Ana Sayfa Blog Sayfa 2225

Antartika’ya ‘Karpuz karı’ yağdı

Dünyanın en soğuk yeri olarak bilinen Antarktika‘da çalışan Ukraynalı bilim insanları, sabah uyandıklarında araştırma istasyonlarının etrafındaki bembeyaz karın kırmızıya döndüğünü gördü.  Araştırmacılar kısa sürede bunun ‘Chlamydomonas nivalis’ yani ‘kırmızı kar‘ olarak da bilinen mikroskopik bir kar yosunu olduğunu anladı.

Euronews’den Sertaç Aktan‘ın aktardığına göre, ‘karpuz karı’ olarak da adlandırılan bu doğa olayı klorofilin yanı sıra ikincil kırmızı karotenoid pigment içeren yeşil alg türü Chlamydomonas nivalis’in neden olduğu bir fenomen. Tatlı su alglerinin çoğunun aksine, kriyofilik olan bu yosunlar donma suyunda gelişiyor.

https://www.facebook.com/UAMON/posts/3335112826515272

İyiye işaret değil

Bu algler karda, hava normalden daha hızlı şekilde ısındığı zaman oluşuyor. Ukrayna Eğitim ve Bilim Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre bu fenomenin Antarktika’da araştırma istasyonunun bulunduğu bölgede görülmeye başlanması iyiye işaret değil.

Oluşan algler ayrıca güneş ışınlarını yansıtan beyaz kar yüzeyini kapladığı ve daha koyu bir renge çevirdiği için ek olarak küresel ısınmaya katkı yapıyor ki, bu duruma da ‘geri dönüşüm sarmalı’ deniyor. Yani küresel ısınmanın neden olduğu bir doğa olayı daha fazla küresel ısınmaya neden oluyor ve bu sarmal bir noktadan sonra geri dönüşü olmayan bir sürece girebiliyor. Aynı durum buzulların erimesi ile yansıtıcı beyaz alanların kaybedilmesinde de geçerli.

İznik Gölü baraja kurban olmayacak

Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından Bursa’nın Orhangazi ilçesi Sölöz Mahallesi yakınında yapılması planlanan Sölöz Barajı için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca verilen Çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararı, Bursa İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi.

Bursa Barosu ve Orhangazi‘de ikamet eden iki yurttaş tarafından açılan davanın sonucu, Bursa Barosu’nda düzenlenen basın açıklamasıyla kamuoyuna duyuruldu. Bursa Barosu Yönetim Kurulu ile Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu üyesi avukatların katıldığı toplantıda açıklamayı Bursa Barosu Başkanı Av. Gürkan Altun okudu.

Yönetim stratejisi hatalı

Altun, Fındıcak Deresi üzerinde planlanan barajın, Karasu deresinden sonra İznik Gölü’ne boşalan ikinci büyük dere olan Sölöz Deresi‘nin doğrudan göle ulaşmasını engelleyeceğini ve zaten can çekişmekte olan İznik Gölü’nün “ölüm fermanı” olacağını ifade etti.

İstanbul Üniversitesi, İçsu Kaynakları Ve Yönetimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meriç Albay’ın İznik Gölü ile ilgili 2013 tarihli açıklamalarına atıfta bulunan Altun şunları söyledi:

“70 metre derinliğinde ve çok sayıda canlı türüne ev sahipliği yapan İznik Gölü’nün çevresinde bilinçsizce kullanılan tarımsal ilaç ve gübreler gölün su kalitesini etkiliyor. Mayıs-ekim arasında görülen aşırı alg artışı nedeniyle gölde balık ve kuş ölümleri yaşanıyor. Su kalitesinin bozulmasına evsel ve endüstriyel atıklar da neden oluyor. Derin göllerin kirlenmesi oldukça zordur. İznik Gölü gibi derin bir gölde kitle halinde balık ölümleri tamamen ‘ekosistem temelli’ göl yönetimi yerine, ‘su bütçesi temelli’ yönetim stratejisinden kaynaklanıyor.” 

