Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü‘nün (MAPEG), 68 ildeki 766 bölgede maden ruhsatı verilmesi için 24 Ağustos’ta başlattığı ihale süreci Hakkari’yi de etkiledi. Hakkari merkez, Yüksekova ve Derecik ilçelerinde bulunan Cilo Sat Gölleri, Govend Dağı, Korgan Köyü, Ördekli (Kotranis) Köyü’ndeki vadi ve Nebirnav Yaylası da maden aranacak bölgeler arasında yer aldı.
Doğal güzellikleriyle ön plana çıkan ve kent turizminde önemli bir yere sahip olan bölgelerde maden çıkarılmasına izin verilmesi ise tepkiyle karşılandı. Turizmciler, dağcılar ve kenti gezmek için gelen turistler durumu “felaket” olarak yorumladı.
MA‘na konuşan Şenler Otel Müdürü İsmet Çiftçi, yaz aylarında bölgeye gelen dağcı ve gezgin grupların konaklaması ile yıllardır ayakta durabildiklerini belirtti. Koronavirüs salgınından kaynaklı bu yıl bölgeye gezi düzenleyen gruplarda ciddi bir düşüşün yaşandığını ve otellerdeki doluluk oranının yüzde 30’larda kaldığına dikkati çeken Çiftçi, kente gelen tüm turistlerin kentin doğasını görmek için geldiğini ifade etti. Çiftçi, “Berçelan Yaylası, Karadağ, Sat Gölleri, Cennet-Cehennem Vadisi’ne makine sokarsanız insanlar neden gelsin” diye sordu.
Berçelan Yaylası.
‘Maden sahası, turizmi bitirir’
Kentin dağcılarından Esat Kılınç da bu durumdan rahatsız olduğunu ve buna karşı herkesin tepkisini ortaya koymasını istedi. “Madenin bölgeye bir artısı da olabilir ama faydasından ziyade bunun zararını görmek gerekiyor. Çünkü bu kentin en güzel yerleri tahrip edilecek” diye konuşan Kılınç, bölgede daha önce “güvenlik” adı altında yapılan yollara dikkati çekti:
“Biz buralara yol götürülmesine de karşıydık. Güvenlik amaçlı yol olduğunu söylediler. Meğerse güvenlik amaçlı değilmiş ve maden için bu yollar yapılmış. Bizleri doğamızla baş başa bırakın.”
Nebirnav Yaylası.
Kanadalı Mekki: Rahat bırakın yeter
Dünya gezisi kapsamında doğasını görmek için kente gelen Kanada vatandaşı Nadim Rafael Mekki de, madenciliğin bölgeye yarardan çok zarar vereceğini belirtti. Mekki, “Burada madencilik yapılarak çok para kazanılabilinir ama bölgenin tamamı tahrip olacak. Madencilik ile turizm aynı anda yapılmaz. Her taraf maden olacaksa, her taraf toz ile kaplanacaksa turistler neden buraya gelsin? Doğanın güzelliğini korumak için hiçbir şey yapmanıza gerek yok onu rahat bırakın yeter” ifadelerini kullandı.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Karşıyaka Belediyesi ve Doğa Derneği ortak organizasyonuyla 5 Eylül’de ‘Gediz Deltası’na Sadakat Yürüyüşü’ düzenlenecek.
Kentleşme baskısı ve yapılaşma tehdidi nedeniyle risk altında olan ve UNESCO Dünya Doğa Mirası‘na alınması beklenen Gediz Deltası’na dikkat çekmek için yapılacak yürüyüşte, İzmirliler deltada yaşayan flamingoları, tepeli pelikanları, karabatakları ve diğer kuş türlerini görmek için Karşıyaka Mavişehir Balıkçı Barınağı’nda buluşacak.
Ekoloji Birliği‘nin aktardığına göre, binlerce canlı türüne ev sahipliği yapan uluslararası öneme sahip deltaya yapılacak yürüyüş saat 16.00’da.
Güney Gediz deltası yapılaşma için ‘hedef alan’ seçildi
İzmir‘in şehir yerleşiminin genişlemesiyle yoğun kentleşme baskısı altında olan sulak alanın içindeki, önemli beslenme alanlarını barındıran Güney Gediz Deltası, yapılaşma planları için hedef alan seçilmişti. Değiştirilen doğal sit alanı statüleri ve sınırları, deltanın güneyindeki toplu konut imar planları, TOKİ tarafından parsellerin satışı gibi gelişmeler deltayı yapılaşma tehdidine açık hale getirdi. Gediz Deltası’na Sadakat Yürüyüşü ile İzmir halkının deltayı tüm biyolojik çeşitliliğiyle tanıması ve uzun vadede alanı korumak için sahiplenmesi hedefleniyor.
