Hafta SonuManşet

Kent içindeki doğa zamanları – Ebru Bingöl

0
Downsview Park Yarışması, 2000, Ağaç Kenti (Tree City), Bruce Mau ve Rem Koolhaas (OMA)’nın finalist olan projesi. Kaynak:  http://oma.eu/projects/downsview-park

Ünlü mimar Rem Koolhaas, “S, M, L, XL”[1] adlı kitabında doğal kelimesini tanımlarken, karşısına Leonardo da Vinci’nin çalışma defterlerine düştüğü bir notu ekler: “Eğer, hayali hayvanınızın doğal gözükmesini isterseniz – diyelim ki bu bir ejderha olsun – kafası için bir çoban köpeği ya da av köpeğinin kafasını alın, gözleri için bir kedininkini, kulakları için bir kirpininkileri, burnu için bir tazınınkini, bir aslanın kaşlarıyla birlikte, horozun şakaklarını ve bir su kaplumbağasının boynunu alın”.  Böylece, günümüzde, doğal gözükmesini isteyeceğimiz bir şeyi ancak eklektik olarak oluşturabildiğimizi anlatmaya çalışır.

Tam da bu tanımlaması üzerinden, doğalın, kent içinde yeniden üretilmiş imgesi olan New York kentindeki en büyük yeşil alan olan Central Park’a bakar. Central Park, Manhattan’ın gridal yapısının içinde dikdörgen bir adanın içerisine yerleştirilmiş resimsi[2] bir şekilde çeşitlendirilmiş, bir kent parkıdır. Bu anlamda bir yapı planı çiziminin dikdörtgenliğine sahiptir (Resim 1). Koolhaas’a göre Central Park, “yapılı ve doğal arasındaki ayrımı ortaya koyarken, doğaya mesafe koyan kültür’ün dramının sahnesi”[3] gibidir.  Çünkü daha sonraları tasarımcıların Park’ı sonsuza kadar varetme çabaları ve peyzajın etkilerini arttırma hevesleri sayesinde üretilen doğa üzerindeki manipülasyonlar ve zoraki dönüşümlerle bu etki bozulmuştur. Koolhaas Central Park’ı şöyle tarif eder: “Park içerisinde olasılıklar ve ihtimaller mühendislik olarak hesaplanmış, etkinlikler, olaylar bunları birbirine bağlayan gözünmez bir altyapı ile bağlanmış. Doğal elemanlar dizisi orjinal bağlamlarından alınmış, yeniden inşa edilmiş, bir gezintinin planlanmış informalliğinden daha formel  olmayan bir alışveriş merkezinin dikdörtgenliğine sahip bir doğa sisteminin içine sıkıştırılmışlar”[4].

Manhattan’ın grid yerleşiminin içine oturtulmuş Central Park. Kaynak: Rem Koolhaas, Delirious New York: a retroactive manifesto for Manhattan, (Thames & Hudson, London 1978).

Kent içindeki parkların ve yeşil alanların sorunlarından biri de bu kentin içindeki üretilen yeşil alanlara kentin hızlandırılmış zamanını empozae etmeye çalışılması. Kent içinde ürettiğimiz doğa parçaları hedef olarak peyzajın insan üzerindeki duygusal etkisini arttırmaya ve bunu en kısa sürede yapmaya yönelince işler karışıyor. Central Park örneğinde olduğu gibi,  araziye dışarıdan büyük, yetişmiş ağaçlar taşınıyor. Üretilen sulak alanların mevsimlerle birlikte değişmesi yerine, hep sabit bir seviyede tutulması sağlanıyor. Çürüme ve ömrünü tüketmeye asla izin verilmiyor; sonbahar yaprakları özenle toplanıyor, ağaçlar ilaçlanıp duruyor. İnsanevladı, doğanın kendi zamanına saygı duymak yerine, kendi dinamiklerini yaratmaya çalışıyor. Aslında planlamanın tek sorunsalı, doğayı, mekansal ve sosyal ilişkileri düşünerek ele almak olarak değerlendirirken, kentin ve doğanın ritimlerini dikkate almıyor.

 

Central Park’ta büyük ağaçları alana nakletme makinesi. Kaynak: Rem Koolhaas, Delirious New York: a retroactive manifesto for Manhattan, (Thames & Hudson, London 1978).

Kentsel çevrenin nasıl da doğanın zamanına müdahele ettiğinin farkında olan Rem Koolhaas, 2000 yılında Downsview Park Yarışması’nda tamamen doğanın zamanıyla gelişen bir park tasarlar. Ağaç Kenti (Tree City) olarak adlandırdığı projede, park boyunca esnek bitki kümeleri zaman içinde gelişip parkın yavaşlığıyla oluşmasını öngörür. Park içindeki ağaç kümeleri çeşitli esnek kullanımlara ve değişen programalara olanak verecektir. Bu ağaç kümelerinin, düşük yoğunluklu şehir hayatının değişimi için katalizör görevi görmesi beklenmektedir. Koolhaas’ın “erişilebilir büyüme” adını verdiği, parkın büyüyüp geliştikçe kazandırdığı arazi değerinin yine parkın geliştirilmesi için kullanılmasını öngören bir finansal model önermektedir. Ancak projenin son durumu kent ve doğa zamanını ironisini yansıtmakta. Uygulama aşamasında, projenin bu haline yatırım yapacak yatırımcı bulunamamış ve Koolhaas ve ekibi bildiğimiz anlamda projenin son halini gösteren, zamansallık içermeyen bir master plan yapmak zorunda kalmışlar. Kısaca insanın zamanı, doğanın zamanını yine bekleyememiştir.