Canlıların hakkına el atmayın

DSİ 1. Bölge Müdürlüğü’nün dava dosyasına sunduğu yazısının da Prof. Dr.  Albay’ı doğruladığını söyleyen Altun, “Sölöz Barajı ile etüt aşamasındaki içme suyu amaçlı Orhangazi Barajı ve sulama amaçlı Çeşmealtı Barajları ile birlikte İznik Gölü’ne doğrudan boşalan, önüne baraj veya gölet yapılmamış hiçbir akarsu kalmayacaktır” dedi.

Bilirkişi raporunda da Sölöz Deresi üzerinde baraj inşa edilmesinin havzada bulunan balık türlerinde ciddi üreme kayıplarına yol açacağına dikkat çekildiğini belirten Altun, mahkeme kararının gerekçesinde de buna vurgu yapıldığını kaydetti: 

DSİ 1. Bölge Müdürlüğü’nün stratejik su kaynağı olarak nitelendirdiği çok değerli su kaynağımız olan İznik Gölü ve havzası titizlikle korunması gerekirken; tam tersine kirlenme ve ekolojik yıkımı artıracak her tür eylemden vazgeçilmelidir.

DSİ, sulak alanları besleyen doğal su kaynakları üzerinde birbiri ardına barajlar ve göletler inşa ederek; geçmişte sulak alanların kurutulmasında yaptığı hatayı tekrar ediyor. DSİ’yi ve iktidarı, tohum, gübre ve tarımsal zehirlere bağımlı bir üretim modelini ‘ekonomik büyümeye katkı’ olarak görüp savunmaktan, gelecek nesillerin ve diğer canlıların su hakkına el atmaktan vazgeçmeye çağırıyoruz.”

 

İskoçya’da ped ve tamponlar ücretsiz oluyor

İskoçya Parlamentosu, Salı günü onayladığı yasa tasarısıyla vatandaşlarına ücretsiz ped ve tampon sağlayacak ilk ülke oluyor.  112 ‘evet’ oyuna karşı bir çekimser oy ile alınan kararın ikinci aşamasında milletvekilleri tasarıda değişiklikler önerebilecek.

Sürecin tamamlanmasıyla birlikte artık topluluk merkezleri, eczaneler ve gençlik kulüpleri gibi kamusal alanlarda ücretsiz ped ve tampon bulunacak. Yeni planın toplam maliyetinin yıllık 31.2 milyon dolar olması bekleniyor.

Tampon vergisi’ne tepki

Karar, hijyenik regl ürünlerinin lüks ürün olarak sınıflandırılarak “tampon vergisi” uygulanmasına dünya çapında gösterilen tepkilerin ardından geldi. Ülkede 2018 yılından bu yana ulusal politika gereği okullarda ve üniversitelerde regl ürünleri ücretsiz olarak sunuluyordu.

Yasanın savunucularından Monica Lennon, yasama meclisinin tartışması sırasında “İskoçya’daki menstruasyonu normalleştirmek ve bu ülkedeki insanlara parlamentonun cinsiyet eşitliğini ne kadar ciddiye aldığını gösteren gerçek sinyali göndermek için bir kilometre taşı anı” dedi.

Yüzde 18 ‘tampon vergisi’

Türkiye’de de daha önce CHP’li İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil, kadınların ve trans bireylerin menstrüel dönemde zorunlu ve temel olarak kullanmak zorunda oldukları ped ve diğer hijyen ürünlerindeki vergi oranının düşürülmesi için kanun teklifi vermişti. Türkiye’de de lüks ürün kategorisinde sınıflandıran ped ve tamponlardan yüzde 18 vergi alınıyor.

Depremde su yönetimi nasıl olmalı?

