Ana Sayfa Blog Sayfa 2641

Kaçak göçmenleri kurtaran gemiye İspanya kapılarını açtı

Akdeniz’de kurtardığı 310 kaçak göçmeni taşıyan Open Arms adlı gemiye demir atması için İspanya’dan izin çıktı.

İtalya ve Malta’nın, İspanyol bir sivil toplum kuruluşuna ait gemiyi kabul etmemesinin ardından Madrid hükümeti çağrıya yanıt verdi. Geminin Fransa, Tunus ve Libya’ya yaptığı çağrıların da yanıtsız kaldığı öğrenildi.

Yaklaşık beş gün sonra İspanya’ya varması beklenen gemideki kaçak göçmenlerin hangi limana bırakılacağına ilişkin bilgi paylaşılmadı.

Proactiva Open Arms örgütü, Libya’nın Trablus kentinin doğu açıklarında kötü şartlarda olan ve kaçak göçmenleri taşıyan farklı tekneden toplam 313 kaçak göçmeni bölgede bulunan ve kendisine ait olan bir gemiye almıştı.

Akdeniz’de benzer bir kaçak göçmen krizi geçen haziran ayında yaşanmış, 629 kaçak göçmenin bulunduğu Aquarius adlı gemi günlerce Akdeniz’de bekletilmiş ve Malta ve İtalya tarafından reddedilmişti.

Kriz, İspanya’nın Valencia Limanı’nda gemiyi kabul etmesiyle aşılmıştı.

İspanya’da sosyalist azınlık hükümetinin Aquarius’u Valencia Limanı’nda kabul etmesi muhalefetteki sağ partiler tarafından sert dille eleştirilmişti.

.

(Euronews)

Sincan Çocuk Cezaevi’nde arbede: 7 çocuk ile 14 gardiyan yaralı

Ankara, Sincan Çocuk Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan çocuklar ile infaz koruma memurları arasında çıkan olayda, 7 çocuk ile 14 infaz koruma memuru yaralandı. Çocukların tedavisi cezaevinde yapıldı.

Ankara Sincan Çocuk Kapalı Cezaevi’nde 21 Aralık (dün) akşam saatlerinde gardiyanlarla çocuklar arasında henüz bilinmeyen bir sebeple yaşanan gerginlik kavgaya dönüştü.

Olaylar sonucunda yedi çocuk ve 14 gardiyan yaralandı. Yaralı çocukların tedavisi cezaevi içerisinde yapıldı.

Başsavcılıktan açıklama

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, olayla ilgili yazılı açıklama yaptı. Sincan Çocuk Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu olarak bulunan çocuklar arasında tartışma çıktığını belirten açıklamada şöyle denildi:

“Yaşanan tartışmaya görevli infaz koruma memurlarının müdahalesi sırasında 7 çocuk ile 14 infaz koruma memuru hafif şekilde yaralanmıştır. Yaralanan çocukların tedavileri cezaevi içerisinde sağlık memurlarınca yapılmış olup hastaneye herhangi bir çocuğun sevkine gerek duyulmamıştır.”

Aileler cezaevi önüne geldi

Öte yandan, olay yerine polis ve jandarma ekipleri de sevk edilirken, cezaevinde çocukları bulunan ailelerden bazıları ise yaşanan olayı öğrenince cezaevi önüne gelerek yetkililerden bilgi almaya çalıştı.

Bir grup avukat da cezaevi önüne geldi. Avukatlar ve aileler, bir süre bekledikten sonra ayrıldı. Olayla ilgili soruşturma başlatıldığı belirtildi.

Sincan Kapalı Çocuk Cezaevi’nde önceki akşam yaşanan olaylar sonrası Ankara Barosu Cezaevi Sorunları İzleme Komisyonu, Ankara Barosu Çocuk Hakları Merkezi, Ankara Tabip Odası, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum, Çocuklar İçin Daha İyi Bir Dünya Girişimi, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Derneği Ankara Şubesi, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’ndan ortak bir açıklama yapıldı.

Ankara Barosu, Ankara Tabip Odası, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum ve İHD’den ortak açıklama

21 Aralık akşamı yaşanan olayların sebebinin ve niteliğinin tam olarak bilinmediği ifade edilen açıklamada, Ankara Barosu Çocuk Hakları Merkezi’nin cezaevi yönetimiyle iki kere görüşme girişiminde bulunulduğu, altı çocuk ve 14 gardiyanın karıştığı bir olay yaşandığı, olay sonucunda altı çocuk mahpus ve iki gardiyanın yaralandığı aktarıldı.

.

(Bianet)

Endonezya’da tsunami felaketi

Endonezya’da volkanik hareketlilik sonucu oluşan tsunami en az 280 kişinin ölümüne neden oldu. Arama kurtarma çalışmaları sürerken, ölü sayısının artabileceğinden endişe ediliyor.

Endonezya’da volkanik hareketlilik sonucu meydana gelen tsunami felaketinde 280 kişinin hayatını kaybettiği açıklandı. Binden fazla kişinin yaralandığı felaket sonrası ekipler, kayıp kişilere ulaşmak için çalışmaları sürdürüyor.

Tsunami felaketi, Sumatra ve Cava Adası arasında yer alan Sunda Boğazı’nda meydana geldi. Şiddetli dalgalar bölgede aralarında otellerin de olduğu yüzlerce binayı yerle bir etti.

Endonezya’daki tsunami felaketine Anak Krakatau adlı volkanda yaşanan patlamanın neden olduğu düşünülüyor. Tsunamiden yaklaşık yarım saat önce gerçekleşen patlama sonucu denizaltında toprak kayması yaşandığı tahmin ediliyor.

Endonezya’nın Afet Yönetim Ajansı Sözcüsü Sutopo Purwo Nugroho felaket sonrası oluşan yıkımı gözler önüne seren bir videoyu Twitter’da paylaştı.

Anak Krakotoa, 1889’da Krakatoa adlı volkanda meydana gelen 36 bin kişinin öldüğü patlamanın ardından oluşmuştu. Endonezya’nın Jeoloji Ajansı, bölgedeki aktif 127 yanardağdan biri olan Anak Krakotoa’nın son günlerde faaliyete geçtine dair izler gözlemlediklerini söylüyor.