Downsview Park Yarışması, 2000, Ağaç Kenti (Tree City), Bruce Mau ve Rem Koolhaas (OMA)’nın finalist olan projesi. Kaynak:  http://oma.eu/projects/downsview-park

Downsview Park’ın finansal modeli, Ankara’da, Portakal Çiçeği Vadisi’ndekine benzerlik gösteriyor. Portakal Çiçeği Projesinde şahıslar, belediye ve girişimcinin kamu ve özel sektör işbirliği ile bir  araya geldikleri PORTAŞ adlı şirket örgütlenmesi üzerinden arazinin %70-80’ini yeşil alana ayıran, mülk sahiplerinin hem piyasa koşullarından yaratılan değerden paylarını aldıkları, hem de şirketin karından pay almış oldukları, bunun yanında, belediyenin ise hissesinin karşılığını almayarak, altyapı ve yeşil alanın yapımına destek olacağı bir proje idi[5]. Projenin öncelikleri arasında, ‘kendi kaynağını kendi yaratan’  bir proje olmasına rağmen, projenin ürettiği değerin parkın geliştirilmesi için ne kadar kullanıldığı tartışılır. Park, maalesef içindeki yüksek katlı binaların arka bahçeleri olmaktan öteye gidemedi, benimsenemedi, kentlinin yaygın bir şekilde kullandığı bir alan olamadı. Belki de bu finansal model, burayı daha çok mülk sahiplerinin bölgesi olarak kabullenilmesine sebep oldu. Kentin dinamiklerinin doğa üzerine transfer edilince yine işlemeyen bir sistem çıktı ortaya. Oysa ki, kentin kendi zamanı olduğunu, doğanin kendi zamanı olduğunu kabul etmek gerekiyor ve her birinin dinamiğini, bir diğeri üzerinde hegemonya kurmadan kendi içinde değerlendirmek gerekiyor.

Portakal Çiçeği Vadisi ve konutları. Kaynak: https://portakalcicegires.wordpress.com/

İnsan evlatları olarak, sadece kentlerin, kendimizin ritmini değiştirmedik aynı zamanda doğanın da bizim bu hızımıza yetişmesini bekliyoruz. Parklara yetişmiş ağaçlar taşıyoruz, tohumdan ya da fideden büyümelerini bekleyemiyoruz çünkü. Yaşadığımız yerde güneşin nereden doğduğunu ne kadar biliyoruz, ya da ne zaman yeniayda olduğumuzu, bir papatyanın ne kadar ömrü olduğunu, takvime bakmadan bahrın geldiğini anlayabilmeyi… İYTE Bostanında, ektiğimiz tohumların baş vermeye başladığında duyduğumuz heyecanı hatırlıyorum. Ya da meyve veren bir kabağı her gün takip edip büyümesiyle heyecanlanmamızı. Deneyimlediğimiz şey yavaş zamanlı, doğa zamanıydı. Parkların, bahçelerin nasıl gözüktüğüne değil, kendi diktiğimiz fidelerle, ektiğimiz tohumlarla kendi çocuğumuzu büyütür gibi büyütmeye ihtiyacımız var. Masanobi Fukuoka[6]’nın yaptığı gibi tohumlar saçmaya ve dirençli türlerin zaman içinde kendi ekosistemlerini oluşturmalarını sabırla beklemeye, ara sıra yavaşlayıp kendimize ve çevremize bakmaya, anlamaya… Bu noktada, kentin içinde, yalnızca doğanın zamanını yaşayacağı, yaşatacağı alanlar üretmek, bu alanlarda doğanın kendi zamanının ince ince işlemesi için destek olmak gerekiyor. Belki bir gün şehirde olsak bile doğanın dinamiklerini, doğanın zamanını deneyimlemeye olanaklarımız artar; dilersek, talep edersek olur.

[1] Rem Koolhaas and Bruce Mau, S,M,L,XL (New York: The Monacelli Press, 1995).

[2][2] Resimsi, İngilizce’de picturesque kavramının karşılığı olarak mimar, Prof. Dr. Erdem Erten tarafından Türkçeleştirilmiştir. Bkz. Erdem Erten, 2009, “Algıdan Hayalgücüne: “Resimsi” İngiliz Bahçesinde Doğa Algısı ve Kurgusu”, Mimarlar Odası Yayınları, Dosya 17: Mimarlık ve  Mekan Algısı, 37-46.

[3] Rem Koolhaas, Delirious New York: a retroactive manifesto for Manhattan, (Thames & Hudson, London 1978), 22.

[4] Rem Koolhaas, Delirious New York: a retroactive manifesto for Manhattan, (Thames & Hudson, London 1978), 22.

[5] http://farukgoksu.blogspot.com.tr/2017/08/blog-post.html

[6] Masanobi Fukuoka’nın doğal tarım yöntemlerinin birinde tohumları  araziye serbestçe atmak var. Oraya uyumlu ve dirençli türlerin yetişip dirençli bir ekosistem oluşturacağını öngörür. Fukuoka’nın, Ekin Sapı Devrimi olarak Türkçe’ye çevirilen bir kitabı var.

 

Ebru Bingöl

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.