nedir?

Kitap: Geceyarısı Çocukları – Salman Rüşdi
Müzik: Rembetikolar
Film: Son Veda – Okibuto (2008)

2017′nin en önemli grubu, ekibi, kolektifi veya organizasyonu neydi?

Yeşil Düşünce Derneği

2017 için tercih ettiğiniz bir “en” bulunuz!

Ülkemiz  ve bölgemiz insanlarının en çok acı çektiği yıllardan biri oldu.

 

TOLGA ÖZTORUN

Dünyada 2017′nin en önemli olayı neydi?

Bence 2017’nin en önemli olayı daha ilk saniyelerde yaşanan Reina Katliamıydı. Adeta yılın ne kadar kanlı olacağının habercisiydi.

Türkiye’de 2017′nin en önemli olayı neydi?

Bence 2017’nin en önemli olayı TBMM Milli Eğitim Komisyonu’nun AKP’li üyesi Ahmet Hamdi Çamlı’nın “Cihat bilmeyen çocuğa matematik öğretmenin faydası yok” değerlendirmesini yapmasıydı. “Cihat” konusunun 9. sınıflara verilecek Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi müfredat taslağına girmesi konusunda yasallaşması gideceğimiz yeri çok net gösteriyor.

2017′de dünyada yılın kişisi kimdir?

2017 Senesinde Oxford Üniversitesi Çevre Sürdürülebilirliği Programı’ndan Dr. Marco Springmann ilk kez “ya tüm Dünya VEGAN olsaydı?” diye sorarak tüm dikkatleri kansız, cesetsiz, ahlaklı beslenmeye çekti.

2017de Türkiye’de yılın kişisi kimdir?

Ceylan Ertem’dir… Şarkısı ile cesurca Hırant’a, Özgecan’a, Abdocan’a, Deniz’e, Uğur’a, dikkat çekmesi, Sivas’ı, Soma’yı Cizre’yi unutturmamak için çaba harcaması benim için onu yılın kişisi yaptı.

2017′de aklınızda en çok yer eden yazı, kitap, film veya müzik nedir?

Kitap: Berkun Oya – Esneyen Boşluk
Müzik: Cem Adrian – Her Şey Seninle Güzel

https://www.youtube.com/watch?v=hY0iikl51Ns

Film: Dev Patel – Lion

2017′nin en önemli grubu, ekibi, kolektifi veya organizasyonu neydi?

Ben bu denli yakından tanıma ve birlikte yol alma şansı bulduğum için YGGİL benim yılın grubudur.

2017 için tercih ettiğiniz bir “en” bulunuz!

1 Temmuz 2017’de Türkiye genelinde tüm şehirlerde bir kişi bile olsa ilk kez hayvan haklarına dikkat çekebilmek için örgütlenilmiş bir eylem düzenlendi… En umut verici durumdu… Ama her zamanki etkisi çabuk geçti…

 

ÜMİT ŞAHİN

Dünyada 2017′nin en önemli olayı neydi?

İklim felaketlerinin kırdığı yeni rekor. Özellikle Irma kasırgası nedeniyle Barbuda adasının haritadan silinmesi ve Maria kasırgası nedeniyle Porto Riko’da milyonlarca insanın hâlâ elektriksiz ve susuz yaşaması. (Karayipler, Kuzey ve Orta Amerika, Hindistan, Bangladeş, Nepal, Çin, Filipinler, Afrika ve İberya’da yaşanan kasırga, tayfun, orman yangını, sel ve fırtınalarda binlerce kişi öldü, milyonlarca kişi evinden barkından oldu, trilyon dolara yakın maddi zarar meydana geldi.)

Türkiye’de 2017′nin en önemli olayı neydi?

16 Nisan Plebisiti ve kalıcı hale getirilen OHAL rejimiyle demokratik rejimin ilgası.

2017′de dünyada yılın kişisi kimdir?

İklimbilimci Michael E. Mann. İklim felaketlerinin iklim değişikliğinden dolayı olduğunu bıkmadan, usanmadan, bilimsel verilere dayanarak ve cesaretle açıklayıp durdu.

2017de Türkiye’de yılın kişisi kimdir?

Düşünceleri nedeniyle ve sadece mesleklerini yaptıkları için özgürlüklerinden yoksun ve/veya işsiz bırakılan, ya da istekleri hilafına yurtdışına göç etmek zorunda kalan bütün gazeteciler, yazarlar, akademisyyenler.

2017′de aklınızda en çok yer eden yazı, kitap, film veya müzik nedir?

Kitap: Yüksel Selek – Özgürlüğün Peşinde: Yaşadım, Diyebilmek İçin… (Yayına Hazırlayan: Mustafa Sütlaş)
Müzik: Vinicio Capossela – bütün şarkıları ve son albümüyle.

Film: Andres Veiel – Beuys

2017′nin en önemli grubu, ekibi, kolektifi veya organizasyonu neydi?

Mersin’de KHK ile işlerinden edilen akademisyenlerin kurduğu Kültürhane.

2017 için tercih ettiğiniz bir “en” bulunuz!

Bütün dünyada ve özellikle Türkiye’de hiç normal olmayan, saçma sapan ve eziyet kaynağı bir rejime ve hayata en hızlı uyum sağladığımız yıl oldu. Çok acayip!

 

(Yeşil Gazete)

Nükleer atıkların ÇED sürecinde sivil toplumun dışlanma biçimleri

İzmir’in  Gaziemir ilçesinde eski kurşun geri kazanım tesisi olan Aslan Avcı Fabrikası’nın  arazisine gömülü  nükleer atıklar 2007 yılından beri kamuoyunu meşgul ediyor. Tarihçesini yazılarımızdan izleyebileceğiniz Gaziemir’de, çevre ve insan sağlığı açısından tehlike arz eden duruma çözüm bulunması için  2014 yılında sivil toplum tarafından yargıya başvurularak ısrarla Çevre Etki Değerlendirme (ÇED)  sürecinin başlatıldığını görüyoruz. Zira radyoaktif atıkları toprağa gömdüğü tespit edilen Aslan Avcı  Fabrikası’nın  verdiği zarar için Türkiye’de verilmiş en yüksek çevre cezası anlamına da gelen  5,7 milyon liralık ceza kesilmiştir. Pek tabi ki tahribatın büyüklüğünün ispatı anlamına da gelen bu cezanın uygulandığı  kirliliğin bertarafı için uygulanacak yöntemlere yönelik ÇED onayı belgesinin alınması gereklidir, yargı kararı da bunu salık vermiştir.