“Ateş Çemberi” olarak adlandırılan Pasifik Okyanusu’ndaki 40 bin kilometrelik deprem kuşağında yer alan Endonezya’da deprem ve volkanik patlamalar sıkça yaşanıyor. 2004 yılında Endonezya’nın Sumatra Adası’nda yaşanan 9.1 büyüklüğündeki deprem sonucu 220 bin kişi hayatını kaybetmişti.

.

(DW Türkçe)

Kürtçe konuşan baba silahlı saldırıda öldürüldü iddiasına Sakarya Valiliği’nden yalanlama

Sakarya’da baba ve oğulun Kürtçe konuştuğu için silahlı saldırıya uğradığı iddia edildi. Saldırıya uğrayan Kadir Sakçı hayatını kaybederken oğlu Burkan Sakçı ağır yaralandı. Saldırgan “Hatırlamıyorum” dedi. Valilik ise saldırının etnik bir nedenle alakasınını bulunmadığını savundu.

Cinayete kurban giden Kadir Sakçı’nın kardeşyle konuşan Rûdaw’da yer alan habere göre olay 16 Aralık Pazar günü Sakarya’nın Hendek ileçsi Yenimahalle Mahallesi Beştepeler Caddesi’ndeki kıraathanenin önünde meydana geldi.

‘Kürt müsünüz Suriyeli mi?’

Habere göre aslen Muşlu olan maktül Kadir Sakçı oğlu Burhan Sakçı’yı berberden aldıktan sonra kıraathane önünde Hikmet Usta ve yanındakiler tarafından önü kesildi. Kürtçe konuşan baba ve oğula “Kürt müsünüz, Suriyeli mi?” diye soran Hikmet Usta, baba ve oğlun “Evet Kürdüz” demesi üzerine “Zaten sizi sevmiyorum” diyerek belindeki tabancayı çıkarıp ateş etti.

Yaralanan baba-oğul Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı. Ancak tüm müdahalelere rağmen Kadir Sakçı yaşamını yitirdi. Aynı saldırıda yaralanan oğlu Burhan Sakçı’nın ise tedavisi devam ediyor.

Saldırının ardından Usta saldırgan Bursa’da gözaltına alındı.

Edinilen bilgilere göre saldırgan “Olay esnasında sarhoştum, hatırlamıyorum” diyerek kendini savundu.

Rûdaw’a konuşan Kadir Sakçı’nın kardeşiSelahattin Sakçı, saldırganı daha önce hiç tanımadıklarını, kardeşinin bu kişiyle herhangi bir ilişkisinin bulunmadığını söyledi.

Valilik: Etnik neden yok, yüksek ses ve küfürlü konuşma var

Valiliğin yayınladığı yazılı açıklama ise şöyle:

“Kimi basın organlarında ve sosyal medya hesaplarında; İlimiz Hendek ilçesinde 16.12.2018 günü meydana gelen cinayet olayının sebebinin çarpıtılarak ‘etnik bir nedenden kaynaklanmış gibi algı yaratılmaya çalışılmasının’ gerçekle hiçbir alakası yoktur.

“Olayda her iki tarafın da önceden birbirlerini kesinlikle tanımadıkları, alkollü olan ve pek çok suçtan sabıkası bulunan zanlının yüksek sesle ve küfürlü konuşması üzerine ikaz edildiği için çıkan tartışmaya bağlı olarak bu müessif hadisenin yaşandığı tanık beyanlarından açıkça anlaşılmıştır.

“Cinayet faili olaydan sonra güvenlik görevlilerimizin ısrarlı takibi sonucunda Bursa ilinde yakalanarak tutuklanmıştır.         

“Sosyal medyada yer aldığı şekilde tahkikatın hiçbir aşamasında belirtilen türden bir ifade mevcut değildir.         

“Toplumu ayrıştırmaya ve kutuplaştırmaya yönelik bu tür maksatlı ve asılsız haber ve beyanlara itibar edilmemesini kamuoyuna saygıyla duyururuz.”

.

(Diken. Rudaw)

Metin Akpınar ve Müjdat Gezen gözaltına alındı

Türk sinema ve tiyatrosunun en önemli sanatçılarından Metin Akpınar ve Müjdat Gezen, bugün sabah saatlerinde evlerine gelen polisler tarafından gözaltına alındı. Akpınar ve Gezen,  polis eşliğinde Anadolu Adliyesi’ne götürüldü.

Halk Tv’de yayınlanan ‘Halk Arenası’ programında yaptıkları açıklamalar nedeniyle sanatçılar Metin Akpınar ve Müjdat Gezenhakkında soruşturma başlatılmıştı.

Halk Tv’de yayınlanan ‘Halk Arenası’ programında yaptıkları açıklamalar nedeniyle sanatçılar Metin Akpınar ve Müjdat Gezen hakkında soruşturma başlatıldı. Metin Akpınar’ın Kadıköy’deki evine sabah saatlerinde polis ekibi geldi. Polislerin içeriye girmesini ardından Akpınar tek başına dışarıya çıktı. Metin Akpınar, ‘Savcı bey çağırdı. İfade vermeye gidiyoruz’ dedi.

Gezen: Kimseye benim vatanseverliğimi yargılama hakkı vermiyorum

Odatv’ye konuşan Müjdat Gezen “Savcıya gidiyorum. İfade vereceğim. Benim söylediğim şey belli. Biraz sonra savcılıkta da söyleyeceğim. Yalnız Recep Tayyip Erdoğan’a değil hiç kimseye, benim vatanseverliğimi yargılama hakkı vermiyorum” dedi.

