Ana Sayfa Blog Sayfa 2393

Endonezya’daki söndürülemeyen orman yangınlarında umut yağmurda

Endonezya’nın Sumatra ve Borneo adalarında temmuzda bu yana devam eden yangınlarda, 800 bin hektarlık alan tahrip oldu. Yangınların etkilediği eyaletlerde hava kirliliği yüzünden acil durum ilan edildi. Yangınların ancak gelecek ay başlayacak yağmurlarla tamamen söneceği tahmin ediliyor.

Endonezya’nın Sumatra ve Borneo adalarında 6 eyaleti kapsayan geniş bir bölgede 2 aydan uzun süredir devam eden ve komşu ülkeleri de olumsuz etkileyen orman yangınlarını söndürme çalışmalarında henüz sonuç alınamadı.Temmuz ayından bu yana devam eden orman yangınlarının 800 bin hektardan fazla alanı tahrip ettiği tahmin ediliyor. Yangınlara, çiftçilerin ve işletmelerin palm yağı üretimi için izinsiz yaktığı ateşlerin sebep olduğu biliniyor.

Endonezya hükümeti, yangınlardan dolayı ölen kişilerin sayısını paylaşmıyor. Orman yangınları, hafta sonu ülkenin bir bölgesinde gökyüzünün kırmızıya dönmesine yol açtı.

Yangın bölgesine giden Endonezya Devlet Başkanı Joko Widodo, 5 binden fazla kişinin yangın kontrol ekiplerine dahil edildiğini söyledi ve hükümet 1 milyona yakın maske dağıttı. Ülkede tarla açmak için ormanlık araziyi izinsiz bir şekilde yakan 185 kişi gözaltına alındı.

Yapay bulutlarla yağmur yağdırılıyor

Orman yangınlarıyla mücadele kapsamında hem karadan hem havadan destek ekiplerinin artırıldığı söndürme çalışmalarında geçen haftadan bu yana yapay bulutlarla yağmur yağdırılıyor. Şu ana kadar yürütülen söndürme çalışmalarının bazı yerlerde kısmı olarak etkili olduğunu açıklayan yetkililer, birçok noktada suni yağmur çalışmalarını genişletmeyi planladıklarını belirtti.

Meteoroloji İklim ve Jeofizik Kurumu (BMKG) yetkilileri ise bölgede gelecek ay başlayacağı tahmin edilen yağışlarla orman yangınlarının tamamen kontrol altına alınacağı öngördüklerini açıkladı.

Orman yangınlarına karşı acil durum ilan edilen Riau, Jambi, Güney Sumatra, Batı, Doğu ve Orta Kalimantan eyaletleri için kurulacak özel ekiplerin de söndürme çalışmalarına destek vereceği kaydedildi.

Hava kirliliği yüzünden acil durum ilanı

Yoğun duman bulutlarının kapladığı eyaletlerde, ciddi artış gösteren hava kirliliği insan sağlığı ve günlük yaşamı olumsuz etkilerken, solunum yolu enfeksiyonuna yakalananların sayısının 920 bine ulaştığı bildirildi.

Sumatra Adası’ndaki Riau eyaletinde devam eden orman yangınlarının neden olduğu hava kirliliğinin artması üzerine acil durum ilan edildi. Republika gazetesinin haberine göre, Riau Eyaleti Valisi Syamsuar, hafta sonundan bu yana yayılan yoğun duman sonucu artan hava kirliliğinin insan sağlığını tehdit etmesi üzerine 31 Ekim’e kadar acil durum ilan ettiklerini belirtti.

Sorunun devam etmesi halinde acil durumu uzatabileceklerini ifade eden Syamsuar, kirliliğin yoğun olduğu bölgelerdeki insanları tahliye edeceklerini ifade etti. Yoğun duman bulutlarının kapladığı bölgelerde gökyüzü zaman zaman kırmızıya dönerken, ”riskli” seviyelere yükselen hava kirliliği insan sağlığı ve günlük yaşamı da olumsuz etkiliyor.

Yangınlara, özellikle mayıs-eylül aylarında yaşanan kurak mevsimin yanı sıra çiftçiler ve arazi işleten bazı işletmelerin devletin izni olmadan arazi açma ve anız yakmak amacıyla yaktığı ateşler neden olabiliyor.

Malezya üzerindeki yoğun dumanın azalması bekleniyor

Öte yandan Endonezya’daki orman yangınlarının neden olduğu yoğun dumandan büyük ölçüde etkilenen Malezya’da, rüzgarların yön değiştirmesiyle bugünden itibaren ülke genelinde duman bulutlarının azalması bekleniyor. Geçen haftalarda hava kirliliği endeksinin “aşırı sağlıksız” seviyelerde görüldüğü Sarawak eyaleti genelinde bugünden itibaren hava kirliliği endeksi “makul” seviyelere düşerken, ülke genelinde de havanın sağlıksız olduğu bölgelerin giderek azaldığı belirlendi.

Hava kirliliğinin en kötü durumda olduğu Selangor eyaletine bağlı Johan Setia ve Klang kentlerinde ise hava kirliliği endeksi, 176’ya çıkarak “aşırı sağlıksız” seviyesine yaklaştı. Bunun dışında merkez eyaletlerinden Negeri Sembilan ve Pahang’ın bazı kentlerinde de hava kirliliği endeksi 140’ın üzerinde seyrederken, başkent Kuala Lumpur’da geçen haftaya kıyasla azalarak 101’e düştü.

Yangınlarının yol açtığı yoğun duman, Malezya’nın dışında, Endonezya’nın komşuları, Singapur, Tayland, Vietnam ve Filipinler gibi ülkeleri de olumsuz etkiliyor.

Onarıcı Tarım 102

Geçen gün yayınlanan Onarıcı Tarım 101′i takiben, soruları da cevaplandırmaya çalışarak devam edeyim. 13 kişiden gelen 13 soruyu elimden geldiğince sınıflandırarak ve bağlamlarını bozmadan, kapsamlarını yeniden ele alarak cevaplayacağım. Bugün ve yarın.

  1. Çiftçilerin onarıcı tarıma nasıl ikna edilir, nasıl bir geçiş süreci yaşanır?
  2. Onarıcı tarım halk nezdinde, iklimle ilgili söylem “evhamcıların” dışında “kitlelere” de nasıl dert ettirilir?
  3. Tüketici gözüyle dikkat edilmesi, yapılması gerekenler nedir?
  4. Doğrudan ekim, meyve bahçesi, orman işletmesi vd. uygulamaların önemi, toprağa karbon bağlama ve diğer olumlu etkiler konusunda performansı nasıl?
  5. Türkiye’de ve dünyada hükümetler onarıcı tarıma nasıl bakıyor, ne yapıyor? Ne yapabilirler? Diğer kamu kurumları projeler yapamaz mı?
  6. Onarıcı tarımı kimler yapabilir? Nasıl örgütlenmeler gerekir?
  7. Türkiye’de ve dünyada örnekler var mı? Nasıl ulaşabiliriz?
  8. İklim hareketiyle onarıcı tarım hareketinin ilişkileri nasıl?

Çiftçiler onarıcı tarıma nasıl geçer?

Nerede? Hangi çiftçiler?