Bundan sonra ise Gaziemir’de  nükleer atıkların bertarafı için alınması gereken ÇED onay belgesinin hazırlık safhalarında sivil toplumun çeşitli engellemelerle karşılaştığını görüyoruz. Nitekim ÇED sürecinin bir  parçası olan İnceleme  ve Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısından sivil toplum temsilcileri görüşleri alındıktan sonra salondan çıkartılıyor  ve toplantıya ait tutanağın da kendileriyle  paylaşılmasından  “özel hayatın gizliliği”gerekçesiyle kaçınılıyor. Bunun üzerine ÇED sürecinin olması gerektiği gibi işlemesi için de yargıya başvurmak zorunda kalan, bu aşamayı da başarıyla geçerek yargı hükmüyle tutanağın kendilerine gönderilmesine karar verilen sivil toplum temsilcileri için İDK tutanaklarını edinmek  yine tam anlamıyla mümkün olmuyor.Yani aslında yargı kararına göre  İDK kararları sivil toplumla paylaşılıyor ama aslında  paylaşılmıyor…Nasıl mı?

En son Gaziemir’deki nükleer atıkların bertarafı için yapılan  “Radyoaktivite Bulaşmış Atıkların Fiziksel Yöntemlerle Ayıklanması, Temizlenmesi ile Tehlikeli ve Tehlikesiz Atıkların Geri Kazanımı projesi ile ilgili 14/12/2016 tarihinde 1. İDK toplantısında tutulan tutanak  komisyon üyelerinin telefon ve mail adresleri bulunduğu için  Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi, İzin ve Denetim Müdürlüğü tarafından  “özel hayatın gizliliğinin ihlali” maddesi ile reddedilmişti.  Sivil toplumun dışlandığı toplantının tutanaklarını edinme çabası Ankara 11. İdare Mahkemesi tarafından  ÇED alınmasına karar verilen projelerde ÇED raporunun alınmasının amacının “projenin gerçekleştirileceği alana ve çevresine, üzerinde bulunan sakinlerle diğer canlılara olan etkilerinin tüm yönleriyle objektif bir değerlendirmeye tabi tutulmasını sağlamak”tır şeklinde değerlendirildiği için yürütme durdurularak tutanağın fiilen paylaşılması mümkün oldu. Bu şekilde yargı,  1. İDK toplantı tutanağının bir örneğinin komisyon üyelerinin cep telefonu numaraları ve mail adreslerinin 4982 sayılı Kanunu’nun 9. maddesi doğrultusunda 1. İDK toplantı tutanağından ayrılarak/ kapatılarak/karartılarak, özel hayatın gizliliği gerekçesini ortadan kaldırarak tutanağa erişim talep edenlerle paylaşılması gerektiğine hükmetti.

Yargının bu kararının ardından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi, İzin ve Denetim Müdürlüğü 1.İDK’ya katılan sivil toplum temsilcilerine  tutanağı gönderdi. Fakat tutanakta  komisyon üyelerine üyelerine ait üstü kapatılarak paylaşılan telefon ve mail adres bilgilerinden başka bir  bilginin yer almadığı görüldü.

 

 

Gaziemir’deki nükleer atıkların bertarafı için yargı sürecini başlatan, Davacı Vekil aynı zamanda İDK’ da sivil toplum temsilcisi olan Av Arif Ali Cangı’ya göre sözkonusu yargı kararı, ÇED süreçlerinin her aşamasının şeffaf biçimde yürütülmesi gereğinin belgelendirilmiş olması açısından çok önemli.

Ancak anlaşılıyor ki  tüm projenin uygulanması aşamasının da şeffaf yürütülmesinin önünü açabilecek nitelikteyken sivil toplum temsilcilerine gönderilen 13.10.2017 tarih ve E.16204 sayılı yazı ile 1.İDK toplantısına katılım föyü ile toplantıda sivil toplumun sunumu ve toplantıdan çıkartılmasına dair tutanağın paylaşılmış olması sürece itibar edilmediğinin de bir  göstergesi.

Kısacası Gaziemir vakası  yargı kararlarının sivil toplum yararına  çalıştığını çok ender gördüğümüz durumlarda dahi sivil toplum ile paylaşılan bilginin sınırlı tutulduğunun bir ispatı. Öte yandan paylaşmaya değer bir bilginin olmaması gibi durumlarla karşılaşılması da muhtemel. Yani buradan  İDK  gibi ÇED sürecinin nihai aşamasını teşkil eden toplantılar silsilesinde toplantının adının hakkını verecek gerek “incelemenin” gerekse herhangi bir “değerlendirmenin” yapılmamış olabileceğini de düşünebiliriz. Bu nokta da Av. Cangı da Davacı EGEÇEP adına  28.11 .2017 tarihliyeni bir dilekçe ile T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi İzin ve Denetim Müdürlüğü’ne  İDK toplantısında hiç mi bir tartışmanın olmadığını, karşı fikir beyanında bulunulmadığını, görüş, bilgi ve belgenin paylaşılmadığına dair sorularını yöneltmiş bulunuyor.

Gaziemir vakası sivil toplumun sonuçları kendisini direkt ilgilendiren tehlikelerden sermaye sahiplerinin  ve otoritelerin zarar görmemesi bilakis fayda sağlaması adına dışlandığını, yargı kararlarının arkasından nasıl dolanıldığını  net olarak ortaya koyan sancılı bir süreç. Diğer bir açıdan da nükleer santrallerin kurulması planlanan Türkiye’de sivil toplumun müdahalesini engelleme pratiklerini  içinde barındırıyor.  Daha açık söylemek gerekirse takibi ve ilgiyi elden bırakırsak yarın  nükleer santraller kurulduktan sonra  işletim süreçlerine hatta meydana gelebilecek sızıntı , radyoaktif kirlilik veya nükleer atık gibi deli sorunlara çokça seyirci kalacağız gibi görünüyor. Dolayısıyla Gaziemir sürecinden  başlayarak sivil toplum içinden konuya ilgi duyan gönüllü uzmanların, bilim insanlarının süreci sahiplenerek İDK’yı izleyen Gaziemir sürecini takip eden  sivil toplum temsilcilerine katılması  çok değerli. Bizlerin çabası çevre ve insan sağlığından başka öncelikleri olanlar açısından dikkate alınmak zorunda. Yurttaşlık bilinciyle ÇED süreci boyunca hatta sonrasında EGEÇEP ve sivil toplum temsilcileriyle bağlantı kurarak bu çalışmalara  destek olmak mümkün.

Yeşil Gazete 

Pınar Demircan

 

 

İran’da sokak gösterileri yayılıyor

İran’da ekonomik nedenlere başladığı ileri sürülen sokak gösterileri ülkenin farklı şehirlerine yayıldı.

Perşembe günü Kirmanşah ve İsfahan gibi büyük şehirlerde patlak veren gösteriler cuma günü başkent Tahran ve diğer küçük şehirlerde de devam etti.

Polis göstericilere tazyikli suyla müdahale ederken Tahran’daki bazı protestocuların göz altına alındığı belirtildi.

