Ana Sayfa Blog Sayfa 2893

“Kadına Şiddete Kırmızı Kart” temalı gecede Berrak Tüzünataç’tan editörlere “taciz” ayarı

Medyadaki cinsiyetçi bakış açısı bu kez NTV’nin de dahil olduğu Doğuş Grubu tarafından yayınlanan GQ dergisinin “Men of the Year 2017” gecesinde patlak verdi.

ntv.com.tr’nin “yaşam” kategorisindeki haberlerini paylaşan “@ntv_yasam” adlı Twitter hesabından atılan “Berrak Tüzünataç’ın davetkar stili (GQ Türkiye Men of the Year 2017)” tweet’ine sosyal medyadan ve Berrak Tüzünataç’tan tepki geldi.

Tepkilerin ardından NTV Yaşam tweet’i silerken Tüzünataç da, “Basınımızda böyle bir üslup oldukça, başka bir tacizciye ihtiyacımız yok. Üslupla ilgili uyaran her cevap için teşekkürler, iyi ki varsınız” sözleriyle yaşanan duruma yanıt verdi.

“Kadına Şiddete Kırmızı Kart” temalı gecede Berrak Tüzünataç yılın aktörü seçilen Fi dizisindeki rol arkadaşı Ozan Güven’e ödülünü vermeye hazırlanıyordu.

17 Şubat’ta atılan tweet gelen tepkiler üzerine silindi.

NTV Tüzünataç’tan gecikmeli bir özür diledi.

NTV’den haberin düzenlenmiş hâli de paylaşılarak, “Bugün Vogue Türkiye ve NTV Yaşam sosyal medya hesaplarından yayınlanan Berrak Tüzünataç’ın stili ile ilgili moda amaçlı haberimizin başlığında ifade yanlışlığı olmuştur. Bu yanlış anlaşılmadan ötürü kendisinden özür dileriz” ifadeleri paylaşıldı.

Tüzünataç özür metnine, “Bu özrün benim şahsım için önemi dışında, bu tür durumların tamamı için 1 örnek olmasını diliyorum. Basının kelimelerini seçerken, toplum üzerindeki etkisinin sorumluluğunu unutmamasına vesile olmasını umuyorum. Özrün ayıp değil bir erdem olduğunu hatırlatması dileğiyle, size teşekkürler” sözleriyle cevap verdi.

 

(Yeşil Gazete)

Cinsel istismar skandalına yeni bir uluslararası yardım kuruluşu daha karıştı!

İngiliz Oxfam’dan sonra adı ‘yardım karşılığı seks’ skandalına karışan ikinci yardım kuruluşu ABD’li World Vision oldu.

ABD merkezli World Vision adlı hayır kuruluşunun bazı çalışanlarının, Haiti’de 2010 yılındaki depremin ardından bir skandala karıştıkları, para ve yiyecek sağlama karşılığında yardıma gittikleri depremzedelerle cinsel ilişkiye girdikleri tespit edildi.

World Vision yardım kuruluşunun 2017 elçisi İngiliz Prens Harry’nin nişanlısı, ABD’li oyuncu Meghan Markle

Cinsel istismar skandalı doğrulandı

Kuruluşun ABD’deki merkezi de skandalı doğruladı.

Bu skandal ortaya çıkana kadar saygın bir yardım kuruluşu olarak bilinen derneğin geçen yılki elçisi, İngiliz Prens Harry’nin nişanlısı, oyuncu Meghan Markle idi.

ABD’li yıldız Markle, yardım kuruluşunun faaliyetleri kapsamında Afrika ülkesi Ruanda’ya gitmiş, çocuklarla bir araya gelmiş ve Afrika’da yoksulluğun azaltılmasına yönelik çalışmalarda yer almıştı.

Geçtiğimiz günlerde de İngiliz yardım kuruluşu Oxfam’ın çalışanlarının, Haiti’deki yardıma muhtaç insanların çaresizliğinden faydalanarak onlarla seks partileri düzenlediği ortaya çıkmıştı. 

Uluslararası yardım kuruluşlarında cinsel istismar skandalı büyüyor

 

(Artı Gerçek, Hürriyet)

Bakanlık’tan 10 maddelik yüzer termik santral soru önergesine ” dört satırlık cümle” ile yanıt

Yeşil Gazete olarak geçen yıl gündeme, “Marmaray için Yenikapı’ya getirilen yüzer termik santrala çevre örgütlerinden tepki: “İstanbul’da hava kirliliği artar” haberi ile getirdiğimiz “yüzer termik santral” “Doğan” Bey Gemisi ile ilgili CHP İstanbul Milletvekili Dr. Ali Şeker’in 10 maddelik soru önergesine 10 ay sonra Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı sadece dört satırlık paragrafla yanıt verdi.

Karadeniz Holding’e ait olan ve powership olarak da bilinen “yüzer termik santral” Doğan Bey gemisi, geçen yıl mayıs aylarında Marmaray’a elektrik sağlamak için Marmara’ya getirilmişti. Daha önce Irak gibi savaş bölgelerinde ve enerji altyapısı çöken ülkelere elektrik sağlamak amacıyla gönderilen gemi, edinilen bilgilere göre Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından kiralandığı öğrenilmişti.