Akpınar: Bunu hak edecek bir şey yapmadık

Metin Akpınar da şu açıklamayı yaptı:

“Savcı gelecek ifademizi vereceğiz. Bizim programdan sözlerimiz cımbızlanarak yanlış ifadeler basında yer aldı. Herhalde o bilgi de Cumhurbaşkanına yanlış iletildiği için o da ‘hesabını verirsiniz’ diye konuştu. Biz bunu hak edecek bir şey yapmadık. Bütün konuşma metninde de ne Cumhurbaşkanının adı geçmiştir ne hedef alınmıştır. Biz sadece çağdaş demokrasinin ülkemizde uygulanması bağlamında tarifler yapmaya çalıştık.”

İsveç’te sadece kadınların girebildiği festival ‘ayrımcılık’tan suçlu bulundu

İsveç’te sadece kadınların girebildiği bir festival Ayrımcılık Ombudsman’ı (DO) tarafından ayrımcılıktan suçlu bulundu. Festivalden önce yapılan tanıtımlarda, belirli bir grubun etkinliğe gelmekten caydırıldığı vurgulanmıştı.

Etkinliğin organizatörleri ise Facebook sayfalarında yaptıkları açıklamada, “dünyayı değiştirdikleri için çok meşgul olduklarını ve yanıt vermeyeceklerini” söyledi.

Facebook paylaşımında “5 bin kadın, cinsiyetleri kadın ve erkek olarak belirlemeyenler ve trans bireylerin birkaç erkeğin tamamen aklını kaybetmesine neden olması üzücü. Festivalin başarısı tam olarak neye ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. DO’nun kararı bu gerçeği değiştirmiyor.” denildi.

DO, yaz aylarında yapılan festivalin girişinde erkeklerin girmesinin aktif bir şekilde önlenmediğini kabul etti ve “girişte katılımcılara cinsiyet temelli bir ayrım yapılmadığı” belirtildi. Festivalin kısıtlamalarından kimsenin zarar görmemesi nedeniyle para cezası verilmeyeceği vurgulandı.


Festivali Emma Knyckare başlattı.

Festival, İsveç’in en büyük müzik festivali Bravalla’da bir önceki yıl yaşanan çok sayıda cinsel saldırı vakasına tepki olarak komedyen Emma Knyckare tarafından organize edilmişti.

.

(Sivil Sayfalar, BBC)

Tarım Bakanlığı’ndan açıklama: Arıları öldüren neonikotinoidler yasaklandı

Tarım ve Orman Bakanlığı Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü tarafından alınan karara göre neonikotinoid grubunda yer alan  Clothianidin, Imidacloprid ve Thiamethoxam aktif maddelerini içeren tarım zehirleri 2019 yılı içerisinde belirtilen farklı tarihlerde yasaklanıyor.

Arılar yaşasın diye hepimiz aynı kovandayız” şiarı ile yola çıkan 11 sivil toplum kuruluşu yaşanan toplu arı ölümlerinin önüne geçilmesi için yaptığı çağrıya Tarım Bakanlığı’ndan olumlu yanıt geldi.

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Çevre ve Arı Koruma Derneği (ÇARIK), Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL), Doğa Derneği, Doğa Koruma Merkezi (DKM), Greenpeace, Kuzey Ormanları Savunması (KOS), Türkiye Arı Yetiştiricileri Merkez Birliği (TAB), WWF-Türkiye, Yeryüzü Derneği ve Yeşil Düşünce Derneği’nin ortak imzası ile paylaşılan ortak metinde tarım zehirleri (neonikotinoidler) nedeniyle yıllardır senelik %20 civarında seyreden arı ölüm oranının bazı bölgelerde %70’lere kadar çıktığı belirtlmişti.

Neonikotinoidlerle ilgili Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından açıklanan yasaklama kararının tam metni ise şöyle: 

Ülkemizde zirai mücadele amacıyla kullanılan bitki koruma ürünlerinin ruhsatlandırılması, üretimi, ithalatı, piyasaya arzı ve kontrolü 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri Bitki Sağlığı Gıda ve Yem Kanunu ve bu kanuna bağlı olarak çıkarılan ilgili mevzuata göre yapılmaktadır.

Neonikotinoid grubunda yer alan ve ülkemizde ruhsatlı bulunan Acetamiprid, Clothianidin, Imidacloprid,Thiacloprid ve Thiamethoxam aktif maddelerle ilgili olarak gerek Avrupa Birliği müktesebatı (ilgili kurul ve kuruluşlar) gerekse arı üretici birlikleri ve ilgili sivil toplum kuruluşlarının bu aktif maddelerin, arılara zehirli oldukları ve bunun neticesinde koloni halinde ölümlere sebebiyet verdikleri gerekçesi ile yasaklanması gerektiğine dair yapılan bildirimler sonucunda, Bakanlığımızca;

1 – Acetamiprid aktif maddesi için Avrupa Birliğince herhangi bir kısıtlama ya da yasaklama getirilmesinin bilimsel ve yasal olarak uygun bulunmaması ve bu aktif madde için Avrupa Birliği’nde 2033 yılına kadar herhangi bir kısıtlama yapılmayacağının belirtilmiş olması sebebiyle bugün itibari ile ülkemizde kullanımının devamı,

2 –  Thiacloprid aktif maddesinin endokrin bozucu etkisinden dolayı Avrupa Birliği’nde değerlendirme sürecinde olması nedeniyle 30 Nisan 2019 tarihine kadar kullanımı, bu tarihten sonra Avrupa Birliği’nde alınacak karar sonucuna göre Bakanlığımızca yeniden değerlendirilmesi ve bu tarihe kadar ülkemizde kullanımının devamı,