Artan fiyatlar, yolsuzluklar ve yüksek işsizlik nedeniyle başlayan protestoların Ruhani yönetimini  ve  Devletin genel politikalarını  hedef aldığı belirtiliyor. Protestolarda siyasi tutukluların serbest bırakılması ve polis şiddetine son verilmesi sloganlarının da atıldığı bildiriliyor.

Hükümetin Yemen, Suriye ve Irak’ta izlediği dış politika da eleştirilerin konusu. BBC’nin haberine göre Meşhed şehrinde dış politikaya yönelik öfke “Hayatım Gazze için değil, Lübnan için değil, İran içindir” sloganlarıyla dile getirildi. Göstericiler hükümetin iç politika sorunları yerine dış politikaya ağırlık verdiği eleştirisini yapıyor.

BBC Farsça’nın yaptığı bir araştırma, son 10 yılda İranlıların ortalama yüzde 15 yoksullaştığını ortaya koydu. İran’daki işsizlik oranıysa yüzde 12.4 seviyesinde.

Hükümetin protesto gösterilerini yasaklamasına rağmen sosyal medyada halkın sokağa çıkması için çağrılar yapılıyor.

 

(BBC, Euronews)

[Babil’den Sonra] Yaşa be Onat abi!

Bugün Açık Radyo (94,9) Babil’den Sonra programında 30 Aralık 1994’de The Marmara Oteli’nin kafesinde patlayan bombayla ağır yaralanan ve 11 Ocak 1995’de hayata veda eden Onat Kutlar için Ruhi Su’dan, Mahsuni Şerif’e; Brena McCrimmon’dan, Hanende İbrahim Efendiye, Öztürk Serengil’e kadar birçok sanatçıdan seçtiğim şarkıları- türküleri çalacak ve kendi sesinden bir de şiir dinleteceğim.

1968 olaylarının Türkiye’ye yansımasıyla başlayan dönemin “… aşk, ateş ve anarşi günlerinden altın çıkaran…” insanlarındandı Onat Kutlar. “…Antep’ in fıstık ağaçlarının gölgesinde, portakal bahçelerinde…” yazdığı şiirlerle başlayan edebiyat macerası öykü, şiir, deneme, senaryo ve edebiyatın hemen her alanında yarattığı eşsiz yapıtlarla devam etti.  Ferit Edgü ona edebiyatın dekatloncusu boşuna dememişti. Onat Kutlar bana Türkçe’yi sevdiren insanların en başında gelen insandı.

Onat Kutlar, 1984 tarihli kitabı “Sinema Bir Şenliktir” le hayatıma sinemanın bitmek tükenmek bilmeyen uzun şeridini de sokmuştu. Onat Kutlar benim gibi kendisinden sonra gelen gençlere edebiyat gibi sinemanın da eşsiz tadını tattırdı. 1960’lı yıllarda felsefe öğrenimi için gittiği Paris’te Fransız Sinematek’inin müdavimi oldu. Şakir Eczacıbaşı, Hüseyin Baş, Cevat Çapan, Sabahattin Eyüboğlu ve çok sayıda aydınla birlikte Sinematek’i İstanbul’a taşıdı, tıpkı Paris gibi İstanbul’u da sinemalı-şenlikli bir kente çevirdi. 1965’de kurulan Türk Sinematek Derneği 1975 yıllına kadar çok etkin oldu. Sinematek Derneği 1980 askeri darbesinden sonra kapatıldı. Bu sinema deneyimi bugün de birçok genç sinemacıya- sinemasevere ilham vermeye- yol göstermeye devam ediyor.

Onat Kutlar bir yazısında “…Hiçbir kutsal amaç, hiçbir ideoloji, hiçbir hak, hiçbir öfke, hiçbir yetki doğrulamaz öldürmeyi…” diyordu. Ölüm, Onat Kutlar’ ı 1994 yılının 30 Aralık günü The Marmara Oteli’ nin lobisinde patlayan bir bomba ile buldu. Aynı yerde o gün 37. yaş gününü kutlayan, yüreği barış için çarpan bir başka aydın, Açık Radyo programcısı Cüneyt Cebenoyan’ın kardeşi, arkeolog ve rehber Yasemin Cebenoyan hayata veda etmiş; Onat Kutlar bir süre daha yaşama tutunmaya çalışmıştı.

Son yazısı ölümle yaşam arasında gidip gelirken yayımlanır.

Onat Kutlar, her yeni yılın ilk sabahında arkadaşlarını toplayıp Eyüp’teki Piyerloti Kahvesi’ ne giderler ve yeni yıla hep birlikte kahve içerek ‘hoş bulduk’ derlermiş. Olayın yaşandığı yılbaşı öncesinde de gazetedeki köşesinden okurlarını Eyüp’ e, Piyer Loti’ ye çay içmeye davet ettiği son yazısı, ölümle yaşam arasında gidip gelirken, 1 Ocak 1995’ de yayımlanır. O son yazısında Kutlar: “…Gökyüzü de, Haliç de, kent de daha kirli. 1995, bir bahar aydınlığı ile başlamıyor. Yaşadığımız kent, ülke ve yeryüzü ölümler, kıyımlar, savaşlar, haksızlıklar, ilkellikler, aldatmalar, kirlilikler, çirkinlikler içinde…” diyordu.

Fethi Naci’nin Latin Amerikalı edebiyatçılardan çok daha önce büyülü gerçekçilik akımının ilk örneklerinden birisi olarak tanımladığı öykü kitabı İSHAK’ da Onat Kutlar, öykünün kahramanı İSHAK’ı şöyle anlatıyordu “…Tuhaf bir yaratık. Yıllardır mehtaplı gecelerde bir ağaca tüneyip yeryüzünü gözetler İshak. Tahtakuruları gibi alışkanlıklarının alçak duvarları arasında yaşamayı seven bir yığın insanın çekip iyimser bir çamura batırdığı teraziyi, dengede tutmaya çabalayan birisidir” . Onat Kutlar da öykü kahramanı gibi bir İSHAK’tı. Şiirler, öyküler, senaryolar yazdı. Sinemanın eşsiz dilini bizlerle tanıştırdı. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararına karşı arkadaşlarıyla bir kampanya düzenlemişlerdi. TİP’in düzenlediği Şili Dayanışma Gecesi’ndeki konuşmasını anımsıyorum. 12 Eylül’den sonra kaleme alınan Aydınlar Dilekçesi’nin örgütleyicilerindendi ve 1984 yılında bu davadan dolayı yargılandı. 1985 yılında 12 Eylül’e karşı naif duruşunu Yeter ki Kararmasın kitabında gösterdi. Her fırsatta aklın terazisini battığı çamurdan çıkarıp, dengede tutmaya çalıştı.

Onat Kutlar bugün Aşiyan’da yatıyor.