Depremde su yönetimi nasıl olmalı? Bu sorunun cevabını almak için Remzi Çelik ile konuştuk. Remzi Çelik, Kadıköy Koşuyolu Muhtarlığı, Mahalle Yardımlaşma Derneği (Mayader) ve Üsküdar Acıbadem muhtarlığı ile birlikte “Afette ilk 72 saat” çalışmasını hazırlayan ekipte yer aldı.

Yaklaşık 35 yıl boyunca su sistemleri üzerine çalışmış olan bir isim olan Çelik, Açık Radyo’da yayınlanan Sudan Gelen‘in konuğu oldu. Çelik, depremle ilgili olarak özellikle su konusunda mahalle bazında yürüttükleri çalışmaları anlattı. Radyo programından sonra yaptığımız röportajda ise Çelik afette su yönetimini daha detaylı olarak anlattı. Bu söyleşiyi Yeşil Gazete okuyucularıyla paylaşıyoruz.

Akgün İlhan: Afette ilk 72 saatte acil durum su yönetimi nasıl olmalı? Neden yerel çözümler bu kadar önemli?

Remzi Çelik: Acil durum su yönetimi, durum oluşmadan önce ve oluştuktan sonra bir envanter çıkarma ve planlama işidir. Planlama dediğimiz şey bir bakıma alternatifleri oluşturmak demektir. Bir kentin su sistemine baktığımızda yüzey ve yeraltı olmak üzere su kaynaklarını, su arıtma tesislerini, isale hatları, su boruları, pompalar ve vanalar gibi iletim elemanlarını, depolama ve son kullanım sistemlerini bir bütün olarak görürüz. Kente su sağlama süreci kaynaktan arıtmaya, oradan depolamaya ve dağıtıma kadar çeşitli aşamalardan oluşur. Afete bağlı olarak merkezi sistemlerin herhangi birinde çökme veya kırılma sonucu oluşacak su kesintisine karşı yerelde ve mahalle ölçeğinde içme suyuna erişim çözümlerini planlamak zorundayız. Bunu mahalle bazında yapmak çok önemli çünkü her mahallenin sosyal yapısı, su altyapısı ve kentleşmesi gibi fiziksel özellikleri birbirinden farklıdır. Tek bir merkezden bunca detayın hesaba katılması mümkün olamayacağı için yerelden ve yerelin katıldığı planlamalar elzemdir.

‘Afet öncesi ve sonrası için planlama yapılmalı’

Peki, mikro ölçekte afet için su planlaması nasıl yapılmalıdır?

Elbette, Koşuyolu Mahallesi’nden örnek verebilirim. Bizim Amerika Birleşik Devletleri’nin Çevre Koruma Ajansı (EPA) tarafından geliştirilen Acil İçmesuyu Arzı Planlama Çalışması’ndan faydalanarak yaptığımız bir tablo var. Burada kişi başına su ihtiyacı, kesinti süresi, etkilenecek nüfus ve su kalitesi hedefi gibi başlıklarda yapılması gereken hazırlıklar belirtilmiştir. İlk olarak kişi başına su ihtiyacından başlayalım. Bu miktar kişi başına günlük 1,5 ila 15 litre arası su olarak kabul edilebilir. İlerleyen zamanlarda bu miktar arttırılabilir. Örneğin ilk gün 700 kişiye yeterli olacak bir dağıtım noktası planlanmalıdır. Burada yemek yapma, içme ve hijyenik bakım da dikkate alınır. Bu su miktarına yangınla mücadele, yıkanma ve evcil hayvanların su ihtiyacı dâhil değildir.