Ülkeye, bölgeye, çiftçinin üretim ölçeğine ve skalasına bağlı olarak bu sorunun cevabında hatırı sayılır farklılıklar olacaktır. Yine de, bazı ortak süreç, gereklilik ve engellerden bahsetmek mümkün. Türkiye’yi odağa alarak cevaplamaya çalışayım.

Çiftçiler onarıcı tarıma, 1) zorunluluktan veya 2) fırsat gördükleri için geçiyor.

Zorunluluğa en güzel örneklerden biri, iklim değişikliğinin yarattığı aşırı hava olayları. 4-5 sene önceki kavurucu yazın ABD mısır üreticilerine etkisi çok ağır olmuştu. Keza 2018 yazının İskandinavya’da yangınlar çıkaran, ot üretimi dip yaptığı için herkes hayvanlarını satışa çıkarınca mezbahaların üç ay sonrasına sıra verdiği İsveçli üreticiler… Böyle durumlarla karşılaşan çiftçilerin en azından bir kısmı, toprakta su tutamadığının, çıplak toprakta tavan yapan yüzey sıcaklıkların mikroorganizmaların yaşamasını ve çalışmasını engellediğinin, ani yağışların arazilerini mahvettiğinin farkına varıp araştırmaya girişiyor. Benzer şekilde, yüksek girdi maliyetlerinin yanısıra, iklim anomalileri veya hastalık nedeniyle tek-çeşit üretim (monokültür) şekillerinin artan sıklıkla yarattığı büyük iflaslar… Eskiden beri çiftçilik yapanlardan onarıcı tarıma geçenlerin hikayelerinde böyle zorluklar, ekonomik iflaslar, “kaybedecek bir şeyimiz kalmadı” noktaları oldukça fazla.

Fırsat görerek geçenler ise, dünyayı takip eden, araştırmacı, yenilikçi çiftçiler. Genelde yerellerindeki bir lider kişiliğin başlattığı yolu takip ederek, uygulamayı doğrudan gözlemleyerek ve 1-2 sene küçük ölçekte deneyerek başlıyorlar. Sosyal baskı karşısında cesaretli, yörelerinde kolay kolay “dalga geçilemeyecek” ağırlığa sahip kişiler bunlar. Buraya kadar anlatılanın Türkiye’de güzel bir örneği, Sarayönü’nün (Konya) anıza ekim konusunda kısa sürede açık ara Türkiye lideri haline gelmesidir. Dönemin ilçe tarım müdürü Mehmet Karlı’nın önderliğinde gelişen sürecin içinde sanayicilerin nasıl ikna edildiğine kadar bir çok ilginç öğe var. Anıza ekim yapan çiftçilerde bir paradigma değişimi olmasa da, bazı yokedici uygulamalar (örnek: anıza ekim öncesi yeşil “öldüren”/ glifosat, yani Monsanto’nun ünlü “Roundup”u) devam etse de… Nihayetinde, özellikle eski çiftçilerde keskin geçişler algısal, kültürel, sosyal ve “ben bütün hayatımı yanlış uygulamalar üzerine mi inşa ettim?” isyanlarının zorluğu nedeniyle, zor. Bir insanın tuttuğu takımı ya da siyasi görüşünü değiştirmesi ne kadar zorsa, “gelirine doğrudan yansıması” gibi kesin sonuçlar görmeden, babadan kalma mesleğini (tarımı) icra etme şeklini kökten değiştirmesi de o kadar zor.

Türkiye’de arazi yapısının aşırı parçalığı, parsellerin fazla küçük olması ve özellikle doğal mera veya çok-katmanlı savan haline getirilen arazilerin bütünlüğüne diğer çiftçiler tarafından saygı gösterilmemesi de başka bir sorun. Araziye erişim kadar “kontrol” de önemli.

Daha yukarıdan bakarsak, onarıcı tarıma geçişlerin gerçekleşmesi için iki temel etmenin aynı anda ve paralel şekilde vuku bulmasına ihtiyaç var:

1) Katma-değerli pazarlar ve

2) Teknik bilgi/destek ağı

Pazar kısmını çözmenin ayrı ayrı ya da aynı anda (keşke!) gerçekleşebilecek iki temel yolu var.

Birincisi, kamusal kurumlar yoluyla oluşturulacak bütçelerle, toprağına karbon gömen, biyolojik çeşitliliği arttıran ve gösterge olarak belirlenen diğer “ekolojik hizmetleri” iyileştiren çiftçilere, yarattıkları onarım miktarıyla orantılı olarak sübvansiyonlar verilmesi. Bu aslında “sübvansiyon/destek” değil, çiftçinin “ulusal güvenlik konusunda yarattığı katkı”nın karşılığının verilmesi olarak tanımlanmalı. Bu mekanizmalar Avustralya’da toprak organik maddesi (karbon/karbondioksit, yani iklim değişikliği bağlamında) denendi. ABD’de benzer diyaloglar bazı senatörlerin dahiliyetiyle devam ediyor. AB’nin de bu konuda hazırlıklara başladığını takip etme şansı yakaladığım kapalı çember bilim kurullarının oluşturulmasından biliyorum.

İkincisi ise, girişimler, markalar ve gıda girişimleri aracılığıyla, onarıcı tarım yapan çiftçilerin yetiştirdiği özel, besin değeri yüksek ürünlerin, görece daha yüksek fiyatlar ödemeyi göze alan tüketicilere ulaştırılması. Türkiye’de SafiMera örneğinde, hayvancılık yapan üreticilerin hayvan başına %10-20 arası daha yüksek ödeniyor. Bu durum, çiftçinin karının 2-3 katına çıkması anlamına geliyor. Bu girişimlerin ölçeklendirilmesine destek vermek, “kuluçkalar” ve finansman olanakları yaratmak önemli.

Teknik bilgi ve destek ağı konusu ise biraz çetrefilli. Onarıcı tarım uygulamalarının konvansiyonel (organik olsa bile) uygulamalardan temel farkı, “standartlaştırılmış” ürünlerin pek yeri olmaması. Konvansiyonel tarımda, 1 kamyon gübreyi arazinize getirtmeniz bir iki telefon konuşmasına bakıyor. Tüm kredi sistemleri bunun üzerine kurulu, sistem hızlı işliyor. Onarıcı tarımda ise “yüksek kalite mikrobiyal kompost özütü” istediğinizde, bunu kendiniz üretmek ya da (şanslıysanız), bölgenizde bunun üretimini yapan başka bir çiftçi/girişimci bulmanız gerekiyor. Bu tür ürünler, yapısı gereği kitlesel boyutta ölçeklendirilemeyen girdiler.

Bilgi için de aynısı geçerli: Konvansiyonel tarımda yapmanız gereken şey “mısır ekiyorum, hangi gübreyi atayım? Sonra da hangi ilacı (zehiri), hangi dönemde nasıl atayım?” diye sormak sadece. “Herkese ve her koşulda aynı” çözümler üzerine kurulu konvansiyonel tarımın aksine onarıcı tarımda bağlamınıza, şartlarınıza, ulaşmak istediğiniz sonuçlara yönelik, yenilikçi bir bakışla ve merakla, deneyip gözlemleyerek hareket etmeniz gerekiyor. Alet edevatta da sektör son derece konvansiyonel. Traktörün arkasına takılacak aletten peynir yapma tankına kadar her şey konvansiyonel paradigmada üretiliyor. Kuzey Amerika ve Avrupa’da onarıcı tarıma yönelik akıllı alet tasarımları başladı ve yayılıyor, ama Türkiye’de bunlardan eser henüz pek yok.

