Ana Sayfa Blog Sayfa 2928

OHAL 6. kez uzatılıyor

Yılın ilk Bakanlar Kurulu toplantısına verilen arada açıklamalarda bulunan Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ, Türkiye’de 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından yürürlüğe giren Olağanüstü Hal (OHAL) uygulamasının bir kez daha uzatılacağını duyurdu.

OHAL, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından 19 Temmuz’da uygulanmaya başlanmıştı. O günden bu yana üçer aylık periyotlar halinde uzatılan OHAL’in süresi yasal olarak 19 Ocak’ta sona eriyor.

OHAL’in uzatılmasını öngören tezkerenin yakın bir tarihte TBMM Genel Kurulu’nun gündemine gelmesi bekleniyor. Tezkerenin kabul edilmesiyle OHAL 6’ncı kez uzatılmış olacak.

 

(DW)

Alman Yeşiller Partisi’nde Özdemir ve Peter aday olmayacak

Alman Yeşiller Partisi’nin eş başkanları Cem Özdemir ile Simone Peter Ocak ayı sonunda bu göreve bir kez daha talip olmayacaklarını açıkladı. Parti içinde Baden-Württemberg Eyaleti’nin muhafazakar-Yeşil Başbakanı Winfried Kretschmann’ı Özdemir’in muhtemel halefi olarak görenler de bulunuyor. Cem Özdemir bundan sonraki siyasi geleceğini Berlin’de görüyor. Simone Peter’in durumunun ise belirginlik kazanmadığı belirtiliyor.

Parti başkanlığına üç aday

Yeşiller Parti Yönetimi’nin ve eş başkanlarının belirleneceği parti kongresi Ocak ayı sonunda yapılacak. Bugüne kadarki uygulamaya göre partinin iki eş başkanı iki kanadın temsilcileri arasından seçiliyor. Partinin şimdiki eş başkanları Simone Peter sol kanattan, Cem Özdemir ise reel politika kanadından bu göreve seçilmişlerdi.

Parti başkanlığına şu ana kadar üç kişi aday. Sol kanattan Aşağı Saksonya Eyalet Parlamentosu Yeşiller Grubu Başkanı Anja Piel’in, Hannover kentinde yapılacak parti kongresinde, sağ kanattan sayılan Schleswig-Holstein Eyaleti’nin Yeşiller partili Çevre Bakanı Robert Habeck ile Federal Meclis milletvekili Annalena Baerbock’a karşı yarışacağı açıklandı. Ancak Habeck kendisinin “hiçbir kanada ait olmadığını” vurguluyor.

Federal Meclis Yeşiller Partisi Grubu’nun eski iki eş başkanı, sağ kanattan Katrin Göring-Eckardt ile sol kanattan Anton Hofreiter’in büyük bir olasılıkla bu göreve yeniden seçilecekleri tahmin ediliyor.

Alman Yeşiller Partisi kurulduğu 1980 yılından bu yana farklı görüşteki iki kanattan, solcu kanat ile koalisyon hükümetlerine daha sıcak bakan ve sağ kanadı temsil eden politikacılardan oluşuyor. Sağ kanat (“Realos”) koalisyon ortaklıklarına katılmaktan ve bu konuda gerekli tavizleri vermekten yana tavır alırken, partinin sol kanadı (“Fundis”) koalisyon ortaklıklarına hep kuşku ile yaklaşmış, bu da iki kanat arasında yoğun görüş ayrılıklarına ve tartışmalara neden olmuştu.

 

(Deutsche Welle)

Akkuyu Nükleer Santrali için “önlisans iptal davası açmak”hak kabul edildi

Akkuyu Nükleer Santrali Projesi’nin hayata geçirilmesi için  özellikle Çevre Etki ve Değerlendirme(ÇED) Raporunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanmasını izleyen süreçte  sivil toplum çok çeşitli hukuksuz uygulamalara maruz bırakılıyor.