İkinci unsur ise kesinti süresidir. 72 saat kesintiye göre planlama yapılabilir. 21 günden fazla kesinti bu çalışmanın konusu değildir. Üçüncüsü etkilenen nüfustur. Hesaplamalarda sadece mahallede oturanlar değil, günlük çalışanlar, mahalle dışından gelenler ve turistler de dikkate alınmalıdır. Dördüncü mesele de su kalitesi hedefidir. Bu konuda bir standart geliştirilmeli 30, 60 ve 90 gün gibi kısa sürelerde su kalitesi geri kazanılmalıdır. Mahalle bazlı acil su yönetimi planlamasında STK’ların ve mahallenin katılımı, envanter çıkarılmasına verecekleri destekler gerçekten çok önemlidir. Örneğin biz Koşuyolu mahallesinde muhtarlık ve Mayader olarak kamu kurumlarında, okullarda, camilerde, hastanelerde ve hatta özel işletmelerde bulunan su stoğunun tespit edilmesi için çalışmalar yapmaktayız. 3, 10 ve 21 günlük zaman dilimlerinde suyun miktarını ve kalitesini planlayıp kişi başına günde 10 litre su ile hesaba başlamak gerekir. Analiz yapıp ve alternatif kaynakları belirledikten sonra uygulama planı afet öncesi ve sonrası şeklinde yapılmalıdır. Afette su yönetimi hazırlık çalışmalarında afet ile ilgili literatür, danışmanlar, kurumlar ve atölye çalışmaları faydalanacağınız kaynaklardır.  

Deprem de afet de üzerine fazla düşünülen konular değil ülkemizde. Bu önlemleri almanın gerekliliğini anlatmak ve bu konudaki farkındalığı artırmak için neler yapılmalı?

Okullar önemli eğitim noktalardır. Buralarda afet hazırlığı ve bu hazırlıkta suyun önemi anlatılmalıdır. Evinde tuvalet sifonuna basan çoğu insan suyun tesisat vasıtasıyla ev önündeki parsel bacasına, oradan da kentin su altyapısı kanalıyla arıtmaya gittiğini bile bilmemektedir. Bozdoğan Kemeri’nin altından geçen vatandaşlarımız bunun Bizans döneminde Belgrad Ormanı’ndan Fatih semtine su getirmek için inşa edilmiş olduğundan habersizdir. Halkın su iletim ve dağıtım altyapısına dair bilgisi İstanbul’da da diğer büyükşehirlerde de çok yetersizdir. Ayrıca su tasarrufu, hijyen ve su fakirliği gibi kavramlar konusunda eğitimler verilmelidir. Kaynaktan arıtmaya giden su kullanımı sürecinde her aşamada insanların ve diğer canlıların sağlığını gözeten içilebilir ve kullanılabilir temizlikte suya erişimin önemi insanlarımıza anlatılmalıdır. Çünkü su bir yaşam hakkıdır ve afette bu hak çok daha büyük önem kazanır.

Yerelde üretilen çözümler

Bir de afet sırasında suyun kalitesini sağlamak meselesi var yani dezenfeksiyondan bahsetmek de gerekiyor? Bu konuda neler yapılmalı?

İçilebilir ve kullanılabilir kalitede suyun sağlanması çok önemli. Su hayati bir varlık olmasına rağmen, bulaşıcı hastalık yayma açısından da son derece tehlikelidir. Afetin süreçlerine göre su kalitesine ulaşmayı hedeflemeliyiz. Bunun için kaynatılmış suyu kullanmak durumundayız. Yani suyu ısıtacak elektrik enerjisi, gaz veya sıvı yakıt imkânlarımız elimizin altında olmalı. Suyu dezenfekte etmeyi öğrenmeli, klor tabletlerini ve diğer kimyasalları nasıl kullanmamız gerektiğini afet olmadan önce öğrenmeliyiz.

Peki, acil durumda kullanabileceğimiz mahalle ölçekli su kaynakları nelerdir?

Buna cevap verebilmek için bir mahallede bulunan hastane, okul ve benzeri kamu kurumlarındaki depolama kapasitesi belirlenmeli öncelikle. Aynı şekilde site, apartman ve evlerdeki depolama tespit edilmeli. Mahalledeki ve civarındaki komşu mahallelerdeki yüzey ve yer altı su kaynakları, AVM ve ticari binaların su depoları ve mahalledeki damacana su dağıtımcılarının su kapasitesi de saptanmalı. Ve elbette afet çantalarında su bulundurulmalı. Afet sonrasında zarar görmüş su boruları ve su hortumları içinde kalan suyun da tespit edilmesi gerekiyor. Ancak bunlar belirlendikten sonra mahallenin su kapasitesine dair gerçekçi bir saptama yapılabilir.

