Danimarka’ya bağlı Grönland’ın Uummannaq bölgesi yakınlarında buzul kütlesinin kopması sonucu bir balıkçı yaşamını yitirdi. Kayıp iki kişi aranıyor.
Danimarka Krallığı’na bağlı Grönland’ın batısındaki Uummannaq bölgesi yakınlarında buzul kopması sonucu bir balıkçı hayatını kaybetti, ikisi kayboldu. Grönland polisinden yapılan açıklamada, Uummannaq bölgesi yakınlarındaki Ukkusissat/Perliffik fiyordu civarında bir buzul kütlesinin koptuğu ve üç balıkçı için kayıp ihbarı yapıldığı belirtildi.
Açıklamada, kayıp balıkçılardan birinin ölü bulunduğu, diğer ikisini arama çalışmalarının sürdüğü kaydedildi. Kopan buzulların denizde büyük dalgalar oluşturduğuna vurgu yapan polis, bölge halkından kopma riski bulunan buzullardan uzak durmalarını istedi.
Tahmin edilenden daha hızlı eriyor
Yüz ölçümü bakımından dünyanın en büyük adası ve Kuzey Kutbu’nun yüzeyi en fazla buz kütlesiyle kaplı bölgesi olan Grönland’ın buzul örtüsü küresel ısınma nedeniyle tahmin edilenden daha hızlı eriyor. CNN’de yer alan habere göre, Grönland’da temmuz ayında artan hava sıcaklıkları nedeniyle 197 milyar ton buz eridi.
Brezilya Dışişleri Bakanı Ernesto Araujo, katıldığı bir etkinlikte iklim değişikliği tartışmalarının ‘Brezilya’nın bütünlüğünü bozmayı hedef alan solcu bir komplonun parçası’ olduğunu öne sürdü.
Brezilya Dışişleri Bakanı Ernesto Araujo, Brezilya hükümetinin Amazonları yakması ile ilgili suçlamaları reddederek, “Küresel ısınma ile ilgili gereksiz endişe Brezilya’nın bütünlüğünü bozuyor” ifadelerini kullandı. Balan Araujo, “İklim değişikliği diye bir felaket” yok diyen Araujo, “küresel ısınma ile ilgili tartışmalar asılsızdır” dedi.
ABD ziyaretinde Washington’da Heritage Vakfı’nda düzenlenen bir etkinlikte konuşan Araujo, “küresel ısınmanın sebepleri ile ilgili bilimsel bir kanıt olmadığını” iddia ederken; iklim değişikliği tartışmalarının da “ABD ve Brezilya’nın bütünlüğünü bozmayı hedef alan solcu bir komplonun” parçası olduğunu söyledi.
Brezilya hükümetini Amazon yangınlarından sorumlu tutmanın, uluslararası yaptırım uygulamak için bir bahane olduğunu savunan Araujo, Brezilya’nın ‘gezegeni yok eden bir ülke’ olarak gösterildiğini söyleyerek şöyle konuştu: Brezilya’yı işgal etmek için Amazon yangınını kullanıyorlar.
BirGün yazarı Barış İnce, Cumhurbaşkanı’na hakaret davasında yaptığı ‘akrostişli savunma’ nedeniyle açılan ikinci haraket davasında, 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Hükmün açıklanması geri bırakıldı.
BirGün yazarı ve eski yazı işleri müdürü Barış İnce, Cumhurbaşkanı’na hakaret davasında yaptığı akrostişli savunma nedeniyle açılan ikinci Cumhurbaşkanı’na hakaret davasında 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, hükmün açıklanmasını geri bıraktı.
İnce, yargılandığı Cumhurbaşkanı’na hakaret davasında mahkemeye akrostiş usulüyle yazdığı bir yazıyı savunma olarak vermiş; bu savunma da Cumhurbaşkanı’na hakaret olarak değerlendirilerek nce hakkında yeni bir Cumhurbaşkanı’na hakaret davası açıldı. Bu davadan hapis cezası alan İnce, Yargıtay’a başvurdu ve karar bozuldu.
İlk derece mahkemesinde tekrar görülen dava, bugün sonuçlandı. İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada Barış İnce, Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği suçlamasından 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, hükmün açıklanmasını geri bıraktı.
Barış İnce’nin yaptığı savunma şu şekildeydi:
“Hakim bey, savcı bey ve avukat beyler..
Israrla ve şaşılacak bir sabırla Recep Tayyip Erdoğan beyefendi ve şürekası tarafından hakkımda davalar açılıyor ve bana Beşiktaş’ın galibiyet sevincini yaşamam gereken şu nadide dakikalarda bu savunmayı yazdırtıyor.
