Ana Sayfa Blog Sayfa 1679

Köylüden habersiz ‘köylü için’ çıkarılan yasa: Kırsal mahalle

Haber: Eylem Yılmaz

AKP iktidarı 12 Kasım 2012’ de çıkardığı Büyükşehir Yasası ile önce köyleri mahalleleştirdi. Düzenlemeyle, 30 ilde 16 bin 220 köy mahalleye dönüştürüldü. Böylece Türkiye’deki 34 bin 434 olan köy sayısı neredeyse yarı yarıya azalarak 18 bin 214 köye düştü.

Yasayla birlikte köylülerin ortak malları, meraları, suları, araçları belediyelere devredildi. Köylüler de bu alanları kullanabilmek için ücret ödemek zorunda kaldılar. Bunun yanı sıra araziler ve meralar  inşaata açıldı, belediyeler tarafından satıldı, tarım alanları amaç dışı kullanıma açıldı. ‘Köy olmaktan çıkan’ bölgelerde köylülerin ihtiyaç duyduğu ahır benzeri yapılar yapmalarını zorlaştırıldı, hayvancılık yapanlar bulundukları yerden uzaklaşmaya zorlandı. Bürokrasi arttı.

Yasanın çıkmasının ardından 30 Mart 2014’te uygulanmaya başlanan aynı değişiklikle, 1053 belde de mahalleye dönüştürüldü.

Geçtiğimiz ekim ayında eski köy/belde, yeni mahalleleri ilgilendiren  yeni bir yasal düzenleme daha yürürlüğe girdi. Bu kez isimleri “kırsal mahalle” oldu.

Yaptıklarını kendileri de beğenmedi

Yeni düzenlemeyle köylerin mahalleştirilmesinden doğan sorunlar; 3. Tarım ve Orman Şurası raporlarında yer bulması üzerine 21 Kasım 2019 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı sonuç bildirgesiyle gündeme gelmişti.  Bildirgede, “Büyükşehir belediyelerinde mahallerin kırsal ve kentsel olarak yeniden yapılandırılması, kırsal mahallelerde köy tüzel kişiliği yapısının korunması, kırsal yaşamın Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde bütüncül ve entegre bir bakış açısıyla koordine edilmesi gerektiği” belirtiliyordu.

Ancak 16 Ekim 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 7254 Sayılı Torba Yasa’ya eklenen söz konusu yeni düzenleme, başvuru şartı içerdiği gibi köylerin tüzel kişiliklerini geri getirmedi. Köylüler başvurduğu takdirde indirimden yararlanarak meraları, arazileri gibi ortak alanlarını kullanabilecek. Fakat bu düzenlemeden de haberleri yok.

Çiftçi-SEN, hem bu düzenlemeyi köylülere duyurmak hem de tüzel kişiliklerin geri verilmesi için bir kampanya başlattı.

2012 yılından başlayarak köylerle ilgili yapılan yasal düzenlemelere niçin ihtiyaç duyulduğu ve sonuçlarını Çiftçiler Sendikası (Çiftçi-SEN) Başkanı Ali Bülent Erdem, Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu kurucu genel başkanı, tarım yazarı Abdullah Aysu ve Prof. Dr. Fuat Keyman’la konuştuk.

Erdem: Köylülerin mal varlıklarına el koymak için yapıldı

Çiftçi-SEN Başkanı Ali Bülent Erdem sürecin birçok tahribata neden olduğunu vurgulayarak köylerin tüzel kişiliklerinin geri verilmesini gerektiğini vurguluyor:

“2012 Kasım’ında çıkarılan Büyükşehir Kanunu’yla köylerin tüzel kişilikleri ellerinden alındı. Bununla birlikte kırsal alandaki talan daha da güçlendi. Köylülerin meraları, yaylakları ranta açıldı. Ortak malı olan suları, araçları hepsi belediyelerin eline geçmiş oldu. Şimdi çıkarılan “Kırsal Mahalle” yönetmeliğiyle birlikte başvuru yapan köylülerin bu  statüye geçebileceklerini söylendi. Başvurduğunuzda da önce belediye meclisinde sonra da büyükşehir belediye meclisinde onaylanacak, en sonunda bu hakkı kazanacaksınız. Bu, her yeri kırsal mahalle yapmak değildir. Devlet bu düzenlemeyi ortaya çıkan sorunları düzeltmek için yapmış olmuyor. Daha önce o mal varlıklarına el koymak için yapıldı. Şimdi mal varlıklarıyla birlikte tüzel kişilikleri verilmeli.”

Köylülerle düzenlemeyle ilgili görüştükleri zaman, onların tepkilerini sorduğumda istisnasız hepsinin şaşırdığını, muhtarların bile haberinin olmadığını söylüyor. Muhalefeti de kimseyi bilgilendirmediği için eleştiren Erdem, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Muhalefet bile haber vermiyor. Bu yönetmelik aslında ekim ayında çıktı. Biz bunu şu an konuşuyoruz. Kimsenin haberi yok. Biz köylüleri, muhtarları aradığımızda hiçbir bilgilerinin olamadığını gördük. Bu yönetmelik çıkarken şerh konan maddeler vardı. Tüzel kişiliklerin korunmasını istiyorlardı.  İnsanın aklına şu geliyor, aldıkları büyükşehirler üzerinden gelirlerini kaybetmekten mi korkuyorlar acaba? Onun için mi köylülere haber verilmiyor? Fakat kendilerine ait olmayan belediyeler için de böyle bir çalışma içinde değiller.”  

Malatya-Yeşilyurt Belediyesi’nin Cumhuriyet Örnek Mahallesi’ne (köyüne) ait ortak kullanım alanlarını satışa çıkardığı iddiasına mahalle sakinlerinin pankartlı tepkisi.

Bütün köylülere başlattıkları kampanyayla bu yeni gelişmeyi duyurmaya çalıştıklarını anlatan Erdem, köylülerin başvuru yapmasının önemine değiniyor:  “Israrla bu düzenlemenin yetmeyeceğini, tüzel kişiliğinin geri verilmesini ve köylerde kalmalarını sağlayacak biçimde desteklenmesi gerektiğini söylüyoruz. Bu tarım politikalarıyla kırsal alanda kimse kalmaz.”

Aysu: İktidarın otoritesini sağlamlaştırmak için gerekliydi

Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Kurucu Genel Başkanı Abdullah Aysu ise söz konusu düzenlemenin iktidarın otoritesini sağlamlaştırmak için getirildiği görüşünde:

 “Büyükşehir Yasası’nın getirilmesiyle iktidar daha da otoriterleşti. Bunu yapmamış olsaydı ihtiyacı olan otoriterleşmeyi tamamlayamayacaktı. Köyler Türkiye’de en son kalmış olan demokratik yerleşimlerdi. Orada bir muhtar vardı, bir ihtiyar heyeti seçiliyordu ve o heyetle birlikte köye yönelik kararları köylüyle birlikte alıyorlardı. İkincisi, köylülerin meraları, otlakları, yaylalarıyla birlikte ortak yaşam tarzları vardı. Müşterekleriydi. Bu demokratik yapı ortadan kaldırıldı. Bu düzenlemeyle ortak alanları ellerinden alındı.”

Köylerin mahalleleştirilmesinin ekonomik, sosyal, politik ayakları olduğunu kaydeden Aysu, şunları anlatıyor:

“Ekonomik yanı; meralara el konularak köye ait olan ortak tüm müştereklerin merkez tarafından paraya çevrilmesidir. Ayrıca arazilerin ranta açılması meselesi de var. Köylüler, daha önce ortak kullandığı alanlar için şimdi para ödemek durumunda kaldı. İnsanlar sudan çıkmış balığa döndü. Bu bir köy yaşamı değil, şirket tarzıdır. Bu yapımıza uygun değildi. Biz işletme değiliz. Biz köy yapısıyız. Ekonomik yapımız da uygun değil.”