Ölümle yaşam arasında gidip geldiği günlerde, 1 Ocak 1995’ de yayımlanana son yazısında Kutlar: “…Gökyüzü de, Haliç de, kent de daha kirli. 1995, bir bahar aydınlığı ile başlamıyor. Yaşadığımız kent, ülke ve yeryüzü ölümler, kıyımlar, savaşlar, haksızlıklar, ilkellikler, aldatmalar, kirlilikler, çirkinlikler içinde…” diyordu. 11 Ocak 1995’de hayata veda etti ve 15 Ocak’ ta binlerce insanın katılımıyla ve alkışlarla son yolculuğuna uğurlandı. Hatırlıyorum, Aşiyan Mezarlığı’ nda kasvetli, ölümlerle daha da kirlenmiş- kurşuni bir gökyüzü ve yağmur vardı.

“Biz ölümlü insanlarız…” diyordu bir başka yazısında “… Yaşamayı ve baharı bu yüzden severiz. Doğan her şeye inanırız. Çocuklara, güneşe, bize düşler sunan ay ışığına. Sevdiğimiz kadınların boynunu okşamak isteriz ve çocuklarımızın. Günü kızarmış bir ekmek gibi tazeyken bölüşürüz ve akşamın kızıl tüyleriyle gelip sabahın yumurtaları üstüne oturmasını severiz. Karız şarabı acılarla da mayalanmış olsa, sarhoş eder bizi. Ve çocuklarımıza ekilmiş toprak kadar gerçek bir gelecek bırakmak isteriz. O sonsuz düşü… “ diye devam ediyordu yazı.

Bahar İsyancıdır kitabının bir yerinde “…Yaşadığımız şu karabasan bir gerçeğin yansımasından başka bir şey değilse, ölümsüz gençlik ve bahar düşlerimiz nedir? Gerçek değil mi onlar? “diye soruyor ve “İstersen şimdi yalnız bunu düşünerek bekleyelim yarını. Yarın her zaman güzeldir” diyordu.

Güzel yarınlara olan inancımla hepinize- hepimize daha iyi, daha güzel ve daha umutlu bir yeni yıl diliyor; Fethi Naci’ nin, Onat Kutlar’ a ardından “ Yaşa be Onat!” diye seslendiği gibi ben de Onat Kutlar’ a bir kez daha “Güzel kitaplar okumak, güzel filmler izlemek, güzel müzikler dinlemek hep sevindirmiştir beni. YAŞA BE ONAT ABİ!”  diye seslenmek istiyorum.

 

Ercüment Gürçay

Kent içindeki doğa zamanları – Ebru Bingöl

Ünlü mimar Rem Koolhaas, “S, M, L, XL”[1] adlı kitabında doğal kelimesini tanımlarken, karşısına Leonardo da Vinci’nin çalışma defterlerine düştüğü bir notu ekler: “Eğer, hayali hayvanınızın doğal gözükmesini isterseniz – diyelim ki bu bir ejderha olsun – kafası için bir çoban köpeği ya da av köpeğinin kafasını alın, gözleri için bir kedininkini, kulakları için bir kirpininkileri, burnu için bir tazınınkini, bir aslanın kaşlarıyla birlikte, horozun şakaklarını ve bir su kaplumbağasının boynunu alın”.  Böylece, günümüzde, doğal gözükmesini isteyeceğimiz bir şeyi ancak eklektik olarak oluşturabildiğimizi anlatmaya çalışır.

Tam da bu tanımlaması üzerinden, doğalın, kent içinde yeniden üretilmiş imgesi olan New York kentindeki en büyük yeşil alan olan Central Park’a bakar. Central Park, Manhattan’ın gridal yapısının içinde dikdörgen bir adanın içerisine yerleştirilmiş resimsi[2] bir şekilde çeşitlendirilmiş, bir kent parkıdır. Bu anlamda bir yapı planı çiziminin dikdörtgenliğine sahiptir (Resim 1). Koolhaas’a göre Central Park, “yapılı ve doğal arasındaki ayrımı ortaya koyarken, doğaya mesafe koyan kültür’ün dramının sahnesi”[3] gibidir.  Çünkü daha sonraları tasarımcıların Park’ı sonsuza kadar varetme çabaları ve peyzajın etkilerini arttırma hevesleri sayesinde üretilen doğa üzerindeki manipülasyonlar ve zoraki dönüşümlerle bu etki bozulmuştur. Koolhaas Central Park’ı şöyle tarif eder: “Park içerisinde olasılıklar ve ihtimaller mühendislik olarak hesaplanmış, etkinlikler, olaylar bunları birbirine bağlayan gözünmez bir altyapı ile bağlanmış. Doğal elemanlar dizisi orjinal bağlamlarından alınmış, yeniden inşa edilmiş, bir gezintinin planlanmış informalliğinden daha formel  olmayan bir alışveriş merkezinin dikdörtgenliğine sahip bir doğa sisteminin içine sıkıştırılmışlar”[4].

Manhattan’ın grid yerleşiminin içine oturtulmuş Central Park. Kaynak: Rem Koolhaas, Delirious New York: a retroactive manifesto for Manhattan, (Thames & Hudson, London 1978).

Kent içindeki parkların ve yeşil alanların sorunlarından biri de bu kentin içindeki üretilen yeşil alanlara kentin hızlandırılmış zamanını empozae etmeye çalışılması. Kent içinde ürettiğimiz doğa parçaları hedef olarak peyzajın insan üzerindeki duygusal etkisini arttırmaya ve bunu en kısa sürede yapmaya yönelince işler karışıyor. Central Park örneğinde olduğu gibi,  araziye dışarıdan büyük, yetişmiş ağaçlar taşınıyor. Üretilen sulak alanların mevsimlerle birlikte değişmesi yerine, hep sabit bir seviyede tutulması sağlanıyor. Çürüme ve ömrünü tüketmeye asla izin verilmiyor; sonbahar yaprakları özenle toplanıyor, ağaçlar ilaçlanıp duruyor. İnsanevladı, doğanın kendi zamanına saygı duymak yerine, kendi dinamiklerini yaratmaya çalışıyor. Aslında planlamanın tek sorunsalı, doğayı, mekansal ve sosyal ilişkileri düşünerek ele almak olarak değerlendirirken, kentin ve doğanın ritimlerini dikkate almıyor.

 

Central Park’ta büyük ağaçları alana nakletme makinesi. Kaynak: Rem Koolhaas, Delirious New York: a retroactive manifesto for Manhattan, (Thames & Hudson, London 1978).