Ruhumu sıkmak için gönderildiğini düşündüğüm bu beyefendi sürekli benimle uğraşıyor, beni içeri tıktırırsa olimpiyatları kazanan Japonların sevincini yaşayacağını sanıyor.
Suçlamaya konu olan “Ceplerine duble yol yapmışlar” başlıklı haberim, TÜRGEV fezlekesindeki iddiaları yayımlamaktan ibaretti ve bu fezleke, biz yayımlamadan bir gün önce internet ortamında onlarca sitede yayımlanmıştı yani gizliliği ihlal gibi bir suçlamaya dayanak olacak bir durum bulunmuyor.
Ismarlama haberlere alışmış olan muhterem beyefendi, 300 sayfalık fezlekelerin içinden yediği naneleri bulup çıkarmama pek bir hiddetlenmiş olmalı, olabilir, belki benim kağıt param döne dolaşa birilerinin cebine girmiştir, olabilir, ancak bu naneleri kendi üstün zekalı ailesinin küçük sırrı sanıyorsa pek bir yanılıyor.
Zira bu fezlekeler ve tapeler çıkmadan önce de benim gazetem, onun bu küçük sırlarını Sayıştay raporlarıyla manşetlere taşıyordu ama itiraf etmem gerekir ki kimse okumuyordu, satışlarımız da yerlerde sürünüyordu.
Tabi şimdi iyi satıyoruz da kağıt pahalandı biliyor musunuz, dağıtım masrafları falan derken, ne diyorum ya ben, savunma yapıyordum ben, başlarım savunmaya, içimden kendimi savunmak bile gelmiyor, hatta hiç bir bok yapmak gelmiyor!
Aslında ben ve benim gibiler bu hayatta sizin gibilerin yediklerini saymaktan, çok affedersiniz o işi bile rahatça yapamıyor.
Yani demem o ki polis elinizde, yargı elinizde, savcılar emrinizde, bu davanın sonucu belli, ben de oturmuş savunma yazıyorum, üstelik açtığınız davaya haber olan fezlekeyi sürekli güvenmemizi telkin ettiğiniz “güvenlik güçleri” hazırlamıştı.
Yılda ayda bir kere güvendik o da başımızda patladı.
İletin beyefendinize söylediklerimi, açın kulağınızı; sonra ne yaparsanız yapın ama şu bir gerçek ki TÜRGEV adlı bir vakıf kurdunuz, o vakfa bağış adı altında rüşvet aldınız, o rüşvetler karşılığında memleketin arazilerini eşinize dostunuza peşkeş çektiniz, imara açık olmayan yerleri imara açtınız, medya patronlarına maden hediyesi verdiniz, sonra da karşılığında yayın yönetmenlerini arayıp istediğiniz haberleri girdiniz, istemediğinizi yediniz, yedikçe semirdiniz, iktidarınız elden gidecek diye memleketi savaşa sokmak istediniz, bizimse bunların karşısında el pençe divan durmamızı beklediniz, direnince biz, çoğalınca biz, susmayınca biz, gencecik çocuklarımızı toprak ettiniz!
Polisiniz söyledi neler yaptığınızı, savcınız söyledi hatta bakanınız söyledi, ben söylemişim nedir ki, benim söylediğim, bu savunmadaki safiyane cümlelerin, ilk harflerinde gizli…”
26. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı, 2020’de Glasgow’da, Birleşik Krallık ve İtalya’nın ortaklaşalığı ile düzenlenecek.
2020 yılında düzenlenecek olan 26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı (COP26) Birleşik Krallık’taki Glasgow şehrinde düzenlenecek. Zirve başkanlığını ise Birleşik Krallık eski enerji ve temiz büyüme bakanı Claire Perry yapacak.
COP26’nın nerede gerçekleşeceğine dair, Birleşik Krallık ve rakip ülke İtalya arasında aylardır süren tartışmalar sona erdi. Konferansın İskoçya‘daki Glasgow’da İtalya ile ortaklaşa gerçekleşeceği açıklandı. Kasım 2020’de gerçekleşecek konferansa 30 bine yakın temsilcinin katılması bekleniyor. İki ülke arasındaki anlaşma uyarınca, Birleşik Krallık COP26’nın ana etkinliklerine, İtalya ise konferansa hazırlık ve gençlere yönelik etkinliklere ev sahipliği yapacak.
Zirve, Paris Anlaşması‘nın yürürlüğe gireceği yılda düzenleneceği için büyük öneme sahip. Paris Anlaşması kurallarına göre anlaşmaya taraf olan ülkelerin iklim eylem planlarını güncelleyerek (NDC), bu toplantıda sunmaları gerekiyor. Planların da Paris Anlaşması’nın küresel ısınmayı 1.5 derecede sınırlandırma hedefine uyumlu hale getirilmesi bekleniyor. Zirvenin düzenleneceği Birleşik Krallık, net-sıfır emisyon hedefi veren ilk G7 ülkesi olarak ve Parlamentosu’nda iklim acil durumu ilan eden ilk ülke olarak dikkat çekmişti.