Aysu yapılması gerekenleri de şöyle sıralıyor:

“Yapılması gereken köyün demokratik yapısına geri dönüp sosyal yaşamını da yeniden ve daha üst seviyede ek destek vererek yeniden inşasıdır. Büyükşehir Belediyesi Yasası’na tamamen çarpı işareti koyulmalıdır. Köylerin bu şekilde kent seviyesine çıkarılması gerekir. Bu belediyelerin yapacağı bir iş değildir. Merkezi hükümetin çıkaracağı ek bütçeyle bu sağlanabilir. Orada gasp edilen mülklerin iadesi gerekir. Kırsal mahalle düzenlemesiyle de haberi olanlar 90 günde başvurursa yüzde 50 indirimle yararlanmasını içeriyor. Haberi olmazsa ne olacak? Bunu otomatik olarak kendisi niye uygulamıyor? Niye yüzde 0 değil de yüzde 50?

Keyman: Son kararlar bütün bu alanların inşaata açılması anlamında

Yerel yönetim ve kentleşme alanlarında çalışmalar yürüten Prof. Dr. Fuat Keyman, dünyanın gidişatının tersine bir sürecin işletildiğini belirtiyor. Köylerin kentleştirilmesi sürecinin ancak köylerin korunarak yürütülebileceğini vurgulayan Keyman’a göre iklim, su, gıda gibi krizlerle köylerin çok daha önem kazandığına dikkat çekiyor:

“Kentleşme süreci köylerin korunarak ilerlemesi gerekirken onları yok ederek ilerliyor. Köyün kendi kararlarını almasını, aldıkları kararların ellerinden alınması gibi, köyü yok eden bir niteliği var. Dünyadaki gidişatı, özellikle Covid-19 salgınından sonra gıda, su, iklim krizi, kentlerde yaşamanın zorluğu göz önüne alındığında köylere daha çok önem verilmesi gerekiyor. Fakat şu an tam tersi bir süreç işletiliyor.

Köyler korunması gereken doğal alanlar içinde yer alıyor. Bu şekilde yok edildikleri zaman, yapılan yasalarla imara açılarak Türkiye’nin doğal yapısı, yeşil alanları, tarlaları da yok ediliyor. Oysa bunların korunması gerekiyor.”

Keyman, dünyanın gidişatında doğayla birlikte, ona zarar vermeden yaşamak her geçen gün daha da önem kazanırken, bu alanların madencilik veya inşaat faaliyetleri yoluyla piyasaya açılmasına, “kentleşmenin tersine dönmesi” dendiğini anlatıyor: 

“Büyük kentlerden daha ufak kentlere kayış var. Dolayısıyla onların korunması gerekirken yok edilmesi dünyanın gidişatına ters oluyor. Kısa dönemli rantlar, kısa dönemli piyasa mekanizmaları uzun dönemde Türkiye’nin geleceğiyle ilgili yapılması gerekenlerin önüne geçiyor. Köylerin yok edilmesi doğanın da yok edilmesi anlamına geliyor. Son alınan kararlar bütün bu alanların inşaata açılması anlamındadır.”