Gemiyle ilgili konuşan çevre örgütlerinin temsilcileri ve uzmanlar, bu gemiyle birlikte İstanbul’da termik santrallerden kaynaklanan hava kirliliğinin artacağına dikkat çekmişti. Halk sağlığı uzmanı Ahmet Soysal, deprem ve doğal afet durumlarında kullanılan bu gemiye ihtiyaç duyulmasının yanlış enerji politikalarıyla ilgisi olduğunu savunmuştu.

Gazetemizin gündeme getirdiği konuya ilişkin olarak geminin ne kadar süre kullanılacağı, hangi tür yakıt kullandığı ve çevreye nasıl etkilerinin olacağı gibi sorular yanıtsız bırakılmıştı.

Gemiyle ilgili olarak CHP İstanbul Milletvekili Dr. Ali Şeker geçen yıl 8 Mayıs’ta Başbakan Binali Yıldırım’ın cevaplaması istemiyle şu soruları yöneltmişti:

-Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Enerji Piyasası Denetleme Kurulu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hangi yasal tasarruflarda bulunulmuştur?

-Yüzer termik santralın İstanbul’un merkezinde çalışması, hava kirliliği seviyesi Dünya Sağlık Örgütü standartlarının üzerinde olan İstanbul kentinin hava kalitesini nasıl etkileyecektir?

-Enerji üretmek için Yenikapı’ya yanaşan ve isminin Doğan Bey olduğu söylenen geminin kurulu gücü ne kadardır? Bu geminin enerji üretmek için kullanacağı yakıt nedir? 24 saat içerisinde kaç kilowatt saat enerji üretecektir? Aynı süre içerisinde enerji üretmek için harcayacağı yakıtın miktarı ne kadardır?

– Söz konusu yüzer termik santralin enerji üretmesi sırasında ortaya çıkacak olan insan ve çevre sağlığına olumsuz etkileri olduğu bilinen karbon dioksit, kükürt dioksit, karbon monoksit, azot oksitler, partikül maddeler, uçucu organik maddeler, ağır metaller ve diğer kirletici zehirli maddelerin doğaya salınmaması için herhangi bir tutucu/temizleyici mekanizma mevcut mudur?

– Geminin bacalarından her gün için üretilen enerji karşılığında ne kadar (kaç birim) zehirli madde havaya salınacaktır?

-Marmaray sisteminin şehir elektriği kullanması nedeniyle bölgede elektrik kesintileri olduğu bilgisi doğru mudur? Marmaray sisteminin kurulması sırasında gerekli olacak elektrik ihtiyacının hesaplanması konusunda mühendislik hatası mı yapılmıştır?

-Doğan Bey isimli yüzer termik santral gemisi hangi şirkete aittir? Bu şirketin ortakları kimlerdir? Doğan Bey adlı geminin seçiminde ihale süreci nasıl işletilmiştir?

– Üretilen elektrik enerjisinin üretim maliyeti ne olacaktır? Geminin Marmaray’a sağlayacağı elektriğin satış fiyatı ne olacaktır? Fazla enerji üretilir ve şehir şebekesine verilirse bu elektriğin son kullanıcı olan İstanbul halkına satış fiyatı ne olacaktır?

Şeker’in 10 maddelik soru önergesini 10 ay sonra yanıtlayan Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, hiçbir soruya yanıt vermedi ve soru önergesini bir paragraflık cümle ile geçiştirdi. Bakanlık bir paragraflık yanıtında şu ifadelere yer verdi:

“Elektrik Üretim ve Anonim Şirketi, Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi, acil durumlarda bölgesel/ulusal arz güvenliğinin sürdürülmesi için mobil santral projeleri üzerinde çalışmalar yürütmektedir. Bu tesisler çevre mevzuatı dahil ilgili mevzuatlarda düzenlenen izin ve tedbirlere uygun olacak şekilde işletilecektir.”

 

Haber: Rıfat Doğan

(Yeşil Gazete)

Orada bir orman ve o ormanda görünmeyen bir işgücü var – Pınar Bilir

‘’Tahtacılar’’, Kuzey Ege’den Akdeniz’e kadar uzanan geniş coğrafyada yaşayan, daha çok ormancılık ve orman ürünleriyle geçimlerini sağlayan, önceleri göçebe iken hızla yerleşik düzene geçmiş Türkmen alevi topluluğudur.

Yerleşik düzene geçmeleriyle birlikte kurdukları köylerde aynı geleneklerine sahip çıkmış ve geçmiş tarihlerine nazaran artık daha çok tarımla geçinmeye başlamış  ve yavaş yavaşta köylerini terk ederek şehir merkezlerine yerleşmişlerdir.

Peki ekecek toprağı olmayan bakacak hayvanı olmayan ve şehir merkezlerinde iş bulamayan ‘’tahtacılar’’ ne yapmaktalar?