Flamingoların üreme alanı
Gediz Deltası, nüfusu 4 milyonu aşan bir metropol olan İzmir’de, içindeki farklı yaşam alanları sayesinde binlerce canlıya ev sahipliği yapan yeryüzündeki nadir sulak alanlardan biri. Ulusal ve uluslararası yasalarla koruma altına alınsa da tehlike altındaki doğal alanlar arasında yer alan Gediz Deltası, dünyadaki flamingoların yaklaşık yüzde 10’una ev sahipliği yapıyor. Delta, flamingoların Türkiye’deki iki önemli üreme alanından biri olarak tanınıyor ve “Flamingolar Diyarı” olarak da adlandırılıyor. Flamingoların yanı sıra deltada bugüne kadar 298 kuş türü gözlemlemiş olması dolayısıyla “Kuş Cenneti” olarak da tanımlanıyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi UNESCO Dünya Doğa Mirası kriterlerinin iki tanesini sağlayan Gediz Deltası’nın dünya doğa mirası ilan edilmesi için gerekli başvuruları yaptı.
Gediz Deltası’nın UNESCO Dünya Doğu Mirası kriterleri, değerlendirme raporu için tıklayın
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Kanal İstanbul anketine katılan 606 bin 317 kişinin yüzde 64.2’sı projeye karşı çıkarken yüzde 34.1’i destekledi.
Belediyenin sitesinde cevaplanan ankette hükümetin yapmayı planladığı Kanal İstanbul projesiyle ilgili altı soru soruldu. “Kanal İstanbul projesinin İstanbul’a faydalı olacağını düşünüyor musunuz?” sorusuna katılımcıların yüzde 36.8’i ‘evet’, yüzde 63.2’si ‘hayır’ seçeneğini işaretledi.
Deprem ve susuzluk ilk sırada
“Projenin İstanbul’a ne gibi olumsuz etkileri olacağını düşünüyorsunuz?” sorusunda verilen yanıtlarda ise dağılım şöyle oldu:
Deprem riskini artırması yüzde 18.9
Susuzluk riskini artırması yüzde 19
Boğazlar Antlaşması’nın ihlal edilmesi yüzde 15.2
Tarihi yapının bozulması yüzde 17.4
Trafikte dayanılmaz artış yüzde 13.6
Olumsuz etkisi olacağını düşünmüyorum yüzde 15.3.
Çoğunluk: Acil sorun değil
Kanal İstanbul, İstanbul’un acilen çözülmesi gereken sorunlarından biri midir?” sorusu ise yüzde 32.9 oranında ‘evet’, yüzde 67.1 oranında ‘hayır’ yanıtı geldi.
“Projeye harcanacak olan 100 milyar lira ile ilgili neler düşünüyorsunuz?” sorusuna İstanbulluların yüzde 22.7’si “Kenin başka sorunlarına öncelik verilmeli”, yüzde 39’u“İstanbul’un depreme dayanıksız yapı stoku sorunu çözülmeli”, yüzde 4.7’si “İstanbul’un okul sorunu çözülmeli”, yüzde 33.6’sı ise “Kanal İstanbul gereklidir, yapılmalı” şeklinde yanıtladı.
‘Arazi kapatanların ihtiyacı var’
“Kanal İstanbul’a kimin ihtiyacı var?” sorusuna gelen yanıtlarda yüzde 35’i “İstanbul halkının” yanıtını verirken diğer cevapların oranları şöyle:
Yüzde 26.9, kanal güzergahından arazi kapatmış arsa spekülatörleri, yüzde 14.1 bu işten ihale alacak şirketler, yüzde 4.3 plaza, gökdelen ve konut projesi yükselecek olanlar ve yüzde 17 yüksek faizle Türkiye’ye borç veren yabancı finans çevreleri ve yerli ortaklar.
CHP Yerel Yönetimler’den Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun da sosyal medyadan yaptığı paylaşımda, “Talan projenizi halk istemiyor. İstanbul’un yakasından düşün artık” değerlendirmesini yaptı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 606 bin 317 kişiyle düzenlediği Kanal İstanbul Anketi’nden yüzde 64,2 ile ‘HAYIR’ çıktı. Talan projenizi halk istemiyor. İstanbul’un yakasından düşün artık! pic.twitter.com/eacXaWe9Kn
Bilim insanları, ormanların hızla yok edilmesi ve biyoçeşitliliğin azalması sonucu yeni ölümcül pandemilerin ortaya çıkabileceği uyarısını yapıyor.
İngiliz The Observer gazetesi, bilim insanlarının bu uyarıyı, gelecek ay New York’ta düzenlenecek Birleşmiş Milletler (BM) zirvesinde dünya liderlerine de yapacağını ve doğan alanların yok edilmesi ile Covid-19 salgını gibi yeni salgınların doğrudan bağlantılı olduğuna dair kanıtlar sunacağını yazdı.