Yararlanılacak ek haklar

Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 7254 Sayılı Kanun’un 10’uncu maddesi ile başvuru yapılması, ilçe belediyesinin kararı ve büyükşehir  belediyesinin onayı şartlarıyla yeniden köy statüsüne kavuşacak kırsal mahalleler, ayrıca şu haklardan da yararlanacak:

  • Kırsal mahalle veya kırsal yerleşik alan olarak belirlenen yerlerde; gelir vergisinden muaf esnaf ile basit usulde gelir vergisine tabi mükelleflerinin işyeri olarak kullandığı bina, arsa, arazi ve mesken amaçlı binalar ile zirai istihsalde kullanılan bina, arsa ve araziler emlak vergisinden muaf olacak.
  • Bu yerlerde, ticari, sınai ve turistik faaliyetlerde kullanılan bina, arsa ve araziler için emlak vergisi yüzde 50 indirimli uygulanacak.
  • Bina inşaat harcı ile imarla ilgili harçlar alınmayacak, diğer vergi, harç ve harcamalara katılma payları yüzde 50 indirimli uygulanacak.
  • İçme ve kullanma suları için alınacak ücret en düşük tarifenin işyerleri için yüzde 50’sini, konutlar için yüzde 25’ini geçmeyecek şekilde belirlenecek.

KKTC’de 10 gün sürecek sokağa çıkma yasağı başlıyor

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Başbakanı Ersan Saner, Bakanlar Kurulu toplantısının ardından koronavirüs salgınıyla mücadeleyle ilgili alınan kararları açıkladı.

Alınan kararlar kapsamında, 5 Şubat saat 20.00’den 5 Şubat saat 05.00’e kadar halkın gerekli ihtiyaçlarını karşılamak için dışarı çıkması dışında tam sokağa çıkma yasağı uygulanacak.

7 Şubat ve 14 Şubat’ta bütün işyerleri kapalı

10 gün sürecek sokağa çıkma yasağında her bölgede nöbetçi eczane sayısının iki katı kadar eczane 08.00-00.00 saatlerinde hizmet verecekken, market ve manav gibi temek ihtiyaç ürünlerinin satıldığı işletmeler 08.00-17.00 saatlerinde açık olacak.

Tüm ilçeler arasındaki giriş çıkışlar kapalı olacak. 7 Şubat ve 14 Şubat tarihlerinde ise nöbetçi eczaneler hariç bütün işyerleri kapalı olacak.

Tüm bankalar da 8-12 Şubat tarihlerinde çalışmayacak. Bu sürede çeklerle işlem de yapılamayacak.

KKTC Sağlık Bakanı Ali Pilli, ülkede toplam vaka sayısının 2 bin 584’e yükseldiğini, yoğun bakımda 13 hastanın olduğunu söyledi.

Şırınga çikolatadan dolayı hayatını kaybeden çocuğun ölümüyle ilgili beş kişi hakkında hapis cezası isteniyor

Diyarbakır‘da 28 Kasım 2019’da şırınga çikolata ambalajı kapağının boğazına kaçması sonucu hayatını kaybeden yedi yaşındaki Miraç Umut Bilgi’nin ölümüyle ilgili görülen davada beş kişi taksirle insan öldürmekle suçlandı.

İkisi tutuklu bulunan beş kişi hakkında 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.

İddianamede bilirkişi raporu yer aldı

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aralarında firma yetkilisin de bulunduğu tutuklu sanıklar S.Y, U.Y ve tutuksuz sanıklar Y.T, H.T, K.T hakkında hazırlanan iddianame 7. Asliye Ceza Mahkemesi‘nde kabul edildi.

İddianamede “İlgili firmanın ürünü paketlemesi ve üretilmesinin mevzuata uygun olup olmadığı, maktulün ölümünde üretici firma ve satıcısının bir kusurunun bulunup bulunmadığı, kusuru varsa derecesinin, ambalaj tasarımının insan sağlığı yönünden tehlike oluşturup oluşturmadığının belirlenmesi” için bilirkişiler tarafından hazırlanan rapor da yer aldı.

Raporda şu ifadelere de yer verildi:

Dava konusu kakaolu fındık kremasının şırınga şeklinde olan, bir parçası ağızda, yutakta sıkışarak veya alt solunum yolu girişine yerleşerek tıkanmasına yol açacak boyutta olan ambalajının oyuncak yönetmenliğine uygun olarak üzerinde yetişkin gözetiminde kullanılmasına dair bir ibare bulunması gerekmesine rağmen böyle bir uyarının etikette yer almadığı tespit edilmiştir.”