Lider Perry
Küresel iklim kriziyle mücadelede önemli bir dönüm noktası olabileceği belirtilen ve iki hafta sürecek konferansa 200’e yakın dünya liderinin katılımı bekleniyor.
Birleşik Krallık’ın temiz büyümeden sorumlu eski bakanı Claire Perry liderlik yapmak üzere seçilmişti. Perry, “2020’de dünya liderleri iklim kriziyle nasıl mücadele edileceğine dair küresel düzeyde çözümleri Birleşik Krallık’ın en sürdürülebilir şehirlerinden biri olan ve birçok üst düzey etkinliğe ev sahipliği yapmış olan Glasgow’da tartışacak” dedi.
İskoç Hükümeti’nin İklim Değişikliği sorumlusu Roseanna Cunningham ise COP 26’ya İskoçya’nın ev sahipliği yapması kararını doğru bulduğunu söyledi. Cunningham, “İskoçya küresel iklim krizinin aciliyetini kabul eden ilk ve Birleşik Krallık’ta en zorlu taahhütlerde bulunan ülkelerden biridir” dedi.
Paris Anlaşması’na hala taraf olmayan Türkiye de 2020 İklim Zirvesi’ne adaylığını koymuştu.
Anayasa Mahkemesi’nden çıkan ‘ifade özgürlüğü’ kararı üzerine, ‘terör örgütü propagandası’ suçlamasıyla yargılandıkları davalardan beraat eden Barış Akademisyenleri’nin sayısı 39’a yükseldi. Bugün de Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Stephenson ve İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Atıcı beraat etti.
“Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzalamaları sonrası ihraç edilen ve haklarında “örgüt propagandası yapmak” suçlamasıyla dava açılan Barış Akademisyenleri davalarından beraat kararları gelmeye devam ediyor. Barış Bildirisi imzacılarından İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Chris Stephenson ile İTÜ İşletme Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve Yeşil Gazete yazarı Doç. Dr. Ahmet Atıl Aşıcı hakkında bugün görülen duruşmalarda beraat kararı verildi.
İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi‘nde Stephenson’ın ilk duruşması dün (11 Eylül) görüldü. Stephenson savunmasında “Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi iddianamemde söz konusu edilen metin hakkında ifade özgürlüğü kapsamına girdiğine yönelik bağlayıcı bir karar verdi. Beraatımı talep ediyorum” dedi. Duruşma savcısı, mahkemede geçici görevlendirildiğini belirterek esas hakkındaki mütalaasını hazırlamak için her iki dosya yönünden de süre isteyerek duruşmayı bugüne bırakmıştı.
Bugünkü duruşmada, Stephenson hakkında beraat kararı verildi.
Stephenson’un hemen ardından görülen ikinci duruşmada, yazarımız Doç. Dr. Ahmet Atıl Aşıcı hakim karşısına çıktı. Savcılığın verdiği “Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun 27 Temmuz 2019 tarihli kararı doğrultusunda sanığın beraatine karar verilmesi kamu adına talep olunur” mütaalası üzerine son sözü sorulan Atıcı, “Umarım bu tür eylemler bir daha suç olarak değerlendirilmez” dedi. İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesi de oybirliğiyle Atıcı’nın beraatine hükmetti.
Böylece Anayasa Mahkemesi (AYM) kararı sonrası beraat eden akademisyenlerin sayısı 39’a yükseldi.
14 beraat de dün
Dün de 30. Ağır Ceza Mahkemesi‘nde (ACM) görülen duruşmalarda akademisyenler Serdar Değirmencioğlu ve Özlem Savaş‘ın AYM kararı doğrultusunda beraatlerine karar verilmişti. 25. ACM ise açık duruşma yapmadan davası devam eden 12 akademisyen için beraat kararı almıştı. Bu akademisyenlerin adları ve görevleri şöyle:
MSGSÜ’den doktora öğrencisi Doğan Emrah Zıraman ve Doç. Dr. Yıldırım Şentürk, Bilgi Üniversitesi’nden Öğr. Gör. Özlem Köseoğlu, Öğr. Gör. Yörük Kurtaran ve Doç. Dr. Bülent Bilmez, Cumhuriyet Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Çeliksöz, 29 Mayıs Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Hilal Alkan Zeybek, Anadolu Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Kasım Akbaş, Kocaeli Üniversitesi’nden Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Artuklu Üniversitesi’nden Arş. Gör. Asena Pala, Pennsylvania Üniversitesi’nden T.E.K, Dicle Üniversitesi’nden Prof. Dr. Erhan Ünlü.