BBC‘nin aktardığına göre, ormanların hızla yok edilmesi, tarım alanlarının kontrolsüz şekilde genişletilmesi, uzak bölgelere madenler inşa edilmesi, vahşi hayvanların gıda, geleneksel tıp veya egzotik ev hayvanları olarak istismar edilmeleri, hastalıkların vahşi yaşamdan insanlara doğrudan geçişi için ‘kusursuz fırtına’ rolü üstleniyor.
Yeni ortaya çıkan hastalıkların hemen hemen üçte birinin, toprak alanlarının kullanımındaki değişikliklerden kaynaklandığı iddia ediliyor. Bunun sonucunda da bilim insanları, her yıl dünya nüfusunu etkileyecek beş ya da altı yeni pandeminin ortaya çıkabileceğini söylüyor.
The Observer’a konuşan Duke Üniversitesi‘nden doğal yaşamı koruma uzmanı Profesör Stuart Pimm şunları söyledi: “Çok fazla faaliyet var. Yasadışı ağaç kesme, açık alan yaratma, madencilik. Bunlar uluslararası vahşi hayvan eti ve egzotik ev hayvancılığı ile bağlantılı ve bu krizi yaratan nedenler de bunlar. Covid-19 salgını dünyaya trilyonlarca dolara mal oldu ve şimdiden neredeyse bir milyon kişiyi öldürdü. Açıkça acilen harekete geçilmesi gerekiyor.”
Her yıl milyonlarca hektar doğal alan yok ediliyor
Her yıl, palmiye ağacı ekmek, büyükbaş hayvan çiftliği yaratmak, petrol çıkarmak ve madene, maden yataklarına erişim sağlayabilmek için on milyonlarca hektar yağmur ormanı ve doğal yaşam alanının buldozerlerle yok edildiği tahmin ediliyor.
Bu da, çoğu henüz bilimsel olarak tanımlanamayan sayısız virüs ve bakterinin bulunduğu bitki örtüsünün, doğal yaşamın yok olmasına neden oluyor. Bu mikroplar daha sonra kazara, insanlar ve çiftlik hayvanları gibi yeni barınma alanlarını enfekte edebiliyor.
Bu olaylar, “taşınma” olarak biliniyor. Eğer virüsler, HİV, Ebola ve Domuz gribi gibi, yeni “ev sahipleri” insanlar üzerinde gelişirse, başka bireylere de bulaşabiliyor. Buna da “bulaşma” deniyor ve yeni hastalıkların ortaya çıkmasıyla sonuçlanıyor.
Princeton Üniversitesi‘nden ekoloji ve evrimsel biyoloji Profesörü Andy Dobson “İşçiler, ağaçları kesmek için yağmur ormanlarına geldiklerinde yanlarında yemek getirmiyorlar. Ne öldürürlerse onu yiyorlar. Dolayısıyla her zaman enfeksiyonlara maruz kalıyorlar” diye konuşuyor.
Vahşi hayvandan çiftlik hayvanına, oradan insana
University of College London‘da görevli hayvan bilimci David Redding‘e göre ise yeni hastalıklar yalnızca tek bir olaydan kaynaklanmıyor:
“Ağaçların kesildiği yerlerde, tarlaların çevresinde eski ormanların çevresinde arazi mozaikleri serpiştirilmiş oluyor. Bu da vahşi hayvanlar ile yetiştirilenler arasındaki ara yüzü artırıyor. Tuhaf yeni virüsler taşıyan yarasalar, kemirgenler ve diğer zararlı böcekler ormandan geriye kalan alanlardan gelip çiftlik hayvanlarını enfekte ediyor, bu enfeksiyonlar da daha sonra insanlara geçiyor.”
Bu tarz yayılmaya bir örnek, Nijerya‘da 1969’daki Lassa humması. Bu hastalık şimdi her yıl binlerce kişinin ölümüne neden oluyor. Virüs, Afrika’nın ağaçlı bozkırlarında ve ormanlarında yaşayan kemirgen Mastomys natalensis aracılığıyla yayıldı şimdi ise evlerde, çiftliklerde görülüyor ve insanlara bulaşıyor.
Prof. Dobson, “Kritik nokta şu, muhtemelen memeli hayvanlara kıyasla 10 kat fazla farklı çeşit virüs türü var. Sayılar bizim aleyhimize ve yeni patojenlerin ortaya çıkması kaçınılmaz” ifadelerini kullanıyor.