Ayrıca, şırınga şeklindeki ambalajın ve içinde yer alan ürünün Türk Gıda Kodeksi yönetmeliğine göre etiketlendiği, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından kayıt altına alınan bir işletmede üretildiği fakat ürünün ambalajının bakanlığa kayıtlı bir işletmede temin edilmediği kaydedildi.

7. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianamede “Dava konusu ürünü üreten ve ambalajlayarak piyasaya süren iş yerinin sahibinin ve iş yerinde çalışan konu ile ilgili lisans eğitimi almış yetkili personelin asli kusurlu olduğu kanaatine varılmıştır” ifadeleri de yer aldı.

Ceza almaları istendi

İddianamede şüphelerinin ceza almaları talep edildi ve şunlar kaydedildi:

Oyuncak güvenliği yönetmenliğine uygun olmayan ve etiketinde de yetişkin gözetiminde kullanılmasına dair bir uyarı ya da tavsiye bulunmayan bu çikolatayı üreten, ambalajlayarak piyasaya sürdüğü tespit edilen şüphelilerin, somut olayla ilgili asli kusurlu oldukları, işletmelerinde lisans eğitimi almış bir personel çalıştırmadıkları gibi tüm üretimi sadece paketleme işçisi oldukları anlaşılan personelleriyle sağladıkları ve piyasaya arz ettikleri anlaşılmıştır. Şüphelilerin eylemlerinin 5237 sayılı TCK’nın 85/1 maddesinde düzenlenen ‘taksirle öldürmek’ suçu kapsamında kaldığı ve cezalandırılmaları talep olunur.”

Ne olmuştu?

Miraç Umut Bilgi, Diyarbakır‘da bir bakkaldan aldığı şırınga şeklindeki çikolatayı yerken ambalaj kapağının boğazına kaçması sonucu hayatını kaybetmişti. Bilgi’nin ölümüyle ilgili görülen davada, üretici firmanın iki yetkilisi tutuklanmıştı.

Yedi yaşındaki Bilgi’nin ölümüne ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında firmanın kusur derecesinin belirlenebilmesi için hazırlanan bilirkişi raporunda beş firma yetkilisi asli kusurlu bulunmuştu.

Twitter, Devlet Bahçeli’nin Boğaziçi paylaşımlarını engelledi

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli‘nin Boğaziçi Üniversitesindeki protestoları hakkında yaptığı paylaşımlara Twitter tarafından kısıtlama getirildi.

Bahçeli paylaşımında Boğaziçi Üniversitesi‘ndeki öğrencileri hedef göstererek “Sırtlarını ajanlara, zalimlere ve karanlık çevrelere dayamış olanlar evlat değil başı ezilmesi gereken zehirli yılanlardır. Yasa dışı eylemleri diğer üniversitelere teşmil etmek için kuyruğa girenler bunun bedelini acıklı şekilde ödemelidir” ifadelerini kullanmıştı.

Twitter tarafından yapılan müdahalenin ardından bu paylaşıma gidenler “Bu tweet artık mevcut değil” mesajıyla karşılaşıyor.

‘Teröre Twitter ve arkasındaki güçler destek verdi’

MHP Genel Merkezinden yapılan açıklamada, “Boğaziçi Üniversitesinin önündeki menfur eyleme karşı gösterdiği tepkiden dolayı MHP lideri Sayın Bahçeli’nin bazı paylaşımlarına Twitter kısıtlama getirmiştir” ifadeleri kullanıldı.