Halkın katılımı toplantılarının yapılmamasından  3000 sayfalık ÇED raporunun  ikinci başvurusu başladıktan 1 ay içinde  Rus Devlet Başkanı Putin’in ziyaretine denk getirilerek  onaylanması ilk etaptaki bazı örnekler. Bu uygunsuzlukların karşısında çözümsüz kalan sivil toplumun da yargıya başvurma eğilimi  arttı. ÇED’in onaylanmasının akabinde 3000 itiraz dilekçesi verilerek, sivil toplum tarafından çok çeşitli davalar açıldı.  2015 yılından bugüne dek geçen süreçte deneyimlenen bilirkişi incelemeleri ve ÇED’e methiye niteliğindeki değerlendirmeleri ile ÇED’in iptal edilmesi için girişimler bir şekilde karşılıksız kaldı. Hatta en son yürütmenin başı olarak Cumhurbaşkanı, bugün henüz sonucu açıklanmamış olan ÇED iptal Davasının öncesinde açıkça yargı kararına müdahale niteliği taşıyan bir beyanatta bulundu. 

“İncelemeksizin ret”in reddine…

Benzer şekilde  7.09.2016 tarihinde önlisans davası da Ankara 12. İdareMahkemesi tarafından, önlisansın dava edilemeyeceği gerekçesiyle “İncelenmeksizin Ret” edilmişti. Akkuyu önlisansın iptal davasında Davacı Vekil  Av. İsmail Atal’ın verdiği bilgiye göre kararın yeniden değerlendirilmesi talepleri Ankara Bölge İdare Mahkemesi tarafından haklı bulundu ve  yerel mahkeme Ankara 7. İdare Mahkemesinin kararını “kesin” olarak kaldırdı. Böylece Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin , davanın esası üzerinden dava dilekçesinde ortaya konmuş olan hukuki gerekçeleri ve nükleer santralin tehlikelerinin değerlendirerek yeniden bir karar vermesi gerekecek.

Bu arada Akkuyu için sürecin son aşama olan inşaat lisansı verilmesi aşamasına geldiğini hatırlatalım. Üretim lisansı ise geçen sene Şubat ayında verilmiş  mart ayında ise inşaat lisansı için başvuru yapılmıştı. Önlisans ise 2015 yılında 3 yıl boyunca Akkuyu Nükleer santralinin kurulmasına yönelik inşaat lisansının alınması dahil tüm gerekli hazırlıkların yapılması için 3 yıllığına verilmişti.

Bu karar diğer enerji projeleri için emsal niteliğinde

Ankara Bölge İdare Mahkemesi’nin vermiş olduğu bu karar yalnızca nükleer santrallerin tehlikesine karşı ses çıkarmayı dava açmayı haklı görmekle kalmayacak, ekolojik yaşamı ipotek altına alma ihtimali bulunan termik santraller ve HES’ler  gibi enerji tesislerine karşı önlisans  iptal davası açabilmeye de emsal teşkil edecek.

(Yeşil Gazete)

Pınar Demircan

 

“Ah, Sersemler! Bir Bilseler…” – Ahmet İnsel

Bu yazı birikimdergisi.com sitesinden alındı

Tayyip Erdoğan’ın Paris dönüşü uçakta, “Ben onun [Macron] ne demek istediğini anlamak istemedim” dediği şey, Fransa cumhurbaşkanının arada dönüp Türkiye cumhurbaşkanının gözünün içine bakarak, olabilecek en açık ifadelerle, Türkiye’nin AB üyeliği sürecinin bittiğini ilan etmesiydi. Fransa dönüşü AKP basınında büyük bir zafer olarak sunulan kısa ziyaretin en önemli gelişmesi, resmî ikili görüşmeyi izleyen ortak basın toplantısında, AB’nin iki büyük kurucu üyesinden birinin başkanının “karşılıklı ikiyüzlülük bitti” diyerek, Türkiye’nin AB üyeliğine adaylığının ilerlemeyeceğini açıkça söylemek oldu. Macron bunu söylerken, daha önce örneğin Sarkozy’nin yaptığı gibi, ne kültürel farklardan, ne demografiden, ne de coğrafyadan dem vurdu. İfade ettiği şey son derece açıktı. Bir Fransız gazetecinin gayet iyi betimlediği gibi, “kıyıcı bir gülümseme, çelik soğukluğunda bir bakış ve bal gibi tatlı bir tonla”, Türkiye’deki son gelişmeler ışığında yeni fasıl açılmasının imkânsız olduğunu ilan etti. Emmanuel Macron’un bunu söylemesinden birkaç dakika önce, Tayyip Erdoğan AB’den hâlâ istediklerini almadıklarından ve 35 fasıldan sadece 16’sının açılıp, açılanların da hiçbirinin kapanmadığından yakınmıştı. Macron ise işlenen insan hakları, düşünce ve ifade özgürlükleri ihlalleriyle, gazetecilerin, sivil toplum örgütü yöneticilerinin tutuklanmalarıyla üyelik müzakerelerini sürdürmenin mümkün olmadığını altını çizerek söyledi. Üyelik sürecinin devam etmesini imkânsız kıldığını ima ettiği “son gelişmeler”, “Türk halkının egemen seçimine saygı duyuyorum” dediği anayasa referandumuyla getirilen ve kuvvetler ayrılığı ilkesini rafa kaldıran cumhurbaşkanlığı hükümeti sistemi ve genel olarak hukuk devletinin askıya alınmasıydı. Kısacası Macron, Türkiye’nin artık Kopenhag kriterlerini karşılamadığı için aday üye konumunun devam edemeyeceğini, bunun yerine bir yeni ortaklık üzerine çalışılması gerektiğini ilan etti.