Evet, tüm bunların saptanması ve acil su yönetimi planlarının yapılmasını sadece devletten beklemek gerçekçi değil. Gerçekten de çözümlerin her şeyden önce yerelde üretilmesi gerekiyor değil mi?

Kesinlikle. Bir kez her şeyden önce yerel çözümler daha esnektir ve afet zamanlarında çözüm üretmede esneklik elzemdir. İkincisi yerel çözümler hızlı ve kolay hayata geçirilebilir. Bu nedenle afet öncesi ve sonrası planlama mahalleliler, mahalle muhtarları ve ilçe yerel yönetimleri ile birlikte yapılmalı, il ve bölge acil durum planıyla bütünleşik olmalıdır. Onarım çalışmasını planlama da önemli bir konudur. Makro sistem içinde çalışmaz hale gelen altyapılar mikro yani mahalle bazlı çözümlerle hızlı bir şekilde tamir edilebilmelidir. Bunun için yedek donanım hazır olmalıdır. Su vanaları zarar görecek yerleri bloke edecek şekilde monte edilmelidir ki zarar gören yer tüm sistemi atıl hale getirmesin. Komşu hatlara bağlantılar olmalıdır ki su gerektiğinden başka mahalleden by-pass edilebilsin. Arıtılan su deposu hacmi, arıtma sistemindeki arızayı giderene kadar yetecek hacimde olmalıdır. Jeneratörler, yakıtlar ve yedek boru donanımları hazır bulundurulmalıdır. Böylece temiz su eksikliğinden kaynaklanan sorunlar en aza indirilebilir.

Programın kaydını buradan dinleyebilirsiniz.

Kanal İstanbul’a karşı insan zinciri bu kez Bakırköy’de

Kanal İstanbul projesine karşı gelen kurum ve bireylerin bir araya gelerek oluşturduğu Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu 29 Şubat Cumartesi günü Bakırköy’de yapılacak insan zinciri eylemine çağrıda bulundu.  Eyleme katılmak isteyenler 14.30’da Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda bir araya gelecek.

‘İstanbul’un her yerindeyiz’

Koordinasyon daha önce Küçükçekmece Gölü olarak da bilinen Küçükçekmece Lagünü etrafında kilometrelerce uzanan insan zinciri oluşturmuştu. Binlerce kişinin katıldığı eylemde projenin balıkların üreme alanı olan ve dünyanın sayılı lagünleri arasında yer alan Küçükçekmece Lagünü’nü yok edeceği belirtilmişti.

Sonraki insan zinciri eylemlerinin durağı ise Kadıköy olmuştu. Burada bir araya gelen Kanal İstanbul karşıtları meşaleli bir insan zinciri oluşturmuştu. Bu sefer Bakırköy’de düzenlenecek insan zincirinin çağrısı şu şekilde:

Ya Kanal Ya İstanbul diyenler, Kuzey Ormanları, su havzası, tarım alanları yok olmasın diyenler Bakırköy’de insan zincirinde buluşuyor. İstanbul’un her yerindeyiz. Katıl durduralım, insan zincirlerimizi büyütelim.

 

Avustralya’daki ormanların yüzde 21’i yangınlarda kül oldu  

Avustralya’nın Yeni Güney Galler (NSW), Queensland, Victoria ve Güney Avustralya eyaletlerinde yaklaşık 6 ay boyunca süren ve 33 kişinin hayatını kaybettiği yangınlarında, ormanların yüzde 21’inin kül olduğu belirlendi.

