Ana Sayfa Blog Sayfa 2409

Ayder ve Lara kıyı bandı dahil dokuz bölge daha ‘hassas alan’ olacak

Antalya, Denizli, Muğla, Osmaniye, Van, Rize ve Adana’da dokuz ayrı bölgenin kesin korunacak hassas alan olarak tescil ve ilan edilmesine ilişkin cumhurbaşkanı kararları Resmi Gazete’de yayınlandı.

 ‘Kesin korunacak hassas alan’ olarak ilan edilen bölgeler şöyle:

-Antalya’nın Muratpaşa ilçesi sınırları içerisinde bulunan Lara kıyı bandı

-Serik ilçesindeki Zeytintaşı Mağarası Doğal Sit Alanı

-Denizli’nin Honaz ilçesi Yukarıdağdere mahallesindeki Saklıgöl Potansiyel Doğal Sit Alanı

-Denizli’nin Buldan ilçesi sınırları içerisinde yer alan Kamara Traverten Sırtı Doğal Sit Alanı

-Rize’nin Çamlıhemşin ilçesinde bulunan Ayder Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi Doğal Sit Alanı

-Muğla’nın Menteşe ilçesi bulunan Özlüce Doğal Sit Alanı

-Van’ın Gevaş ilçesindeki Kuzu Adası Potansiyel Doğal Sit Alanı

-Adana’nın Karataş ilçesindeki Tuzla Gölü Doğal Sit Alanı

-Osmaniye’nin Kadirli ve Düziçi ilçeleri sınırları içerisinde bulunan Karatepe Aslantaş Doğal Sit Alan

BM: İklim krizi dünyanın karşılaştığı en büyük tehdit

İklim aktivisti Greta Thunberg’e yönelik tehditleri ve özellikle Latin Amerika’da çevre aktivistlerine yapılan saldırıları ve şiddeti kınayan BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Bahcelet, iklim krizinin şiddeti ve siyasi istikrarsızlığı tetiklediğini söyledi.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet, Amazonlar’daki yangınlar ve ormansızlaştırma nedeniyle bölgedeki yerel halkın yaşam mücadelesini ve küresel ısınma kaynaklı iç savaşlarla ilgili bir açıklama yaptı. Bachelet ayrıca, genç iklim aktivisti Greta Thunberg’e yönelik ve özellikle Latin Amerika’da çevre aktivistlerine yapılan saldırıları ve tehditleri kınadı: “Kendi neslinin maruz kaldığı zarara karşı çevre adına mücadele eden Greta Thunberg’e yapılan sözlü tacizi ve çevre aktivistlerine yönelik şiddeti kınıyorum. Çevre aktivistleri tarafından dile getirilen talepler zorlayıcı ancak onlara saygı duymalı, onları korumalı ve taleplerini yerine getirmeliyiz. ”

Cenevre’de gerçekleşen BM İnsan Hakları Konseyi oturumunda “Dünya şu ana kadar insan hakları ekseninde bu büyüklükte bir tehdit ile karşı karşıya gelmemiştir” ifadelerini kullanan Bachelet, bütün ülkelerin ekonomilerinin, kurumsal, politik, sosyal ve kültürel hayatlarının, vatandaşların hakları ve gelecek nesillerin bu durumdan etkileneceğini söyledi.

Konseyin 42. oturumu Dorian Kasırgası sonucu hayatını kaybeden 44 kişi anısına bir dakikalık saygı duruşuyla açıldı. Kasırgaya ilişkin konuşan Yüksek Komiser, “İklim krizi kaynaklı artan okyanus sıcaklıklarının fırtınaya kazandırdığı korkunç hız, şu ana kadar yaşanan Atlantik kasırgaları arasında en korkunç olanıydı” dedi.

Bahamalar gibi alçak rakımlarda bulunan küçük adalar iklim krizinden oldukça fazla etkileniyor ve suya, sağlığa, hijyene, gıdaya, yeterli barınma imkanına ve işe ulaşım gibi temel insan haklarından en önce yoksun kalanlar oluyor. Bachelet, iklim krizini yavaşlatmak adına uluslararası bir eylem çağırısında bulundu.

Bachelet ayrıca Amazonlar’daki ormansızlaşmanın korkunç hızla ilerlemesine dikkat çekti ve “Yağmur ormanlarında devam eden yangınların bütün insanlık üzerinde geri dönülemez etkileri olacak ama bundan en çok o bölgede yaşayan kadınlar, erkekler ve çocuklar etkilenecek” dedi.

İç savaşların yüzde 40’ı çevresel bozulma kaynaklı

Bolivya, Paraguay ve Brezilya’daki yetkililere kalıcı çevre politikalarını uygulamaları konusunda uyarıda bulunan Bachelet, iklim krizinin dünyada güvensiz bir ortamı tetiklediğinin de altını çizerek, bir BM araştırmasına göre geçen 60 yılda iç savaşların %40’ının çevresel bozulma sebebiyle gerçekleştiği verisini paylaştı. Afrika’da Sahra Çölü’nün kuzey bölümündeki yarı kurak bölgede bulunan kıt kaynaklar üzerinde bile rekabet yaşandığı vurgulayan Michele Bachelet, bunun etnik gerilimleri, şiddeti ve politik dengesizliği tetiklediğini söyledi

İklim ‘apartheid’i kapıda!

Küresel Adaptasyon Komisyonu’nun raporuna göre, önümüzdeki 10 yıl içinde gerekenler yapılmazsa, iklim krizindeki sorumluluğu en az olan yoksul kesimler en ağır bedeli ödeyecek.  Dünyanın iklim krizinin etkilerine vahim düzeyde hazırlıksız olduğunu kaydeden Komisyon, sorunun yatırımları yapacak paranın olmamasından kaynaklanmadığını, asıl ihtiyaç duyulanın “insanları sarsıp kolektif uykularından uyandıracak siyasi liderlik” olduğunu kaydediyor.

Sulama pompalarına yapılan yatırımlar Burkina Faso’lu Sanfo Karim gibi çiftçiler açısından sürdürülebilir bir tarım, gıda ve gelir kaynağı anlamına geliyor.

İklim krizi hakkında hazırlanan kapsamlı rapora göre, Dünya, iklim krizinin etkilerine vahim düzeyde hazırlıksız ve önümüzdeki on yıl içinde gerekli yatırımlar yapılmazsa küresel ısınmada en az sorumluluğu olan en yoksul kesimler en ağır bedeli ödeyecek. Raporda iklim değişikliğinden en çok etkilenenlerin bu soruna yol açan faaliyetlerde en az payı bulunan toplumlar olduğu kaydedilerek, bu yüzden adaptasyonun bütün insanlığın sorumluluğu haline geldiğini kaydedildi.