Tayyip Erdoğan’ın dönüş yolunda anlamak istemediğini ifade ettiği şey, kendisine herkesin önünde “Kopenhag kriterlerine uymuyorsunuz, AB üyeliği mümkün değil” denmiş olmasıydı. Daha önce bu tür durumlarda, “biz de onları alır Ankara kriterleri der, yolumuza devam ederiz” diyen Tayyip Erdoğan, artık onu da demiyordu. Keyfiliğin hukuk devletine ikame olduğu bir otokratik istibdat rejiminin kriterleri olarak Yeni Türkiye’nin kriterleri yürürlükteydi.

***

Bir şeyi anlamamak istememek o şeyi kabul etmeme, ona karşı mücadele etmeye devam etme arzusu olarak da yorumlanabilir. Tayyip Erdoğan Fransa’da kendisine üyelik macerası bitti denmesini kabul etmek istemiyor olabilir. AB tam üyeliği yolunda kararlılıkla mücadele etmeye ve bunun siyasal, hukuki, iktisadi gereklerini getirirken, diplomatik manevralarını sürdürmeye niyeti olabilir. Bu anlamda, Macron’un söylediklerini Fransa’nın AB’yi temsil etmeyen öznel tavrı olarak yorumlayabilir ve bu nedenle ne dediğini anlamak istemez.

Ne var ki bu anlamak istememe iradesinin böyle bir kararlılığı yansıtmadığını, ifade etmediğini, başta Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti olmak üzere, herkes biliyor. Macron’un Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden uzaklaşması olarak tasvir ettiği siyasal gidişat, Türkiye’ye dışarıdan dayatılmıyor. Tam tersine, Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimi bunu “yerli ve milli” çığlıkları altında topluma dayatmaya çalışıyor.

Türkiye’de iktidarda olan siyasal gücün demokrasi, insan hakları, özgürlükler anlayışıyla, içinde bazı çatlaklar giderek büyüse de AB’de halen egemen olmaya devam eden anlayış arasındaki farkı sonuçta Tayyip Erdoğan basın toplantısında mükemmel biçimde sergiledi. Düşünce her şeyden önce düşüncedir, “İfade özgürlüğü bir bütündür ve bölünemez, hukuk devletini bu tanımlar… Bir düşünceyi ifade etmek, suç işlemeye çağrı değilse, serbest olmalıdır… Düşünce, ifade ve inanç özgürlüğü ayrılmaz bir bütündür” diyen Fransa cumhurbaşkanının ardından, Türkiye cumhurbaşkanı dünya literatürüne geçmeye aday “terörizm bahçıvanı” kavramını ortaya attı. Orada da “dostu Macron”un dediklerini anlamak istemediğini açıkça gösterdi.