Günlük hayatımızın çok uzağında olan, haftasonu gezilerimizi ‘’AVM’’lere değil ‘’Ormanlara’’ yaptığımızda da denk gelme ihtimalimizin düşük olduğu bir işçi sınıfı vardır. Görünmeyen ‘’orman işçileri’’ ya da gelenekleri bakımından orman ürünleriyle geçinen ‘’tahtacılar’’.

Bir ormanda kesim yapılacaktır, gençleştirme seyreltme faaliyeti de olabilir ya da bir madende çalışma kolaylığı sağlamak için yok edilen orman örtüsü içinde de olabilir. Çevreci bir aktivist olarak ‘’madencilik faaliyeti’’ için yapılacak kesime karşı çıkmak ağaçları korumaya çalışmak bununla birlikte yaşamınıza sahip çıkmak isteyebilirsiniz. Bu anayasanın 56. Maddesinin ‘’sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına’’ sonuna kadar sahip olmanızdan kaynaklı da olabilir.

Bütün her şeyi bir kenara bırakıp bir de orada bir orman olduğunu, ormanda da hiç kimsenin, yasa koyucunun dahi tanımlamadığı bir işgücünün var olduğunun ne kadar farkındasınız? Bu iş gücünün, içerisinde soba yanan naylon çadırlarda kaldığının, ağaç kesim işi için hiçbir sosyal güvencelerinin olmadığının, sadece ster (1 m3 boşluk içerisine istif edilmiş odun miktarı) başına aldıkları 25-35 TL ücretin var olduğunun ve bunun içerisinde de yemek ve mazot ücretinin de olduğunun farkında mısınız?

Ormancılık çalışmalarının her türlü doğa koşullarına açık bir işkolu olduğunun, iş yükü ağır ve yüksek kaza riskine sahip tehlikeli iş sınıfında yer aldığını biliyor musunuz? Birim ücret üzerinden para kazanabilen işçinin çok iş çıkarıp daha fazla kazanç sağlayabilmesi için dinlenmeden, tüm şartları zorlayarak çalışacağını ve bunun da yorgunluktan kaynaklı dikkat dağınıklığına sebep olacağını ve kaza riskini artırdığını biliyor musunuz?

Tehlikeli iş kolu olarak tanımlanan orman işçiliğinin 50 kişinin altında ise hiçbir insani değer taşımadığını hiç fark ettiniz mi?

‘’4857 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca, 50’den az işçi çalıştırılan (50 dahil) tarım ve orman işlerinin yapıldığı işyerlerinde veya işletmelerinde İş Kanunu hükümleri uygulanmaz. İşçi tarım ve orman işlerinin yapıldığı bir işyerinde çalışıyor ise, bu işçi ile işveren ararındaki uyuşmazlığın iş mahkemesi yerine görevli hukuk mahkemesine çözümlenmesi gerekir.(http://ismahkemesi.com/2015/02/tarim-islerinde-calisanlarin-is-kanunu-kapsaminda-olup-olmadiklari-nasil-belirlenir/)’’ denmektedir.

Ülkemiz ölümlü iş kazalarında Dünya’da 3., Avrupa’da ise 1. sırada yer almakta. Peki İş Kanunu’nda hiç yeri olmayan orman köylüsünün yaşayabileceği ölümlü iş kazaları hangi sıralamada yer alacak? Bunlar alelade bir ölüm olarak mı düşünülecek? Kişinin kusurlu davranışından kaynaklı mı olacak? İşveren kim olacak? Bu kişiler çalışırken yaralanır veya ölür ise bundan kim sorumlu olacak? Öldüklerinde insan yerine konulacaklar mı, onların kaybını kimin ruhu duyacak?

Orada bir orman ve o ormanda görünmeyen bir iş gücü var!

 

Pınar Bilir

Türkiye, Japonya’dan gıda ithalatında radyasyon kontrolü uygulamasını kaldırdı

Ekonomi Bakanlığ, Japonya’da 2011’de Fukuşima Nükleer Santrali’nde ortaya çıkan sızıntı nedeniyle bu ülkeden gıda ürünlerinin ithalatında uygulanan radyasyon denetimlerinin herhangi bir olumsuzluğa rastlanmadığından kaldırıldığını bildirdi.

Buna göre, Japonya’dan ithal edilen gıda ve tarım ürünlerine yönelik radyasyon kontrolü yapılmayacak.

Daha önce, Japonya menşeli veya çıkışlı gıda ve tarım ürünlerinin ithalatında, uygunluk belgesi hazırlanırken ürünlerin radyasyon içermediğine dair Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) uygunluk yazısı aranıyordu.

Açıklamada, “Bu çerçevede yılda ortalama 80-100 kontrol gerçekleştirildiği ve bugüne kadar yapılan radyasyon denetimlerinde de sınır değeri aşan ve olumsuz sonuçlanan herhangi bir ürüne rastlanmadığı TAEK tarafından bakanlığımıza bildirilmiştir. Bu itibarla bahse konu radyasyon denetimlerinin kaldırılması uygun görülmüştür.” ifadesine yer verilirken, Japonya’dan İthal Edilecek Gıda ve Tarım Ürünlerinin Radyasyon Kontrolü Tebliğinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Tebliğin Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği anımsatıldı.