3 – Clothianidin aktif maddesinin yapılan bilimsel çalışmalarda, Clothianidin ile kaplı mısır tohumlarının çimlenmesi sonucu mısır bitkisi yapraklarında meydana gelen guttasyon (su damlaları) içerisinde yüksek oranda bu aktif maddeden tespit edildiği ve oluşan bu damlaları tüketen arıların birkaç dakika içerisinde öldüğü şeklinde bilimsel veriler bulunduğundan ve bu aktif maddenin yerine ikame edilecek alternatif aktif maddeler bulunması nedeniyle Clothianidin aktif maddesinin kullanımının ülkemizde sonlandırılması ve sonlandırma takvimi çerçevesinde;

a) Bu aktif madde ve karışımlarını içeren bitki koruma ürünlerinin 07 Ocak 2019 tarihine kadar ithalat izinlerinin verilmesi,

b) Bu aktif madde ve karışımlarını içeren bitki koruma ürünlerinin 08 Şubat 2019 tarihi itibari ile fiili ithalatının sonlandırılması,

c) Bu aktif madde kullanılarak ülkemizde yapılacak bitki koruma ürünleri imalatının 08 Şubat 2019 tarihi itibari ile sonlandırılması,

d) Bu aktif maddeyi içeren bitki koruma ürünlerinin kullanımının  31 Temmuz 2019 tarihi itibari ile sonlandırılması,

4 – Imidacloprid aktif maddesini içeren bitki koruma ürünleri ile ilgili olarak yapılan değerlendirme sonucunda;

a) Antepfıstığı, Armut, Bağ, Bamya, Biber, Domates (tarla), Elma, Fasulye, Hıyar (tarla), Kabak, Kiraz, Pamuk, Patates, Patlıcan (tarla), Şeftali, Turunçgil, Tütün ve Zeytin tavsiyelerinin Avrupa Birliği’nde olduğu gibi 19 Aralık 2018 tarihi itibari ile iptal edilmesi ve bu tarih itibari ile bu ürünlerdeki kullanımının ülkemizde sonlandırılması,

b) Avrupa Birliği’nde söz konusu aktif maddenin, 2022 yılına kadar sadece seralarda kullanımının devam edecek olmasına rağmen ülkemizde toprak altı zararlılarına karşı sadece fideleri bandırma yöntemi ile kullanımı, Palmiyede Palmiye kırmızıböceği, Çimde Haziran böceğine karşı kullanımı, seradaki kullanımı ve tohum ilacı olarak kullanımının, Aralık 2019 tarihinde Bakanlığımızca yeniden yapılacak değerlendirmeye kadar devam etmesi,

c) Eski etiketlerle piyasaya arz edilmiş olan bu aktif maddeyi içeren bitki koruma ürünlerinin etiketlerinde firmasınca 07 Mart 2019 tarihine kadar gerekli düzeltmelerin yapılması,

d) Bitki koruma ürünlerinin kullanımı esnasında arı maruziyetlerini önlemek maksadıyla tavsiye kullanımlarına müsaade edilen ürünlerin etiketlerinde Bakanlığımızca belirlenmiş olan ” Bu ürün arılara çok zehirlidir. Özellikle çok kuru ve rüzgarlı hava koşullarında, ilaçlı tohum uygulaması sırasında ortaya çıkan tozlar sürüklenme ile taşınarak, çevredeki çiçekli bitkiler ve sularda kalıntı oluşturabileceğinden dolayı, arılar ve diğer polinatör böcekler ilaçlı tohum tozlarına maruz kalabilirler. Bu sebeple çok kuru ve rüzgarlı hava koşullarında ilaçlı tohum ekimi yapılmamalıdır. Tozlaşma amacıyla Bombus arısı kullanılan seralarda kullanmayınız.”uyarı ifadelerine yer verilmesi,

5 – Thiamethoxam aktif maddesini içeren bitki koruma ürünleri ile ilgili olarak yapılan değerlendirme sonucunda;

a) Antepfıstığı, Armut, Biber, Domates (tarla), Elma, Fındık, Hıyar (tarla), Karpuz, Lahana, Marul, Mısır, Nar, Pamuk, Patlıcan (tarla), Şeftali, Tütün ve Zeytin tavsiyelerinin Avrupa Birliği’nde olduğu gibi 19 Aralık 2018 tarihi itibari ile iptal edilmesi ve bu tarih itibari ile bu ürünlerdeki kullanımının ülkemizde sonlandırılması,

b) Avrupa Birliği’nde söz konusu aktif maddenin, Nisan 2019 tarihine kadar sadece seralarda kullanımının devam edecek olması ve aynı tarih itibari ile Avrupa Birliği’nce yeniden değerlendirme yapılacak olmasına rağmen ülkemizde seradaki kullanımı ve tohum ilacı olarak kullanımının, Aralık 2019 tarihinde Bakanlığımızca yeniden yapılacak değerlendirmeye kadar devam etmesi,

c) Eski etiketlerle piyasaya arz edilmiş olan bu aktif maddeyi içeren bitki koruma ürünlerinin etiketlerinde firmasınca 07 Mart 2019 tarihine kadar gerekli düzeltmelerin yapılması,

d)Bitki koruma ürünlerinin kullanımı esnasında arı maruziyetlerini önlemek maksadıyla tavsiye kullanımlarına müsaade edilen ürünlerin etiketlerinde ekte Bakanlığımızca belirlenmiş olan ” Bu ürün arılara çok zehirlidir. Özellikle çok kuru ve rüzgarlı hava koşullarında, ilaçlı tohum uygulaması sırasında ortaya çıkan tozlar sürüklenme ile taşınarak, çevredeki çiçekli bitkiler ve sularda kalıntı oluşturabileceğinden dolayı, arılar ve diğer polinatör böcekler ilaçlı tohum tozlarına maruz kalabilirler. Bu sebeple çok kuru ve rüzgarlı hava koşullarında ilaçlı tohum ekimi yapılmamalıdır. Tozlaşma amacıyla Bombus arısı kullanılan seralarda kullanmayınız.” uyarı ifadelerine yer verilmesi kararları alınmıştır.”

Arıların yaşaması için Türkiye’den 11 kurum harekete geçti: Hepimiz aynı kovandayız!

.

(Buğday.org)

Bir soru: Üçüncü havalimanı hiç kullanılamayacak olabilir mi? – Pelin Cengiz

Bu yazı artigercek.com sitesinden alındı

Üçüncü havalimanı nam-ı diğer İstanbul Havalimanı, geçen hafta yine başka bir baş ağrısıyla başka başka yeni trajedilerin habercisi görüntülerle karşımızdaydı. 