Ucuz havayolu taşımacılığı virüsleri de taşıyor
Geçmişte birçok yeni hastalığın neden olduğunu salgınlar belli bir alanda kalıyordu. Ama ucuz havayolu taşımacılığı bu durumu değiştirdi. Hastalıklar, bilim insanları ne olup bittiğini anlayana kadar dünyanın bir ucunda görülebiliyor. Cambridge Üniversitesi veterinerlik bölümü başkanı Prof. James Wood şu yorumu yapıyor:
“Yeni bir hastalığın yayılması pandemide çok önemli bir diğer mesele. Domuz gribi pandemisini düşünün. Ne olduğunu anlayana kadar bu virüsü birkaç defa dünyanın birçok yerine taşıdık. Küresel bağlantılar Covid-19’un yeryüzünün yaklaşık her köşesine bulaşmasına neden oldu ve olmaya devam ediyor.”
Pimm, Dobson ve diğer bilim insanları ve ekonomistler geçen ay Science dergisinde yayımladıkları makalede vahşi yaşamın izlenmesi, taşıma oranlarının düşürülmesi ve vahşi hayvan eti ticaretinin durdurulması ile ormanların yok edilmesinin önüne geçilmesini önermişti.
Böyle bir programın uygulanmasının maliyeti yılda 20 milyar dolardan fazlaya denk geliyor. Bilim insanları, “10 yıl içinde salgınların önlenmesinin maliyetinin Covid-19 pandemisinin tüm maliyetinin yalnızca yaklaşık %2’sine denk geleceğini tahmin ediyoruz” diyor.
Araştırmacılar, karbon emisyonunun en büyük kaynağı olan ormanların yok edilmesinin de önüne geçilmesiyle, iklim değişikliği mücadelesine de katkıda bulunulacağını söylüyor.
The Observer’ın haberine göre bilim insanları şu uyarıyı yapıyor:
“Yeni hastalıkların ortaya çıkma oranı ve bu hastalıkların ekonomik etkileri artıyor. Pandemi riskini azaltmaya yönelik bir küresel stratejiyi ertelemek maliyetlerin de artmasına neden olur. Toplum, gelecekte ortaya çıkabilecek yeni pandemilerin etkilerinin önlenmesi için çabalamalı.”
Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Ramazan Özkaya balıkçıların yeni sezona hazır olduğunu belirterek, “Bu yıl palamut bol olacak, Türk halkı palamuda doyacak. Hamsinin ise az olacağı düşüncesi hakim” dedi.
1 Eylül itibariyle denizlerde başlayacak av sezonunu değerlendiren Özkaya şunları söyledi: “Geçen sezon Covid-19 salgınından dolayı balıkçılarımız av yasağından 20 gün önce avlanmayı bırakmak zorunda kaldı. Tekne sahiplerimiz, kişilerin sağlıklarını daha değerli gördükleri için avlanmaya devam etmedi.”
Balıkçıların geçen yıl çok fazla kayıp yaşamadığını vurgulayan birlik başkanı, lokanta ve restoranların kapalı olmasından dolayı balık satamayan küçük balıkçıların sıkıntılarla karşı karşıya kaldığını kaydetti.
Özkaya, balıkçıların yeni sezon için hazırlıklarını 15 Nisan’dan bu yana yaptığı çalışmalarla tamamladığını aktardı: “Balıkçılarımız yeni sezona hazır. Bu yıl palamut bol olacak, Türk halkı palamuda doyacak. Balıkçılardan gelen bilgilere göre palamudun büyümesinde biraz sıkıntı var, bu da bizi korkutuyor. Hamsinin ise az olacağı düşüncesi hakim. İnşallah hamsi de olur ama genellikle palamudun çok olduğu zaman hamsi bol olmuyor.”
Geçen sezon yaklaşık 460 bin ton balık yakalandığını, aynı dönemde yaklaşık 1 milyar dolarlık su ürünleri ihracatı yapıldığını belirten Özkaya, balıkçıların koruma alanlarına uyarak avlanması gerektiğini vurguladı:
“Bu denizler hepimizin. Balıkçılarımızın stoklara zarar vermemesi lazım. Bu sene yeni koruma alanları ilan edildi. Tüketicilerimiz yasak dönemde avlanan ve boy yasağına uymayan balıkları almasınlar. Balıkçılardan istediğimiz de tebliğlerdeki kurallara uygun davranmalıdır.”
Gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadelesine yardımcı olmak için Birleşmiş Milletler iklim görüşmeleri kapsamında kurulan ve 2015 yılında para dağıtımına başlayan Yeşil İklim Fonu (GCF) ülkelerin aynı zamanda koronavirüs salgınının üstesinden gelebilmeleri için yeni bir adım attı.
Dört günlük video konferans yoluyla gerçekleştirilen toplantı sonucunda ülkelerin hem koronavirüs ile hem de iklim kriziyle mücadelede kullanabilecekleri 879 milyon dolar değerindeki 15 yeni projeye onay verildi.