Kentsel çevrenin nasıl da doğanın zamanına müdahele ettiğinin farkında olan Rem Koolhaas, 2000 yılında Downsview Park Yarışması’nda tamamen doğanın zamanıyla gelişen bir park tasarlar. Ağaç Kenti (Tree City) olarak adlandırdığı projede, park boyunca esnek bitki kümeleri zaman içinde gelişip parkın yavaşlığıyla oluşmasını öngörür. Park içindeki ağaç kümeleri çeşitli esnek kullanımlara ve değişen programalara olanak verecektir. Bu ağaç kümelerinin, düşük yoğunluklu şehir hayatının değişimi için katalizör görevi görmesi beklenmektedir. Koolhaas’ın “erişilebilir büyüme” adını verdiği, parkın büyüyüp geliştikçe kazandırdığı arazi değerinin yine parkın geliştirilmesi için kullanılmasını öngören bir finansal model önermektedir. Ancak projenin son durumu kent ve doğa zamanını ironisini yansıtmakta. Uygulama aşamasında, projenin bu haline yatırım yapacak yatırımcı bulunamamış ve Koolhaas ve ekibi bildiğimiz anlamda projenin son halini gösteren, zamansallık içermeyen bir master plan yapmak zorunda kalmışlar. Kısaca insanın zamanı, doğanın zamanını yine bekleyememiştir.

Downsview Park Yarışması, 2000, Ağaç Kenti (Tree City), Bruce Mau ve Rem Koolhaas (OMA)’nın finalist olan projesi. Kaynak:  http://oma.eu/projects/downsview-park

Downsview Park’ın finansal modeli, Ankara’da, Portakal Çiçeği Vadisi’ndekine benzerlik gösteriyor. Portakal Çiçeği Projesinde şahıslar, belediye ve girişimcinin kamu ve özel sektör işbirliği ile bir  araya geldikleri PORTAŞ adlı şirket örgütlenmesi üzerinden arazinin %70-80’ini yeşil alana ayıran, mülk sahiplerinin hem piyasa koşullarından yaratılan değerden paylarını aldıkları, hem de şirketin karından pay almış oldukları, bunun yanında, belediyenin ise hissesinin karşılığını almayarak, altyapı ve yeşil alanın yapımına destek olacağı bir proje idi[5]. Projenin öncelikleri arasında, ‘kendi kaynağını kendi yaratan’  bir proje olmasına rağmen, projenin ürettiği değerin parkın geliştirilmesi için ne kadar kullanıldığı tartışılır. Park, maalesef içindeki yüksek katlı binaların arka bahçeleri olmaktan öteye gidemedi, benimsenemedi, kentlinin yaygın bir şekilde kullandığı bir alan olamadı. Belki de bu finansal model, burayı daha çok mülk sahiplerinin bölgesi olarak kabullenilmesine sebep oldu. Kentin dinamiklerinin doğa üzerine transfer edilince yine işlemeyen bir sistem çıktı ortaya. Oysa ki, kentin kendi zamanı olduğunu, doğanin kendi zamanı olduğunu kabul etmek gerekiyor ve her birinin dinamiğini, bir diğeri üzerinde hegemonya kurmadan kendi içinde değerlendirmek gerekiyor.

Portakal Çiçeği Vadisi ve konutları. Kaynak: https://portakalcicegires.wordpress.com/

İnsan evlatları olarak, sadece kentlerin, kendimizin ritmini değiştirmedik aynı zamanda doğanın da bizim bu hızımıza yetişmesini bekliyoruz. Parklara yetişmiş ağaçlar taşıyoruz, tohumdan ya da fideden büyümelerini bekleyemiyoruz çünkü. Yaşadığımız yerde güneşin nereden doğduğunu ne kadar biliyoruz, ya da ne zaman yeniayda olduğumuzu, bir papatyanın ne kadar ömrü olduğunu, takvime bakmadan bahrın geldiğini anlayabilmeyi… İYTE Bostanında, ektiğimiz tohumların baş vermeye başladığında duyduğumuz heyecanı hatırlıyorum. Ya da meyve veren bir kabağı her gün takip edip büyümesiyle heyecanlanmamızı. Deneyimlediğimiz şey yavaş zamanlı, doğa zamanıydı. Parkların, bahçelerin nasıl gözüktüğüne değil, kendi diktiğimiz fidelerle, ektiğimiz tohumlarla kendi çocuğumuzu büyütür gibi büyütmeye ihtiyacımız var. Masanobi Fukuoka[6]’nın yaptığı gibi tohumlar saçmaya ve dirençli türlerin zaman içinde kendi ekosistemlerini oluşturmalarını sabırla beklemeye, ara sıra yavaşlayıp kendimize ve çevremize bakmaya, anlamaya… Bu noktada, kentin içinde, yalnızca doğanın zamanını yaşayacağı, yaşatacağı alanlar üretmek, bu alanlarda doğanın kendi zamanının ince ince işlemesi için destek olmak gerekiyor. Belki bir gün şehirde olsak bile doğanın dinamiklerini, doğanın zamanını deneyimlemeye olanaklarımız artar; dilersek, talep edersek olur.

[1] Rem Koolhaas and Bruce Mau, S,M,L,XL (New York: The Monacelli Press, 1995).

[2][2] Resimsi, İngilizce’de picturesque kavramının karşılığı olarak mimar, Prof. Dr. Erdem Erten tarafından Türkçeleştirilmiştir. Bkz. Erdem Erten, 2009, “Algıdan Hayalgücüne: “Resimsi” İngiliz Bahçesinde Doğa Algısı ve Kurgusu”, Mimarlar Odası Yayınları, Dosya 17: Mimarlık ve  Mekan Algısı, 37-46.

[3] Rem Koolhaas, Delirious New York: a retroactive manifesto for Manhattan, (Thames & Hudson, London 1978), 22.

[4] Rem Koolhaas, Delirious New York: a retroactive manifesto for Manhattan, (Thames & Hudson, London 1978), 22.

[5] http://farukgoksu.blogspot.com.tr/2017/08/blog-post.html

[6] Masanobi Fukuoka’nın doğal tarım yöntemlerinin birinde tohumları  araziye serbestçe atmak var. Oraya uyumlu ve dirençli türlerin yetişip dirençli bir ekosistem oluşturacağını öngörür. Fukuoka’nın, Ekin Sapı Devrimi olarak Türkçe’ye çevirilen bir kitabı var.

 

Ebru Bingöl

İmroz – Melih Aşanlı

Bitirmek üzere olduğumuz 2017 yılının son kısmında gezi programını netleştirmiştik. İmroz’ da gezi listesindeydi. Hem oradaki arkadaşlarımız görmek istiyordum, hem de adadaki son durumları merak ediyordum. Biz daha gezi programını hazırlamadan, madenciler bizden önce davranıp İmroz’un altını üstüne getirmek için kolları sıvadılar.