BBC’nin haberine göre, dünyanın farklı ülkelerinden siyaset, iş ve bilim dünyasının önde gelen 34 liderini, iklim krizi konusunda geliştirilecek politikaları belirlemek amacıyla biraraya getiren Küresel Adaptasyon Komisyonu, “iklim apartheid’ı” diye tanımladığı bu sonuçtan kaçınmak için önümüzdeki 10 yıl içinde 2 trilyon dolara yakın yatırım yapılması gerektiğini açıkladı.

Komisyon bir de maliyet-kar analizi yaparak, krizin etkilerini hafifletmeye yönelik yatırımlara ayrılacak 1,8 trilyon doların 7 trilyon doları aşkın net kar sağlayacağını da ekledi. Küresel Komisyon dünyanın hiç gecikmeden beş uyum stratejisiyle iklim krizine “dayanıklılığını güçlendirmesi” gerektiğini söylüyor.

Komisyon dünyayı kurtaracak yatırımların yapılmasının zengin ülkeler açısından acil bir ahlaki sorumluluk olduğunu savunuyor.

Suda yetişen Mangrov (Hindistansakızağacı) ormanlarının korunması ve büyütülmesi sahiller açısından çok kıymetli bir doğal koruma hattı oluşturuyor.

18 ülkenin biraraya gelerek oluşturduğu Küresel Adaptasyon Komisyonu’nun raporuna katkıda bulunan ekibin içinde eski Birleşmiş Milletler genel sekreteri Ban Ki-moon, Microsoft kurucusu Bill Gates, Birleşik Krallık, Çin, Hindistan ve Kanada‘dan çevre bakanları, Dünya Bankası ve BM çevre dairelerin başkanları bulunuyor.

‘İklim Apartheid’ı’

Güney Afrika‘daki beyaz egemenliğine dayalı ırk ayrımcı rejim için kullanılan “apartheid” kelimesini Küresel Uyum Komisyonu güncel bağlamda iklim değişikliğinin muhtemel etkilerini tarif ederken kullanıyor. Gereken hazırlıkların yapılmaması, rapora göre yoksulluğa, kuraklıklara ve artan göç dalgalarına yol açacak ve insanların yaşamına görmezden gelinemeyecek zararlar verecek.

Raporda dünyanın zenginlerinin zarar görmeyip fakirlerin bedel ödediği bir “iklim apartheidı”ndan kaçınmak için büyük yatırımlar yapmak gerektiği ancak bu yatırımların, yapılmamaları halinde ortaya çıkacak zararın yanında çok küçük kaldığını da yazıyor.

Rapora göre küresel ısınmanın tehlikelerinin anlatılması ve çözümlerin uygulanmasında bir “devrim. ”

Uganda’daki bitki uzmanları, kuraklık ve hastalıklara karşı dirençli ürün çeşitlerini çiftçilere tanıtarak, ülkedeki tarımsal geçim kaynaklarını iyileştirmeye çalışıyor.
10 yıl içinde atılması gereken beş adım adım

Komisyonun ana amacı iklim değişikliğine adaptasyonu dünya siyasi gündemine oturtmak. Bu amaçla çok somut çözüm önerileriyle desteklenen bir ekonomik plan da sunuyor. İşte önümüzdeki 10 yıl içinde yatırım yapılması gereken alanlar şöyle sıralanmış:

  1. Erken uyarı sistemleri: İklim krizinden kaynaklı doğa olayları karşısında en hassas olan ada ve sahil toplumlarının, olağanüstü hava koşulları hakkında uyarılmasını sağlayan sistemler hayat kurtarabilir. Örneğin Cook Adaları’ndaki gibi balıkçılıkla geçinen toplumların daha güvenli avlanabilmeleri için daha gelişkin hava durumu gözlem ve tahminleri büyük önem taşıyor.

  2. Altyapı: Değişen iklim koşullarına daha uygun yollar, binalar ve köprüler yapmak. Örneğin New York’ta başlatılan çok basit bir proje bile önemli: Çatıların beyaza boyanması suretiyle güneş ışınlarının havaya yansıması ve böylece binaların ve mahallelerin serinletilmesi hedefleniyor.

  3. Kuru tarımın geliştirilmesi: Çiftçilerin kuraklığa daha dayanıklı ürün türlerine geçmesini sağlamak gibi basit ve masrafsız projeler bile geçim kaynaklarının sürdürülebilir hale gelmesini sağlayabilir ve açlığa engel olabilir.

  4. Mangrovların korunması ve geliştirilmesi: Kökleri su altında büyüyen mangrov ormanları sahillerde yaşayan tahminen 18 milyon insanı su baskınlarından koruyor. Sahillere yapılan inşaatlar nedeniyle yok olma tehdidi altında olan mangrov ormanlarının acilen yeniden geliştirilmesi sahil toplumlarının can güvenliği için olduğu kadar balıkçılığın devamı için de çok önemli.

  5. Su kaynaklarının korunması: Su kaynaklarını korumak kadar suyun israf edilmesini engelleyen teknolojileri geliştirmek de iklim değişikliğine adaptasyon açısından hayati önem taşıyor.

Komisyon bu amaçlarla yapılacak yatırımların her birinin, kaynak tasarrufu, olası zararların önlenmesi, ekonomik kazanç ve yaratıcı çözümler üretimine katkı, sosyal ve ekolojik faydaları ile hesaplandığında, gezegene ve insanlığa getirisinin masrafını üçe katlayacağını kaydediyor.

Raporun 1,8 trilyon koyup 7,1 trilyon kar etme hesabı buna dayanıyor.

Komisyon üyelerinden eski BM genel sekreteri Ban Ki-moon “İklim değişikliği sınır tanımıyor” dedi ve ekledi: “Bu ancak işbirliği ve eşgüdüm ile sınırları aşarak dünya çapında çözümlenebilecek bir uluslararası sorun. Giderek daha açık bir şekilde dünyanın bir çok yerinde iklimin şimdiden değiştiğini ve buna uyum sağlamamız gerektiğini görüyoruz.”