Dorian Kasırgası’nın büyük bir yıkıma yol açtığı Bahamalar’da ölü sayısı 50’ye çıktı. Yetkililer, arama kurtarma çalışmalarının devam ettiğini, ancak 2.500 kişiden haber alınamadığını belirtti.
Dorian Kasırgası‘nın geçen hafta büyük bir yıkıma yol açtığı Bahamalar’da ölü sayısı 50’ye çıkarken, hükümet 2,500 kişinin akıbetinin bilinmediğini açıkladı. Ülkede 76 bin kişinin evlerini kaybettiği bildiriliyor. Bu sayı, ülke nüfusunun yüzde 17’sine denk geliyor.
BBC’ye göre, hükümet, Abaco Adaları ve Büyük Bahama‘da arama-kurtarma çalışmaları devam ettiği için ölü sayısının artabileceğini, kayıp listesinin henüz sığınaklarda kalanların kayıtlarıyla karşılaştırılmaması nedeniyle de kayıp kişi sayısının düşebileceğini söylüyor.
Sabit rüzgâr hızı saatte 295 kilometreye çıkan Dorian Kasırgası, 1 Eylül’de Abaco Adaları’nı yerle bir etmişti.
İki çadır kent kurulacak
1935’te, henüz kasırgalara isim koyma geleneği oluşmadığı İşçi Bayramı Kasırgası adıyla bilinen ve Florida‘da 408 kişinin ölümüne yol açan kasırganın sabit rüzgâr hızı saatte 300 kilometreydi. Bu nedenle Dorian, karaya ulaşma anındaki rüzgâr hızı açısından son 84 yılda görülen en şiddetli ikinci kasırga olarak kayıtlara geçti.
Kasırgadan en fazla etkilenen iki adadan toplam 5,000 kadar kişi tahliye edildi. Birleşmiş Milletler, kasırga günü sular altında kalan bu adalarda halen 6,000-7,000 kişinin yaşadığını açıkladı. Başkent Nassau’daki geçici sığınaklarda yüzlerce kişinin kaldığı belirtiliyor.
Büyük Abaco adasındaki Marsh Harbour‘da kasırgada evlerini kaybedenler için iki çadır kentin kurulması planlanıyor.
Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş’ın dört yıl sekiz ay hüküm giydiğini belirten avukatları cezanın mahsup sayılmasını istedi. Başvuru kabul edilirse Demirtaş cezaevinden çıkacak
Kasım 2016’dan beri cezaevinde bulunan HDP‘nin önceki Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutuklu yargılandığı davada tahliye kararı çıkmıştı. Ancak başka bir davada hükümlü olan Demirtaş serbest bırakılmamıştı.
Savcılığın tahliye kararına itirazının reddedilmesinin ardından siyasetçinin avukatları harekete geçti. Demirtaş’ın tahliyesi için önceki akşam İstanbul 26’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvuran avukatları, Demirtaş’ın dört yıl sekiz ay hüküm giydiğini belirterek cezanın mahsup sayılmasını istedi. Eğer başvuru kabul edilirse Demirtaş cezaevinden çıkacak
Ankara’da komşularının beslediği kedi ve köpekleri zehirleyerek öldüren doktor Yargıç, ‘mala zarar vermek’ suçundan, indirimsiz beş yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Ankara’da oturduğu sitenin bahçesinde komşularının beslediği kedi ve köpekleri zehirleyerek öldürdüğü suçlamasıyla tutuksuz yargılanan doktor Zeynel Abidin Yargıç (38), ‘mala zarar verme’ suçundan beş yıl hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, sanığın suçtan pişmanlık duymaması nedeniyle cezada indirim uygulamadı.
Gölbaşı Hacılar Mahallesi’ndeki sitede 16 Aralık 2018 gecesi, site sakinleri tarafından beslenen üç köpek ve iki kedi zehirlenerek öldürüldü. Hayvanları besleyen Sabriye Banu İç, Hazar Onur Demirtemel, Rıza Erginay, Yılmaz Belendir ve Bayram Buğra Irmak, güvenlik kamera görüntülerini inceledi. Site sakinleri, elinde bir bidonla hayvanların peşinde giden bir kişiyi tespit etti. Bu kişinin, daha önce sitede hayvan beslendiği için tepki gösteren site sakini doktor Zeynel Abidin Yargıç olduğunu iddia ederek Gölbaşı savcılığına suç duyuruşunda bulundu. Delil olarak da ölen hayvanların fotoğrafları ve güvenlik kamera görüntüsü sunuldu.