İlk şok dalgasından sonra sosyal medya paylaşımları, eylemler, başvurulur derken kısa sürede bu  bertaraf edildi diyebiliriz. Tabi ki hepimizin bildiği gibi bu sadece bir geri adım. Muhtemelen ortalık yatışınca maden arama işine tekrar kalkışacaklar. Birkaç parça altın uğruna insanoğlunun neler yapabileceğine yine insanlık tarihinden bir sürü örnek verebiliriz. Ölülerin dişlerine kadar çalan mezar soyguncuları da yine bizleriz. Dolayısı ile bu işin ne şimdi, ne de bundan sonra bir aydınlanma ile son bulacağını sanmıyorum. Maalesef insan türü olarak içimizden bazıların genetik kodlarında kölelik yapmak var. Bunlardan en karaktersiz olanı da paraya karşı olan kölelik, ne yapalım biz geleceği korumaya çalışırken birileri de bunu çalmaya kalkabilecek kadar cüretkar olabiliyor. Tüm bu olayları takip edip desteklerken bizim gezinin zamanı da gelmişti. Ben de geçen hafta havalar henüz tam sertleşmemişken adada neler olup bitiyor gidip bakmak istedim.

Kaldığımız bir hafta boyunca Ercüment ve Nilüfer bizleri misafir etti. Kırsalda yaşamak için kolları sıvamış, arazilerinde bir sürü deneyim yaşayan tatlı mı tatlı, bir çift. Müsait olduklarında tüm gün buz gibi esen rüzgarda bizimle beraber bütün adayı yürüdüler. Köyleri gezdirdiler. Onların da adaya yerleşmeleri çok olmamış, hala yapmaları gereken bir sürü iş var.  Adada da çevreye duyarlı bir çok insan bir araya gelip adanın sorunları ile alakalı çalışmalar yürütüyor. Sakin ada yaşantısına biraz renk gelmiş diyebiliriz. Gerçi ada halkının geneli Türkiye ortalamasının üstünde bir bilinç düzeyine sahip diyebilirim. Karşılaştığım her kişi gayet bilinçliydi.

Buralara kadar gelmişken gidip bir de adanın yöneticileri ile konuşmak istedim. İşim gereği bu güne kadar bir çok yönetici ve kamu görevlisi ile ortak çalışma yürüttük, hali hazırda da devam ediyoruz, adanın bence en büyük şansı belediye başkanları. Ünal Çetin, çok az yöneticinin vizyonuna sahip, üstelik bu konuda da ciddi, elinden geleni ardına koymuyor, sadece çevrecilikten bahsetmiyorum. Randevu almadan içeriye girip konuşabileceğiniz, size vakit ayıran, gerçekten dinleyen, yalancı olmayan, suratına sahtekar bir bürokrat gülümsemesi yerleşmemiş birlikte çok iş yapılabilecek önemli bir kişi. Tabii ki bir görüşmede hiç kimseyi tam olarak tanıyamazsınız, fakat ilk görüşmede beni ikna ettiğini söyleyebilirim.

    Ercüment ve Nilüfer bizi Tepe Köye götürdü, Timoleon ile birlikte biraz lafladık. Tabi ben istediğim kadar konuşamadım bile, her şey üst üste geldi, güzelim muhabbete katılamadım. Ama Lamprini’nin kahvesinin tadına bakabildim.

Gelelim yerlilerine, çok sevimli, yardımsever, neşeli, muhteşem insanlar falan değiller. Türkiye öyle bir ülke değil çünkü. Öyle yazılan yazılara da uyuz oluyorum. Şu an itibari ile hep birlikte ne kadar mutlu olabilirsek onlar da o kadar mutlu. Adada yaşam rüya gibi falan değil. Üstelik orada yaşayan herkes devlet tarafından yapmak istemediği bir çok şeye zorlanmış. Karadenizlilerin köyü var, köyleri boşaltılınca buraya sürülmüşler, Kürtler var aynı şekilde, Rumlar zaten adanın asıl yerli halkı hiç bir hakları verilmemiş, mallarına el konulmuş, zorla topraklarından edilmiş, adanın karanlık bir tarihi var. Ve bu karanlık tarih enerji olarak kendini hissettiriyor. Yapılan ceza evi, Lozan anlaşmasına uyulmaması, sonrada kurulan köyler, askeriyenin yakıp yıktıkları, oturup bir Rum kahvesine bir Yunan kahvesi içtiğinizde kahvenin bizim Türk kahvesinden daha hafif, ama anlatılanların oldukça ağır olduğunu görüyorsunuz. O hafif kahve boğazınızdan geçmiyor ya da midenize külçe gibi oturuyor. Ama buna rağmen misafirperver adada herkes. Bizim Türk insanının genel yapısı bu değil mi zaten, doğusundan batısına tüm ırklar, aslında mülayim, barışçıl ve elindeki ile yetinen bir yapıya sahip. Güzel bir harman olmuş bin yıllar içinde. Şimdilerde de bu yapı kullanılıyor fırsatçılar tarafından.

Ben adanın muhteşemliklerini görmedim. Böyle yazılan yazılarında gerçekçi olmayan, baktığını görmeyen, o güne kadar okuduğu klişe gezi yazılarına özenmiş, içinde bulunduğu atmosferi okuyamayan kişilerin elinden çıkan ve gezdiği bölgeye zarar veren yazılar olduğunu düşünüyorum. Haftasonu eklerinden okuduğu kadar dağarcığı ile bir yerden arazi alıp yatırım yapmaya çalışan bir girişimci kitlesine sahibiz. Okuduğu tüm okulları test ile bitirebilmiş, soruların şıklarını eleme sistemi ile okul kazanmış insanlardan fazla bir şey bekleyemeyiz. Yaklaşık doğrular ile işimizi götürüyoruz her zaman. Çok güzel bir yer gezdim demek için bir bölgenin özelliklerinin arttırılması, abartılması büyük haksızlık. Sonrasında dışarıda sürekli bir göç alan bu yerlerin, kendi halkından göç vererek zaman içinde yapıları bozuluyor. Biz halk olarak ülkenin her yerini sürekli değiştirip bozuyoruz bu şekilde. Kulaktan dolma bilgiler ile şuursuz inşaatlar yaparak, ne yaptığımızı bilmeden elimizdeki her değeri tüketiyoruz. Bakınız tüm Ege sahili ve kooperatif yazlıklarına. Canım kumsallar, portakal, mandalina ve şeftali bahçeleri, zeytinlikler, çirkin, sırt sırta yaslanmış fındık kadar ufak iki katlı beton yazlıklar ile dolu. Bunların yarısı kullanılmadığı için çöpe dönüşüyor git gide.

 Barajın suları kışı ortasında olmamıza rağmen oldukça azdı. Sorduğumuz herkes günden güne bu suyun azaldığını söyledi. Köylerde yaz aylarında su sorunu kendini göstermeye başlamış. Tepe köy suyu en fazla olan köy, fakat bu köyden diğer yerleşim yerlerine su çekilmeye başlandığından beri sorun yaşıyor köylü. Aslında ada sularını bir yerden başka bir yere aktarmaya başlamış bile.