Rapor, iklim krizinin etkileri, tehlikeleri ve çözümlerinin bütün karar düzeylerine yansıyacak şekilde anlaşılması, planlanması ve finanse edilmesini sağlayacak bir “devrim çağrısı yapıyor ve önerilerinin eyleme dönüşmesini istiyor. İklim krizine adaptasyon planları konusunda daha ayrıntılı açıklamaların 23 Eylül tarihinde yapılacak BM İklim Zirvesi’nde yapılması bekleniyor

Bienal, ‘Kavala’ya özgürlük’ sesleriyle açıldı

İKSV’nin düzenlendiği 16’ncı İstanbul Bienali’nin açılışında, Osman Kavala’nın iki yıla yakındır tutuklu bulunması protesto edildi.

16.İstanbul Bienali’nin açılışı töreni, dün akşam Beyoğlu’nda bulunan Fransız Sarayı’nda yapıldı. Açılışta, bir grup katılımcı, kültürel miras projelerine verdiği destekle bilinen hak savunucusu ve iş insanı Osman Kavala’nın fotoğraflarının bulunduğu tişörtleri havaya kaldırdı. Katılımcılar, ‘Gezi olaylarını organize etmek, hükümeti devirmeye çalışmak, yağma ve saldırı’ suçlamaları yüzünden, bir yılı aşkın süredir Silivri Cezaevi’nde bulunan Kavala’nın serbest bırakılmasını talep etti.

Vehbi Koç Vakfı’na bağlı Arter’in Dolapdere’deki yeni binasının önceki günkü protokol açılışı sonrası da Kavala için eylem yapılmıştı. Açılışa Arter Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç ile Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy da katılmıştı.

[İklim Acil] Gerçeği Söyle III: Müzik *

Çeviren: Canan Ener Silay

“Müzik Acil Durum İlân Ediyor” medya ve devletlerin iklim krizine dikkat çekmesini, acilen harekete geçmesini istiyor. Müzisyenler ve müzik şirketlerinden oluşan bu yapı, müzik endüstrisinin çevre sorunları üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu bildiklerini ve acilen olağanüstü eyleme geçmeyi taahhüt ettiklerini deklare ediyor.

‘İklim için Acil Durum’ ilan eden kurum ve oluşumların sayısı her geçen gün artıyor. Havaya Bağlı Herşey köşemizde bu hafta, “Neden İklim İçin Acil Durum İlanı?” başlıklı yazının ardından başladığımız serimize medya kuruluşlarının ardından müzisyenlere yer veriyoruz.

Radiohead ve birçok Britanyalı müzisyen iklim değişikliği hakkında “acil durum” ilân etti ve dünya liderlerine harekete geçme çağrısında bulundu.

“Müzik Acil Durum İlân Ediyor” medya ve devletlerin iklim krizine dikkat çekmesini, acilen harekete geçmesini istiyor. Müzisyenler ve müzik şirketlerinden oluşan bu yapı, müzik endüstrisinin çevre sorunları üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu bildiklerini ve acilen olağanüstü eyleme geçmeyi taahhüt ettiklerini deklare ediyor.

Müzik acil durum ilan ediyor

‘MusicDeclaresEmergency’ (‘Müzik Acil Durum İlan Ediyor’) iklimsel ve ekolojik acil durum ilan etmek, ve bütün hükümetlere Dünya yüzündeki tüm canlı yaşamını korumak için acilen harekete geçme çağrısı yapmak için bir araya gelen bir grup sanatçı, müzik endüstrisi profesyoneli ve organizasyondan oluşuyor.

Biz, yani ‘MusicDeclaresEmergency’ (MDE), daha iyi bir gelecek yaratmak için gereken kültürel değişimi ilerletmekte müziğin gücüne inanıyoruz.

Bildirgemiz:
‘Müzik Acil Durum İlan Ediyor’ (MDE), iklimsel ve ekolojik acil durum ilan etmiştir.
* Tüm hükümetleri ve medya kuruluşlarını iklimsel ve ekolojik aciliyet/olağanüstü durum hakkında gerçekleri söylemeye çağırıyoruz.
* Biyolojik-çeşitlilik kaybını geriletmek, ve en geç 2030’a kadar sera gazı emisyonlarını (yayılımını) net-sıfıra çekmek için hükümetlerin hemen şimdi harekete geçmesini istiyoruz.
* Bu acil durumun küresel adaletsizliklerden kaynaklandığının ve Dünya’daki hayatın korunması için sistemsel bir değişime gidilmesi gerektiğinin kabul edilmesini istiyoruz.
* Müzik endüstrisinin çevre sorunları üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu biliyoruz, ve acilen olağanüstü eyleme geçmeyi taahhüt ediyoruz.

Neler yapacağız?
* Müzik endüstrisinde ve toplumda kolektif bir güç olarak, birbirimizi destekleyecek ve uzmanlığımızı paylaşacağız.
* İklimsel ve ekolojik aciliyet konusunda sesimizi yükseltecek ve yaygınlaştıracağız.
* Müzik dünyasında yaptığımız işlerin ekolojik açıdan sürdürülebilir ve kendini yenileyebilir olmasına çalışacağız. (MDE, bir grup sanatçı, müzik endüstrisi profesyoneli ve organizasyondan oluşuyor.)

İnanıyoruz ki:
Sera gazı emisyonlarındaki sürekli artış ve doğal dünyanın amansızca tahrip edilmesi, Dünya yüzündeki yaşama kesin bir tehdit oluşturuyor.
Tüm hayatı iklim ve ekoloji felaketinden korumak için bütün hükümetlerin acilen harekete geçmesi şarttır.
Müzik, müzisyenler ve müzik endüstrisi, sahip oldukları benzersiz kültürel ve ekonomik güçlerini kullanarak, yeryüzündeki hayatı güvence altına almak için gerekli sistemsel değişimleri talep etmenin öncüsü olabilirler.
Müzik endüstrisinde yer alan tüm insanları, bize katılarak iklim sorununda acil/olağanüstü durum ilan etmeye ve karbon-etkisiz (carbon neutral) bir gelecek için gereken kültürel ve işletsel (operasyonel) değişimleri yapmaya çağırıyoruz.

Biz kimiz?
‘Music Declares Emergency’ (‘Müzik Acil Durum İlan Ediyor’), müzik dünyasının iklim krizi karşısında birlik içinde eyleme geçmediği endişesini taşıyan sanatçı, müzik endüstrisi profesyoneli ve organizasyonların oluşturduğu bağımsız bir gruptur.

MDE, yaşadığımız iklimsel ve ekolojik acil durum karşısında derin bir endişe taşıyan bireylerin önderliğinde birleşmiştir; ve müzik türü, cinsiyet, rol, ırk, cinsel tercih gibi konularda ayrım gözetmeksizin müziğin tüm alanlarını temsil eder. MDE olarak, sahip olduğu benzersiz rolü ile müzik endüstrisinin bu mücadelede kendi sözcü grubuna ihtiyaç duyduğuna inanıyoruz.