Western Sydney Üniversitesi Hawkesbury Çevre Enstitüsü, yangınların ormanlara verdiği zararı araştıran raporunu yayımladı. Aylarca kontrol altına alınamayan ve yaklaşık 11 milyon hektarlık orman ve çayırlık alanı yok eden yangınların “Dünya çapında eşi görülmemiş” olarak nitelendirildiği rapor, NWS ve Victoria’da yaklaşık 5,8 milyon hektar geniş yapraklı ormanın yandığını ortaya koydu.

Söz konusu raporu hazırlayan araştırmacılardan Western Sydney Üniversitesi’nde Yangın Risk Yönetimi Araştırma Merkezi yöneticisi Doç. Dr. Matthias Boer şu değerlendirmeyi yaptı:

Tarihsel olarak baktığımızda, Avustralya ve diğer kıtalarda her yıl orman alanlarının yüzde 5’inin yandığı belirlenmişti. Sadece Asya ve Afrika’daki küçük orman bölgelerinde bu oranın yüzde 8-9’a yükseldiği kaydedilmişti. Ancak Avustralya’nın 2019-2020 sezonunda, tek bir sezonda yanan orman alanı yüzde 21’e çıktı. Bu son 20 sene içerisinde hiçbir orman biyomunda görülmemiş, küresel olarak eşi benzeri yaşanmayan bir yanma ölçeğidir”

Yangınlarda, toplam 11 milyon hektara yakın alan harap olmuş, 3 binden fazla evin küle dönmüş ve yaklaşık 1,25 milyar hayvan hayatını kaybettiği açıklanmıştı.

Kırsal İtfaiye Servisi yaklaşık altı ay süren tüm yangınların, yoğun yağmurların da yardımıyla 14 Şubat’ta kontrol altına alındığını duyurmuştu.

Kumarlar’dan devlete: Verdiğiniz sözleri tutun

Çanakkale Kirazlı’da altın madeni açmak isteyen Alamos Gold’un Türkiye taşeronu Doğu Biga Madencilik’in Kumarlar Köyü’ne inşa etmek istediği baraj projesi için, köylülere mera alanları boşaltmaları baskısı yapıldığı bildirildi.

Orman Bölge Müdürlüğü’nün meralara giden yolun barajın altında kalmasından dolayı yeni bir güzergahtan yol verme teklifinin, önce “yolu madenciye yaptıracağız” söylemine oradan da “meranızı terk edin” noktasına vardığını belirten köylüler, yetkililerin sözlerini tutmasını istiyor.

Baraja karşı köylülerle birlikte direnen Su ve Vicdan Nöbeti aktivistleri, köylünün bilgisi olmadan, etüd çalışması yapılmadan, tarımsal sulama ihtiyacı için gerekli su miktarı tespit edilmeden, barajın içme ve kullanma suyu için yapıldığını iddia eden kurum ve şirketin, baraj sahasında kaldığı için köylülere meralarını boşaltmaları konusunda baskı yaptığını bildirdi. Barajı besleyecek havza için ÇED olumlu raporu alan şirketin bölgede bir kurşun madeni olduğundan bihaber olduğuna dikkat çeken aktivistler, kamulaştırılacağını iddia ettikleri meralar için köylülerin çevrecilerle birlikte hareket etmemesi için propaganda yaptıkları kaydedildi.

Aktivistler adına açıklama yapan Çanakkale Kent Konseyi Çevre Meclisi Başkanı Pınar Bilir şunları söyledi: “Kirazlı Altın Gümüş İşletmesi Kapasite Geliştirme Nihai ÇED Raporu’nda yeri olmayan Kumarlar Köyü’ne inşa edilecek Altınzeybek-2 barajının nereden çıktığını öğrenmek adına ilgili kurumları ziyaret ettik. Hiçbir kurumdan bu baraja ilişkin net bilgi edinemedik.  Doğu Biga Madencilik ‘in inşa ettiği,  inşaat kontrollerinin DSİ 25. Bölge Müdürlüğü’nün yaptığı şantiye önündeki tabeladan öğrendiğimizde, kurumlarla yazışarak yapılan protokolün tarafımıza iletilmesini istedik. Müdürlük sadece inşaata ait bir protokol olduğu, su kullanımına dair herhangi bir protokol yapılmadığını bildirdi.”