Adanın ekolojik turizm, doğa sporları, organik tarım gibi insanlığın geleceği için son derece önemli iş kollarında iyi bir potansiyeli var. Doğru kullanıldığında, ki belediye başkanı bunu yapmaya çalışıyor, bir geleceği olabilir. Kumsalları kaliteli kumlara sahip değil mesela, bi çoğunu topraklı, öyle altın kumlar sizi karşılamıyor, ama denizi son derece temiz ve deniz canlısı yönünden oldukça zengin. Sürekli bir rüzgar esiyor, insanı sersem edercesine hiç durmayan bir gürültü var. Biz kışın gittik en kötü zamanı dediler, beni rahatsız etmedi ama bence önemli bir etken. Öyle Akdenize benzemiyor ama bu yanı ile rüzgar sörfü için bulunmaz bir nimet halini alıyor. Türkiye’nin en batısı. Kontrolsüz hayvancılık yüzünden bitki örtüsü ağır hasar almış durumda. Öyle kolaylıkla geriye döndürülecek bir şey değil, devletin el atması gereken konulardan biri bu. Kış ortasında barajları neredeyse boş. Hep sulak denen adada yağmur sularının yol açtığı bir kaç akıntı var o kadar. Sulak falan değil. Tarım tamamen çöktüğü için şimdilik suları yetiyor. Susuzluğun ilk sinyallerini de vermeye başlamış. Ekolojik tarım bölgesi, hadi tarım yapalım dendiğinde özellikle sulu tarım da ilk yıl tüm kaynaklarını kullanabilir ve büyük sorun yaşayabilir. Bu önemli bir konu ada sulak değil, yönetildiğinde su sorunu yaşamayabilecek bir yer sadece. Bu da desteklenmesi gereken konulardan bir diğeri. Turizm adaya zarar da verebilir, fayda da sağlayabilir. Ankara’dan alınacak dosyaların ne kadar acımasız olduğu ile alakalı. Amatör kişiler tüm bu sorunların yerel yönetimler ile alakalı olduğunu düşünürler. Oysaki balık ülkemizde Ankara’dan kokmaktadır. Adanın sorunları için adaya destek verilmesi gerekir. Adanın yerli halkının göç vermemesi her yerde olduğu gibi burada da önemlidir.

Türkiye kaynak heba etmekte son derece başarılı bir ülke. Elimizde başka ülkemiz de yok. İmroz tarihi boyunca kendisine yapılanlardan dolayı bir özür dilemeyi hak ediyorken, bir dönem suçluları adaya salıp devlet eli ile terör yaratılmışken, şimdi de madencileri adaya başı boş bırakmak bir kez daha düşünülmelidir. Turizm her araç gibi doğru kullanılması gereken bir araçtır. Denizi olmayan bir memlekette masa başında imzalanan çıkarcı anlaşmalar ile ülkede ki tüm kıyılar yok edilmektedir, elimizde kalan bir kaç bakir alan için belki de son şansımız olabilir. Bu noktada yerel yönetimler dinlenmeli, kağıt üzerinde değil, gerçekten yetki onlara teslim edilmelidir. Bölge halkı birincil söz sahibi olmalıdır. Tarım, hayvancılık, su yönetimi, gibi konular ufak belediye bütçeleri ile ülkenin hiç bir yerinde çözülemezler, ancak kaderlerine bırakılırlar.

Çalışarak ve bilinci davranarak olumlu hale gelebilecek bu tehlikeleri bir kenara bıraktığımızda benim için oldukça keyifli bir geziydi. Ercüment ile Nilüferin söylediği güzel bir şey var, hatta bunu bana yazılı olarak gönderdiler; ada bizim için umudu temsil ediyor diyorlar, böyle büzel bir coğrafyanın isminin madenlerle ve büyük şirketler ile anılması yerine adanın doğal hali ile akıllarda kalmasını istiyorlar. Adadaki doğal yapıyı korumak içinde ”Gökçeada hayat sürsün topluluğu” ile ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.

Bu ülkede yaşıyorum ve ülkemi seviyorum, En batısından doğusunda gezdiğim her parçasını ve insanını sevdim. Abartmaya karşıyım. Gerçekleri görmemizin zamanı çoktan geldi. Cennet bir ülkede yaşamıyoruz, susuzluk çeken, çorak, orman fakiri ve kirli bir ülkemiz var. Ovalarımız verimsiz, bir çok plajda lağım denize karışıyor, en yakın örneği Kuşadası’dır. Yıllardır mücadele içindeler. Her taraf çirkin beton yığınları ile dolu ve üstelik kullanılmıyor. Halk kendi malından yani tüm kamusal alanlarından mahrum bırakılıyor ve bununla ilgilenmiyor. Ormanın, suyun, plajın, dağın, ovanın kendinin olduğunu bilmiyor. Lafa gelince benim ülkem diyor ama ülkesinin ne olduğu ile hiç ilgilenmiyor. Devletler ve şirketler de bunu fırsat bilip eşkiyalık yapıyor ve ülkeye el koyuyorlar. Bu günümüzün değil çağımızın bir sorunu. Ülkemizi tamamen kaybetmeden gerçekçi yaklaşmamız gerekiyor.

İmroz’da ülkemizin kıymetli bir çok yerinden sadece biri, orada yaşayanlara destek verip, ülkenin tamamını vatan kabul edersek, hayatına devam edecek. Vatan olarak oturduğumuz evin salonunu ve televizyonunu bellediğimizde bu iş olmuyor.

Bu yazı, yazarının da onayı ile harmoniaekotopya.blogspot.com.tr/ den alınmıştır

 

Melih Aşanlı

Zeytin Okulu’nda masal olduk – Sururi Uras

Hayal bu…

Hayal bu, kurulması kadar kırılması da kolay. Epey oldu bu cümleyi kuralı. Bana emanet edilen bir hayali gözüm gibi korudum önce. Sonra o hayali başladım ben de kurmaya. Boş bir beton temelin fotoğrafına baka baka, üstünde

Zeytince‘ yazan boş, ufacık bir teneke kutuyla hayaller kurdum, nefes alır gibi.

Ve hepsi gerçek oluyor. Hepsi Zeytin Okulu oluyor.