Japonya’da 11 Mart 2011’de meydana gelen 9 büyüklüğündeki deprem ve sonrasında oluşan tsunami, Fukuşima Nükleer Santrali’nde radyoaktif sızıntıya neden olmuştu.

 

(Hürriyet)

HAYTAP’tan üniversiteye suç duyurusu: Kampüsteki kedileri dağlık araziye bıraktılar!

İzmir Balçova’daki Ekonomi Üniversitesi yönetimi kampüs alanında yaşayan kedilerin, üniversiteye ait dağlık araziye sürgüne gönderilmesi tepki topladı. Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) konuyla ilgili suç duyurusunda bulundu.

Gazete Dokuz Eylül’den Özge Günerken’in haberine göre Hayvan Hakları Federasyonu, Balçova’da İzmir Ekonomi Üniversitesi kampüsünde yaşayan kedilerin Şubat tatili fırsat bilinerek toplandığı iddiaları üzerine harekete geçerek yetkililere ulaştı.

HAYTAP İzmir Temsilcisi Esin Önder

HAYTAP İzmir Temsilcisi Esin Önder, yetkililerin ilk olarak kendilerine kedilerin kısırlaştırılmak üzere gönderildiği bilgisi verdiklerini, daha sonra kedilerin okul içine ve yönetim katlarına çıkmasının sorun yarattığını söylediklerini aktardı. Ancak ardından hayvanların üniversiteye ait Güzelbahçe’deki dağlık araziye atıldıklarını üzülerek öğrendiklerini söyledi.

Doğduklarından beri okulda barınan, öğrenciler ve öğretmenler tarafından bakılıp beslenen kedilerin, 5199 sayılı yasaya aykırı şekilde yaşam alanlarından kopartılarak, beslenme olanaklarının bulunmadığı, üstelik yaban hayvanlarının bulunduğu kediler için tehlikeli bölgeye bırakılması büyük tepki topladı. HAYTAP İzmir temsilcisi Esin Önder, okul yöneticileri ile yaptıkları görüşmelerden netice alamadıklarını, İzmir Valiliği ve Orman Su Müdürlüğü’ne suç duyurusunda bulunduklarını aktardı.

2011’de de aynısı yaşandı

Ekonomi Üniversitesi‘nde 2011’de de benzer bir olayın yaşandığını, o dönemde de 5199 sayılı kanun hakkında bilgilendirme yaptıklarını hatırlatan Önder, “O tarihten sonra okulda ‘hayvan hakları’ konusunda kulüp de açılmıştı. Şubat ayında İzmir Ticaret Odası Başkanı ve Ekonomi Üniversitesi’nin Mütevelli Başkanı Ekrem Demirtaş, sahipsiz sokak hayvanlarının korunmasına dikkat çekmek amacıyla bir etkinlik düzenleyerek, bu konuda çalışma yapan isimlere plaket vermişti” dedi.

 

(Gazete Dokuz Eylül)

Oxfam, Haiti’deki skandal zanlılarının tanıkları tehdit ettiğini açıkladı

Yardım kuruluşu Oxfam, Haiti’de 2010’da meydana gelen depremden kurtulanlarla para karşılığı cinsel ilişkiye girme suçlamalarının merkezindeki üç çalışanının 2011’de yapılan soruşturmadaki tanıkları tehdit ettiğini açıkladı. Kuruluş, kamuoyundan gelen baskının ardından, iddialarla ilgili hazırladığı kurum içi raporunu yayımladı.

Oxfam 2011’de hazırlanan raporda “problemli personelin” diğer yardım kuruluşlarında çalışmasının önlenmesi adına “daha çok şey yapılması gerektiğini” belirtiyor. Uyarıya karşın, soruşturmada adı geçen bazı erkekler, diğer yardım kuruluşlarında çeşitli görevlere getirildi.

90’dan fazla ülkede 10 bine yakın çalışanı olan Oxfam, verilen kararlarla ilgili “mümkün olduğunca şeffaf” olmak istediğini söyleyerek, raporun sansürlenmiş bir versiyonunu yayımladı. 11 sayfalık raporun bazı kısımları, görgü tanıklarını tehdit etmekle suçlanan üç kişi de dahil, adı geçenlerin kimliklerini saklamak için karartıldı.

Oxfam orijinal, karartılmamış raporun bir kopyasının Haiti hükümetine verileceğini ve “hatalardan” ötürü özür dileyeceğini açıkladı.

Oxfam, çalışanlarının Haiti’de seks işçileriyle yattıkları iddiasıyla ilgili soruşturmayı ele alma biçimi nedeniyle, artan bir uluslararası baskı altında.

Raporda, Haiti’deki davranışları nedeniyle yedi kurum çalışanının Oxfam’dan ayrıldıkları görülüyor.

Oxfam’a ait yerlerde seks işçileriyle yatmaları nedeniyle bir çalışanın görevden alındığı, üçünün de istifa ettiği belirtiliyor. Raporda, küçük yaştaki seks işçilerinin kullanılmış olma ihtimali de dışlanmıyor.