Köylünün tarımsal sulama için yapıldığını düşündükleri barajın madenin kullanımı için inşa edildiğini söyleyen Bilir, geçen aralık ayında ilgili kurumların yetkilileri ve yerel idarelerin köyü ziyaret ederek, köylülere, barajdan Kumarlar, Dumanlı ve Şerbetli köylerine ait 3500 dönüm arazinin sulanacağı, baraj nedeniyle meralarına ulaşacakları yolu kalmayan köylünün yolunu açacaklarını belirtmesine rağmen,  bu sözlerin yerine getirilmediğini anlattı: .

İki ay sonunda Kumarlar Köyü’nde gelinen nokta şudur; Su Pompaj Sistemi ile sulanabilecek köyün tek bir yöndeki tarım arazisi toplamı 3500 dönümdür. Yani bu baraj tarımsal sulama amaçlı yapılmışsa, barajın bütün suyunun sadece bu amaçla kullanılması Kumarlar, Duman ve Şerbetli Köyleri için yeterlidir. Ancak barajda hem tarımsal sulama, hem içme suyu kaynağı hem de maden için yeterli su kapasitesi yoktur. Su Pompaj Sistemi’nin köylü için masraflı olacağı, ısrarla bunun köylü tarafından karşılanamayacağı belirtilirken görünen odur ki tarımsal sulama için inşa edildiği söylenen barajın asıl hizmet edeceği alan madendir. “

Aktivistler, yetkilileri vatandaşları birbirine düşürmeye çalıştıkları basit oyunlar yerine verdikleri sözleri tutmaya, bir devlet kurumu gibi hareket ederek vatandaşa hizmet etmeye davet etti.

AP Kavala’nın serbest bırakılmasını istedi, arkadaşları mektuplaşma kampanyası başlattı

Gezi davasında beraat eden ve tahliye kararı verildikten bir gün sonra 15 Temmuz soruşturması kapsamında tutuklanan Osman Kavala’yla dayanışmak için mektuplaşma kampanyası başlatıldı.

Kültür sanat, sivil toplum kurumu çalışanı dostları ve sanatçılar tarafından başlatılan kampanyada “Tahliyesi yönünde AİHM kararı bulunmasına rağmen haksız yere tutuklanan ve eski koğuşuna geri dönmek zorunda kalan Sevgili Osman Kavala’yla dayanışmamızı ona göndereceğimiz mektuplarla/kartlarla göstermek istiyoruz” denildi. Kampanya metninde “Sizleri de Osman Kavala’ya dayanışma mesajlarınızı posta yoluyla göndermeye davet ediyoruz” ifadeleri yer aldı.

Osman Kavala’nın tutuklu bulunduğu adres şöyle: Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, 9 No’lu Cezaevi, A-7 / C 59, 34570 Silivri/İstanbul

Mektup veya kart gönderme imkanı olmayanlar mesajlarını Kavala’ya iletilmek üzere [email protected] adresine gönderebilirler.

AP: Kavala da Demirtaş da serbest bırakılmalı

Bu arada Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komitesi de Ankara’da Türk hükümetinden hukukun üstünlüğü önündeki engellerin kaldırılmasını istedi. Osman Kavala’yla ilgili gelişmelerin Türkiye’de “hukukun üstünlüğü ve adil yargılama hakkı” konusundaki “ciddi sorunları” ortaya koyduğu tespitini yapan Komite, HDP’nin tutuklu eski eş genel başkanlarından Selahattin Demirtaş‘ın serbest bırakılmamasının da bu tespiti güçlendirdiğini açıkladı.

DW’den Hilal Köylü‘nün aktardığına göre, Dışişleri Komitesi’nin 2020 yılınan ilk ziyaretinde heyet,  Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, TBMM Dışişleri ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyeleri, Adalet Bakanlığı yetkilileri, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, kayyım atanarak görevinden alınan eski Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk ve gazetecilerle görüştü.