Burada konserler olsun, dedim. Oluyor. İnsanlar dolsun taşsın, neler yapmışlar, hangi virajı nasıl dönmüşler, gelsinler anlatsınlar, dedim. Hep oluyor… Burası hayatı hatırlatan, teşekkürü bol bir okul olsun, dedim… Yıldızılar pencerelere dolsun, dedim… Çoluk çocuk oyunlar oynasın, dedim… Hadi, diyen gelsin, kendine gelsin, okul kapısı içine açılsın dedim… Hayali olmayana hayaller katsın, dedim…. Çay eksik olmasın, dedim. Oluyor. Bir bir hepsi gerçek oluyor…

En son 23-24 Aralık 2017 tarihi için üç-beş arkadaş hayaller kurduk. Defalarca yazdık, çizdik, konuştuk, çoğaldıkça çoğaldık. Okulun içindeki sıraları kaldıralım, her yere minderler, halılar, kilimler yayalım, herkes yerlere otursun… Anneanne evi gibi ayaklarımızda patikler, dizlerimizde battaniyeler olsun… Bir de hafif bir ışık, yerlerde mumlar, her yere gölgeler vursun… Misafirlere börek mi, kek mi ikram edelim? Hepsi de olsun!

Bir dedenin dizi dibinde başladık ve hepsi oldu… Zeytince Masallar Buluşması.

Kendimize masallardan bakmak istemiştik, masal gibi bir dağın eteğinde… Baktık. Anlatacağı masalı giyinen, masal olan, dinleyenleri masala dolayan masalcılar gördük önce. İki okul arkadaşının yirmi beş yıl sonra ağlaya ağlaya kavuşmasını gördük. Hele bir de hediyeleriyle gelenleri gördük… Bir dakika önce tanımadığımız, iki gün sonunda ayrılırken yılların dostluğuyla sarmaş dolaş olup, en yakın zamanda görüşmek için sözleştiğimiz insanlar gördük…

Kendi sesimizi duyduk bir başkasında ve buna hiç şaşırmadık. Çünkü biz, hepimiz 23-24 Aralık 2017 tarihinde Zeytin Okulu’nda masal olduk.

Biliyor musunuz masallar bitmiyor.

Ve biliyor musunuz, aslında masallar hayatta önemli olan her şeyin altını kalın kalın çiziyor…

Nice hayallerde buluşmak üzere…

 

 

Sururi Uras

[İzmir’de bu aralar] Ocak 2018 – Naime Sürenkök

Merhaba, ben Naime, Yeşil Gazete’nin hem bir okuyucusu, hem yeri gelince gönüllü çevirmeni, hem de gönüllü yazarıyım. Şimdiki lokasyonum İzmir olması itibariyle, İzmir’deki etkinliklerin sıkı bir takipçisi ve duyurucusuyum.

Aranızdaki İzmir’de yaşayanları ve yolunu İzmir’den geçirmeyi düşünenleri ilgilendirebilecek etkinlikleri belirli aralıklarla buradan duyurmak isterim ve yorumlarım subjektif gelebilir ama gitmekte tereddüt etmeyeceğiniz etkinliklerdir.

***

* 9 Ocak 2018: Homeros Gıda Topluluğu Buluşması

Yerel üreticilerden adil ve temiz gıda alma konusu hepimizin artık sofrasında iken, Bornova’da oluşumunda katkımın olduğu bu topluluğun Bornova’daki Nazım Hikmet Kültür Evi’ndeki buluşmasına sırf gelip yorum yapmak, bir çay içmek için bile uğramanızı isteriz.

Her zaman çok kalabalık ve eğlenceli geçen toplantılarımızda, sadece üretici olan arkadaşlarımızın gıdalarını paylaşmıyoruz, ayrıca gittiğimiz ekolojik farkındalığımızı artıran tüm etkinlikleri de aramızda konuşuyoruz.

Bir de bir kez hep beraber deterjan yapmıştık, o da çok güzeldi, siz gelin yine yaparız.

Grubumuza katılmak için linki tklynz

***

* 13 Ocak & 27 Ocak 2018: Sanatölye Varyant Masal Geceleri

Zeytince Masallar Buluşmasının organizatörlerinden biri olarak (detaylar için bakınız zeytinokulu.net) tadı damağımda kaldı masalların, Ferhat’ın bir masalı vardı, belki siz de dinlersiniz ondan bir gün “masal görünümlü gerçek” diye..

Belki şu an ihtiyacımız en çok da bu. Sinemaya, tiyatroya ayırdığınız zamanı ve özeni hadi bir masal gecesine verin benim hatrıma, 2018’iniz masalsı başlasın.

Detaylar için tklynz

***

* 17 Ocak 2018: Olten Filarmoni Konseri

Olten Sanat, İzmir’in kültür sanattaki yerini daha da sağlamlaştıran bir oluşum.

“Müziğin evrensel dili ve aydınlık yüzü ile tanıştırabilecek sanatçı gençlere istihdam sağlayıp onlara kendilerini ifade edebilecek bir platform oluşturmak” hedefiyle yola çıkan Olten Sanat’ın Olten Filarmoni Orkestrası her ayın bir Çarşamba’sı dünyaca ünlü isimlerle birlikte kulağımızın, gözümüzün pasını silip süpürüyor.

O konserlerin olduğu Çarşambaları hiçbir program yapmıyorum, buna da gideceğim mutlaka. Bilet de çok az kalmış ama yine de duyurmak istedim.

Bilet kalmışsa alabilmek için linki tklynz

***

* 20-21 Ocak 2018: Para Oyununda Yeni Sahne

Emre Ertegün ve Burcu Ertunç, yanlarında azıcık zaman geçirmesi bile inanılmaz keyifli insanlar, hele bir de kafa yordukları konular böyle çok tabu olan “para” olunca sanırım tadından yenmez.

Mesela sormuşlar ki: “ Mevcut “para oyunu”ndan keyif alıyor musunuz? Oyunda eksik, yanlış giden bir şeyler mi var? Ya neler fazla yer kaplıyor? Sahnenin yönetmeni siz olsanız ne yaparsınız?”

Benim en sevdiğim öğrenme şekli olan sorular üzerinden giderek, farkındalığa kendinin ulaştığı bir yöntemi seçerler konuşmalarında bile.

Etkinliğe katılmak için linki tklynz

***

* Ocak & Şubat 2018: Çemberin Çağrısı

Çemberleri çok konuşur olduk son zamanlarda, bu nedenle Emre Ertegün’ü bu sefer Begüm Erenler’le Çemberin Çağrısı etkinliğinde takip ediyoruz. Etkinlik kapalı bir etkinlik sanırım, ilkine katılmayınca devamına da katılınamıyor ama bu etkinliğe giden bir arkadaşınız varsa mutlaka yakın bir zamanda bu çember olmasa da başka bir çember çağrısı alacaksınız, sakın hayır demeyin.

Etkinliğin çağrı metni ise burada 

***

Şimdilik benden bu kadar, merak etmeyin güzel İzmir’imizde ocak ayındaki etkinlikler bunlarla sınırlı değil, biliyorum, devamı gelecek :)))

Siz de İzmir’de yer almasını istediğiniz etkinlikleri bu haberin altına veya Facebook sayfasına yorum olarak yazın, ekleyelim… Yeşil Gazete’nin resmi iletişim adresi [email protected]‘a mail gönderseniz de olur.

 

 

Naime Sürenkök