İki çalışanın da zorbalık ve yıldırma nedeniyle, bunlardan birinin aynı zamanda porno indirmesi nedeniyle görevden alındığı, bir kişinin de personeli korumakta başarısız olduğu için atıldığı kaydediliyor.

 

(BBC Türkçe)

Abdi İpekçi Spor Salonu’nun yıkımında da asbest kontrolü yapılmamış

İstanbul Zeytinburnu’ndaki Abdi İpekçi Spor Salonu’nun yıkım sürecinde, Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı’nın (IARC) dünyada kanser yapıcı maddeler listesinde “kesin kanserojen” olarak tanımladığı “asbest” kontrolü yapılmadığı ortaya çıktı.

Cumhuriyet Gazetesi’nden Hazal Ocak’ın haberine göre 12 bin 500 kişilik kapasitesiyle Türkiye’nin en büyük üçüncü spor salonu olan İstanbul Zeytinburnu’ndaki Abdi İpekçi Spor Salonu’nda yıkım çalışmaları geçen haftalarda başladı. Asbest Söküm Uzmanları Derneği Başkanı Cafer Fidan, Zeytinburnu Belediyesi’ne başvuruda bulunarak spor salonunun yıkımı öncesinde tehlikeli atık envanteri, yani asbest kontrolü yapılıp yapılmadığını sordu.

Belediyeden Fidan’a gelen yanıtta “Belediyemize iletmiş olduğunuz istek ile ilgili olarak belediyemiz müdürlükleri tarafından herhangi bir çalışma yapılmamıştır” denildi. Fidan kendisine belediyeden verilen yanıtın haftalar sonra geldiğine dikkat çekerek “Cevapla hiçbir analizin yapılmadığı anlaşıldı. Devlet kurumlarının bu kadar duyarsız ve kanun koyucu olarak çıkardığı yönetmeliklere göre hareket etmemesi, tehlikeli atık bilincinin devlet nezdinde bile kabul görmediğini gözler önüne seriyor. Yönetmelik sahibi yetkili kurumların bu konuda kesin ve katı tutumunu her alanda göstermesi ve çıkardığı yönetmeliklerin arkasında durmaları gerektiği kaçınılmaz bir gerçektir” dedi

39 ilçeden sadece 7’sinde asbest denetimi var

Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC), dünyada kanser yapıcı maddeler listesinde “asbest”i “kesin kanserojen” olarak tanımlıyor. Avrupa Birliği 2005 yılından itibaren Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde asbest üretimi ve kullanımını yasakladı.

Türkiye’de ise 2010 yılında asbest üretimi ve kullanımı tamamen yasaklandı ancak hâlâ büyük risk altında. Bu tarihe kadar inşa edilen sayısız ev, devlet dairesi, okul, hastane, askeri üs ve pek çok endüstriyel ürün vasıtasıyla tonlarca asbest halen hayatımızın her alanında yer alıyor. İstanbul’daki 39 ilçeden sadece 7’si Şişli, Beşiktaş, Ataşehir, Bağcılar, Kadıköy, Maltepe, Tuzla belediyeleri asbest denetimi yapıyor.

 

(Cumhuriyet)

 

İnternet ve RTÜK – Fikret İlkiz

Bu yazı bianet.org/ dan alınmıştır

Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanmış olan Kanun Tasarısı, Bakanlar Kurulunca benimsendi ve Başbakan imzasıyla 2 Şubat 2018 tarihinde TBMM Başkanlığına sunuldu.

Adı; “Vergi Kanunları ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı”… Yani, “torba yasa” tasarısı olarak Meclis’te…

Torba Tasarının 73. Maddesinin gerekçesi, kendisi kadar ilginç.

Görsel: Max Pixel

Radyo ve televizyonların yayınlarının internete yöneldiğinden bahsediyor. Gerekçede tespit şu: “Karasal, uydu ve kablo ortamından lisanslı olarak yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar yayınlarını aynı zamanda internet üzerinden de sunmaya başlamışlardır. Bunun yanında, Radyo ve Televizyon Üst Kuruluşundan lisansı bulunmayan pek çok kuruluş da kayıtsız olarak internet üzerinden radyo ve televizyon içeriklerini yayınlamaya başlamıştır”.

Bu yayınları iletenler Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunca yetkilendirilmemişler ve RTÜK tarafından da “yayın iletim yetkisi” ile yetkilendirilmemişlerdir. Yani, Üst Kurul tarafından verilen “lisansları” yoktur. “Dolayısıyla, söz konusu kuruluşlar, yayın içerik denetiminden kaçındıkları gibi, gerek yurtiçinden çoğunlukla da yurtdışından söz konusu yayınlar nedeniyle elde ettikleri gelirler nedeniyle vergi ve benzeri mali yükümlülüklerden de kaçınmaktadırlar. Belirtilen gerekçelerle, sabit ve mobil internet alt yapıları üzerinden sunulan radyo ve televizyon içeriklerinin de denetlenmesine ihtiyaç bulunmaktadır”.