Ayrıca toplamda 6,2 milyar dolarlık destek alması öngörülen 100’den fazla ülke listesine Afganistan ve Sudan’ın eklenmesine karar verildi.
‘Ülkelerin ihtiyaçlarına yanıt vermeli’
İcra Direktörü Yannick Glemarec, fonun “Covid-19 çağında iklim hedefini sürdürmek için önemli bir role sahip olduğunu” ve gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaçlarına yanıt verme hızını ve verimliliğini artırmayı hedefleyeceğini söyledi.
Yönetim kurulu eş başkanı Nauman Bashir Bhatti ise iklim finansmanının pandemiden kurtulmak için çok önemli olacağını ve “bu zor zamanlarda bile” desteği artırmak için fonun kapsamının genişlemesi gerektiğini söyledi.
Küçük ada devletleri borç batağına sürüklendi
Fonun kapsamındaki değişiklik vaatleri, küçük ada devletlerinden gelen eleştiriler üzerine gerçekleştirildi. Küçük Ada Devletleri İttifakı görüşmeler sırasında ülkelerinin iklim krizinin sebep olduğu deniz seviyesi yükselmesi ve güçlü fırtınalar dışında bir de salgının yarattığı ekonomik yıkım ile mücadele etmek zorunda kaldığını belirtiyordu.
Üye devletler, salgın sebebiyle ülkelerinin borç batağına sürüklendiğini bu yüzde de fona her zamankinden daha fazla ihtiyacı olduğunu dile getirmişti.
İrma Kasırgası Barbuda’da büyük bir felakete yol açmıştı
Tartışma yaratan Redd+ programı
Yeşil İklim Fonu ada ülkeleri Antigua ve Barbuda’daki binaların kasırgalara karşı güçlendirilmesi ve Fiji’de yer alan Ovalau adasındaki tarım arazisine güneş enerji sistemi kurulması için önerilen üç projeye onay verdi.
Ayrıca Redd++ programı çerçevesinde Kolombiya ve Endonezya’daki ormansızlaşmanın azaltılmasının ödüllendirilmesine yeşil ışık yaktı. Bu proje ise 85 çevre grubundan tepki topladı.
Çevre grupları tarafından yapılan açıklamada fonun yalnızca kağıt üzerindeki değerler için değil aynı zamanda mücadelenin sürdürülebilir olmasını sağlayacak ve salgından kötü şekilde etkilenen yerli halkın güçlendirilmesi için kullanılması gerektiği belirtildi.
Ayrıca hükümetlerin fon için kağıt üzerinde oynamalar yaparak gerçekte olduğundan daha iyimser bir tablo çizdiklerine dikkat çekildi. Ancak Endonezya’daki Redd + programını destekleyen BM Kalkınma Programı, temel programın aldığı değerlerin geçerli olduğun konusunda ısrar ediyor.
Hollanda’da hükümet, yeni tip koronavirüs (Covid-19) tedbirleri kapsamında ülkedeki bütün vizon çiftliklerinin gelecek yıl kapatılmasına karar verdi. Yaklaşık 40 vizon çiftliğinde salgınının ortaya çıkması nedeniyle şu ana kadar 1,5 milyondan fazla vizon öldürüldü.
Euronews’un hükümetin internet sitesinden yapılan açıklamadan aktardığına göre, kararın alınmasında salgının vizonlara bulaşması ve çiftliklerde çalışanlarda görülen vakaların artması gerekçe gösterildi.
Açıklamada, daha önce 2024’te kapatılması öngörülen çiftliklerin, vaka sayıları sebebiyle 2021’de tamamen kapatılmasına karar verildiği belirtildi. Ayrıca çiftliklerin kapatılması ve katledilecek hayvanların bedelleri için hükümetin ek 150 milyon Euro bütçe oluşturduğu bilgisi verildi.
Kürk için vizon yetiştirmede dünya 4’üncüsü
Açıklamada sözlerine yer verilen Hollanda Sağlık Refah ve Spor Bakanı Hugo de Jonge “Tüm önlemlere rağmen virüsün vizon çiftliklerinde yayılmasının önlenememesi üzücü. Virüsün bu şekilde yayılmaya devam etme riskini alamayacağımız için bu kararı aldık” dedi.
Hollanda Tarım, Doğa ve Gıda Güvenliği Bakanı Carola Schouten de “Geçtiğimiz aylarda vaka sayılarında görülen artışın önümüzdeki yıl yaşanmaması için hükümet zorunlu kapatma kararı aldı” ifadelerini kullandı.