“Terörizm bahçıvanı” terimi ya da mesleği, ismi yeni, içeriği epey eski bir anlayışı yansıtıyor. Bir iktidarın kendi için tehdit olarak gördüğü her türlü fikre ağır suç yaftası yapıştırma geleneği tarihte bütün despotik rejimlerin ortak özelliği oldu. Bu nedenle yeni değil. Ayrıca Tayyip Erdoğan’ın da ilk defa ifade ettiği bir fikir değil bu. Bundan altı buçuk yıl önce, Gülen cemaatiyle cicim aylarını yaşamaya devam ederken, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde Ahmet Şık’ın basılmamış kitabı nedeniyle tutuklanmasının gerekçesi sorulduğunda verdiği yanıt, terörizm bahçıvanı kavramının olgunlaşma yolunda olduğunu gösteriyordu. “Bomba kullanmak suçtur, demişti Tayyip Erdoğan, bombanın yapılacağı maddeleri kullanmak da suçtur. Bomba yapmanın ihbarı gelmişse, güvenlik güçleri bunları toplamaz mı? Burada da daha önce gelmiş bilgiler gelmişse, yargı da bu kararı vermiştir ve güvenlik güçlerine gidin alın demiştir.” Ardından ilave etmişti: “Bu kitap internet sitelerine girmiştir ve burada ne olduğu görülmüştür.” Kitabın internet sitelerine nasıl girdiği başlı başına ayrı bir sorun. Ama 2011’de Ahmet Şık’ın ne olduğunu göstermeye çalıştığı şey, o zaman Erdoğan hükümeti için suç değildi ama bunu göstermeye çalışmak suçtu. Hazırlanan bombanın malzemesiydi Erdoğan hükümeti için. Bomba, işlenen son derece vahim bir suçun teşhir edilmesiydi. Hükümetle işbirliği içinde çalışan bir suç şebekesini Şık açığa çıkardığı için hükümet başkanı bomba ve kitap eşleşmesi yapmıştı.

Bugün gazeteci Ahmet Şık, içinde hükümetin dâhil olduğu başka bir vahim suça işaret etme suçundan gene hapiste… Ve AKP ve Türkiye Başkanı, aradan altı buçuk yıl geçtikten sonra, ifade ve düşünce özgürlüğü gündeme gelince, “Terörün ve teröristin bahçıvanları vardır. Bu bahçıvanlar düşünce adamı diye bakılanlardır. Onlar gazetelerinin köşelerinden orayı sularlar. Oranın bahçıvanı olarak onları yetiştirirler. Bir gün gelir bakarsınız bu insanlar karşınıza terörist olarak çıkarlar” diyerek, kitap-bomba eşdeğerliğini düşünce-terör eşdeğerliğiyle güçlendiriyor. Bunu yaparken, tam da Macron’un biraz önce işaret ettiği AB ilke ve değerleri ve en başta AİHS ile Türkiye’deki siyasal rejim arasındaki makasın giderek nasıl açıldığını sanki somut olarak kendisi göstermek istiyor.

Tayyip Erdoğan’ı Türkiye dönüşünde yandaş basın zafer çığlıkları içinde karşıladı. 1938’de Münih’te Hitler’le teslimiyet anlaşmasını imzaladıktan sonra ülkesine dönünce, büyük protestolar beklerken sevinç gösterileri ile karşılaşan Fransa Başbakanı Daladier, uçaktan inerken şöyle mırıldanmış: “ Ah, sersemler, bir bilseler!” Tayyip Erdoğan, Macron’un ne demek istediğini anlamak istemediğini söyledikten sonra alkışlanırken benzer bir düşünce aklından geçmiş olabilir mi?

Ahmet İnsel – Birikim

Istranca senfonisi – Göksal Çidem

Bu yazı 59haber.com/ dan alınmıştır

Istrancalar´da doğal ve sosyal yaşamı yok edecek projeler 2018 yılında da gelmeye devam ediyor. Son gelen projelerden biri de Merkeze bağlı Kapaklı-Dereköy-Armağan üçgeninde.

Kapaklı köyü madencilik faaliyetlerinin en yoğun olduğu köy. Madencilik faaliyetlerinin bir köyü nasıl yok ettiği en net burada görülüyor. Terk edilen evler. Sönen ocaklar. Bacası tütmeyen evler. Sönen ocakların yerini alan taş ocakları, Ocak sahalarından çıkan tozlar. Patlayan dinamitler. Kamyonlar, iş makineleri, kırma tesislerinin gürültüsü. 5 şirket 12 sahada faaliyet gösteriyor. Gelen dosyalar ile bu sayının ve kapasitenin artacağı, gün gibi ortada.