Sanık avukatı: Sahipli değiller, mala zarar verme yok
Gölbaşı 3’üncü Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın karar duruşmasına tutuksuz sanık Yargıç gelmezken avukatı Faruk Keskinkılıç hazır bulundu. Sanık avukatı ortada sahipli bir hayvan bulunmadığı için, ‘mala zarar verme’ suçunun işlenmediğini belirterek müvekkilinin beratını talep etti. Mahkeme ise hayvanlar site içinde bakıldığında Yargıtay’ın emsal bir kararı üzerine öldürülen hayvanları ‘sahipli hayvan’ olarak kabul etti.
Su ve Vicdan Nöbeti Koordinasyon Kurulu, Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü’ne bir dilekçe vermek için bir araya geldi; yeniden başlayan orman katliamının tekrar durdurulmasını istedi.
Çanakkale’nin Kirazlı bölgesinde açılmak istenen altın madeni projesine karşı haftalardır nöbet tutan, Su ve Vicdan Nöbeti Koordinasyon Kurulu üyeleri ve çevre aktivistleri, Kazdağların’nda ağaç kesmeye devam edilmesi üzerine, dün Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü’nün önünde toplandı. Bölge Müdürlüğü’ne bir dilekçe veren aktivistler, “Kirazlı’daki orman katliamının derhal durdurulmasını” istedi. 2 Eylül’de de konuyla ilgili bir suç duyurusunda bulunulmuştu.
Koordinasyon’dan yapılan açıklama şöyle:
”Bugün burada, Çanakkale halkı ve doğasına sahip çıkan duyarlı vatandaşlar olarak, Kirazlı Altın ve Gümüş Maden sahasında, tüm kamuoyunun tepkisine rağmen, hala devam etmekte olan ağaç kesimlerine dikkat çekmek ve kesimin durdurulması için Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğüne dilekçelerimizi vermek amacıyla toplandık. TEMA Vakfı’nın tespit ettiği üzere, şirketin ÇED raporunda ön görülenin 4 katı fazla ağaç kesilmiştir. Bu konu hakkında 2 Eylül tarihinde suç duyurusunda bulunulmuştur.
Bin değil bir ağacına bile kıyılmaması gereken Kazdağları, barındırdığı bitki ve hayvan topluluklarıyla Anadolu’nun en önemli sığınaklarından birini oluşturmaktadır. İçerdiği nadir bitki türleri ile burası aynı zamanda kuşların ikincil göç yollarından biridir. Kazdağları yöresi, zengin biyolojik çeşitliliği nedeni ile uluslararası değerlendirme ölçütlerine göre, Önemli Bitki Alanı ve Önemli Doğa Alanı olarak kabul edilmiştir.
Kazdağlarının eşsiz ekosisteminin daha fazla zarar görmemesini istiyor, ağaç katliamına ve orman ekosisteminin yok olmasına yol acan Alamos Gold’u, Doğu Biga madenciliği ve tüm taşeronlarını kınıyoruz. Ağaç kesimleri Tarım ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü eliyle yapılmaktadır. Orman Genel Müdürlüğü’ ne sesleniyoruz: Kirazlı’daki orman katliamını derhal durdurun!
Onlar, ormandan gidene kadar biz Kazdağlarını terketmiyoruz çünkü ormanlar madencilerin değil sincaplarındır, kuşlarındır, karacalarındır. Kazdağları hepimizin.”
Açık Radyo’da iki haftada bir Salı günleri yayınlanan Sudan Gelen’de Akgün ilhan’ın konuğu Sevinçer Kukla Tiyatrosu’nun kurucusu ve kukla ustası Çağlayan Sevinçer’di. İlhan ile Sevinçer kukla yapımından, kukla tiyatrosundan ve kukla oyunlarda ele alınan ekoloji ve su temalarını konuştu.
Çağlayan Sevinçer, Nevra Çelebi ve Akgün İlhan Açık Radyo’da Sudan Gelen için buluştu.
– Öncelikle kuklalar hayatına nasıl girdi diye başlayalım istersen? Nasıl kukla ustası olmaya karar verdin ve bu kararı hayata geçirdin?