Bu sebeplerle, onarıcı tarıma eklemlenecek ve onu mümkün kılıp yaygınlaştıracak bilgi ağlarına, çiftlik yönetimi gibi makro konulardan, bahçecilik ve mikrobiyal yüksek kalite kompost üretimi gibi mikro konulara kadar geniş bir yelpazede hizmet veren danışmanlara, uygulayıcılara, yazılımlara ve modellere, çiftçilerin denemelerini gözlemleyip kayıt altına alabildikleri açık kaynak yurttaş bilimi platformlarına ihtiyaç var. Bunları bütüncül bir projeyle hayata geçirip hızlı bir başlangıç yapmak mümkün, ancak bu ulusal çapta bir başlangıç bütçesi istiyor. Hiç bir sonuç üretmeyen projelere harcanan paraların ufacık bir kısmıyla yaratılabilecek çok büyük bir etkiden bahsediyoruz.

Özetlemek ve toparlamak için, “güce ve kaynağa sahip olsan ne yaparsın?” gibi bir soruyla karşılaştığımı varsayarak:

İlk aşamada:

1) Teknik bilgi ve destek ağının oluşmasını sağlayacak hakiki bir proje başlatırım. Bu proje aynı zaman onarıcı tarımda izlenecek göstergeleri de belirler.

2) Aynı anda, onarıcı tarım merkezli çalışacak yeni ve/veya mevcut gıda girişimlerine, sağlam bir bağlam ve yol haritaları sunmaları şartıyla, finansman desteğinde bulunmak için mekanizmalar kurup işletirim.

İkinci aşamada:

1) Kamuda lobi, kampanya ve diğer aktiviteler yoluyla, karbon gömmek başta olmak üzere diğer göstergeler üzerinden çiftçilere ödeme yapılması konusunda talepte bulunurdum. Hatta mevcut “konvansiyonel” desteklerin de belli bir geçiş sürecinin ardından giderek azalıp sadece “onarım yapan” çiftçiye kayacağı bir uzun vadeli sistem belirlerdim. Böylelikle mevcut “destek/sübvansiyon” tuzağından da kurtulurduk ülke olarak.

2) Bu süreç sayesinde, ülkenin Küresel İklim Fonu’ndan yararlanmasını sağlar, bir de üstüne bu modelin dünyaya ihraç edilmesine ön ayak olmuş olurduk.

Onarıcı tarım halk nezdinde karşılık bulan bir söyleme nasıl dönüştürülür?

Bunu “çiftçi/üretici hariç toplum”, yani temelde tüketiciler nezdinde cevaplayayım.

Onarıcı tarıma doğru yöntemlerle verilen destek, kamu kaynaklarının doğru yönetimi ve yönlendirilmesi anlamına geliyor. Türkiye gibi “politik” her konuda son derece kutuplaşmış ve nesnel düşünmeyi (yani, herhangi bir cümleyi öznelerin adı yerine “x” diyerek kurma becerisini kaybetmiş) bir toplumda, üzerine hemfikir olunan tek konunun sağlıklı, temiz ve besleyici gıda olması gibi müthiş bir avantajımız var. Diğer bir deyişle, dünya ortalamalarının çok üstünde bir oranda, “yediğimiz gıda doğru/sağlıklı/iyi değil” diyen bir toplumdan bahsediyoruz. Bunu merkezine kutuplaşılmış konularla karıştırmadan alan bir sivil talebin çok ciddi yol kat etmesi ve karar alıcıları derinden etkilemesi işten bile değil.

Bu süreçte temel söylem şu olmalı: “En kaliteli, besleyici, “çocukluğunuzun” gıdasından bile daha iyi gıdalarla beslenmek istiyorsanız, onarıcı tarıma gelin”. Ekosistem onarımları da ikincil (ve hareketi daha da büyütücü) bir söylem olacaktır, ancak bu gerçekleştikçe, somut örnekler üzerinden gösterilmeli.

Gelir düzeyi görece yüksek kesimlerin de en baştan yoğun bir şekilde sürece dahil edilmesi gerekiyor. Çünkü onarıcı tarım ürünlerinin üretimi, paketlenmesi, lojistiği gibi süreçler oturana kadar görece yüksek seyredecek fiyatlara rağmen alımkar olabilecek kesim, büyük oranda bu kesim olacaktır. Burada da onarıcı tarımın ve bu şekilde üretilen gıdanın, tüm güzel özelliklerinin yanısıra ayrıca “cool” bir algıya oturtulmasına ihtiyaç var – dünyadaki örneklerden de bildiğimiz üzere, son derece kolay bu, çünkü onarıcı tarımın ve yapılış şeklinin kendisi, insanın en kadim beğenileriyle ve dürtüleriyle doğrudan örtüşüyor.

Bir adım ötesine geçip şu iddiada bulunayım: Böylesi bir süreç çok hızlı yürütülebilir ve iklim değişikliği konusunda da son 20 yılda aldığımız “toplumu kazanmak” yolundan fazlasını iki yılda almamızı, dahası “harekete geçirmemizi” sağlar.

Haliyle geçen yazıda “iklimi dert edinenlere” yönelik yaptığım “onarıcı tarımı odağa koyma” davetimi bir kez de bu saikle yapayım.

Sorulara devam, yarın.

 

 

Haitili vekil gazeteciyi yüzünden vurdu

İşsizlik ve hayat pahalılığından şikayetçi bazı Haitililerin tepkisini bastırmak isteyen vekillerden Jean Marie Ralph Fethiere silahına sarıldı. Etrafa ateş açan Fethiere biri gazeteci olmak üzere iki kişiyi vurdu.

Siyasi belirsizliğin devam ettiği ve ekonominin dibe çöktüğü Haiti’de dün senato başbakanı belirlemek için tekrar bir araya geldi. Bir hafta içinde ikinci kez bir araya gelen vekillerden Jean Marie Ralph Fethiere dün senato binasından çıkarken korku saldı.

Kendisini protesto eden göstericileri ve soru sormak isteyen gazetecileri gören Fethiere, bir anda belindeki silahına sarıldı. Tabancasıyla bir anda ateş açmaya başlayan Fethiere bir gazeteciyi yüzünden vurdu, bir diğer kişiyi de yaraladı. Associated Press ajansının fotoğrafçısı olarak çalışan Chery Dieu-Nalio kanlar içinde kalırken olay yerine gelen sağlık ekipleri gazeteciye müdahale etti.

Doktorlar yüzündeki kurşun parçalarını çıkardıklarını belirttikleri Dieu-Nalio’nun sağlık durumunun iyi olduğunu açıkladı. Yaşananların ardından aracına binerek uzaklaşan silahlı vekil birkaç saat sonra kamuoyunun karşısına çıkarak açıklama yaptı. Fakat Fethiere’nin açıklamaları yeni bir tartışmayı da beraberinde getirdi.

Fethiere tabancasıyla ateş açtığını dile getirmeden, “Militanların saldırısına uğradım. Beni aracımdan çıkarmak istediler ve ben de kendimi korudum. Kendini korumak bir haktır. Silahlı insanlar beni tehdit etti ben de aynı şekilde karşılık verdim” dedi. Haitili ekil, üzerindeki İngilizce “basın” anlamına gelen “Press” yazılı kurşun geçirmez yelek ve baret olan Dieu-Nalio’nun gazeteci olduğunu bilmediğini de öne sürdü. Fethiere’nin silahlı saldırısı uluslararası basınının da gündemine oturdu.