Binlerce canlıyı yerinden yurdundan eden, İstanbul’un, Marmara’nın akciğerleri kuzey ormanlarının bütünlüğünü bozan, emek sömrüsüyle onlarca insana mezar olan bu ekokırım ve insan kırım projesiyle ilgili her aşamasında çokça yazdık, çizdik, defalarca yapmayın etmeyin dedik. Elimizden bişey gelmedi, bundan sonra da gelmeyeceğini düşünüyorum, bunları sadece tarihe not düşmek için, gündemde tutmak için buraya yazıyorum. 

Geçen hafta İstanbul’da etkili olan yağıştan ötürü İstanbul Havalimanı çevresini su bastı. Havalimanının işleticisi şirketi İGA’ya göre selden yalnızca otopark etkilenmiş, terminal binası ve apron bölgesiyle herhangi bir ilişkisi yokmuş. Otopark, havalimanının kapsadığı ve her türlü güvenliğin sağlanması gereken birimler arasında sayılmıyor mu anlamadım. 

Su baskını otoparkta olunca uçuşuna gitmeden önce aracını buraya bırakmış olanlara zarar ziyan yazmıyor mu? Ayrıca, nereden bileceğiz terminal ve apron bölgesinin başka bir sel baskınından etkilenmeyeceğini? Siz değil misiniz günlerce aylarca işçilere yaptığınız kölelik muamelelerini gizleyen? Siz değil misiniz meydana gelen iş cinayetleri ortaya çıkmasın diye işçileri tehdit eden, tutuklattıran? Siz değil misiniz havalimanında çökme oluşan alanla ilgili doğru dürüst bir açıklama yapmaya bile ihtiyaç duymayan?

Üçüncü havalimanının projelendirmesinden bugüne kadar gelen süreç aslında üzerine basa basa neden Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporları önemlidir dediğimizin tipik bir göstergesi. Mega projeler için hayati önemdeki ÇED raporlamaları, hükümet ve yandaş şirketler tarafından kalkınma hamleleri için sürekli ayak bağı olarak görüldü. ÇED’ler olası riskleri, ekonomik ve ekolojik maliyetleri değerlendirmek, riskler için ön almak, ön alınamayacak kadar riskli ise de projeden vazgeçmek için yapılır. 

Potansiyel tehlikeleri ortaya koymadan, bu tehlikelerin yaratacağı tahribatın nasıl giderileceği tam olarak belirlenmeden projelere milyarlar akıtınca ortaya böyle cansız bedeni dört gün sonra fark edilen emekçiler çıkar, göçükler, su içinde yüzen araçlar çıkar.

Bunlar üçüncü havalimanının daha iyi günleri. Neden derseniz, o da bu projenin ilk ÇED’i ile nihai ÇED’i arasındaki farklarda gizli. 

Üçüncü havalimanı için gerekli olan ÇED raporları, pek çok HES, madencilik ve zehirli atık depolama projeleri için ÇED raporu hazırlayan AK-TEL Mühendislik şirketi tarafından 2013 mart ve nisan ile 2014 mart tarihlerinde hazırlandı. Bu ÇED raporlarında projenin İstanbul’un kuzey ormanlarına vereceği büyük zararlara atıf yapılmasını rağmen sonuç olumlu olarak gösterildi. Üstelik ÇED süreci tamamlanmadan ihale gerçekleştirilerek açıkça usulsüzlük yapıldı.

Kuzey Ormanları Savunması’nın Mart 2015’te yayınladığı “Yaşam, Doğa, Çevre, İnsan ve Hukuk Karşısında 3. Havalimanı Projesi” başlıklı raporunda yer alan sulak alanlarla göl/göletlerle ilgili tespitlerin yer aldığı bölümleri burada aktarıyorum:  

“Mart 2014 tarihli son ÇED raporundaki bilinçli eksiklikleri, önemsizleştirmeleri ve ilk raporda yer alan ağaç sayısı ya da “göl/gölet” tanımlamaları gibi kritik bilgilerin son raporlarda yok edilişlerini teşhir ediyoruz. ÇED raporları; bilimsellikten uzak, gelişigüzel yazılmış ve çoğu kez kopyala-yapıştır tekniği ile aynı metinler ikişer, üçer kez farklı başlıklar altında tekrarlanarak hazırlanmıştır. Dahası, düzgün teknik veri içermeyen, kendi sıraladığı sorunlara çözüm üretmeyen, genel geçer yorumlarla baştan savma hazırlanmış raporlardır.

Birinci ÇED Raporu sayfa 35’te belirtildiği üzere, proje kapsamında yapılması planlanan ünitelerin (pist, apron, üst yapılar vs) yapılacağı alanda hafriyat çalışmaları ile doğal ekosistem (orman alanları, 70 adet canlı yaşamı barındıran göl ve göletler, akar ve kuru dereler, tarım alanları, mera alanları) ortadan kaldırılacaktır. Böylece ünitelerin inşa edilmesiyle birlikte bu alanların doğal bitki örtüsü ve doğal özelliği ortadan kalkmış olacaktır. 

Aynı paragraf, üçüncü ÇED Raporu sayfa 61’de aynı sözcükler ile yer almaktadır; ancak göl ve göletler “büyüklü küçüklü su birikintileri olarak değiştirilmiştir!

Proje alanı içinde, İstanbul ili içindeki doğal halini koruyabilmiş ender göllerden biri olan Kulakçayırı Gölü bulunmaktadır. Göçmen kuşlar açısından önemli bir yaşam alanı olan bu göl için “Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği” kapsamında işlem yapılması gerekliyken yönetmelik ihlal edilmiştir. Sulak alanların kirletilmemesi, doğal yapılarının ve ekolojik karakterlerinin korunması zorunludur. Her türlü arazi ve su kullanım planlamalarında, sulak alanların işlev ve değerlerinin korunması gözetilir. Sulak alanlarda su kuşları popülasyonlarının korunmasına ve arttırılmasına itina gösterilir. Ancak ilgili planlarla öngörülen mekânsal müdahale başta Kulakçayırı olmak üzere sulak alanlar için tehdit oluşturacak niteliktedir. Kulakçayırı’nın önemi ilk ÇED Raporu’nda (Sayfa 137) ve üçüncü ÇED (Sayfa 202) de belirtilmektedir.