Vergi kaçağı önlemenin çaresi “denetim” oluyor ve internetteki bu yayınların “içerik denetimi” Üst Kurul’a veriliyor. Böylece Üst Kurul kayıtlarında “yayıncı olarak gözüken” kuruluşların eş zamanlı olup olmadığına bakılmaksızın ve “herhangi bir ilave külfete girmeksizin” yayınlarını isterlerse kendilerine ait internet sitelerinden sunabilecekler. Tasarıya bu nedenle madde eklenmiş.

Hatta; radyo ve televizyon yayınlarını “sadece internet üzerinden sunmak isteyen kuruluşlar” Üst kuruldan “lisans” alacak… Böylece internet ortamındaki radyo ve televizyon yayınlarının içerik denetiminin bir “kurul” tarafından yapılması -ki bu kurul RTÜK- kanun gereği olacak. Bunun dışında internet üzerinden radyo televizyon yayını yapan ama RTÜK tarafından “yetkilendirilmeyen kuruluşların yayınları” Üst Kurulun bildirimi üzerine sulh ceza hâkimi kararı ile engellenebilecek…Bu karara itiraz hakkı var.

Eğer Tasarı kanunlaşırsa– ki torba yasadır ve kanunlaşacaktır- gelecekte Üst Kurul talepte bulunacak, Sulh Ceza Hâkimi internet yayınını engelleyecek, bu karara itiraz edilecek ve itiraz reddedilecek.

Artık Üst Kurul internet ortamında yapılan radyo ve televizyon yayınlarını izleyecek. Eğer yayıncı “lisanssız” ise veya “içerik” kanuna aykırı bulunursa “internet yayını” engellenecek.

Bu iş için 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un 29. Maddesinden sonra gelmek üzere “Yayın hizmetlerinin internet ortamında sunumu” başlığı ile 29/A maddesi kanuna ekleniyor.

Üst Kurul içerik ve yetki bakımından tespitte bulunursa; engelleme veya “erişimin engellenmesine” karar verilmesini sulh ceza hakiminden isteyebilecektir. RTÜK talebini en geç 24 saat içinde duruşma yapmadan Sulh Ceza Hâkimi karara bağlayacak. Eğer erişim engelleme veya içeriğin çıkarılması hakkında karar verilirse; bu karar “gereği yapılmak üzere” Erişim Sağlayıcılar Birliğine gönderilecektir. Sonra isterseniz “itirazda” bulunabilirsiniz ama nafile bir çabadır. Nasıl olsa; talep RTÜK’ten geldiği için ve karar Sulh Ceza Hâkimi tarafından verildiğinden itirazı inceleyen Sulh Ceza Hâkimi talebi reddedecektir.

Yurtdışından yapılan yayınlar ve yayıncılar için düzenlemede bir fark yoktur. Bu kuruluşların internet ortamında yayınlarına devam edebilmeleri için yayın lisansı ve platform işletmecileri de yayın iletim yetkisi almak zorunda olacaklar.

Yönetmelik çıkarılacak…Kanun yürürlüğe girdikten sonra müştereken RTÜK ile BTK altı ay içinde çıkaracakları yönetmelikle düzenleme yapacaklar.

Bu internet yayınlarına müdahale bakımından atılan önemli bir adımdır.

İfade ve basın özgürlüğünün ulaşabildiği en özgür ortam olarak adlandırabileceğimiz internette radyo ve televizyon yayınları RTÜK “denetimine” tabi olacak, “içerik” çıkarılması veya erişim engellenmesinde Üst Kurul “etkili” olacaktır.

İki kanun çatışacaktır.

Birinin adı 5651 sayılı 04.05.2007 kabul tarihli “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” ve diğerinin adı ise 6112 sayılı 15.02.2011 kabul tarihli “Radyo Ve Televizyonların Kuruluş Ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun”

İnternet ile ilgili olan 5651 sayılı özel kanunun amacı adında yazılı zaten… Bu Ka­nu­nun amaç ve kap­samı; içe­rik sağ­la­yı­cı, yer sağ­la­yı­cı, eri­şim sağ­la­yı­cı ve top­lu kul­la­nım            sağ­layıcıla­rın yü­küm­lü­lük ve so­rum­lu­luk­la­rı ile in­ter­net or­ta­mın­da iş­le­nen be­lir­li suç­lar­la       içe­rik, yer ve eri­şim sağ­la­yı­cı­la­rı üze­rin­den mü­ca­de­le­ye iliş­kin esas ve usulleri dü­zen­le­mek­tir (Madde 1).

Özel Radyo ve televizyonlarla ilgili olan 6112 sayılı Kanunun 1. Maddesine göre amacı ise; radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetlerinin düzenlenmesi ve denetlenmesi, ifade ve haber alma özgürlüğünün sağlanması, medya hizmet sağlayıcılarının idarî, malî ve teknik yapıları ve yükümlülükleri ile Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun kuruluşu, teşkilâtı, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin usul ve esasları belirlemektir.

Her iki kanun da “yayın” bakımından amaç maddelerine göre farklılıklar göstermektedir. Daha net ifade ile; birbirlerinin amaçlarına karışan ve amaçlarını karıştıran böyle bir kanun değişikliği ile yapılacak düzenleme birçok soruna yol açacaktır.