Boris Johnson’ın ‘parlamentoyu askıya alma’ kararı Yüksek Mahkeme’den döndü

Birleşik Krallık’ta Yüksek Mahkeme, Başbakan Boris Johnson’ın parlamentoyu beş hafta süreyle askıya alma kararını hukuka aykırı buldu.

Birleşik Krallık Yüksek Mahkemesi, Başbakan Boris Jonshon’ın parlamentoyu beş hafta süreyle askı alma kararının hukuka uygun olmadığını, Johnson’un  “makul gerekçe olmadan Parlamento’nun anayasal işlevilerini yerine getirmesini engellediğini” belirtti.

BBC, kararın 11 yargıç tarafından oybirliğiyle alındığını bildirdi.

Hükümet askıya alma kararının yargı alanına girmediğini ifade ederken, muhalifler, Johnson’ın 14 Ekim’e kadar parlamentoyu askıya alma kararının hukuki olmadığını ve Başbakan’ın Brexit planlarına yönelik parlamento denetimini sınırlamayı amaçladığını söylüyor.

Ülkenin Avrupa Birliği‘nden çıkışını (Brexit) düzenleyen bir anlaşma için tanınan süre 31 Ekim’de doluyor. Başbakan Johnson, bu tarihe kadar AB ile anlaşmaya varılmamış olsa bile ABD’den ek süre istemeyeceğini, Birleşik Krallık’ın anlaşmasız AB’den ayrılacağını söylüyor.

Bu tarihe çok az bir süre kala Parlamento’nun adet olduğundan çok daha uzun bir süre kapatılması kararı muhalefet partileri, hatta iktidardaki Muhafazakar Parti’nin kendi içinden eleştiler almıştı. Başbakanın parlamentoyu askıya alma kararına karşı İngiltere ve İskoçya’da dava açılmış, Londra‘daki mahkeme bu kararın hukukun alanına girmediğini ifade ederken, İskoçya’daki mahkeme, kararın “Parlamentonun denetimini engelleme amaçlı” olduğunu belirterek hukuka aykırı bulmuştu.

Yüksek Mahkeme geçen hafta, bu kararlara itiraz eden tarafların argümanlarını dinlemişti.  Hükümet, Yüksek Mahkeme’nin “kararına uyacağını” açıklamış; ancak Birleşmiş Mİlletler İklim Zirvesi için New York‘a giden Johnson, mahkeme kararının aleyhine olması durumunda Parlamentoyu ikinci kez askıya alma girişiminde bulunma ihtimalini reddetmemişti.

Parlamentoyu askıya alma kararı 10 Eylül’de uygulamaya konmadan önce, muhalefet partileri ile Muhafazakar Parti’den 20’yi aşkın milletvekilinin girişimiyle AB’den anlaşmasız ayrılmanın önünü kesen bir yasa çıkarıldı. Buna göre, Başbakan Johnson 17 Ekim’deki AB zirvesinden anlaşma ile dönmezse AB’den Brexit için üç aylık bir erteleme istemesi gerekecek. Ancak Johnson erteleme ihtimalini sürekli reddediyor.

Yargıtay, KCK Ana Davası’nda HDP’li üç milletvekilinin cezasını onadı

KCK Ana Davası’nda yargılanan HDP milletvekilleri Leyla GüvenPero Dündar ve Musa Farisoğulları ile görevden alınarak yerine kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş başkanı Ahmet Türk’e’ye verilen hapis cezaları Yargıtay tarafından onandı

Yargıtay, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Mardin Milletvekili Pero Dündar, HDP Diyarbakır Milletvekili Musa Farisoğulları’na “örgüt üyesi olmak” suçlamasıyla verilen 9’ar yıl, aynı suçlamayla DTK Eşbaşkanı, HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven ve eski HDP milletvekili Hatip Dicle’ye verilen 6 yıl 3 ay hapis cezasını onadı. Görevden alınan Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Ahmet Türk için hükmedilen 1 yıl 3 aylık hapis cezası da uygun bulundu. “Örgüt yöneticisi olmak” suçlamasından HDP Van Milletvekili Tayip Temel’e verilen 18 yıl hapis cezası ise bozuldu.

118 kişi hakkında hüküm onandı

Yargıtay toplam 118 kişi hakkında verilen hükmü onarken, 36 kişi hakkında verilen hükmü bozdu. Buna göre,  “örgüt yöneticiliği” suçlamasından dönemin Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek, Ramazan Morkoç, Hüseyin Yılmaz, Salih Akdoğan, Senanik Öner, Bayram Altun’a verilen 21 yıl hapis cezasını da uygun bulundu.

Yine aynı suçlamayla Seda Akbaş Can’a verilen 18 yıl hapis cezasını yerinde bulan Yargıtay, Tamer Tanrıkolu’na verilen 18 yıllık hapis cezasını kısmi onarken, kısmi bozma kararı verdi. Yargıtay, Ercan Akyol için aynı iddiadan Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanması devam ettiği için hakkındaki hükmün bozularak, dosyasının Adana’daki davayla birleştirilmesini onadı.

Bin 109 yıl hapis cezaları verilmişti

2009 yılında yerel seçimlerin ardından “KCK” adı altında başlatılan operasyonlarda tutuklanan Kürt siyasetçiler, belediye eş başkanları, meclis üyeleri, insan hakları savunucuları, gazeteci ve aydınların bulunduğu 154 siyasetçinin 8 yıldır yargılandığı KCK Ana Davası’nda 28 Mart 2017 tarihinde karar çıkmış, 99 kişiye toplam bin 109 yıl 10 ay 22 gün hapis cezası verilmişti.

 

İstanbul’da korkutan deprem

İstanbul Silivri açıklarında 4,6 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Kuzey Anadolu Fay hattı üzerinde meydana gelen deprem korku yarattı.

Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) Başkanlığı Deprem Dairesi Başkanlığından yapılan açıklamaya göre, Türkiye saati ile 11.00’de merkez üssü Marmara Denizi Silivri açıkları olan 4.6 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi.

Uzun zamandır büyük bir deprem oluşturması beklenen Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerinde meydana gelen deprem, İstanbul ve çevre illerde de hissedildi. Yerin 5,36 kilometre derininde oluştuğu açıklanan depremin en yakın yerleşim birimi olan Silivri’ye bağlı Muratköy‘e uzaklığının 20 kilometre olduğu belirlendi.

Kızılay da Twitter‘da yaptığı paylaşımda “İstanbul Silivri’de meydana gelen ve ilk belirlemelere göre 4,6 büyüklüğündeki deprem sonrası gelişmeler Kızılay ekiplerimiz tarafından yakından takip edilmektedir” ifadelerini kullandı.  Deprem yüzünden herhangi bir yaralanma ve hasar ihbarı yapılmazken, Silivri ve İstanbul’da bazı okullar boşaltıldı, öğrenciler dışarıya çıkarıldı. Depremin ardından 3 büyüklüğü civarında çok sayıda artçı deprem yaşandı.