MDE grubuna ‘Extinction Rebellion’ (Yokoluş İsyanı) ve ‘Culture Declares Emergency’ (Kültür Acil Durum İlan Ediyor) hareketlerinden esinlenen veya bunlara bizzat katılmış bireyler, ‘Julie’s Bicycle’ (Julie’nin Bisikleti) girişimi üyeleri ve başka müzik endüstrisi profesyonelleri dahildir. ‘Julie’s Bicycle’ üyeleri uzun yıllardan beri Birleşik Krallık’taki (UK) ve diğer ülkelerdeki kuruluşlar ve bağımsız profesyonellerle birlikte çalışarak işletmelerin, yaratıcı çalışmaların ve iş uygulamalarının “çevresel sürdürülebilirlik koşullarına” uymalarını sağlamaktadır.

MDE, XR (‘Yokoluş İsyanı’) ve ‘Julie’s Bicycle’ hareketlerinden ilham, destek ve kaynak sağlamakla birlikte, bağımsız karar-alma işlevine sahiptir. Gönüllü bireyler tarafından yürütülen demokratik bir örgütlenmedir. Müzik endüstrisinde çalışan herkes bize katılabilir.

Acil durum ilan etmek yasal mıdır?

Birleşik Krallık Parlamentosu, ve aralarında Londra Büyükşehir Belediyesi, Bristol ve Manchester belediyelerinin de bulunduğu siyaset alanındaki düzinelerce kurum “iklim acil durumu” ilan etmiştir: climateemergency.uk

“Acil durum ilan etmek”, her birey veya kuruluşun bağımsızca alabileceği bir karardır; ve kişinin veya kuruluşun kendi uygun göreceği bir yolla gerçekleştirilebilir. “Acil durum ilan etmek”, endişelerinizi kamuoyuna alenen duyurmak, siyaseten daha gayretkeş hareket edilmesi çağrısında bulunmak, ve çevre sorunlarıyla ilgili kendi eylemlerinizi gerçekleştirmek anlamına gelir. “İklimsel ve ekolojik acil durum ilan etmek”, herhangi bir grubu özellikle desteklemek veya kanunlara aykırı hareketleri teşvik etmek anlamına gelmez.

Finansman, fon temini ve bağışlar
Bağış toplama (‘Fundrazr’) sayfamızı, yazılı malzeme basımı, promosyon malzemesi temini ve lansman düzenlemek gibi başlangıç masraflarımızı karşılamak için kurduk. Girişimimiz büyüdükçe, bize yapılan maddi bağışları yuvarlak-masa tartışmaları ve daha büyük çaplı faaliyetleri organize etmek için kullanacağız. Banka hesap numaralarımız istek üzerine iletilecektir.

Finans ve mali işlerimizin denetimi, MDE’nin çekirdek üyeleri tarafından, aralarında eşit yetki ve sorumluluk kullanarak, yürütülmektedir. MDE, harcamalarla ilgili kararlarında tüm üyelerine hesap vermekle yükümlüdür.

Daha fazla bilgi için:
MDE email: [email protected]
Extinction Rebellion: https://rebellion.earth
Julie’s Bicycle https://juliesbicycle.com

Eylemlerimiz
Sizler de “İklim Acil Durumu İlanını” destekleyebilirsiniz. Nasıl mı?
Mesela; ‘İklimsel ve Ekolojik Acil Durum’ içinde yaşadığımızı sürekli bağırarak duyurabilirsiniz. Siyasi alanda bireysel angajmanlara girerek kararlılığınızı gösterebilirsiniz. Tüm bu çabalar toplumlarımızın çeşitliliğini de yansıtıyor olacaktır. Bireysel eylemler, sistemsel değişimler yaratılmadan fazla bir şey ifade etmez; ama kavuşmak istediğimiz yeni bir dünyanın yollarını döşememize yardımcı olabilir. Her şeyi, hep birden yapmak zorunda hissetmeyin kendinizi. Ama biz, müzik toplumunun bireyleri olarak, sesimizi ve kolektif eylemlerimizi birlik içinde duyurmaya devam edeceğiz.

* İmzacılar ve İngilizce metin için tıklayın.

(*) Yeşil Gazete ve Açık Radyo’nun ortak yayınıdır. 

İklim için laf değil, grev var grev! – Aydın Engin

Olanca yaratıcılığınla, hünerinle, inadınla bir eylem biçimi başlat, bulamazsan bir eylem biçim yarat ve adım at

23 Eylül’de New York’ta Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi toplanıyor.

Lâf salataları birbirini mi izleyecek, yoksa küresel ısınmayı 2030 yılına kadar artırmayacak önlemler üstüne somut ve uygulanabilir öneriler mi dinleyeceğiz?

Sütten ağzımız yandı, o yüzden yoğurdu üfleyip “Göreceğiz. Şunun şurasında 23 Eylül’e ne kaldı” diyecek ve bekleyeceğiz.

Ama oturup beklemeyeceğiz. 20 – 27 Eylül haftası bütün dünyada küresel iklim grevi ilan edildi…

Kim ilan etti?

Önemli mi?

Milyonların küresel bir iklim felaketine gittiğimiz gerçeğiyle yüzleşmesi için kocaman bir adım atan İsveçli Greta (Thunberg) ilan etti.

Hayır, Greta değil, Açık Radyo’da her gün yaklaşan felaketi kafamıza vura vura, bıkıp usanmadan tekrarlayan Ömer Madra ilan etti.

O da değil. Yeryüzünde, yedi iklim dört bucakta dünyayı plastiğe, betana, kimyasallara boğanlara karşı elele vermiş, kısaca “çevre aktivistleri” diye anılan kadın ve erkekler ilan etti.

Kuzey kutbunda ebedi sanılan buzullardan kopup okyanusa doğru ağır ağır yol alan küçücük bir buz parçasının üstünde tutunmaya ve hayata tutunmaya çabalayan kutup ayısı ilan etti.

Afrika’da, Kampala kentinin varoşlarında, Nil’in doğduğu yerde dedesinin, ninesinin, annesinin, babasının su içtiği Nil suyundan içip suya karışmış kimyasallardan hastalanan o karaderili kömür gözlü küçük kız ilan etti.

Ben ilan ettim…

Sen ilan etttin.

Yoksa etmedin mi?

Peki ne bekliyorsun?..