Örneğin Basın Kanunu yazılı basın hakkındaki bir düzenlemedir ve 3. Maddesi “basın özgürlüğünü” düzenler. Bu özgürlüğün sınırlandırılmasındaki ölçütler süreli ve süresiz yayınları ilgilendirir. Ama Basın Kanunun 3. Maddesi ikinci fıkrasında yazılı “sınırlandırmalar” radyo ve televizyon yayınları ve hatta internet ortamındaki yayınlar için bile uygulanmak üzere yargı kararlarında yer almaktadır.

Demek oluyor ki; bu torba kanun tasarısının bu maddesi kanunlaşırsa RTÜK sadece internet ortamında yapılan “radyo ve televizyon” yayınlarına değil, internet yayınlarının tümüne karışacak demektir. Bu bir kehanet değil, deneyimdir.

Bir kez adına “internet ortamında yapılan radyo ve televizyon yayınları” diyerek kapıyı aralarsanız “internete sansür zihniyeti” bu kapıyı ardına kadar açmak isteyecektir.

RTÜK’ün; idarî ve malî özerkliğe sahip, tarafsız bir kamu tüzel kişiliğiniteliğinde olduğu kanunda yazılır. Ayrıca görev ve yetkilerini kendi sorumluluğu altında bağımsız olarak yerine getirdiği ve kullandığı da…Fakat sadece kanunda böyle yazılıdır. Yorum ve uygulamaları kanunda yazılı olanın aksinedir.

O yüzden RTÜK internet ortamındaki yayınları denetlemekte ve “erişim engelleme” taleplerinde ve alacağı kararlarla çok üstün ve yararlı hizmetler verecektir, kuşkunuz olmasın.

Bu yazı bianet.org/ dan alınmıştır

 

Fikret İlkiz

Çocuk susmasın sen hiç susma! – Leyla Alp

Bu yazı t24.com.tr sitesinden alındı

Bazı meseleler vardır ki tartışmaya açık değildir, olmamalıdır. Bunlardan biri ve en önemlisi tecavüzdür. Çocuk ya da yetişkine tecavüzün herhangi bir açıklaması herhangi hafifletici sebebi, ama’sı, fakat’ı olmaz, olamaz. Açık ve aleni olarak hiç kimse tecavüzü, tacizi savunmaz, savunamaz. Bir çocuğun istismar edilmesini makul, mazur gören bir insana ya da kuruma kimse makul bakmaz, bakamaz. Hiç kimse tecavüzün bir suç olmadığını söylemez, söyleyemez. Buraya kadar hepimiz hemfikiriz. Peki bu kadar pedofili, bu kadar tecavüzcü nereden nasıl çıkıyor?

Özgecan Aslan cinayetinden sonra yapılan onca yorumu, eylemleri, beyanatları hatırlayın. Özgecan’dan sonra yüzlerce kadın benzer saldırılara maruz kaldı ve hayatını kaybetti. Adana’da bir çocuğun istismar edildiğinin ortaya çıkmasından bu yana yine yüzlerce yorum yapıldı, yapılıyor. #çocuksusarsasensusma hashtagi ile binlerce yorum yapıldı. Çocuklarınıza susmamayı öğretin diye çağrılar yapıldı yapılıyor. Hepsi çok güzel, anlamlı. Peki yetecek mi? Hayır. Şu anda siz bu satırları okuyorken bu ülkenin herhangi bir yerinde birden fazla çocuk istismara uğruyor olabilir.

İstismara uğrayan her çocukta bizim bir parmağımız var. Biz dokunmamış, biz aklımızdan geçirmemiş olsak bile…

Özgecan Aslan cinayetinden sonra “Nasıl tecavüzcü olunur?”  başlıklı bir yazı yazmıştım. O yazıda “ Sadece bir bedene zorla sahip olmakla tecavüzcü olunmaz. Ve tecavüzcüler sandığımız gibi yarım akıllı, hasta, cahil vb kişiler değildir… Onlar da her akşam evlerine giderler. Kardeşleri vardır hatta çocukları… O ellerle bir kadına dokunurlar, bir çocuğu okşarlar… Aynaya baktıklarında gördükleri suretten utanmazlar, tıpkı “o etekle sokağa çıkmış” diyen birinin utanmadığı gibi…” diyordum.

Tecavüze uğrayan bir kadına o etekle o saatte neden sokağa çıktın diye sormak tecavüzcüyü azmettirmektir. Çocuk istismarında da durum farklı değil.

Tecavüzcülere ilişkin en kötü yorumlardan biri  “insan değil” ve “hasta” tanımlamaları. Tecavüzcüye “hasta” dediğinizde durum birden bire hafifleşiyor, normalleşiyor. Bunu normal insan yapmaz diyoruz, çünkü ‘normal’ insanların bunu yapabileceğini aklımıza getirmekten korkuyoruz. Normal insan bunu yaparsa çevremizden şüphe etmeye başlayacağız, normal insan bunu yapabilir dersek kapı arkalarına sakladığımız gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalacağız.