Komitenin görüşmeleri hakkında gazetecilere bilgi veren komite başkanı David McAllister ve Sergey Lagodinsky “Maalesef Kavala davasında yaşananlar Türkiye’de yaşanan yargı bağımsızlığı sorununu ortaya koydu. Türkiye AİHM kararların uygulamalı ve Kavala’yı da, Demirtaş’ı da serbest bırakmalı” mesajı verdi.

Herhangi bir delil olmadan insanların tutuklandığını, bun durumun da adil yargılamanın olmadığını gösterdiğini belirten heyet, Türkiye’nin acil yargı reformuna ihtiyacı olduğunu vurguladı.

‘Demokrasilerde kayyım olmaz’

Avrupa Parlamentosu heyeti, yerine kayyım atanarak görevden alınan eski Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk’le görüşmelerine ilişkin de bilgi verdi. Heyet üyesi Lagodinsky, “Demokratik ülkelerde seçilmiş bütün belediye başkanlarının görevde olması gerekir. Demokrasilerde kayyum olmaz. Bu mesajımızı Ankara’daki tüm görüşmelerimizde dile getirdik. Türkiye’deki kayyum uygulamaları bizi çok endişelendiriyor. Güvenlik endişeleri ile yurttaşların haklarının bir dengeye oturtulması şart” mesajı verdi.

İBB Adalar’daki atları satın almaya başladı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sözcüsü Murat Ongun, Adalar’daki atların ve faytonların belediye tarafından satın alınma işleminin başladığını duyurdu.

İBB, daha önce yaptığı açıklamada, fayton kullanımının sonlandırılması hususunda Adalar’daki 277 tescilli fayton plakasını ve atları 90 milyon liraya satın alacağını duyurmuştu. SözcüOngun Twitter hesabında konuyla ilgili bir paylaşım yaptı. Ongun, “Adalar’daki atların İBB tarafından satın alınma işlemi başladı. Düzenli olarak beslenen ve tedavileri yapılan atlar aynı şekilde korunacakları bir alana nakledilecekler” dedi.

Faytonlara plaka başına 300 bin TL, atların ise 4’er bin liraya satın alındığı bilgisi de paylaşıldı. Videoda şu ana kadar 624 adet atın satın alındığı belirtildi.

81 at öldürüldü

Adalar Kaymakamlığı, geçen Aralık ayında Büyükada‘da görülen ve “ruam” olarak bilinen hastalıkla ilgili 81 atın öldürüldüğünü açıklamış; karantina tedbirleri kapsamında ilçeye hayvan giriş çıkışları da durdurulmuştu.

Satın alınan atların nereye götürüleceği ve bakımlarının nasıl yapılacağı ise halen bilinmiyor.

Yunanistan ve Brezilya’da ilk koronavirüs vakası görüldü

Çin’in Wuhan eyaletinden dünyaya yayılan yeni tip koronavirüs (Covid19),  Yunanistan ve Brezilya’ya sıçradı. Yunanistan Sağlık Bakanlığı Temsilcisi Sotiris Çiodras, İtalya’nın kuzeyinden dönen 38 yaşındaki bir kadında koronavirüsün tespit edildiğini duyurdu. İtalya’da yeni tip koronavirüs nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 12’ye yükselmişti.

Latin Amerika’da ilk vaka

Reuters ajansı da Brezilya hükümetinin ülkenin ve kıtanın ilk koronavirüs vakasını doğruladığını yazdı. Hastanın yine İtalya’yı ziyaret eden 61 yaşındaki bir kişi olduğu öne sürüldü. Hükümetin test sonuçlarını resmen açıklaması ve basın toplantısı düzenlemesi bekleniyor.

Açıklama doğruysa bu, Latin Amerika’daki ilk koronavirüs vakası anlamına geliyor.