“Dünyanın 4’üncü büyük vizon besicisi” olan Hollanda’da özellikle Almanya ile olan doğu sınırı başta olmak üzere yaklaşık 150 vizon çiftliği bulunuyor. Geçen aylarda 40’tan fazla vizon çiftliğinde Covid-19 vakası görülmesi üzerine buraların kapatılmaları kararlaştırılmıştı.
Gazeteci-yazar Mehmet Altan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Başkanı Robert Spano’ya açık mektup yazdı. Yarın Türkiye’ye gelerek İstanbul Üniversitesi’nden fahri doktora alacak olan Spano’ya seslenen Altan bazı hatırlatmalarda bulundu.
‘AİHM Başkanı’na açık mektup’ başlıklı Punto24’ün internet sitesinde yer alan bugünkü yazısında Spano’ya, üniversitenin 12 Eylül askeri darbesinin baş mimarı Kenan Evren’e de fahri doktora verdiğini hatırlatan Altan, fahri doktora ünvanını verecekler arasında kendisi ve birçok akademisyenin KHK marifetiyle ihraç edilmesinden mesul olanların bulunduğunu belirtti.
Spona’ya, “AİHM’in sizin başkanlığınızdaki 2. Dairesi, 20 Mart 2018 tarihinde evrensel hukuk açısından “emsal karar” özelliğini taşıyan gerekçelerle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkım ile ifade özgürlüğü hakkımın ihlal edildiğine karar verdi. Türkiye’yi mahkûm etti. Bu karar için size ve şimdi başkanı olduğunuz Mahkeme’ye teşekkür ediyorum” şeklinde seslenen Altan şu ifadeleri kullandı:
“Benimle ilgili kararınızın, AİHM tarihi açısından önem taşıyan bir özelliği daha var: O davaya Türkiye adına katılan Ergin Ergül, karara itiraz eden tek yargıç olarak öyle şeyler yazdı ki yanlış bilmiyorsam, AİHM tarihinde ilk kez mahkeme başkanı olarak “karşı oya”, “karşı oy” yazdınız. Diğer üyeler de size katıldı”
Altan, mektup yazısına şöyle devam etti:
“03 Eylül 2020 tarihinde, Adalet Bakanı’nın davetlisi olarak Türkiye’yi ziyaret edeceğiniz açıklandı. Ama beni sarsan, İstanbul Üniversitesi’nden fahri doktora alacağınızı öğrenmem oldu.
Yukardaki ayrıntıyı da tam bu nedenle, ülkemizdeki kamu görevlisi “hukukçuların” ve “hukuk eğitiminin” durumu hakkında bilgi vermek için anımsatıyorum.
Acaba, evrensel hukuk adına karşı oy şerhine karşı şerh yazmak mecburiyetinde kaldığınız Ergin Ergül’ün, size fahrî doktora verecek olan İstanbul Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi mezunu olduğu hatırınızda mı?
Mehmet Altan Anayasa Mahkemesi ve AHİM kararlarına rağmen tahliye edilmediğini vurgulayarak şunları söyledi:
“Anayasa Mahkemesinin dava dosyasında “mevcut tüm delilleri değerlendirerek”, üç ayrı hak ihlali ve tahliye kararına karşın tahliye edilmedim. Üstelik hemen ertesinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına da mahkûm edildim. Başkanı olduğunuz AİHM’in hakkımda verdiği hak ihlali kararından sonra dahi İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi tarafından bu mahkûmiyetimin onanmasına karar verildi. Bu tür hukuk skandallarının yaşandığı süreçlerin var olduğundan söz ediyorum.
Ancak nihayetinde, çok sonra Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin beraatime hükmetmesi sonucunda, 4 Kasım 2019 tarihinde beraat ettim ve bu karar kesinleşti. Ama “davalısı” fahri doktora unvanını alacağınız İstanbul Üniversitesi olan, “üniversiteden ihracımın iptali” konulu davam hâlen Ankara 21. İdare Mahkemesinde beklemektedir.”
‘Ne kadar övünç verici?’
İstanbul Üniversitesi yönetiminin KHK’li akademisyenlerin davalarında, ‘davacı’ olarak müdahil olduğunu kaydeden Altan şu uyarıyı yaptı:
“Bu davalar hâlen devam ediyor ve pek muhtemeldir ki sizin başkanı olduğunuz AİHM önüne de gelecektir. Ancak siz o süreçte İstanbul Üniversitesi’nden fahrî doktora diploması almış bir Yargıç olacaksınız. Yüzlerce öğretim görevlisini haksız bir şekilde okuldan atarak işsizliğe ve yoksulluğa mahkûm eden bir üniversitenin fahrî üyesi olmak bilmiyorum ne kadar övünç verici.”
Diyarbakır‘da kentin ortasından geçecek olan tren yoluyla ilgili olarak kentteki meslek örgütleri tarafından ortak açıklama yayınlandı.