“Havalimanı proje alanı içinde kalan Kulakçayırı Gölü hem tarihi değeri hem de ekolojik değeri bakımından bölge için önemli bir konumdadır. Kulakçayırı Gölü balık çeşitliliği bakımından da oldukça zengindir.” 

Bu saptamaya karşın, proje inşaat aşamasında Kulakçayırı da dâhil bu yapay göl, gölet/gölcük suları kullanma ve sulama suyu olarak kullanılacaklar ve daha sonra hafriyat ve dolgu malzemesi ile doldurulacaktır. Dolayısıyla sulak alan vasfını yitirecektir. Bu alanlar ve yakınlarındaki sucul yaşam ve canlı yaşam yok olacaktır. Üçüncü ÇED “göl gölet/gölcük” yerine “geçici su birikintileri” demektedir. Oysa bu göletlerin çoğunda başta sazan, levrek olmak üzere balıkçılık yapılmaktadır.”

Yani, ilk ÇED raporunda 70 adet göl ve göleti, nihai ÇED raporunda su birikintisi olarak ifade ediyor olmanız, havalimanını inşa ettikten sonra göl ve göletlerin de su birikintisine dönüşmesini maalesef sağlamıyor, ne kadar gizlemeye çalışsanız da gelip ayağınıza dolanıyor.

Düşünün, üçüncü havalimanının yapıldığı 7650 hektarlık proje alanının 660 hektarı göl ve göletlerden oluşuyor, üstelik bu alanlar pist, apron gibi bölümleri de kapsıyor ve en kritik bilgi nihai ÇED raporuyla perdeleniyor. Bakın yazı bitti ama havalimanının göl ve göletler üzerinde olmasına ek olarak kuş göç yollarına, rüzgar yönlerinin doğru hesaplanmamasına, toprak kayması ve heyelanlara açık bir bölge olmasına daha giremedik. 

Son bir nokta olarak şununla bitireyim. Su baskının ardından yapılan açıklamayla Atatürk Havalimanı’ndan İstanbul Havalimanı’na taşınma işleminin mart ayına sarktığı belirtildi. Ne zaman tamamlanacağı da belli değil, tarihin ucu açık. 

Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Üçüncü havalimanı için Hazine garantisi yok. Sembolik bir rakamı ifade eden, 12 yıla mahsus 342 milyon euro dış hat yolcu geliri garanti edilmiştir” dese de Devlet Hava Meydanları İşletmesi’nin (DHMİ) yolcu gelir garantisi var. DHMİ’nin havalimanının ilk yılı için 316 milyon euro, 12 yıl içinse 6.3 milyar euro garanti mevcut. Hazine garantisi ile aynı kapıya çıktı zaten, Hazine garantisi yok demek tamamen bir algı operasyonu. 

Hizmet alınmayan ve ne zaman alınacağı da meçhul bir havalimanına ilk yıl için verilen garantiler ödenecek mi? Bu kadar teknik ve altyapı sorunlarına sahip bu havalimanı hiç kullanıma açılamayabilir mi? Dünyanın en büyük havalimanı hayaliyle yola çıkacakken sonu aleme ibret olsun diye sergilenen bir kibir projesine dönüşebilir mi?

Pelin Cengiz – Artı Gerçek

[Cadı Kazanı] Yeni bir yıla girerken umudumuzu besleyenler 3 – Nuran Seyhan Bayer

“Avrupa tarihi göstermiştir ki, toplumlar parçalanabilir, demokrasiler düşebilir, etik değerler kaybolabilir ve sıradan insanlar kendilerini hiç hayal etmedikleri koşullarda bulabilirler” gerçeğinden hareketle, Yale Üniversitesi Tarih Profesörü Timothy Snyder “TİRANLIK ÜZERİNE “ adlı kitabında bize ’YİRMİNCİ YÜZYILDAN YİRMİ DERS’ ile umudumuzu besleyecek önerilerde bulunuyor.

Yeni bir yıla umutla girmek için kendimize vereceğimiz en güzel hediye, bu kitabı okumak olmalı. Çünkü yayımlandığı günden bugüne birçok ülkede “bestseller” olan kitap, bize özgürlüğümüzü ve insan haklarını korumak adına “PEŞİNEN İTAAT ETMEYİN” le başlayıp “ELİNİZDEN GELDİĞİNCE CESARETLİ DAVRANIN” la biten 20 maddelik bir liste bu ve her bir önerinin dayandığı bir tarihsel gerçeklik var. Son yıllardaki küresel ve politik değişmeleri, dönüşümleri tarihsel perspektiften ele alırken, yirminci yüzyılın başında yapılan hatalara düşmemek için bizi uyarıyor. “Demokrasilerin nasıl kırılgan olup kötü bir niyetle istismar edilebilirliğini daha önce görmüştük ve bugün aynı taktikler yine sahneye çıkmaya başladı “ derken tarihin geçmişle bağ kurmamızı sağlayan ve bizi uyarabilen özelliğinin de altını çiziyor.

Ve ümitsizliklerini değil cesaretlerini bizle paylaşanlar; Avustralya’da hükumetin iklim değişikliğine yönelik adım atmasına isteyen öğrencilerin “İklim Değişikliği İçin Okul Grevi”ne katılması geleceğine sahip çıkan bir neslin çoğalttığı umutlarımız oluyor.

Türkiye’nin yerel tohumlarını toplayan, takas yoluyla yayılmasına öncülük yapan Buğday Derneği, kendiliğinden oluşan gönüllülük kavramıyla tohumlarımızı yok olmaktan kurtaran Muğla Yerel Tohum Grubu gibi girişimler, umutlarımızı çoğaltıyor. 2007 yılında çıkartılan bir kanunla yasaklanan yerel tohum satışını takasla delen kadınlar, yıllardır çeyiz sandıklarının en önemli parçası olarak bez torbalarda sakladıkları geleceğimizi, cesaretle paylaştıkları için artık tohumları özgür.