Aslında üniversite yıllarında tiyatro kulübü ile başladım sahne sanatlarına olan ilgim. İlk kez bir sahne performansı izlediğimde üniversite birdeydim ve büyülendim. Tiyatro kulübünü takiben İstiklal Caddesi‘nde küçük bir apartman dairesinde amatör bir toplulukla tiyatro çalışmaları yapmaya başladım. Sonra özel bir tiyatronun kursuna katılmaya karar verdim. Bu kursta yaklaşık 100 öğrenci bir yıl eğitim aldık. İkinci yıl kursa devam eden bir grupla çocuk oyunları çıkarmaya başladık. Ardından aynı tiyatroda sahne arkasında görev almaya başladım. Kukla ile tanışmam bu döneme denk geliyor. Kuklanın sahnede modern anlamda kullanımına ve yetişkinler için uyarlanmasına şahit oldum ve çok ilgimi çekti. Gerisi gerçekten bir aşk hikayesi. O zamandan bugüne kadar kukla ile olan aşkımız hiç azalmadı. Aynı tiyatroda dört sene oyuncu ve kuklacı olarak çalıştıktan sonra bu alandaki bilgi ve becerimin yetersiz olduğunu hissettim ve kuklayı gerçekten öğrenebileceğim bir yer aradım. Ne yazık ki Türkiye’de bu alanda teknik eğitim verebilecek herhangi bir okul yada kurs yoktu. Hala da öyle. İşin mutfağını öğrenebileceğiniz bir yapı hala mevcut değil. Bireysel bir takım girişimler var ama onlarda modern bilgiden oldukça uzak. Bu nedenle yurt dışına gitmeye karar verdim ve hem dil öğrenip hem de kuklaların nasıl imal edildiğini görmek için 1997’de ABD‘ye gittim. 9,5 sene süren bir ABD maceram oldu. 2001 senesine kadar üç farklı kolejde bu sanata hizmet edecek branşlarda dersler aldım, tiyatro konusunda kendimi geliştirmeye ve kukla tiyatrosu üzerine araştırmalar yapmaya çalıştım. 2001’de Washington DC‘de düzenlenen Millenium Festivali‘nde ustam ile tanıştım ve onun tiyatrosuna bir bir atölye için davet edildim. Sanırım bu dönemde artık hayatımdaki her şey kukla ile alakalı olmaya başladı. Takip eden beş sene boyunca Vermont eyaletinde Brattleboro kasabasında Ulusal Kukla Tiyatrosu‘nda önce staj yaptım, imalat ve sahneleme öğrendim sonrasında da aynı tiyatroda profesyonel olarak sahne almaya başladım. Çeşitli oyunlarda ve çocuk klasiklerinde üçüncü kuklacı olarak görev aldım. Bu süreç çok önemli oldu benim için çünkü bu dönemde piştim, kendi stilimi buldum ve yönümü çizdim. Turneler ve dahil olduğumuz festivaller aracılığı ile pek çok oyunu görme şansım oldu. Bu da teknik anlamda bilgi kazanmamı sağladı. Ustam David Syrotiak tam bir müzikal hayranıydı. Onun sayesinde üç sene boyunca hem atölyede çalışırken hem de seyahat ederken arabada ciddi bir müzikal tiyatro külliyatı dinledim. Bu nedenle oyunlarımda müzik çok önemli bir yere sahip.
– Sevgili Çağlayan, kukla tiyatrosunun bildiğimiz tiyatrodan farkı nedir? Kuklaların oynatıldığı oyunların dili nerelerde faklılaşıyor?
Kukla çok önemli bir hikaye anlatıcılığı aracıdır. Anlatımı kuvvetlendirir. Kimi zaman hikayenin kendisini tek başına sırtlayabilir. Kukla oyunlarını dille sınırlandıramadığımız için evrenseldir. Dile veya repliklere ihtiyacı yoktur. Size bir konuyu ya da durumu sözleri kullanmadan aktarabilir. Bu da bu kukla tiyatrosu formunu normal aktör tiyatrosundan ayıran bir özellik. Örneğin geçen yıl Kudüs’de izlediğim bir Fransız kukla tiyatrosu naylon poşetleri konu alan bir çalışma sergiledi. Bu sözsüz oyun 20 dakika sürdü. Belki de plastik kirliliğiyle alakalı söylenebilecek ve söylenmiş bütün sözleri ve çalışmaları özetleyip bize bıraktı son sözü. Plastik poşeti icad eden bir adam vardı sahnede ve o poşetlerle eğlendi, dans etti. Giderek arttırdı sahnedeki poşet sayısını. Hazırlanan pervane düzenekleri ve kontrol mekanizması ile poşetlerin havada uçuştuğu bir çemberde insan bir süre sonra var olamamaya, bu naylon mezarlığında nefes alamamaya başladı. Çok sihirli bir andı havada kafamızın üzerinde dolanan renkli poşetleri izlemek ama bir yandan da bizi boğduğunu korkarak hissetmek.
Bir başka oyunda ise buzdan yapılmış bir kuklanın oyun boyunca nasıl kademe kademe eridiğine ve oyunun sonunda eriyip yok olduğuna şahit olduk. Oyunun teması da elbette ona göre seçilmişti; Oidipus kompleksi. Güç, iktidar ve benlik duygusu içinde kendinden geçmek ve giderek insandan uzaklaşıp yok olmayı anlatan bu başarılı oyunun ana kişisi buzdu ve her saniye küçülüyordu.