Öncesinde iki sarsıntı

Beylikdüzü açıklarında 2.2 (Saat 09.21); Marmaraereğlisi açıklarında 3.0 (Saat 10.30) büyüklüğünde sarsıntılar kaydedildi. Silivri Belediye Başkanı Volkan Yılmaz ise şunları söyledi:

“Silivri’de herhangi bir mal ve can kaybı, yaralanma bilgisi bize ulaşmadı. Silivri’de Doğa Hareketlerini İzleme Derneği var. Oradan aldığım bilgiler bunun bir öncü deprem özelliği taşımadığı bilgisi var. Bizler şehrin yapı stokunu depreme hazırlıklı hale getirmekle görevliyiz. Biz hem İBB hem de merkezi hükümetle Silivri ve İstanbul’daki depreme hazır olmayan binaları hızlıca tespit etmekle yükümlüyüz. Silivri’de panik hali var, deprem yüzeye yakın olduğu için. Olumsuz hiçbir şey yok.”

Uzmanlar: Büyük depremin ayak sesleri olabilir

‘Burası kırılırsa 7.0’den büyük deprem İstanbul’un batısında yaşanacak’

Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Süleyman Altan da şöyle konuştu: “İstanbul’u 19 Ağustos depreminden beri konuşuyoruz. Marmara’nın altındaki fay hattının hem kuzey hem güney kolunun tüm aktivitelerini takip ediyoruz. İstanbul’un yaşayacağı er ya da geç yaşayacağı depremin hasarlarını azaltmaya yönelik bir katkı sağlayacağına inanıyoruz. Henüz arzulanan seviyeye gelmedik ne yazık ki. Marmara’daki çalışmalar gösterdi ki 4.6 ve daha küçük depremlerin olacağı kesin.Tam da Silivri’nin güneyinde kırılmamış bir kesim var. bu 50-70 km uzunluğunda bir parça olarak tartışılıyor. Burası kırılırsa 7.0’den büyük bir deprem İstanbul’un batısında yaşanacak. Umuyorum ki bu fay hattı tamamen kırılmasın ve büyük bir sarsıntı yaşamayalım. Ama bunun yaşanma ihtimali de var.”

‘Büyükçekmece ile Tekirdağ arasındaki hat çok önemli’

Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım ise Büyükçekmece ile Tekirdağ arasındaki hatta dikkat çekti. Yıldırım “Marmara’daki fayın bir kolu hareket etmiştir. Büyüklüğü fazla olmayan bir deprem. Daha çok dikkat edilmesi gereken, kırılacak kesimin Büyükçekmece ile Tekirdağ arasındaki hat. Depremin ne zaman olacağı, kaç büyüklüğünde olacağı değil bina temellerimizin sağlam olması gerekiyor. Şartnameye uygun yapılan binalarımızda deprem sırasında dışarı çıkmasına gerek yok. Sığ bir deprem yaşandı. Sahillerde daha çok hissedildi” diye konuştu.

 

‘Denizlerimizdeki ısınma balıkların üreme psikolojisi ve davranışlarını değiştiriyor’

Yıl boyu Akdeniz’deki farklı noktalarda sıcaklık ölçümleri yaptıklarını anlatan Akdeniz Koruma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Zafer Ali Kızılkaya, denizlerdeki termoklin tabakasının (değişik sıcaklıkta iki su kütlesi arasındaki kesinlik kuşağı) her yıl beş metre aşağı indiğini söyledi.

Denizlerdeki ısınmanın artışı yüzünden balık popülasyonu giderek azalıyor. Akdeniz Koruma Derneği kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Zafer Ali Kızılkaya, iklim krizi baskısı altındaki denizlerde yaşamın her geçen gün biraz daha yok olduğunu belirtiyor. Balıkların azalmasının bir diğer nedeni de aşırı avlanma.

Balık avı sezonu 1 Eylül’de açıldı ama ağlar hala boş. Uzmanlar; deniz suyu sıcaklığındaki artış, kirlilik ve aşırı avcılık nedeniyle balık popülasyonlarında azalma olduğunu belirtiyor. Zafer Ali Kızılkaya, iklim krizi baskısı altındaki denizlerde yaşamın her geçen biraz daha yok olduğunu söyledi.

Birgün‘den Demet Sargın‘ın haberine göre, yıl boyu Akdeniz’deki farklı noktalarda sıcaklık ölçümleri yaptıklarını anlatan Kızılkaya, denizlerdeki termoklin tabakasının (değişik sıcaklıkta iki su kütlesi arasındaki kesinlik kuşağı) her yıl beş metre aşağı indiğini ifade etti.  Kızılkaya Termoklin Akdeniz’de yaklaşık 15-20 metrelerde olur. Burada su sıcaklığı 10 derece değişir. Örneğin yukarıda sıcaklık 20 derecedir ama termoklinde 10 dereceye kadar düşer. 2015 yılından beri termoklin tabakası her yıl 5 metre aşağı düşüyor” diye konuştu. Bu durumun istilacı türlere ve canlıların yok olmasına sebep olduğunu anlatan Kızılkaya, şöyle devam etti:

“Denizlerde yaşam su sıcaklığına bağlıdır. Belirli sıcaklıklarda belirli canlılar yaşar. Termoklin aşağı doğru inerse omurgalı veya omurgasız canlılar da aşağı kaçar. Ya da besin yetmez ve kaçamazlar. Yerlerini istilacı türler dediğimiz Kızıldeniz ve Hint okyanusundan gelen türlere bırakırlar.”

İstilacı türler algleri yok etti

Türkiye’nin denizlerinde istilacı tür sayısının arttığına vurgu yapan Kızılkaya, sıcaklık değişiminin bu türleri çektiğini ve bunların deniz ekosistemi için son derece tehlikeli olduğunu anlattı. Kızıldeniz kökenli bir deniz tavşanı balığının Akdeniz’deki makro algleri yok ettiğini ifade eden Kızılkaya, Makro algler denizin ormanıdır. Şöyle düşünün, bir sabah uyanıyorsunuz ve ülkedeki bütün ormanlar yok olmuş. Su altında da durum böyle. Hiçbir makro algimiz kalmadı bu hayvanın bulunduğu yerde. Çünkü bunları baskılayan hiçbir şey yok. Eskiden bunları daha büyük balıklar yerdi ama bizler aşırı avcılıkla o balıkları da avladık” dedi.

‘Bütün balıkların üreme psikolojisi, davranışı zamanla değişecek’

Kızılkaya sözlerini şöyle sürdürdü: “Karadeniz’deki su sıcaklıkları hamsinin üremesiyle ilgili 1 numaralı faktör. Hamsi, zaten su sıcaklığı belli bir değerin altına düşünce bizim kıyılara göç etmeye başlıyor. Dolayısıyla bu sıcaklığa erişilmeden hamsinin Türkiye kıyılarına gelmesi mümkün değil. Normalde aralık ayına kadar sıcaklıklar kış sıcaklıklarına dönüyordu. Ama geçen sene ocak ayını buldu su sıcaklığının normale dönmsi. Bu demek oluyor ki bütün balıkların üreme psikolojisi, davranışı, her şeyi zamanla değişecek. Bunlar ciddi bilimsel izleme çalışmaları gerektiriyor.”

‘Türlerin yüzde 90’ı tükendi’

Dünya genelinde ekonomik anlamda avcılık yapılan türlerin yüzde 90’ının tükendiğini ve herkesin kalan yüzde 10’a yüklendiğini söyleyen Kızılkaya, Akdeniz’de binlerce yıldır aşırı avlanma olduğunu kaydetti.