Neredeysen, hangi kentte, kasabada, köyde, mezrada isen 20 Eylül günü Küresel İklim Grevi ilan et.

Tek başına isen bile duraksama, vazgeçme.  20 Eylül gününden itibaren bir hafta boyunca grevdeyiz.

Bildiğimiz alıştığımız bir grev değil.

Peki ne?

Bilmiyorum. Bilen de yok. Bilen olmasına gerek de yok. Olanca yaratıcılığınla, hünerinle, inadınla bir eylem biçimi başlat, bulamazsan bir eylem biçim yarat ve adım at.

Bu satırlar yazılırken koca Türkiye’de topu topu beş kentten haber geldi.

İstanbul, Ankara, Ayvalık, Antalya, İzmir.

Toplantılar, basın açıklamaları, yürüyüşler düzenlenecek.

O kadar.

Heeeeeyyyy Diyarbakır!.. Dicle’nın kuruduğu bir geleceğe dört nala gidiyoruz. Kurumuş bir Dicle’ye razı mısın? Ayağa kalk ve 20 Eylül Küresel İklim Grevine olanca yaratıcılığınla katıl.

Heeeeyy Adana!.. Seyhan köprüsünden “Dellloooo“diye atlarsın ya suya, yakındır suya değil kurumuş, taşlaşmış toprağa düşeceksin. Ayağa kalk. Greve katıl.

Heyyyyy Edirne!.. Ergene’nin zehirli suları ile sulanmış buğdayı, çeltiği yiyip, ayçiçeği mi çitleyeceksin, yoksa “Grev var grev” diye kükreyip iklim ve çevre cellatlarına meydan mı okuyacaksın?

Heyyyy Antakya !.. Bir an dur ve gözlerinin önüne Asi Irmağının kurumuş, yer yer çatlamış yatağını getir. Sonrası sana kalmış. Unutma 20 Eylül’de grev var grev…

Heyyyy İşçiler!.. 70’li yıllarda “DGM’yi ezdik sıra MESS’de” diye haykırıp kuşandığın grev gömleklerini hatırla. Yine kuşan. Bu kez Küresel İklim için, dünyayı yaşanmaz bir gezegene dönüştürecek doğa katillerine karşı…

1960’ların o direniş ve yiğitlik kokan günlerinde Küçük ve Büyük Menderes ovalarında ağaların saltanatına karşı toprakları işgal eden Atalan, Göllüce köylülerinin, Gerze‘de tütün mitinginde alanları dolduranların torunları sıra sizde. Dedelerinize, ninelerinize lâyık torunlar olun, küresel iklim grevi katılımınızı bekliyor…

Gezi direnişinin hınzır mizahını yaratanlar… Haydi bir kez daha  alanlara o bitirici mizah “silahı“nı salın…

Yaşı tutanlar, tutmayanlara anlatsın. 1960’da radyolardan yükselen, kimilerini irkilten, ürküten, kimilerini kıvandıran, yüreklendiren o sesi hatırlatsın:

İşçiler, köylüler, marabalar, emekçiler, bu ülkenin namuslu insanları…” diye başlayan sesi…

20 Eylül’de, bu ülkenin her yerinde, her köşesinde, dünyanın geleceğini savunmak için…

(T24’den alınmıştır)

Fukuşima’nın 1 milyon ton radyoaktif suyu Pasifik Okyanusu’na dökülecek

Japonya Çevre Bakanı, 2001’deki deprem ve tsunamiden zarar gören Fukuşima Nükleer Santrali’nin o günden bu yana sakladığı 1 milyon tondan fazla radyoaktif suyu, daha fazla depolayacak yeri olmadığı için Pasifik’e dökmek zorunda kalacaklarını söyledi.

Japonya’da 2011 yılında tsunami sonucu zarar gören Fukuşima Nükleer Santrali, kazadan bu yana muhafaza ettiği 1 milyon tondan fazla radyoaktif suyu ‘yeri olmaması’ nedeniyle 2022’de Pasifik Okyanusu’na dökmek zorunda kalacağını açıkladı.

The Guardian’da yer alan habere göre Japonya Çevre Bakanı Yoşiaki Harada“Tek seçenek bu suyu denize akıtıp seyreltmek” dedi.  Şirket de şu anda nükleer santralde binden fazla tankın içinde bekletilen suya 2022’nin yaz ayları itibariyle yer kalmayacağını duyurdu.

Japonya Atom Enerjisi Derneği tarafından yapılan bir çalışmaya göre radyoaktif işlemden geçmiş bu suyu tahliye etmek 17 yıl sürebilir. Hükümet uzmanlardan oluşan bir panelin raporunu görmeden herhangi bir karar vermeyecek. Diğer seçenekler ise sıvıyı buharlaştırmak veya bu sıvıyı kara üzerinde daha uzun bir süre muhafaza etmek.

Tokyo Electric Power (Tepco) adlı şirket, nükleer santralde zarar gören üç reaktör çekirdeğinin erimesini engellemek için kullandığı suyu mevcut teknolojilerle radyoaktif bir hidrojen izotopu olan trityumdan temizleyemiyor. Devletin yeraltı kaynak sularının tesiste kullanılan suya karışmaması için inşa ettiği yeraltı duvarına rağmen kaynak su reaktörü temizleyen suya karışıyor.

Biriktirilen radyasyonlu suyun okyunusa dökülme planları birkaç yıldır tartışılıyor.

 

 

Demirtaş’ın tahliyesine itiraz reddedildi

Selahattin Demirtaş için yargılandığı ‘ana dava’dan verilen tahliyeye savcılık itirazı reddedildi. Tahliye kararı böylece kesinleşmiş oldu.

Yargılandığı ana davada hakkında tahliye kararı verilen HDP’nin önceki dönem eş genel başkanı Selahattin Demirtaş hakkında savcılığın yaptığı itiraz reddedildi. Ankara 19’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde bir dizi terör suçlaması ile tutuklu olarak yargılanan Selahattin Demirtaş hakkında son duruşmada adli kontrol şartıyla tahliye kararı verildi. Ancak Demirtaş daha önce “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan aldığı 4 yıl 8 aylık hapis cezası nedeniyle cezaevinden çıkamadı. Kararın hemen ardından duruşma savcısı itirazda bulundu ve Demirtaş hakkında yeniden tutuklama kararı istedi. Ankara 20’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüşülen itiraz da için ret kararı verildi ve tahliye kararı kesinleşti.