Dürüstlüğü ve cömertliği ”İnsanın gövde ve yaprakları “ olarak tanımlayan ve “Ben bir insanın çiçek ve meyvesi olsun isterim; ondan bana doğru güzel bir koku yayılsın ve dostluğumuzu insanlık tatlandırsın” diyen natüralist, makale yazarı ve ilk çevre bilimcilerden olan HENRY DAVID THOREAU’nun dediği gibi: “Cesaretimizi paylaşmalıyız, ümitsizliğimizi değil, sağlık ve rahatımızı paylaşmalıyız, rahatsızlığımızı değil ve umutsuzlukların bulaşarak yayılmamasına da dikkat etmeliyiz.”

Nuran Seyhan Bayer

Olanca kötülüğün, karanlığın içinde her şeye rağmen ışık vardır ve ışığa zaten en çok ‘karanlık zamanlar’da ihtiyaç duyarız. Her doğum bir mucize, her insan yeni bir başlangıçtır ve insanlar bir araya gelip ortak eylemde bulunabildikleri sürece umut da vardır. Dünya sevgisini mümkün kılan, içinde yaşadığımız dünya için sorumluluk alıp ortak eylemde bulunma yetimizdir.”
                                                                        HANNAH ARENDT      

[Gözlem] Hollanda konserimiz ve Amsterdam’dan izlenimler – Selim Altınok

Davet üzerine konser vermek için Hollanda’ya gidiyoruz.1 Aralık 2018 cumartesi günü Atatürk Hava Limanı’ndan kalkan uçağımız bizi tam üç saatte hedefe ulaştırıyor. Öğlen 12.00’de kalkış ve 13.00’te Amsterdam’a iniş. Saat farkı nedeniyle kazandığımız zaman bugün çok işimize yarayacak.

Amsterdam’da gezinti ve ilk izlenimler

Kalacağımız otele yarım saatte ulaşıyoruz. Odalarımıza yerleşme ve dinlenme faslının ardından küçük bir şehir turu yapmak üzere hemen dışarı çıkıyoruz. Yarın tüm gün hazırlıklar ve prova için ayrıldı. 3 Aralık günü konser, 4 Aralık dönüş. Demek ki boş zamanımız bir tek bugün

Otelin önünden araca biniyoruz. Şoförümüz yaşlı, güler yüzlü bir bey. Birkaç dilde hoş geldiniz diye seslenip basıyor gaza. Yirmi dakika sonra şehri gezebileceğimiz bir noktada iniyoruz.

Küçük kafilemizde ben, kardeşim Kerim,piyanistimiz Linda Caso, konser projesini hazırlayan koordinatörümüz Nur Banu Öztürel ve bize eşlik eden iki arkadaşımız bulunuyor.

Hava soğuk ve yağmurlu. Kafelerin olduğu meydana yürürken bisikletlilere rastlıyoruz. Hollanda’nın simgesi haline gelen bisiklet burada en çok kullanılan taşıt. Genç-yaşlı herkes bisikletli. Biz paltolarımızın başlıklarını çekip, kendimizi korumaya almışız. Bisiklet sürenler ise dimdik oturdukları selelerin üzerinde başları açık olduğu halde mont ya da hafif bir paltoyu yeterli görüyorlar. İmreniyoruz doğrusu!

Etrafta aşırı kilolu insan yok, genellikle incecik vücutlar.

Yürümeye devam, bir yandan da çevreyi inceliyoruz. Farklı bir peyzaj, yapılar genellikle iki, üç katlı.

Evler tuğladan yapılmış, pencereler büyük, perde pek kullanılmıyor. Aslında binaların önemli bölümü eski. Yıkıp yenisini betondan yapmak yerine,  onarıp olduğu gibi muhafaza etmeyi tercih etmişler.

Dolaşa dolaşa eğlence yerlerinin olduğu meydana yaklaşıyoruz.

Kulağımıza müzik sesleri geliyor. Bir kafeye oturup bir şeyler içiyoruz. İnsanlar sakin sakin sohbet ediyor. Abartılı bir eğlence yok. Müziğin sesi biraz fazla da olsa, bağıra çağıra konuşmamızı gerektirecek kadar değil. “Haydi, gidelim”diyerek kafilemizi harekete geçiriyorum. Bu kez başka bir yoldan yürüyoruz.

Bir markete girip su alıyoruz. Hollanda’da naylon poşet konusu çoktan ortadan kalkmış. Geri dönüşümlü poşetleri parayla satıyorlar. Ya da kâğıt poşetler kullanılıyor. Görevli, “taşıyabilirsiniz” diyerek, altı adet bir buçuk litrelik suyu ellerimize tutuşturuveriyor. Türkiye’de olsak kesin kabul etmeyiz ama yapacak bir şey yok. Şişeler elimizde yürüyoruz.

Sonradan öğreniyoruz. Oralarda insanlar çoğunlukla çarşıya sırt çantasıyla gidiyor. Öyle kilolarca alışveriş yapmıyorlar. Elmayı armudu taneyle alıyorlar. Çanta dolunca eve dönüyorlar.Demek ki Hollandalılar sık sık alış-verişe çıkıyor. Eh bu da bir tür spor egzersizi sayılabilir ama bize pek uymaz. Hem ailelerimiz kalabalık, hem aynı anda çok iş yapmayı marifet sayan bir tarafımız var.

Dönüş yolunda yine bisikletliler! Motorlu araç neredeyse parmakla sayılacak kadar az.

Bir tramvay geçiyor yakınımızdan, ayakta yolcu yok, herkes oturuyor. Kaldırımlar zeminle hemen hemen aynı hizada. Bir yaşlının yada engellinin rahatlıkla gezebileceğini düşünüyorum. Tekerlekli sandalye ne kolay hareket eder buralarda. Kaldırımların ortasında yolunuzu kesen tezgâhlar, yanlış yerlere konmuş çiçeklikler yok.Ortalığa park etmiş arabayı zaten aklınıza bile getirmeyin. Cep telefonunuza yüklediğiniz bir programla otoparkı kullandığınız süre hesaplanıyor;yapacağınız ödeme kredi kartınızdan düşülüyor.