Kızılkaya atılması gereken önemli adımların başında “koruma bölgelerini” işaret ederek, şunları söyledi: “Tekne sayısının sınırlandırılması ciddi bir devlet politikası. Bunu devlet yapabiliyorsa yapacak. Ama yapamıyorsa kısa vadede yapabileceği çok önemli bir şey var; balıkçılığa kapalı koruma alanları yaratmak. Buralarda balık rahat bırakılacak. Bunu yaparsan zaten 5 sene içerisinde balık taşmaya başlar. Karadeniz’e bakalım; Türkiye’de avlanan balığın yüzde 80’i oradan geliyor ama bir tane bile balıkçılığa kapalı bölgesi yok. Bu sürdürülebilir değil. Koruma alanları olmadığı sürece hem biyolojik çeşitliliği kaybedeceğiz. Koruma bölgeleri istilacı türler konusunda da yararlı olacaktır. Çünkü yerli balıklarımız çoğaldıkça bu türleri aralarına alamayacak, yiyecek ya da kovacak. Yani koruma alanları iklim krizine karşı denizlerin dayanımını artıracak. Bu yüzden bunlara ihtiyacımız var. Acilen yapmamız gerekiyor.

 

Veganlardan Dünya Süt Zirvesi’ne protesto: Hayvan sütü hem insana hem çevreye zarar

İstanbul’daki Dünya Süt Zirvesi’ne karşı hayvan hakları savunucuları ve sağlık uzmanlarından yapılan açıklamada, hayvansal süt üretimine hem insan sağlığı hem de doğaya verdiği zarar yüzünden son verilmesi istendi.

İstanbul‘da dün başlayan Dünya Süt Zirvesi‘ne karşı hayvan hakları savunucuları ve vegan sağlık uzmanlarından açıklama geldi. 26 Eylül’e kadar devam edecek olan zirve, dünyanın her yerinden 2000’den fazla katılımcının yer aldığı küresel süt sanayiinin en büyük yıllık toplantısı.

Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu‘ndan yapılan açıklamada, zirve “Dünya Sömürü Zirvesi” olarak adlandırılarak, hayvansal sütün ardında büyük bir sömürü ve vahşet zincirinin olduğunu belirtildi.  Hayvansal sütün insan sağlığına uygun olmadığını söyleyen vegan sağlık uzmanları ise, hayvanların sütünde bulunan hormonların ve maddelerin, insanlarda kanser, otizm, kalp damar hastalıkları, Parkinson hastalığı gibi birçok hastalıkla ilişkilendirildiğini vurguladı.

Açıklamada; şu ifadeler kullanıldı:

“İçinde yaşadığımız toplumlarda doğar doğmaz hepimize hayvansal sütün insan için yararlı olduğu benimsetilerek mutlaka içmemiz gerektiği fikri aşılanıyor. Kendisi ak görünen bu sütün anamızın sütü gibi masum olmadığını anlamamamız için her türlü önlem alınıyor. Reklamlarda yeşil çimler üzerinde gezen ineklerin sütünü isteyerek bize verdiği söylenirken, gerçekte hiç de öyle değil.

Süt sektöründe anne hayvanlar, doğurduklarında ya hemen ya da çok kısa bir süre sonra yavrularından zorla ayrılır. Sütüne el konulan anne, büyük bir acıyla günlerce yavrusu için çığlık atarken; yavrusu bir eşya gibi tek başına ayrı bir yere konur.  Bu döngü, annenin bedeni iflas edinceye kadar sürdürülür ve sonunda anne de yavrusu da eti için kesilerek öldürülür. Sonunda herkesin canının alındığı süt sektörü, et sektörü ile el eledir.

Yapay dölleme adı ile TECAVÜZ, anne ile yavruyu ZORLA AYIRMA, süte el koymak için MAKİNE MUAMELESİ YAPIP SÖMÜRME ve tabii KÖLELEŞTİRME… Hayvansal ürün tüketiyorsanız, bunları desteklemiş oluyorsunuz.”

İneklerin daha fazla süt versin diye GDO’lu yemlerle beslendiği ve genetikleriyle oynandığı belirtilen açıklamada, süt sektörünün doğaya etkileri de şöyle anlatıldı:  “Tüm dünyada sütü için yetiştirilen inek sayısı yaklaşık 270 milyondur. Bu inekler, kendi istekleri dışında ortalama 600 milyon ton süt üretmeye zorlanıyor. Sütü için beslenen hayvanların atmosfere yaydığı sera gazı, bugün dünyanın en büyük çevre sorunlarından biridir. Bir süt ineği günde 150 litre su içebilir. Her inek günde 37 kilo atık oluşturur. Oxford Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre, hayvansal süt üretimi bitkisel süt seçeneklerinin 3 katı kadar sera gazı salımına neden olur.

Bununla birlikte, süt sektörünün çevre üzerinde su kirliliği ve kıtlığı, atık fazlalığı, hava kirliliği, topraksızlaşma gibi pek çok olumsuz etkisi vardır. Bütün bu bilimsel veriler göz önünde bulundurulduğunda, hayvansal sütün sürdürülebilir olmadığı açıktır.”

Hayvansal süt, insan için uygun değil 

Hayvansal sütün insan sağlığına etkileri konusunda vegan sağlık uzmanlarından Dr.  Murat Kınıkoğlu, Doç. Dr. Yusuf Bayrak, Dr. Suat Erus, Dr. Oğuzcan Kınıkoğlu‘nun görüşleri şöyle:

  1. Süt, her memelide olduğu gibi inek ve keçilerde de yavrusu büyüsün diye salgıladığı bir sıvı olduğundan yavrunun hızlıca büyümesi için gerekli büyüme hormonlarını ve büyüme faktörlerini içerir. Büyüme hormonları, o kadar hızlı büyümeniz gerekmediği zamanlarda, yani sütten kesildiğiniz yaştan ölene kadar, kanserli dokularda büyümeye yardımcı olur. Ayrıca çocuklarda ergenliğe erken girmeye sebep olabilirler.

  2. Süt, her zaman lohusa ve hamile ineklerden geldiği için, tüketilen tüm hayvansal süt ve süt ürünleri ineğin östrojenini de içerir. Bilimsel çalışmalarda ticari süt ürünü tüketenlerin kanında inek östrojenine rastlanmıştır. Uzun vadeli östrojen maruziyeti Dünya Sağlık Örgütü tarafından “Grup 1 Kanser Yapıcı Maddeler” listesinde yer almaktadır.

  3. Her memelinin, hayatının ilk dönemlerinde anneye bağımlı olsun ve sütü zamansız bırakmasın diye annesinden emdiği sütün içindeki kazein, vücutta kazomorfine dönüşür. Bu hem yavruyu sakinleştirir hem de bağımlılığı artırır. Fakat inek sütüyle aldığımız inek kazomorfininin çocuklarda nöromotor gelişimi yavaşlattığı gösterilmiş böylelike otizmde rol oyanayabileceği düşünülmektedir.

  4. Hayvansal süt ve süt ürünleri; doymuş yağ, kolesterol ve trans yağ içerirler. Tüm bu yağlar vücutta inflamasyonu artırarak damar sertliğine neden olurlar. Trans yağ; ister hayvansal kaynaklı, ister bitkisel margarin kaynaklı, ister balık yağı kaynaklı olsun kalp ve damar hastalıklarıyla ilişkilidir.