Kukla tiyatrosunun en önemli avantajı işte bu teknik detay olsa gerek diye düşünüyorum. Teknik hazırlık ve tasarımın yarattığı mutlakiyetin edebi derinlikle birleşmesi ve bunun sahneye estetik kaygılarla sunulması tadına doyulamayacak defalarca izlenebilecek yapıtların oluşmasını sağlıyor. Kukla tiyatrosu işte bu şartlar oluştuğunda doğru kimyaya ulaşıyor ve üretim süreci tetikleniyor.
– Peki, Türkiye’de kukla tiyatroculuğu ne durumda?
Çok zayıf ne yazık ki. Son senelerde bir ilginin oluştuğunu ve bu alana yönelimlerin arttığını düşünüyorum. Ancak bilgi ve deneyim kazanmak emek ve zaman istiyor. Özellikle kukla yapımı ve sahnelenmesi zaman ve sabır gerektiriyor. O sebeple ilginin biraz çabuk söndüğünü görüyorum. Kukla tiyatroları var ama kimi zaman ben bile görmek istemiyorum sergiledikleri oyunları.
Geçmiş dönemlere nazaran kukla ve kukla tiyatrolarına ilginin çok daha fazla olduğu bir gerçek. Hem tiyatrolar hemde oyuncuların kuklaya olan ilgisi artıyor. Ne kadar güzel ve kaliteli kukla oyunu sunulursa ilgi o oranda artıyor. Tabi ki çeşitli vesilelerle farklı şehir ve bölgelerde düzenlenen kukla festivallerinin de bu gelişimde katkısı tartışılmaz. Halen periyodik olarak devam eden kukla festivallerine diğer belediyelerin desteklerinin eklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Kukla festivalleri düzenlemek ve buna kaynak ayırmak bence bir zorunluluk olmalı yerel yönetimlerde. Yakın zamanda Moğolistan‘a modern sopalı kukla üzerine eğitim vermek için gittim ve toplam nüfusu 3 milyon olan başkent Ulan Batur‘da 1 milyon insanın yaşadığını ve Devlet Kukla Tiyatrosu‘nun bu sene 70. kuruluş yılını kutluyor olduğunu öğrendim. 30 milyon insan yaşıyor İstanbul‘da. Gerisini siz varın hesap edin.
Çim Gitti adlı oyun sahnelenirken.
– Biraz da Çim Gitti oyununu konuşalım. Çevre sorunlarından ve esasen su kirliliğinden bahseden bu çocuk oyununun senaryosu nasıl gelişti?
Çim Gitti, benim geçen sene sahnelediğim, yönetmenliğini yaptığım ve üretim sürecinde kılavuzluk ettiğim bir oyun. Antalya Şehir Tiyatrosu için hazırladım bu kukla piyesini. Oyunun yaratım sürecinde ana motivasyonumuz kukla sanatını ve sunumu seyircinin bulunduğu yere yani açık alanlara parkalara götürmekti. Oyun oynanabilecek yerleri tespit edip fotoğraflayarak başladık işe. Çektiğimiz fotoğraflar bize ne tür bir estetik sunum ne tarzda bir kukla oyunu yaratabileceğimizle ilgili veriler sağladı. Temamız çevre ve doğa bilinciydi ve bu konu üzerine onlarca kısa skeç ve kısa oyun tasarlayıp kağıda döktük. Sonra oluşturduğumuz bu veritabanının azaltıp eleyerek mantıklı bir akış sıralamasına koyduk. Ve tabi ki ardından hayal ettiğimiz karakterlerin kuklalarını imalat sürecimiz başladı.
Doğal kalmış yeşil bir alan yarattık. Onun merkezine akasya ağaçları, küçük bir köstebek yuvası ve çiçekler koyduk. Öğle paydosunda biraz nefeslenmek ve öğle yemeği sandviçini yemek üzere bu alanda mola veren bir mühendis düşündük ve daha önce tasarladığımız sahneleri yaptığımız kuklalarla doğaçlamaya başladık.
Gerisi kendiliğinden geldi açıkçası. İnsanın doğada ardında bıraktığı artıklardan farkında olmadan yarattığı kirliliğe ve bundan hazin bir şekilde etkilenen canlılara kadar pek çok durumu kuklanın perspektifinden doğaçladık ve mantıklı bir olaylar serisi dizilimine oturttuk. Ve çim gitti.. .Evet gerçekten gitti. Nasıl gittiğini gidip görün derim.
– Bu arada Sevinçer Kukla Tiyatrosu‘nda sadece oyunlar sergilenmiyor aynı zamanda kukla atölyeleri de yapılıyor. Bu atölyeler katılmak için ne gibi şartlar aranıyor?