O kadar çok artacak ki,  12 sahada yıllık maden üretimi 2.124.000 ton.  Gelen projeler ile bu rakam yaklaşık 10.000.000 ton/yıl. BU KADARINA DAĞ DAYANMAZ.

Armağan köyü ise Istrancaların eko ve agro turizmine öncülük eden,  yerel tohumlardan elde edilen doğal ürünleri ile öne çıkan bir Istranca köyü. 2012 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Türkiye´nin  en temiz 3. Köyü seçildi. Sonrasında ise olanlar oldu. 2013 Yılında su kaynakları üzerine patlatmalı kalker, daha sonraki yıllarda ise  mermer, Kalker Ocağı ve Kırma- Eleme- Öğütme Tesisi Kapasite Artışı, Beton Santrali, Asfalt Plent Tesisi, Kalker Ocağı  gelmeye başladı.

Dereköy´e gelince Istrancaların Bulgaristan yolu üzerinde ki son köy. AB Projesi kapsamında  2 yıl süren “Biyosfer Rezerv Alan projesi”  sonuç raporlarına bakıldığında Dereköy Istranca ormanlarında ki 12 sıcak noktadan biri.  Korunması, hatta dokunulmaması  gereken bir alan.

Buralara o kadar çok dosya geldi ki, Altın, gümüş, mermer, RES, kalker v.b. Bir çoğuna yargı hayır dedi. Bir kısmı ise yargı aşamasında.

Armağan Barajını besleyen  derelerin bir çoğu buradan geçiyor. Adı üzerinde Dereköy. Her tarafı Istrancaların doğal kaynaklarından gelen dereler tertemiz sularını Armağan barajına taşıyor. Armağan Barajı   Namık Kemal Üniversitesi Çevre Mühendisliği Ana Bilim Dalı  Yüksek Lisans Tezi çalışmasında, Armağan Barajı ve kaynakları olan derelerden alınan numunelerin su kalitelerinin  yapılan değerlendirilmesinde,   AB Yüzey suları çerçeve direktifine göre “ÇOK İYİ STATÜLÜ İÇME SUYU” durumunda olduğu ve mutlaka korunması gerektiği vurgulanmıştır.

Bölgede ki tek temiz içme suyu kaynağı olan ve İsale hattının büyük bir kısmı tamamlanan    Armağan barajı gelecek yıl Kırklareli halkının içme suyu olacak. Derelerin çevresinde madencilik faaliyetine izin verilirse, sularımızın kirleneceği, patlamalar nedeniyle de yok olacağı bilimsel çalışmalar ile ortaya konmuştur. Temiz suyun alternatifi yoktur. İçme suyunun riske edilmesinde KAMU YARARI YOKTUR.

Unutulmamalıdır ki;  UNİCEF   açıklamasında  768 milyon kişinin temiz suya erişim sağlayamadığını kaydetti. UNİCEF, bunu “şaşkınlık veren bir rakam” olarak değerlendirirken, temiz suya erişim olmadığı için her yıl yüzbinlerce insan ölüyor. . Dünya Sağlık Örgütü, UNICEF ve BM´nin   yayınladığı rapora göre, kirli sudan dolayı dakikada 7 kişi hayatını kaybediyor.

Dereköy´ün  en büyük değeri ise,  Türkiye´de ki çocuklara doğa eğitimi verilen tek yer  Dereköy´de dir.  Yabancıların bile hayran kaldığı Doğa Koruma Milli Parklara ait doğa eğitim merkezi çoğunlukla  yaz aylarında 12-16  yaş gurubu çocukların sesleri, kuşların cıvıltısı, ıstırga deresinin şırıltısı ile tam bir “ıstranca senfonisi” oluşturuyorlar.