Denetimli serbestlik veya yattığı sürenin sayılması…

Kararın ardından avukatları Demirtaş ile bir görüşme yapacak. Görüşmede itirazın reddinden sonra nasıl bir tahliye başvurusu yapılacağı ele alınacak. Avukatların denetimli serbestlik ve tutukluluk süresinin mahsubuna dair başvuru yapması bekleniyor.

İstanbul Emniyeti kürtaj yaptıran kadınların listesini istedi

Emniyetin 30-40 yaş aralığındaki kürtaj yaptıran ve polikistik over tedavisi gören kadınların listesini Sağlık Bakanlığı’ndan isteme gerekçesi; ‘FETÖ, Cumhurbaşkanı’na hakaret, rüşvet konularında yürüttükleri soruşturma’

İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’nden İstanbul Sağlık Müdürlüğü’ne ‘ivedi’ ve ‘gizli’ ibareleriyle 29 Ağustos’ta bir yazı gönderildi. Emniyet, ‘FETÖ silahlı terör örgütüne üye olma’, ‘rüşvet’ ve ‘Cumhurbaşkanı ile devlet büyüklerine hakaret’ konularından yürütülen soruşturma kapsamında 1 Ocak 2017 ile 31 Mayıs 2019’da kentte kürtaj yaptıran, 30-40 yaş aralığında ve polikistik over sendromu olan kişilerin listesini İl Sağlık Müdürlüğü’nden istedi.

Birgün’den Uğur Şahin‘in haberine göre, yazıda, şöyle denildi:

“İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosunca ilgi sayılı FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma, Rüşvet ve Cumhurbaşkanı ile Devlet büyüklerine hakaret konularından yürütülmekte olan soruşturma kapsamında ilimizde 01.01. 2017 ile 31.05.2019 tarihleri arasında tüm kamu ve özel hastanelerde polikistik over sendromu olup kürtaj işlemi yaptıran 30-40 yaş aralığında olan kişilerin listesini soruşturmada kullanılmak üzere ivedi olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmek üzere müdürlüğümüz görevlilerine teslim edilerek gönderilmesi hususunu; arz ederim.”

‘ Kişinin onayı olmadan sağlık bilgileri paylaşılamaz’

Eski TTB Merkez Konseyi Başkanı Raşit Tükel, kişisel sosyal medya hesabından, “Kişisel sağlık verileri, sağlık kuruluşlarının sır saklama yükümlülüğü kapsamındadır. Kişinin onayı olmadan sağlık bilgileri paylaşılamaz” diyerek İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’ne tepki gösterdi.

İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Osman Öztürk de, “Liste talebi hastanelere ulaşmış, asıl sorun İl Müdürlüğü’nün bu talebe onay vermesi. Bu, hasta ve hekim ilişkisindeki güveni yerle bir edecek” dedi. T24’e konuşan Öztürk şu ifadeleri kullandı: layın tıbbi etik boyutuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Öztürk, tepkisini şöyle dile getirdi: “Böyle bir şey olabilir mi? Savcılık, kriterler vererek kürtaj yaptıran kadınların listesini istiyor. Yarın da başka kriterler vererek başka bilgileri Sağlık Müdürlüğü’nden alacak demektir. Bu akla hayale sığmayacak bir şey. Bu, hastaların hekimlere olan güvenini yerle bir edecek. Hasta-hekim ilişkisi bir güven ilişkisidir. İnsanların başka hiçbir ortamda veya kişiyle paylaşmadığı bilgilerini paylaşır, eşiyle bile. Özellikle jinekolojik, psikolojik sorunlarda… Hekimin, sır saklama yükümlülüğü vardır.”

Meclis gündeminde

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Filiz Kerestecioğlu, konuyla ilgili Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yanıtlanması istemiyle bir soru önergesi verdi. Kerestecioğlu, “Hasta gizliliğini ihlal eden ve ciddi mağduriyetlere yol açabilecek bu emri veren kişiler hakkında idari ve adli soruşturma başlatılmış mıdır?” diye sordu.

Kerestecioğlu’nun yanıtını istediği sorular şöyle:

  1. Hasta bilgilerinin gizliliği ilkesini ihlal eden bu yazının iptali için İçişleri Bakanlığı ve İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü ile görüştünüz mü? Hasta gizliliğini ihlal eden ve ciddi mağduriyetlere yol açabilecek bu emri veren kişiler hakkında idari ve adli soruşturma başlatılmış mıdır?
  2. “FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma, Rüşvet ve Cumhurbaşkanı ile Devlet büyüklerine hakaret” konuları ile ‘polikistik over sendromu’ olup, kürtaj yaptıran kadınların nasıl bir ilişkisi olabilir?
  3. Bu işlem tamamen hukuka aykırı olmakla birlikte, yine de neden sadece soruşturma kapsamında bilgilerine ihtiyaç duyulan kişilerin değil, İstanbul’da kürtaj işlemi yaptıran tüm kadınların bilgileri talep edilmektedir?
  4. “FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma, Rüşvet ve Cumhurbaşkanı ile Devlet büyüklerine hakaret” soruşturmaları bu kez de kadınların “fişlenmesi” için mi bahane edilmektedir?
  5. Kadınların sağlık bilgilerine yetkisiz kişilerin erişimi sonucunu doğacak mağduriyet ve hak ihlalleri konusunda Cumhurbaşkanlığı ve hükümetin sorumluluğunu göz önünde bulundurarak bu yazının durdurulması için gerekli adımları atacak mısınız?

 

Kadınkırım – Ahmet İnsel

‘BM verilerine göre, dünyada katledilen kadınların yarısı eşleri, sevgilileri veya aile üyelerinden biri tarafından öldürülüyor. Dolayısıyla kadınkırım, daha önce belirttiğimiz gibi, kadınların yakın çevresinde ve özel hayatı içinde ilişkide olduğu erkeklerin, kadını öldürme hakkına/iznine sahip oldukları inancıyla gerçekleştirdikleri cinayetleri esas olarak içeriyor.’