Evet, gururla bahsedebileceğim bir kukla atölye çalışmaları serisine sahibiz. Oksijenadını verdiğim ve yaklaşık 15 yıldır devam eden bir kukla yapımı, oynatımı ve sahnelenmesi çalışmasını yürütüyorum. 10 gün süren yoğun bir çalışma bu. 10 gün içerisinde konsept geliştirilmesinden kuklanın tasarımına ve 10. Gün seyirci ile canlı sergilenmesine kadar kukla tiyatrosu ile alakalı hemen hemen her şeyi kapsadığımız bir kamp bu. Oksijen Kukla Atölyesi’ni en son Moğolistan Devlet Kukla Tiyatrosu‘nda uyguladık geçen ay. Kukla yapımı ve oynatımı ile sahneleme teknikleri üzerine 15 gün süren yoğun bir eğitim gerçekleştirdik. Moğol kuklacılara bildiklerimizi aktardık ve birlikte onların doğal yaşantısı olan göçebe kültürünü anlattıkları bir oyunun ayrıntılarını, teknik detaylarını çalıştık. Ayrıca gelecek aylarda gösterime girecek olan yeni oyunları Kuğu Gölü balesinin kuklalarını tasarladık. Çok güzel ve samimi bir çalışma, yepyeni bir deneyim oldu bizim için.
Gelecek ay ise Çek Cumhuriyeti‘nde Ostrava şehrinde düzenlenen “Special Interest” isimli yetişkin kukla oyunlarının çoğunlukta olduğu bir festivalde yer alacağız. Gözlemci ve jüri sıfatı ile davetli olduğumuz bu festivalde ayrıca bir de atölye çalışması uygulaması yapacağız.
Bir de periyodik olmayan adına “Tuzlu Sohbet” dediğimiz sohbet toplantılarımız oluyor. Genellikle deniz ve suya dair konu başlıklarının ele alındığı ve konuğun önceden belirlendiği keyifli bir bilgi alışverişi ortamına dönüşüyor tiyatromuz böyle gecelerde. Pek çok yeni fikir ve girişime de öncülük edebiliyor bu portal. Mesela bu sohbetlerden kök bulmuş ve fiziksel engellileri su ve denizle buluşturmayı hedef alan bir çalışmamız da var. Suyun insan üzerindeki etkisini artıran ve su kültürünün yaygınlaştırılmasını amaçlayan hazırlıklarımız var. Hafta sonları üç yıldır devam eden yaratıcı çocuk atölyelerimiz tüm üretkenliğiyle devam edecek bu sezonda. Gurur duyduğumuz başka bir çalışma da “Yaratıcı Çocuk Atölyeleri”. Gerçekten adı gibi uygulamalarımız çok yaratıcı. İyi hazırlanıyoruz bu etüdlere ve dersimizi çalışıyoruz her hafta. Ve en önemlisi bir atölyeyi bir daha tekrar etmiyoruz. Her hafta yeni konu ve yeni malzemeler ile bambaşka bir temayı veya coğrafyayı keşfediyor, anlatıyor ve üretiyoruz. Zeytin kurulmasından Leonardo da Vinci‘nin su sistemlerine, kukla yapımından suşiye kadar renkli bir ajandamız oluyor. Açıkçası velilerden ve yetişkinlerden sıkça duyduğumuz bir söz var bizi mest eden: “Bizde katılabilir miyiz?” diye rica ediyorlar ve bazen katılıyorlar.
Kısacası işimizi seviyoruz hem de çok.
Ve tabi ki “Çim Geldi”den de bahsetmek isterim. “Çim Gitti” oyunu versiyon 2.0 gibi düşündüğüm bir kavram bu. “Silent Spring” isimli kitaptan etkilenen ve geliştirilen 2‘inci versiyonu üzerine çalışıyorum halen. Bu oyunda geri gelsin istiyorum bize küsüp giden çimin, taşın, toprağın ve doğanın. Barışalım, onun gönlünü yapalım istiyorum bu kez bu oyunda.
Bir de sırada yapılmayı bekleyen kuklalar var elbette. Dövüşmeyi sevmeyen, ince ruhlu bir boksör kuklam var bitirilmeyi bekleyen. Çok gülüyorum haline baktıkça yüzüne. Bana insanın en sık içine düştüğü hali anlatıyor. Çok ironik bir figür olacak. Uzun boylu korkunç yüzlü atletik bir boksör ama hiç mi hiç yumruk atası yok rakibine. Sanırım çoğumuz öyleyiz. İçimizdeki ile dışımızdakini birbirine uydurmaya çalışıyoruz ama bir türlü tutturamıyoruz mayasını. İroni tam da buradan doğuyor işte! Ben de kuklalarla anlatmaya çalışıyorum bu trajikomediyi.