Doğa eğitim merkezinde,  eğitim salonları, konaklama üniteleri, dış mekan eğitim ve sportif aktivitelerin yapılabileceği, küçük çaplı bahçecilik aktivitelerinin de uygulanabildiği, doğada eğitim, doğayla temas etmek suretiyle, örneğin öğrenmek ve beceri geliştirmek için saha çalışmaları ve diğer açık hava etkinlikleri uzman gözetim ve denetiminde yapılıyor.

Bu merkezde ki eğitim ve etkinlikler, 2018 ve daha sonra yapılabilecek mi..?  Derseniz… Biraz zor görünüyor. Çünkü, son gelen mermer, Kalker Ocağı ve Kırma- Eleme- Öğütme Tesisi Kapasite Artışı, Beton Santrali, Asfalt Plent Tesisi, Kalker Ocağı  dosyalarına olumlu görüş ve izin verilirse, “Istranca senfonisinin “ yerini dinamit, kamyon ve iş makinelerinin sesleri alacak.

Dereköy´e 1,300 mt mesafede  doğa eğitim merkezine 750 mt  mesafede ayda 20 defa dinamitlerin patlayacağı bir yer için kurumların değil çocukların görüşü alınmalıdır.  Bir defa da DKMP yerine, Çocuklar karar versin.    Çünkü  tesis faaliyete geçerse, doğa eğitim merkezinin kapanması gerekecek. ÇED başvuru dosyasında ki hesaplamalara göre patlama esnasında 600 metre uzağa taş fırlayacak.

Bugün, çocukların canlarını, yarınlar için yaşam alanlarını korumak bizlerin Anayasal görevi ve ödevidir.

Kırklareli Kent Konseyi Çevre Meclisi olarak, bölgemizin doğal yaşam alanlarını her türlü   yıkım projelerine karşı korumaya devam edeceğiz.

Bu yazı 59haber.com/ dan alınmıştır

 

Göksal Çidem

Kırklareli Kent Konseyi Çevre Meclisi Başkanı

Bir Boğaziçiliden T.C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a mektup – Mehmet Alper Şahiner

Bu yazı alpersahiner.wordpress.com/ dan alınmıştır

Sayın Erdoğan,

Ben bir Boğaziçiliyim.  Böyle deriz biz aramızda konuşurken, üniversite sözcüğü yokluğunun bir anlam karışıklığına yola açmayacağından emin olduğumuz için belki de.

Bugün Pazar. New Jersey saatiyle sabah 6:00’da uyanıp telefonumdan ilk okuduğum cümle şuydu (sizin yorumunuz):

“Boğaziçi Üniversitesi bu milletin değerlerine yaslanamadığı için hedeflerine tam manasıyla ulaşamamıştır. Üniversitemizin temelinin yabancı bir eğitim kurumuna dayanıyor olması bu zemine oturulmasına asla mani değildir. Çok seslilik ile kendi ülkesine yabancılık arasındaki çizgiyi doğru bilmeden de bunu yaşatamayız.”

Çok dokundu bana bu yorumunuz, çünkü Boğaziçi Üniversitesine yapılmış büyük haksızlık olarak aldım.  Açıklamaya çalışayım.

1984 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümüne o zamanlardaki tanımlamasıyla öğrenci yerleştirme sınavı (ÖYS) Fen Puani sıralamasında Türkiye besincisi olarak kabul edildim.  Asil istediğim Fizik okumaktı ve ikinci sınıfta çift anadal programına kabul edilmemle Boğaziçi Üniversitesi bana Elektrik-Elektronik Mühendisliğine ek olarak Fizik Programından da lisans derecesi alma olanağını sağladı.  Artık asıl aşkım olan Fizik Bilimini doktora düzeyinde çalışabilecektim hem de yıllar boyunca çalıştığım her ortamda büyük yararını gördüğüm mühendislik derecesi ek avantajı ile.  ABD’deki seçkin Üniversitelere tam burslu olarak kabul edilmekte herhangi bir zorluk çekmedim çünkü iki diplomam da Boğaziçi Üniversitesi armasını taşıyordu.  Rutgers Üniversitesi Fizik Doktora programına başladığımda ilk akademik danışmanımın sözü hala kulaklarımdadır. “Boğaziçi Üniversitesinden gelen öğrenciler her zaman bizim bolumun kaymak tabakası oluyor.”