Açıklamada “Sayın Bahçeli terörist ve öğrenci ayrımını ortaya koyduğu halde -ki bu emniyet tarafından da teyit edilmiştir- okyanus ötesinden Twitter buna tepki göstermiştir. Boğaziçi Üniversitesi önünde eylem yapan terör örgütleriyle irtibatlı ve iltisaklı olanlara Twitter ve Twitter’ın arkasındaki güçler destek vermiştir. Genel Başkanımızın bazı paylaşımlarına kısıtlama getirilmiştir” denildi.

Soylu: Sapkın LGBT’ye kalkan oluşturuyor

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, ise engelleme kararına ilişkin bir mesaj paylaşarak “Terör örgütlerine ve sapkın LGBT’ye koruma kalkanı oluşturan Twitter; Şahit oluyoruz ki, eline geçirdiği iletişim tekeliyle ülkelerin kimyasını, demokrasinin kimyasını, huzurun kimyasını bozmaya çalışmaktadır. Emperyalizmin bu oyuncağı, insanlığı teslim alamaz…” dedi.

Soylu’nun Tweet’i kısıtlanmıştı

Twitter, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “4 LGBT sapkını gözaltına alındı” diyerek Boğaziçi Üniversite öğrencilerine yönelik nefret söylemi kullandığı tweet’ini 31 Ocak Pazar günü Fransa’da engellemişti.

Söz konusu Tweet Türkiye’de de kısıtlanmış paylaşım Twitter tarafından yayınlanan “Bu Tweet, nefret söylemi hakkındaki Twitter Kuralları’nı ihlal etti. Ancak Twitter, Tweetin erişime açık kalmasının kamu yararına olabileceğini belirledi” uyarı notuyla paylaşılmıştı.

Yüz yüze eğitim 15 Şubat’ta kademeli olarak başlıyor, detaylar belli oldu

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk imzasıyla illere gönderilen yazıda, 15 Şubat’tan itibaren kademeli olarak başlatılacak yüz yüze eğitimle ilgili bilgiler verildi.

Yazıya göre, 15 Şubat itibariyle birleştirilmiş sınıf uygulaması yapılan okulların tamamı, köy ve benzeri seyrek nüfuslu yerleşim yerlerinde il/ilçe hıfzıssıhha kurullarının il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri işbirliği içinde alacağı kararlarla tüm ilkokul, ortaokul ve tüm bağımsız anaokulu, özel eğitim anaokullarında haftada beş gün yüz yüze eğitim yapılacak.

Yüz yüze eğitimin detayları

Bakan Selçuk tarafından illere gönderilen yazıda verilen diğer bilgiler ise şöyle:

1 Mart’tan itibaren ise tüm resmi ve özel ilkokullarda ve bu ilkokulların bünyesindeki ana sınıfları ile özel eğitim sınıflarında, haftada iki gün yüz yüze eğitim yapılacak, tüm resmi ve özel ortaokullar ile imam hatip ortaokullarının 8’inci sınıflarında da yüz yüze eğitime başlanacak.

8’inci sınıflarda yüz yüze eğitim yapılacak günler ve eğitime başlama ve bitiş saatleri okul yönetimleri tarafından öğretmenlerle birlikte belirlenecek.

Ortaokul 5, 6 ve 7’nci sınıflarda tüm dersler uzaktan eğitim yoluyla işlenmeye devam edilecek.”

Ayrıca, Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı ilkokul ve ortaokul kademesinde eğitim veren özel eğitim okulları ve özel eğitim anasınıfları ve diğer okullar bünyesindeki özel eğitim sınıflarında da 1 Mart itibariyle haftada beş gün yüz yüze eğitim yapılmaya başlanacak. Bilim ve sanat merkezleri de yüz yüze eğitime geçecek.

Veliler, öğrencileri yüz yüze eğitime göndermeyebilecek

Yüz yüze eğitim saatleri dışındaki diğer saatlerde uzaktan eğitim yoluyla dersler işlenmeye devam edecek ve öğrenciler müfredatın tamamından sorumlu olacak.