Türkiye’de 2019 Ağustos ayında 49 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Canilerin büyük çoğunluğu öldürülen kadının yakından tanıdığı biri, eşi, ayrıldığı eşi, şimdiki sevgilisi veya eski sevgilisiydi. Geri kalan katiller de öldürülen kadının babası, kardeşi, akrabaları, çocuğu, vs. idiler. Büyük çoğunlukla kadınlar evlerinde öldürüldü. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun derlediği verileri topladığımızda, 2019’un ilk sekiz ayında 394 kadının bir veya birkaç erkek tarafından öldürüldüğü gerçeği ortaya çıkıyor. Bu cinayetler iktisadi kriz, kişisel bunalım, aile dramı, ağır tahrik, tutku cinayeti vb. nedenlerle genellikle açıklanmaya çalışılıyor. Hâlbuki bunların sistemik cinayetler olduklarını her şeyden önce kabul etmek gerekiyor. Bu cinayetlerin kaynağı toplumun örf ve adetleridir. Sorun erkeklere verilen ataerkil eğitimde, erkeklere kadınların ve kız çocuklarının hayatlarına sahip olma, bu hayatı söndürme hakkı tanıyan veya bunu ima eden geleneklerde yatıyor. Kadın hareketlerinin haklı olarak işaret ettikleri gibi, söz konusu olan ataerkil bir terörizmdir.

Kadınların kadın oldukları için öldürülmeleri, bu cinayetlerin bu özellikleriyle tanımlanmalarını gerekli kılar. Tek veya toplu işlenen bu cinsiyet farkı temelli cinayetler, birer kadınkırımıdır. Çok istisnai olarak kadınların da katiller arasında yer aldığı bu cinayetler dünya ölçeğinde bir toplu kırım boyutuna varıyor. Bu nedenle bunları bir kadın kırımı, bu öldürme eylemini de kadınkırım olarak tanımlamak gerekir. Türkiye’de kadın hareketleri on yıldan beri (benim izleyebildiğim kadarıyla) bu cinayetleri kadınkırımı olarak tanımlayarak mücadele ediyorlar.

Kadınkırım tabiri ilk kez 19. yüzyıl ortasında, İngiltere’de kullanıldı: femicide. Ama yaygın kullanımı 20. yüzyılın sonunda gerçekleşti. Bu konuda J. Radford ve D.E.H. Russell’ın 1992’de yayımladıkları Kadınkırım: Kadın Katli Politikası (Femicide: the Politics of Women Killing) öncü oldu. Daha sonra hem Birleşmiş Milletler hem Dünya Sağlık Örgütü kadınkırım (femicide/feminicide) kavramını benimseyip, bunu tanımladılar. Birleşmiş Milletler 2016’da yayımlanan raporunda, kadınkırımını şöyle değerlendiriyor:

Kadınkırım kadınlara karşı şiddetin en aşırı biçimidir ve kadın-erkek eşitsizliğinin en büyük tezahürüdür. Kadınlar öldürüldüğünde bu neredeyse her zaman onların erkeklerle mahrem ilişkileri içinde ve/veya bir erkek cinsel şiddeti sonucunda olmuştur. Kadınların maruz kaldıkları cinayetler erkeklerin maruz kaldıkları cinayetlerden yapısal olarak farklıdır. Erkekler, tanış oldukları veya tanımadıkları erkekler arası şiddetin mağdurudurlar.

BM verilerine göre, dünyada katledilen kadınların yarısı eşleri, sevgilileri veya aile üyelerinden biri tarafından öldürülüyor. Dolayısıyla kadınkırım, daha önce belirttiğimiz gibi, kadınların yakın çevresinde ve özel hayatı içinde ilişkide olduğu erkeklerin, kadını öldürme hakkına/iznine sahip oldukları inancıyla gerçekleştirdikleri cinayetleri esas olarak içeriyor.

Kadınkırım, dünyanın dört köşesinde az veya çok her gün gerçekleşen, çok uzun zamanlardan beri var olan ama kadınların eşitlik mücadelesi ilerledikçe hem yoğunluğu hem görünürlüğü artan, cinsiyet merkezli cinayetlerdir. BM Uyuşturucu ve Suç Ofisi’nin (UNODC) 2019 Küresel Cinayet Raporu’nun alt başlığı “Cinsiyet temelli kadın ve kız cinayetleri”. Bugün dünyada üç kadından biri fiziki veya cinsel içerikli şiddet mağdurudur. Kadınkırım oranının dünyada en yüksek olduğu ülkelerin arasında Güney Afrika ön sıralarda yer alıyor. Kadınların kadın oldukları için kasıtlı biçimde öldürülmeye devam edildiği günümüzde, dünya kadınkırım ortalamasının yılda yüz bin kadında 2,6 olduğu tahmin ediliyor. Güney Afrika’da bu oran 12,1! Ama bu konuda utanç birinciliği yılda ortalama yüz bin kadından 32,7’sinin kadınkıyıma kurban gittiği Honduras’ta. Onu 15,5 ortalama ile Jamaika izliyor. Güney Afrika dördüncü sırada. Senegal, Kongo, Ekvator Ginesi onu izliyorlar. 2019 yazından itibaren Güney Afrika kentlerinde kadınlar “kadınkırım salgını”na (feminicide epidemic) karşı düzenli kitlesel sokak gösterileri düzenlemeye başladılar.

Gelişmiş Batı demokrasileri de kadınkırımdan azade değiller. Fransa’da son on yılda, ortalama her yıl 140 kadın kadınkırıma kurban gitmiş. Bu sayı 2019’un ilk sekiz ayında ( son veri 8 Eylül 2019) 102’ye ulaşmış durumda. Son yılın ortalamasına göre bir artış söz konusu. Almanya’da aynı dönemde 109 kadınkırım kurbanı tespit edilmiş. Finlandiya, Danimarka, Fransa ve Almanya’da şiddet gören kadın oranı zannedildiğinden çok daha yüksek. ABD’de ise kadınkırımın günde ortalama dört kadının canını aldığı tahmin ediliyor. Bu ülkelerde kadın cinsinden olduğu için öldürülen kadınların katillerinin ezici çoğunluğu maktulle eş veya sevgili ilişkisi içinde olan veya olmuş olan erkekler. Boşanma veya ayrılma kararı cinayeti tetikleyen nedenler arasında ilk sırada yer alıyor. Bu tanış erkeklerin gerçekleştirdiği kadınkırım boşanma veya ayrılmayı izleyen altı ay içinde yoğunlaşıyor. Bu kadınkırım girişiminden sakat kalarak kurtulan veya tehdit altında oldukları için koruma altına alınan kadın sayısı elbette çok daha yüksek.