Şiddeti Önleme ve Rehabilitasyon Derneği’nin 2016 yılı raporunda “pedofili son yıllarda dünyada ve Türkiye’de gizli kalan ama çocuk istismarının en önemli problemidir” deniyor. Hani birkaç ay evvel Melis Alphan yazmıştı hani linç edilmeye kalkışılmıştı ya işte ondan bahsediyor.  Ensesti yapana değil, yazana bağırınca 3 yaşındaki çocuğun istismar edildiğini okuyuveririz. Ensest gerçeğini kabul etmezsen çocuk istismarı haberini gördüğünde avazın çıktığı kadar bağırmanın herhangi bir sahiciliği yoktur.

Şiddeti Önleme ve Rehabilitasyon Derneği’nin 2016 yılı raporuna göre “Dünyada son 4 yılda çocuklara yönelik taciz veya şiddet uygulamaları yüzde 90 arttı. Tecavüzcülerin tahminen % 5’i ortaya çıkarken % 95’i gizli kalıyor. Ensest ilişkilerin ise binde biri ortaya çıkıyor. Adliyelerdeki 4 tecavüz davasından biri çocuklarla ilgilidir. Adalet Bakanlığı’nın 2014 verilerine göre, her ay Adli Tıp Kurumuna 650 çocuk cinsel istismarı vakası gönderilmektedir.” Bu vakalara ne oluyor? Raporda bu da var.

“Adalet Bakanlığı’nın 2014 verilerine göre, her ay adli tıp kurumuna 650 çocuk cinsel istismarı vakası gönderiliyor.

Açılan toplam dava sayısı: 40.266

Karar çıkan dava sayısı: 24.825

Mahkumiyet Kararı: 13.968”

Sonuçlardan da anlaşılacağı gibi 40 bin vakadan sadece 13 bin vakada mahkumiyet kararı verilmiş. 37 bin çocuğun cinsel istismarı ile ilgili herhangi bir mahkumiyet kararı yok. Bir tweet attı diye bir haberde imzası var diye aylar hatta yıllar boyu insanlara hapis cezası verilen ülkede bir çocuğu istismar eden binlerce insan elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor ve başka çocuklara da aynısını yapıyor. Bir tweet attı diye işinden kovulan insanların olduğu bir ülkede bir çocuğu istismar eden erkekler aynı evde oturuyor, aynı işe gidiyor ve hala ‘itibar’ görüyorlar. Bir yakının istismarını “yok canım o öyle şey yapmaz” diye görmezden gelirsen sayı artar da artar.

Yurtlarda, okullarda, kurslarda yaşanan istismar vakalarını hatırlayın. Herhangi bir yerde yaşanan çocuk istismarını politik olarak yakın olduğun için sümenaltı etmeye çalışırsan suç ortağısındır.

Çocuk neden susar?

Kendine iyi bir şey yapılmadığını, hatta canının çok ama çok acıdığını bilen yaşayan çocuk neden susuyor? Çünkü biz yeterince ses çıkarmıyoruz. O çocuğa susmayı biz öğretiyoruz da ondan susuyor.

Erkek çocukların cinsel organını konu komşu tüm akrabalarınıza “göster bakalım” diye coşkuyla göstertmeye çalıştığınız için susar mesela. 15 yaşında istismara uğrayan çocuğa mahkemeler “rızası var” dediği için susar. Siz görmezden geldiğiniz için susar. Tacizci tehdit ettiği için susar. Sizin onu koruyamayacağınızı düşündüğünüz için susar. Siz sürekli “ayıp” , “günah” kelimeleri ile onu eğitmeye çalıştığınız için susar. Kız çocuğuna “eteğini kapat” diye bağırdığınız için susar. Siz “el aleme rezil olmayalım” dediğiniz için susar.

Çocuk istismarı akli dengesi bozuk biri ya da birileri tarafından gerçekleştirilen bir şey değildir.

Çocuk istismarı münferit değildir.

Çocuk istismarı az değildir.

Bu gerçeği kabul etmediğimiz, bu gerçeği görmezlikten geldiğimiz, tanıdığımız birinin böyle bir şey yapabileceğini kabul etmediğimiz sürece bu sayı artacak.

Mesele sadece çocuğu olanların meselesi değildir. Bu yüzden anne babalar çocuklarına susmamayı öğretebildiğinde bu sorun çözülmeyecek. El kadar çocuğun üzerine sorumluluk yüklemek yerine bir kendimize, ne yaptığımıza, ne söylediğimize bakalım.

Çocuklara o iğrençlikle dokunmuyor olabilirsiniz, çocuk istismarı size korkunç geliyor olabilir ama asıl sınav böyle bir olayı duyduğunuzda, şahit olduğunuzda ne yaptığınız, nasıl davrandığınızla ilgilidir. Haberini yaptın mı? Haberinin yapılmasını sağladın mı? Davasını takip ettin mi? İstismarla yargılanan komşuna davranışın ne oldu? Çocuğu istismara uğrayan insanların ne kadar yanında oldun? Bu ve daha sorulacak onlarca soru turnusoldur.

Çocuk susmasın ama önce siz susmayın!

Leyla Alp – t24.com.tr