  5. Hayvansal süt ve süt ürünleri sağlık için olmazsa olmaz besin öğelerinden biri olan “lif”i hiç içermezler. Ayrıca antioksidan özelliğe sahip fitokimyasalları hiç içermedikleri gibi, asidik yapılarıyla tüm vücutta hücrelerin çalışmasını zorlaştırır.

  6. Hayvansal süt kalsiyum içerdiği için kemik sağlığı açısından önemli olduğu çıkarımı yapılmıştır fakat yapılan uzun vadeli ve geniş kapsamlı bir çok çalışmada bu bilgi doğrulanamamıştır.

  7. Hayvansal süt ve peynir tüketiminin erkeklerde Parkinson Hastalığı gelişme riskinin artabileceğini söyleyen bilimsel çalışmalar mevcuttur.

  8. Hayvansal süt ve süt ürünleri tüketiminin kanserden kloruyucu olduğu söylenir, oysa prostat kanseri ihtimalini artırabileceğini destekleyen çalışmalar vardır.

BM İklim Eylem Zirvesi: Türkiye hariç önemli taahhütler verildi

BM İklim Eylem Zirvesinde, başta Paris Anlaşması’nı onayladığını açıklayan Rusya olmak üzere ülkeler ve özel kuruluşlar önemli duyurular yaptı. Metro ve raylı sistemlerle Millet Bahçeleri’ni anlatan Türkiye ise G20 ülkeleri arasında Paris’i onaylamayan tek ülke olarak kaldı.

Genel-Sekreter Antonio Guterres ev sahipliğinde düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Eylem Zirvesi önemli duyurulara sahne oldu. Devlet liderleri ve özel sektör temsilcilerinin iklim eylemi hakkındaki duyurular yaptığı zirveye damgasını vuran ise Greta Thunberg’ti.

Antonio Guterres’ten sonra söz alan Thunberg, Dünya liderlerine şöyle seslendi:  “Bütün bunlar yanlış. Ben burada dikiliyor olmamalıydım. Okyanusun öteki tarafındaki okuluma dönmüş olmalıydım. Boş sözlerinizle benim hayallerimi ve çocukluğumu çaldınız. Ama buna rağmen şanslılardanım. İnsanlar acı çekiyor. İnsanlar ölüyor. Bütün ekosistem çöküyor. Kitlesel bir yokoluşun başlangıcındayız. Ve bütün konuştuğunuz para ve ekonomik büyüme masalları. Nasıl cüret edersiniz!” Thunberg’in konuşması tüm dünyada gün boyu konuşuldu. #Howdareyou (Nasıl Cüret Edersiniz!) twitter’da tüm gün dünya gündemindeydi.

Zirve’de somut eylem ortaya koymadığı için söz almayan Donald Trump da Thunberg’i dinleyenler arasındaydı.Trump, genç aktivistin konuşmasını dinledikten sonra zirveden ayrıldı.

Rusya imzaladı, ‘Paris’e taraf olmayan tek G20 ülkesi Türkiye

Zirve’de iklim eylemi konusunda önemli somut duyurular da yapıldı:

  • Rusya, Paris Anlaşması’nı onayladığını zirvede açıkladı. Bu duyuru ile birlikte G20 üyeleri içinde Paris Anlaşması’na taraf olmayan artık tek ülke var: Türkiye
  • Zirve sonu itibari ile resmi olarak 66 ülke sıfır emisyon hedefi üzerine çalışıyor.
  • 59 ülke ise iklim planlarını kesin olarak 2020 sonuna kadar açıklayacak. Bu listede Hindistan, Çin ile AB de bulunuyor.
  • Küresel emisyonların yüzde 26’sından sorumlu 14 ülkeden ise 2020 iklim planına dair somut adım Bu ülkeler arasında Türkiye de bulunuyor.

Yunanistan 2028’de tüm kömür santrallerini kapatıyor

İklim eylem planı dışında da ülkeler özellikle kömür  ve yenilenebilir enerji konusunda önemli duyurular yaptı. Duyuruların en önemlilerinden birini yapan Yunanistan, 2028 yılı itibari ile ülkedeki tüm linyit kömürü santrallerini kapatacağını açıkladı. Ülkedeki mevcut toplam kurulu gücün yaklaşık dörtte birini linyit santralleri oluşturuyor.

Hindistan ise 450 GW’lık güneş enerjisi santrali kuracağını ilan etti.

Almanya, daha önce açıkladığı 2038’e kadar kömürlü termik santralleri kapatma planını yineledi ve Kömür Sonrası Enerji Küresel İttifakı‘na katıldığını açıkladı. Böylelikle ittifakın üye sayısı 91’e ulaştı.

Yeşil İklim Fonu’na 1.5 milyar dolar daha

 İklim eyleminin finansmanı için kritik öneme sahip Yeşil İklim Fonu (GCF) hakkında da önemli duyurular yapıldı. Fona, 8 ülke toplamda 1.5 milyar dolar daha kaynak aktaracağını açıkladı. GCF’nin toplam bütçesi 7.4 milyar dolar seviyesine çıktı.

Fransa, katkısını ikiye çıkaracağını açıkladı. 1.54 milyar avro katkının yüzde 80’i hibe halinde geri kalanı kredi şeklinde olacak. Birleşik Krallık da yaptığı kalkınma desteklerinden iklim eylemine vereceği katkıyı iki katına çıkardığını ve iklim değişikliği ile mücadele için araştırma geliştirme bütçesini ise 1 milyar dolara çıkardığını açıkladı.

Özel kuruluşlardan iklim hedefleri

Bankalar ve finans kuruluşları da Zirve’de duyurularda bulundu:

  • Bank of England, iklim risklerinin iş dünyasında ve ülkeler arasındaki yatırımlarda fiyatlandırmaya başlayacağını açıkladı.
  • 35 trilyonluk değere sahip 100 banka, 1.5 dereceye uyumlu iklim hedefi koyduğunu açıkladı.
  • Aynı şekilde 2.4 trilyonu yöneten 87 varlık şirketi de 1.5 derece uyumlu iş planlarını hayata geçiriyor.

Türkiye yalnız kaldı

BM iklim Eylem Zirvesi’nde Türkiye ise özellikle ulaşım alanında önemli adımlar yapacağına dair açıklamalarda bulunurken, Paris Anlaşması’nın onay sürecine dair her hangi bir açıklama gelmedi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, trafikteki sera gazı salımnıı düşürmek için demiryolu taşımacılığında katedilen mesafe hakkında bilgi verdi ve hızlı tren hatlarının önümüzdeki 5 yılda 5 bin 600 kilometreye ulaşacağını söyledi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Zirve’de yaptığı konuşmayı değerlendiren 350.org Türkiye Kampanyalar Sorumlusu Efe Baysal, Türkiye’nin BM İklim Zirvesi’nde ileriye dönük bir taahhüt vermekten kaçınmasının ne günümüzün ne de geleceğimizin gerçekleriyle örtüştüğünü söyledi:

“Türkiye dahil dünyanın dört bir yanında dört milyonu aşkın genç, hükümetlerin iklim krizine karşı somut adımlar atması talebiyle seslerini yükseltirken, Türkiye’nin BM İklim Zirvesi’nde ileriye dönük bir taahhüt vermekten kaçınması maalesef ne günümüzün ne de geleceğimizin gerçekleriyle örtüşüyor. Şayet Türkiye iklim liderliğine oynamak istiyorsa, bir an önce Paris İklim Anlaşması’nı meclisten geçirmeli ve son derece yetersiz durumda olan Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanı’nı güncellemeli. Bu çerçeve içinde Türkiye, enerji politikalarında köklü bir değişimle başta kömür olmak üzere fosil yakıtlara desteğini çekmeli ve doğayla ve topluluklarla uyum içinde yenilenebilir enerji politikaları geliştirip bu yönde teşvik mekanizmalarını oluşturmalı.”