Diyarbakır Barosu‘nun sitesinde yayınlanan açıklamada, demiryolunun iki yanında 50 cm yüksekliğinde beton duvar, üzerine 180 cm yüksekliğinde panel çit ve 50 cm yüksekliğinde jiletli tel yapılmasının planlandığı belirtildi ve şöyle denildi:
İlgili proje bütünüyle ele alındığında, raylı sistemin etrafında planlanan ve ihalesi yapılan bu korkulukların fen, sanat ve sosyal hayat gibi olguları dikkate almadan yapıldığı görülmektedir.
Yayalar, hayvanlar, araçlar gibi kentin temel unsurları için hiçbir geçişin gözetilmediği ve bununla ilgili herhangi bir önlemin de alınmadığı görülmektedir.
Açıklamanın devamında, yetkililerle yapılan görüşmeler, incelenen raporlar ve yapılan keşifler ve teknik değerlendirmeler neticesinde kararın bilimden yoksun olduğu ve herhangi bir ÇED raporu olmaksızın hazırlandığının anlaşıldığı ifade edildi. Kamu yararı ilkesinin hiçbir surette gözetilmediğinin altının çizildiği açıklamada projeyle ilgili diğer eleştiriler şöyle sıralandı:
Ofis semtindeki yaya geçiş noktaları kapatılmaktadır.
Ofis-Koşuyolu-Batıkent Sitesi ve bölgede bulunan anaokulu, ilköğretim, liselerde eğitim gören öğrencilerin geçişleri engellenmektedir.
Küçük Sanayi Sitesi bölgesinde, sanayi sitesi kullanıcılarının ve esnafın ihtiyaç ve taleplerine yönelik yaya, araç geçişleri kısıtlandırılmaktadır.
DSİ 10’uncu Bölge Müdürlüğü çevresinde bulunan eğitim yapıları ile tren yolunun diğer tarafında kalan yerleşim bölgesinden burada eğitimlerini sürdüren öğrencilerin ulaşımı engellenmektedir.
Yenişehir Belediyesi ve yakınında bulunun alışveriş merkezi gibi yoğun yaya kullanıcısı olan alanlara yaya erişimi ortadan kaldırılmaktadır.
Eski Tekel Fabrikası‘ndan Eğitim Araştırma Hastanesi‘ne, oradan 4’üncü Sanayi Sitesi’ne kadar ki güzergahta hiçbir yaya ulaşımı bırakılmamaktadır.
Eğitim Araştırma Hastanesi ve 4’üncü Sanayi Sitesi’ne kadar ki güzergahta yoğunluklu küçükbaş olmak üzere hayvan otlatan vatandaşların geçişleri engellenmektedir.
Şehrin bazı bölgelerinde yaşamını sürdüren sahipsiz veya yabani hayvanların yaşamı hiçe sayılmakta ve bu hayvanlar kentin bir bölgesine hapsedilmekte,
Tren yolunun her iki tarafında bulunan ailelerin, komşuların, esnafın tüm ilişkileri koparılmaktadır.
ÇED raporu alınmalı
Projenin mevcut haliyle “Diyarbakır halkına hiçbir fayda sağlamayacağını ve halkın yaşam kalitesine olumsuz yönde etki yapacağının” belirtildiği açıklamada çözüm önerilerine de yer verildi. Bu çerçevede yapılması gerekenler açıklamada şu şekilde yer aldı:
Çalışmaların bir an önce durdurulması, gerekli saha tespitleri, teknik veriler, ÇED raporu hazırlanarak ihtiyaç duyulan noktalarda uygulama yapılmasının sağlanması.
Taşıma amacıyla kullanılmak üzere şehrin dışından geçen ayrı bir hat yapılması ve Yük trenleri ile ve tehlikeli madde sevkiyatının bu hattan gerçekleştirilmesi.
Mevcut hattın, çağın gereklerine ve teknolojisine uygun hale getirilmesi suretiyle sadece yolcu taşıma için kullanılması.
Meclis gündeminde
Öte yandan HDP Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel, söz konusu demiryolu hattını Meclis gündemine taşıdı.
Meslek örgütlerince yayınlanan açıklamaya değinen Güzel, projeyle kentin ikiye bölündüğünü ve kentin yapısının tamamen değiştirilmesinin hedeflendiğini ifade etti. Güzel, konuyla ilgili Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu‘na şu soruları yöneltti:
Devlet Demiryolları 5’inci Bölge Müdürlüğü tarafından yapımına başlanılan proje Bakanlığınızın bilgisi dahilinde midir?
Diyarbakır halkına ve şehirdeki sivil toplum kurumlarına başvurulmadan, herhangi bir ÇED raporu hazırlanmadan uygulanmaya konulan bu projenin yapılış amacı nedir? Hangi kamusal fayda gözetilerek yapılmaktadır?