Aracımız aynı yerde bizi bekliyor.

Yaşlı şoför amcamız, aynı profesyonel gülümsemesi ve yine hoş geldiniz cümleleriyle karşılıyor bizi. Ancak bu kez Kerim ile ikiz olduğumuzu fark edip özel ilgi gösteriyor.

Sabah konser vereceğimiz enstitüye gideceğiz.

2.Gün Hollanda’da Türk Kahvesi!

Yunus Emre Enstitüsü, Hollanda’da Türk Kültürünü yaşatmak ve oradaki Türk azınlığa ortam sağlamak amacı ile kurulmuş.Konserimiz, Dünya engelliler günü için planlandı ama müzisyenler olarak biz kendi kültürümüzü ifade etmeyi ve hatta müziğimizle Doğu’dan Batı’ya bir köprü kurmayı da hedefliyoruz.

Provadan önce enstitünün mutfağında dinlenip müdür bey ve diğer görevlilerle sohbet ediyoruz. Muhabbete birer fincan Türk kahvesi eşlik ediyor, bizim için günün sürprizi!

Az sonra üst katta konser vereceğimiz salondayız. Kuyruklu Yamaha piyanoyu görünce seviniyoruz. Özellikle bir piyanist için konser vereceği yerdeki enstrüman her zaman soru işaretidir. Bizim içinse ses ve sahne düzeni merak konusudur. Hemen platforma yerleşiyoruz.

Konser için hazırladığımız parçalara geçmeden önce ses düzeni ayarlanıyor. Kablolar, mikrofonlar, enstrüman ve seslerin balansı yapılıyor. Uzun bir çalışma sonunda salona tam olarak alıştığımıza karar verip provayı bitiriyoruz.

Yarın konser var, iyi dinlenmek gerek. Otele dönüp akşam yemeği yiyoruz. Restoranda servisimizi Türk garson yapıyor. Esasen Amsterdam’da çok sayıda yurttaşımızın yaşadığını öğreniyoruz.Otelde yemekler güzel ama bizim aklımızda en çok kalacak kimyonlu Gauda Peyniri. Kaşarı andırıyor, çok ince dilimlenmiş.     

Konser, 3 Aralık 2018 Pazartesi

Akşam üzeri saatleri. Enstitü’deyiz. Konsere Hollandalı bir müzisyen katılacak, Bert Louissen. Onu bekliyoruz. Bert tam kararlaştırılan saatte 16.30 gibi elinde beyaz bastonuyla salona giriyor. Tanışıyoruz, hemen kaynaşıyoruz. Yaşlarımızı soruyoruz birbirimize, aynıyız. Bert piyanonun başına geçiyor ve çalıp söylemeye başlıyor. Biz de mandolin ve gitarla katılıyoruz.

Prova sonrası dinlenirken Bert’le sohbet ediyoruz. Konservatuvarı bitirdiğini söylüyor. Kabartma (Braille) notayı hiç kullanmadığını öğrenmek bizi şaşırtıyor. Tüm akorları kulaktan çıkarıp ezberlediğini söylüyor.

Bu arada konuklar gelmeye başlıyor. Enstitü içinde bir hareket, bizde de bir heyecan tabii! Sık sık saatlerimize bakıyoruz. Koordinatörümüz yanımıza gelip Büyük Elçi, Konsolos ve Hollanda’da yaşayan birçok vatandaşımızın geldiklerini haber veriyor. Hollandalı misafirlerimiz de var. Şimdi konser vakti…

Saat 20.00, önce sırasıyla büyük elçi, enstitü müdürü ve proje koordinatörü konuşmalarını yapıyor: Bugün 3 Aralık ve konserin asıl amacı engellilerle ilgili farkındalığı artırmak.

Konser başlıyor, sahnedeyiz, Bert piyanonun başında. Biz mandolin ve gitarla eşlik ediyoruz. Şarkı geçişleri sırasında konuşuyor. Amerika’da büyük bir kayıt şirketi “Atlantik Records”u kuran Ahmet Ertegün’den bahsediyor. İlk bölümün finalini, Hollanda’da herkesin çok iyi bildiği “Bij Ons In DeJordaan” ile yapıyoruz.

Bert bolca alkış alıp yerini Linda’ya bırakınca bizim havalara başlıyoruz. Önce Memleketim, ardından kendi bestemiz “Bir Ağaç Gibi”, türküler, şarkılar, arada bir komşu müziği sirtaki. Salondan bize yansıyan enerji yüksek. Kâh parçalara eşlik ediyorlar, kâh alkışla tempo tutuyorlar. Sahnedeki müzisyen için en büyük ödül salonun coşkusu ve alkışlar!

Bizden bir Longa ile Mozart’ın Türk Marşı’nı harmanlayıp doğu-batı sentezi yapıyoruz. Final Türk Müziği!

Konser bitiyor ama gece sürüyor.

Aynı salonda resepsiyon veriliyor. Türkiye’den yıllar önce Hollanda’ya yerleşmiş insanlarla tanışıyoruz.  Oraya henüz yerleşmiş İstanbul’dan tanıdığımız iki genç de bizi dinlemeye gelmişler, ne hoş sürpriz! Hepsi “Kendimizi memlekette gibi hissettik” diyorlar. “Bizi yıllar öncesine götürdünüz”diyorlar. Teşekkür ediyorlar. Ne mutlu bize! Haftalar öncesinden konser için başlayan hazırlığımız, repertuvar seçimi, provalar, seyahat ve konserin tatlı yorgunluğu bir anda uçuveriyor. Saatler geçiyor ama hemen herkes hala salonda. Kokteyl masalarının başında ayakta derin sohbetler yapılıyor. Hepimiz birbirimizle hasret gideriyoruz adeta.

Böylelikle bir konser gecesi ve seyahat belleğimizde bıraktığı anılarla, izlenimlerle sona eriyor.

Selim Altınok