Guterres: Gidecek çok yolumuz var, ama bu yarışı kazanabiliriz

Zirve’nin kapanışında konuşan Antonio Guterres, “bu yarışı kazanabiliriz” dedi. Zirve’de önemli açıklamalar yapıldığını vurgulayan Genel Sekreter “Bu zirvede önemli ilerleme kaydedildi, ancak gidecek daha çok yolumuz var. Ülkelerden ve şirketlerin daha fazla iklim eylemi yapması gerekiyor. Ülkelere daha önce söylediğimi yineliyorum: 2020 sonrasında hiçbir yeni kömür santrali yapılmamalı” diyerek sözlerini noktaladı.

Greta Thunberg’in, Genel Sekreter’in ve diğer önemli liderlerin konuşmalarının videolarına bu linkten ulaşabilir ve  indirebilirsiniz.

Zirvede yapılan diğer önemli duyuruları ise bu linkte görebilirsiniz.

Greta Thunberg’den dünya liderlerine: Beğenin ya da beğenmeyin dünya uyanıyor

BM İklim Eylem Zirvesi’nin açılışında söz alan iklim aktivisti Thunberg, etkili konuşmasıyla dünya liderlerinden hesap sordu: Eğer bizi başarısızlığa uğratmayı seçerseniz, sizi asla affetmeyeceğimizi söylüyorum. Bundan kurtulmanıza izin vermeyeceğiz. Tam burada, tam şu an çizgiyi çizdiğimiz yer. Dünya uyanıyor. Ve değişmek istiyor, beğenin ya da beğenmeyin

ABD‘nin New York şehrinde düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) 74. Genel Kurulu’nun ilk günü BM Genel Sekreteri Antonio Guterres‘in başkanlık ettiği İklim Eylem Zirvesi’nin açılışıyla başladı. Dünya liderlerine seslenen Guterres, “2050 yılına kadar müzakere etme zamanı değil, karbon salınımını 2050’ye kadar sıfıra indirmek için harekete geçme zamanı” ifadelerini kullandı. Guterres‘in konuşmasının hemen ardından, başlattığı okul grevi küresel çapta yayılan iklim aktivisti Greta Thunberg, sert mesajlar içeren etkili konuşmasına başladı.

Thunberg’in konuşmasının tamamı şöyle:

“Bütün bunlar yanlış. Ben burada dikiliyor olmamalıydım. Okyanusun öteki tarafındaki okuluma dönmüş olmalıydım. Yine de hepiniz benden umut bekliyorsunuz? Hangi yüzle?

Boş sözlerinizle benim hayallerimi ve çocukluğumu çaldınız. Ama buna rağmen şanslılardanım. İnsanlar acı çekiyor. İnsanlar ölüyor. Bütün ekosistem çöküyor. Kitlesel bir yok oluşun başlangıcındayız. Ve bütün konuştuğunuz para ve ekonomik büyüme masalları. Nasıl cüret edersiniz?

Anladığınızı söylüyorsunuz ama…

Bilim 30 yıldan fazla süredir kristal kadar net. Hala yüzünüzü çevirmeye ve hala politikalarınız ve çözümler hiçbir yere varmazken yeteri kadarını yaptığınızı söylemeye nasıl cüret edersiniz? Bugünkü emisyon seviyeleriyle, kalan CO2 bütçemiz 8.5 seneden önce tükenecek. Bizi duyduğunuzu ve aciliyeti anladığınızı söylüyorsunuz. Ama ne kadar üzgün ve kızgın olsam da buna inanmak istemiyorum. Çünkü durumu tam olarak anladıysanız ve buna karşın harekete geçmemeye devam ediyorsanız, bu sizi şeytani yapar. Ve ben buna inanmayı reddediyorum.

‘Yüzde 50 şansı kabul edemeyiz’

Emisyonları 10 yılda yarı yarıya azaltma fikri, bize sadece 1.5 derece sınırı ve insan kontrolünün ötesinde geri dönüşü olmayan zincirleme reaksiyonları başlatma konusunda yarı yarıya şans veriyor. Belki %50 şans sizin için kabul edilebilir. Ancak bu rakamlar, dönüşü olmayan noktaları, çoğu beslenme döngüsünü, toksik hava kirliliği altında saklanan ısınmayı içermiyor.

Ayrıca ben ve benim çocuklarımın jenerasyonu, henüz yolun başında olan teknolojilerle sizin emisyonlarınıza bulanmış milyarlarca ton havayı emmesine güveniyorlar. Biz bu %50 riski kabul edemeyiz -sonuçlarını birlikte yaşamak zorundayız.

‘Gelecek nesillerin gözleri üzerinizde’

Hükümetlerarası İklim Değişimi paneli verilerine göre 1.5C derecelik sıcaklık artışının altında kalma şansının %67 olması için, 1 Ocak 2018’deyken, dünya capinda 420 gigatonluk karbondioksit salımı hakkı kalmıştı. O rakam simdiden 350 gigatonun altına düştü.Bugünkü emisyon seviyeleriyle, kalan CO2 bütçesinin tsekiz buçuk yıldan daha az bir sürede tamamen tükeneceğini tahmin ediyoruz.

Bugün bu rakamlara uygun olarak sunulan hiçbir çözüm veya plan yeterli olmayacak. Çünkü bu rakamlar çok rahatsız edici. Ve siz hala bunu söyleyecek kadar olgun değilsiniz. Bizi hayal kırıklığına uğratıyorsunuz. Fakat gençler ihanetinizi anlamaya başladı. Gelecek nesillerin gözleri sizin üzerinizde.

Eğer bizi başarısızlığa uğratmayı seçerseniz, sizi asla affetmeyeceğimizi söylüyorum. Bundan kurtulmanıza izin vermeyeceğiz. Tam burada, tam şu an çizgiyi çizdiğimiz yer. Dünya uyanıyor. Ve değişmek istiyor, beğenin ya da beğenmeyin.”

Trump ‘sürprizi’

​ İklim değişikliği konusuna şüpheyle baktıkları bilinen ABD Başkanı Donald Trump ve Brezilya Cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro’nun iklim oturumuna katılması beklenmiyordu.

Ancak iklim değişikliğiyle mücadeleyi amaçlayan her yasayı iptal eden ve Paris İklim Anlaşması’ndan çekilen Trump’ın genç aktivistlerin konuşmalarından sonra bazı liderler konuşmaya başladıklarında Başkan Yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile birlikte salona girerek izleyicilerin arasına oturduğu görüldü. Trump Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin konuşmalarını dinledi.

Greta Thunberg’in, ABD Başkanı Donald Trump’ın geçişindeki bakışı ise sosyal medyada en çok konuşulan görüntü oldu.