Doktora sonrası, ABD’de önce Ulusal Araştırma Laboratuvarlarında (Brookhaven National Laboratory), sonra endüstri araştırma merkezlerinde ve akademik alanda çalıştım.  2003’ten beri Seton Hall Üniversitesi Fizik Bölümündeyim. 2008’de Doçent 2013’te Profesör ünvanlarını aldım ve 2009 yilindan beri de Fizik Bölüm Başkanlığı görevini sürdürmekteyim.  Bu çalışmaların ve görevlerin her aşamasında Boğaziçi Üniversitesi mezunu olmamın gururunu yasadım ve değerli hocalarımın bana öğrettiklerini kullandım.  Çalıştığım her kurumda Boğaziçi Üniversitesinin uluslarası itibarını gördüm.

12 yıl kadar önce, daha Amerika Üniversiteleri bile on-line ders programlarına başlamadan değerli hocam Prof. Dr. Alpar Sevgen’in teşvikleri ile Boğaziçi Üniversitesi’nde “online” ders (Synchrotron Radiation Sources and its Applications) açtım ve hala bu dersi veriyorum, sadece ileride bu konuda araştırma yapacak taze beyinlere birazcık olsun ışık tutabilmek için.  Benim anladığım, Boğaziçili olmak bu demektir, yeni nesiller için yeni ufuklar açabilmek. 2016 yılında sabbatical çalışmam için yine memleketimi seçtim, kendimi vatanıma ve Boğaziçi Üniversitesi’nde bana verdiği yüksek düzeyli eğitime borçlu hissettiğim için. Birazcık olsun genç araştırmacılara katkım olsun diye.

Dediğiniz sözlerde çok büyük haksızlık görüyorum.  Boğaziçi Üniversitesi milletimizin dünyaya ispat ettiği en önemli değerlerden biridir hiç bir yere yaslanmasina gerek yoktur, çünkü zaten kendisi bu milletin içinden çıkmıştır ve dik olarak ayaktadır.  Kendi ülkesine yabancı olmadan yabancıları Türkiye’mizin değerlerine hayran bırakacak bir kuruluştur.  Bu gerçeğin dünyanın ve ülkemizin seçkin kurumlarında çalışan onbinlerce Boğaziçilinin ortak sesi olduğunu düşünüyorum.

Bu yazı alpersahiner.wordpress.com/ dan alınmıştır

 

 

Prof. Mehmet Alper Şahiner

Hollanda gezegenin en büyük rüzgar çiftliğini inşa ediyor

Hollanda, 59,5 km ²’lik bir yapay adaya dünyanın en büyük deniz aşırı rüzgar çiftliğini inşa etmeye hazırlanıyor. Rüzgar çiftliğinin Hollanda’nın yanı sıra İngiltere, Belçika ve Almanya gibi ülkelere de enerji tedarik etmesi düşünülüyor.

Balkan Talu’nun Gazete Duvar’da yer alan Yeşil Gündem köşesindeki haberine göre dünyanın en büyük deniz aşırı rüzgar çiftliği projesi olduğu belirtilen çiftliğin 2027 yılında bitmesi planlanıyor.

Hollandalı TenneT firması rüzgar çiftliğini İngiltere Yorkshire’ın 125 km açığında bulunan ve şirketin kendisine ait olan Dogger Bank adasında kuracak.

Rüzgar çiftliğinin avantajlarından biri de normalde deniz aşrı türbinlerde esas maliyeti elektriği şebekeye aktaran deniz altındaki kablolar teşkil eden bu çiftliğin adada kurulacak olması sayesinde şebekeye aktarma işini yerinde yani kara üzerinde yapabileceği için deniz altından iletimde kullanılacak kablolar çok daha hesaplı olabilecek.

 

(Gazete Duvar)

Doğu Çin Denizi’nde çevre alarmı: Petrol tankeri ile kargo gemisi çarpıştı!

Çin’de cumartesi akşamı İran’dan Güney Kore’ye gitmekte olan bir petrol tankeri ile bir kargo gemisinin çarpışması sonucu 32 kişi kayboldu. Doğu Çin Denizi’nde meydana gelen gemi kazası sonrası olayın çevresel bir felakete dönüşmesi konusunda endişeler artıyor.