Son yirmi yılda kadınkırımla mücadele birçok ülkede acil eylem planları belirlendi. Kadınkırım suçunu, cinayet suçunu ağırlaştıran bir neden olarak ceza yasasına dâhil edenler arasında Latin Amerika ülkeleri ön sırada yer alıyorlar. Halen Bolivya, Arjantin, Kosta Rika, Şili, Salvador, Guatemala, Meksika ve Peru’da, ceza yasasında kadınkırımını ayrıca cezalandıran hükümler mevcut. Kadınkırımla mücadele konusunda son yirmi yılda en fazla yol alan ülke ise herhalde İspanya. 2003’ten 2018’e kadar İspanya’da kadınkırım mağduru sayısı yarı yarıya azalmış. Sosyalist Zapatero hükümetinin en önemli başarılarından biri bu. 2004’te yayımlanan temel yasada kadınkırımla mücadele büyük ulusal amaç olarak nitelendikten sonra, bu konuda yüz civarında uzman ceza mahkemesi kuruldu. Diğer taraftan, kadına yönelik erkek şiddetinde mağdur sessiz kalsa bile, savcıya res’en kamu davası açma yetkisi verildi. Eşi veya sevgilisine yaklaşmama kararı verilen bin iki yüzden fazla erkek elektronik bilezikle yaşıyor İspanya’da. Tehdit altındaki on bin civarında kadında da acil tehlike çağrı telefonu var. Kadın sığınma evleriyle birlikte, hükümetin bu konuda harcadığı yıllık bütçe, 200 milyon avro. Nüfusu İspanya’dan daha büyük olan Fransa’nın bu amaca tahsis edilen kamu bütçesi 70 milyonu geçmiyor. Fransa’da kadınkırım sayısında son dönemde yaşanan artış, Cumhurbaşkanı Macron’u 6 Eylül 2019’dan itibaren üç ay sürecek bir ulusal müzakere süreci başlatmaya sevk etti. Bu arada Fransa’da 2018’de, mevcut veya eski eşi/sevgilisi tarafından öldürülen 149 kişiden 28’inin erkek olduğunu belirtelim.

Dünya Sağlık Teşkilatı kadınkırım suçunun kapsamını genişleterek, kadının eş/sevgili tarafından öldürülmesinin yanında, bir aile ferdi tarafından öldürülmesi (namus ve başlık parası cinayetleri) ve tanımadığı bir erkeğin cinsel saldırısı neticesinde öldürülmesini de kadınkırım olarak tanımlıyor. BM’nin tanımı daha da geniş kapsamlı. Avrupa Parlamentosu Kadın Hakları Komisyonu da 2007’de “kadının cinsel kimliği nedeniyle öldürüldüğü bütün cinayetleri kadınkırım olarak tanımlayarak, bununla mücadele için uygun hukuki çerçeve oluşturulması” önerisini kabul etmişti. 2011’de İstanbul’da kabul edilerek imzaya açılan, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin esas amacı da, kadınkırım kavramını kullanmasa da, bunu da içeren, kadına karşı şiddeti engelleme, ortadan kaldırma politikasına üye ülkeleri teşvik etmekti.

Kadınların eşitlik mücadelesi yerleşip güçlendikçe, kadınkırımla mücadele politikalarından rahatsız olan bir çevre de giderek daha fazla ses çıkarmaya başlıyor. İspanya’da kadınkırıma karşı yürütülen politikalar muhafazakâr, sağcı, yobaz, Franko dönemi nostaljisi yapan çevreleri açıkça rahatsız etmiş olmalı ki, birkaç yıl önce birden ortaya çıkan ve hızla büyüyen aşırı sağcı Vox Partisi’nin önde gelen taleplerinden biri, kadınları korumaya yönelik politikalarda geri adım atılması oldu! Aynı şekilde bugün Türkiye’de de bağnaz dinci, ataerkil tahakküm savunucusu, sağcı ve aşırı sağcılardan oluşan bir çevre, kadın kıyımı sayısı ve buna karşı gelişen tepki arttıkça, İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin imzasını çekmesini talep ediyor. Sözleşme TBMM’de onaylanarak, 2014’te iç hukuka dâhil olmuştu.

Türkiye Aile Meclisi adına konuşan bir bağnaz ataerkil tahakküm savunucusu kadına, Fatma Gülşen Koçak’a göre, kadınkırımla mücadeleyi merkezine alan bu sözleşme, “toplumsal cinsiyet eşitliği projesi olduğu için insanlığa ve geleceğimize düşman bir projedir.” Ama Koçak esas bir sonraki cümlede baklayı ağzından çıkarıyor:

Türkiye bu anlamda İslâm ülkeleri içerisinde rol model olarak gösterilmek suretiyle, yapılan operasyon Türkiye’nin şahsında İslâm dünyasına yönelik bir tehdittir. Bu saldırı aynı zamanda kadın haklarını savunur gibi görünmesine rağmen kadına da bir saldırıdır. İffete, ahlaka, kutsala karşı saldırıdır. Bu dünyayı büyük ölçüde insansızlaştırma operasyonudur. İnsan nesline karşı şeytani bir saldırıdır.

Kadınların erkeklerin şiddetine ve tahakkümüne mahkûm alt yaratıklar olduğunu ve bunun iffet, ahlâk ve kutsal yasalar gereği olduğunu iddia eden bu zihniyet, şecaat arz ederken sirkatini söylemenin herhalde en mükemmel örneklerinden birini veriyor. Aileyi koruma adı altında Yeni Akit’ten Türkiye Yazarlar Birliği’ne, Anadolu Gençlik Derneği’nden Memur-Sen’e ve bazı AKP’li milletvekillerine uzanan bir bağnaz ataerkil örf ve gelenek savunucusu cephe, Sözleşme’ye atılan imzanın geri çekilmesini talep ediyor. Bu arada artan kadınkırımının nedeninin de bu Sözleşme olduğunu iddia ederek, kadınların erkekler tarafından dövülseler de, aldatılsalar da, sürekli tahkir ve taciz edilseler de, yerlerinin erkeklerin dizinin dibi olduğu inancını ahlâk, iffet ve dinin gereği olarak sunuyorlar.

Son yüzyılda dünyada yaşanan en kapsamlı devrim kadın eşitliği dalgasıdır. Bugün İspanya’da olduğu gibi Türkiye’de, ABD’de ve başka ülkelerde sağcı, muhafazakâr, yobaz gerekçelerle yürütülen bir ataerkil tahakküm savunuculuğu, bütün toplumları az veya çok etkisi altına alan bu büyük toplumsal dip dalgasını durdurmaya, bastırmaya çalışıyor. Erkekler kadınları cinsiyetleri nedeniyle öldürmeye devam ettikçe, bu karşı-devrim savunucusu bağnaz ataerkil örf ve gelenek savunucuları timsah gözyaşları döküyorlar. Kadınkırımı kadın sorunu değil, erkeklerin erkeklik safsatalarının yüzkarası olan bir erkek sorunudur.