Projenin maliyeti ne kadardır? İşsizliğin ve yoksulluk sınırının yüksek olduğu Diyarbakır’da halkın ihtiyaçlarına yönelik yatırımlar yapılması yerine neden böylesi bir proje ile ihtiyaç dışı harcamalar yapılmaktadır?
Yaya yolunun tamamen kapanacağı bu proje ile hem ticaretin hem insani ilişkilerin hem şehrin dokusunun zarar göreceği ve projenin herhangi bir kamusal fayda taşımadığı göz önünde bulundurularak bu projenin durdurulması için acilen adım atılacak mıdır?
Meslek Odaları tarafından yayınlanan metinde imzası bulunan meslek örgütleri şu şekilde: Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası, Diyarbakır Barosu, Diyarbakır Ticaret Borsası,TMMOB Diyarbakır İl Koordinasyon Kurulu, Diyarbakır Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği, Diyarbakır Tabip Odası, Diyarbakır Sanayici ve İş İnsanları Derneği, Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası, Güneydoğu Tekstil Sanayi ve İş İnsanları Derneği, Amed KESK Şubeler Platformu, Güneydoğu Genç İşadamları Derneği, DİSK Diyarbakır Temsilciliği, Ortadoğu Sanayici ve Girişimci İş Adamları Derneği, TURSAB Diyarbakır Bölge Başkanlığı, Diyarbakır Organize Sanayi İş İnsanları Derneği, Diyarbakır Turizm Platformu, Tüm Sanayici ve İşadamları Derneği Diyarbakır Şubesi, Hak Sanayici ve İş Adamları Derneği, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Kadın Meclisi, TOBB Kadın Girişimciler Kurulu, TOBB Genç Girişimciler Kurulu
Kanada’nın Toronto şehrinde insanlar gökdelenlerle çevrili bir bölgenin ortasında yer alan 300 yıllık bir meşe ağacını kurtarmak için mücadele veriyor. Ancak koronavirüs salgını bu çabaların önüne geçiyor.
24 metrelik uzunluğu sahip kızıl meşe ağacı bölgedeki en yaşlı ağaçlardan birisi. Öyle ki Fransa’dan gelen kaşifler Ontario Gölü’nün kıyılarında bir ticaret noktası kurduğu sırada büyük ihtimal bu ağaç filizlenme aşamasındaydı.
Asırlık ağaç şu anda North York mahallesinin kalbindeki dolambaçlı bir sokakta, sıradan bir bungalovun arka bahçesinde bulunuyor. Beş metrelik devasa bir gövdeye sahip meşe, 1960’lı yıllarda inşa edilmiş bungalova bitişik halde.
Evin sahibi ağaca bakamadığını söylüyor
Science Alert’in aktardığına göre son yıllarda evin yeni sahibi ağacın bakımını karşılayacak bütçeye sahip olmaması ve köklerin evin temelini kırmasıyla ilgili endişelerini dile getirdi. Komşular ise güçlü bir fırtınada ağacın zarar görerek üstlerine devrilebileceğinden endişe ediyor.
Toronto belediye meclisi, ağacı korumak ve 6 milyon nüfuslu bu şehirde herkesin erişimine açmak için 2018’de mülkü satın almak, evi yıkmak ve araziyi küçük bir halka açık parka dönüştürmek için oy kullandı.
Evi satın almak için oy kullanıldı
Geçtiğimiz yıl da evin sahibiyle satış için bir anlaşmaya varıldı. Evi 2015 yılında satın alan Ali Simaga “Böyle bir ağacın bakımı çok pahalı. Eğer bir kamu alanı olursa benden daha iyi bakabileceklerdir. Ayrıca bencillik yapıp sadece kendime saklamak da istemiyorum” dedi.
Uzmanlar, özenle ve doğru koşullar altında ağacın 200 yıl veya daha fazla yaşayabileceğini söylüyor.
Kampanyaya koronavirüs engeli
Ancak satın alma işlemleri tamamlanamadı. Çünkü belediyenin satın alımı yapması için ücretin yarısının özel bağışlarla tamamlanması gerekiyor. Aralık 2019’da başlatılan kampanyada 325 bin ABD doları toplanması hedefleniyordu.
Başta hızlı bir giriş yapılan kampanya koronavirüs salgını sırasında sekteye uğradı. Şu ana kadar hedeflenen paranın yalnızca yüzde 30’u toplanmış durumda. Eğer hedeflenen para toplanamazsa anlaşma geçerliliğini yitirecek ve toplanan paralar da başka ağaçlandırma işlemleri için kullanılacak. Asırlık meşe ağacının geleceği ise şüpheli bir hale gelecek.