136 bin ton İran petrolü taşıyan Panama bandıralı The Sanchi tankeri çarpışmanın etkisiyle yandı. ABD Deniz Kuvvetleri de kurtarma çalışmalarında Çin’e destek olması için bir askeri uçağını bölgeye gönderdi. Denize yayılan petrolün çevresel anlamda yarattığı tehlikenin boyutları henüz bilinmiyor.

Tankerin kondensat isimli ultra hafif petrol taşıdığı ve çevre için ham petrole göre çok daha büyük tehlike yaratabileceği belirtiliyor. BBC’ye konuşan enerji uzmanı John Driscoll, kondensat petrol için, “kokusuz ve renksiz olabileceği için, denizde tanımlanması, zapt edilmesi ve temizlenmesi çok daha zor” açıklamasını yaptı. Şangay’ın 165 deniz mili doğusunda çarpışan tankerde olay sırasında 136 bin ton İran petrolü bulunuyordu. Kurtarma çalışmalarına katılan Güney Kore, bölgeye bir sahil güvenlik gemisi ile helikopter gönderdi.

Gemideki petrolün değeri ise 60 milyon dolar (yaklaşık 222 milyon TL) olarak tahmin ediliyor. Çin Ulaştırma Bakanlığı’na göre 21 mürettebatının tamamı kurtulan Hong Kong bandıralı CF Crystal kargo gemisi ise ABD’den Çin’e tahıl taşıyordu.

Exxon Valdez faciasının 4 katı

24 Mart 1989’da Alaska yakınlarında sahile oturan petrol yüklü Exxon Valdez tankerinin taşıdığı  36 bin ton ham petrol 1.700 km boyunca sahile yayıldı, yaklaşık 400 bin kuş öldü. En büyük çevre facialarından biri olarak kabul edilen olayda binlerce gönüllü, üzerine petrol bulaşmış kuşları sıcak sularla yıkayarak kurtarmaya çalışmıştı. Ama çabalar büyük oranda sonuçsuz kaldı.

 

(BBC Türkçe, Hürriyet)

12 yaşındaki Efe’den buz pateninde dünya rekoru

Ankara’da düzenlenen Türkiye Artistik Buz Pateni Şampiyonası’nda minik erkekler kategorisinde İzmir Büyükşehir Belediyespor adına yarışan 12 yaşındaki Efe Çetiz dünya rekoru kırarak altın madalyanın sahibi oldu.

BELPA Buz Pateni Sarayı’nda iki gün süren organizasyona minikler, yıldızlar, gençler ve büyükler kategorilerinde 11 kulüpten 70 sporcu katıldı.

Çetiz, yarışmada 12 yaş ve altı kategorisinin teknik kısmında 23,03 puanla zirveye çıktı. Çetiz bu derecesiyle Çek bir sporcuya ait rekoru geride bırakmış oldu. Efe Çetiz’in rekor puanı Uluslararası Buz Pateni Birliği’nce de tescil edildi.

Çetiz’in kariyeri boyunca topladığı 29 madalyadan 25’i altın. Efe Çetiz kısa süre önce İtalya’da düzenlenen “Coppa Europa” turnuvasının minik erkekler kategorisinde birinciliği elde etmişti.

26 yıldır düzenlenen yarışma sonrasında “Altın Kitap”a giren ilk ve tek Türk patenci ünvanının sahibi olan ve antrenörleri tarafından ‘altın çocuk’ lakabı takılan sporcu bu başarısını Olimpiyatlar’da da sürdürmek istiyor.

 

(Euronews)

#HayvanlarınSesiOl kampanyasıyla Meclis’e çağrı

Hürriyet çalışanları hukukun gözünde hayvanların mal olarak değil de can olarak kabul edilmesine yönelik dikkat çekebilmek ve sosyal medyanın gücünü kanıtlayabilmek için farkındalık kampanyası başlattı.

#hayvanlarınSesiOl olarak düzenlenen hashtag ile hayvanları koruma yasasının kabahatler kanunundan çıkarak TCK kapsamına girmesi hedefleniyor. Kampanyanın gitgide büyümesi hedefleniyor.

(Yeşil Gazete)