Yüz yüze eğitim için çocuğunu okula göndermek istemeyen veliler ise, okul müdürlüklerine yazılı başvuru yapabilecek. Böylece yüz yüze eğitime gelmeyen öğrenciler devamsız sayılmayacak.

İlkokul, ortaokul ve imam hatip ortaokullarındaki yüz yüze ve uzaktan eğitimlerde bir ders 30 dakika, teneffüsler de 10 dakika olacak.

Rapor: Çevre ve doğaya zararın azaltılması et tüketiminin azaltılmasına bağlı

Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ve düşünce kuruluşu Chatham tarafından hazırlanan bir raporda çevre ve doğaya zararın azaltılması için et tüketiminin azaltılması gerektiğine vurgu yapıldı.

Raporda, dünyada doğaya en çok zarar veren unsurlardan birinin et tüketimi olduğunun altı çizilirken, biyolojik çeşitliliğin ve ekolojik açıdan yaşam alanlarının korunması için bitkisel temelli beslenmeye ağırlık verilmesi gerektiği kaydedildi.

DW Türkçe‘nin haberine göre, hazırlanan raporda vurgulanan bir diğer önemli bulgulardan biri de tarım sektöründe kullanılan pestisitler oldu. Pestisitlerin ve tek bir ürün ekiminin toprağa zarar verdiği belirtildi ve bunun sonucunda da tarım alanına dönüştürülen doğal alanların arttığına işaret edildi.

Hayvanlar yaşam alanlarını kaybediyor

Et tüketimi sebebiyle doğal ekolojik sistemlerin hayvanlar için otlak veya yem üretiminde kullanılması da dünyada biyolojik çeşitliliği azaltan etmenlerden biri. Doğal sistemlerin yok olması birçok memeli hayvan, kuş ve böcek yaşam alanlarını kaybediyor.

Et tüketimi için büyük miktarlarda kullanılan fosil yakıtlar, gübre ve su da çevreye oldukça zarar veriyor.

Ayrıca, hazırlanan raporda yem üretiminin iklim değişikliği üzerinde olumsuz olduğu açıklandı ve sera gazı emisyonunun yüzde 30’unun tarım kaynaklı olduğu vurgulandı.

Beslenme değişikliğine gidilmesi şart

Raporu yazan bilim insanları gıda tüketimininde değişikliğe gidilmemesinin biyolojik çeşitliliğin azalmasını hızlandıracağı uyarısını yaparken, et tüketiminin verdiği zararların azaltılması için bitkisel gıdalara ağırlık verilmesi gerektiği ifade edildi.

Ayrıca, yeme alışkanlıklarının değiştirilmesinin bir diğer olumlu yanı da yabani hayvanların yaşam alanlarının korunacak olması. Böylece pandemi riski de azaltılmış olacak.

Boğaziçi protestolarında Kadıköy’de gözaltına alınan iki kişi tutuklandı

Boğaziçi Üniversitesi’ne Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Melih Bulu’nun rektör olarak atanmasına karşı Kadıköy’de gerçekleştirdikleri protesto nedeniyle gözaltında tutulan kişilerin Kartal’daki Anadolu Adliyesi’ndeki işlemleri tamamlandı.

Kadıköy’de eylem yaptıkları için gözaltına alınanlardan 82 kişi çarşamba günü serbest bırakılmıştı. 23 kişi için ise ek gözaltı süresi verilmişti. 23 kişi perşembe Emniyet’teki işlemlerinin ardından savcılığa sevk edildi.  23 kişiden 10’u tutuklama istemiyle, 13’ü adli kontrol talebiyle mahkemeye sevk edildi.

Delibalta ve Akyüz’e tutuklama

Tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilen 10 kişiden Şilan Delibalta ve Anıl Akyüz tutuklandı. İki kişiye ev hapsi cezası verildi, altı kişi ise yurtdışına çıkış yasağı getirilerek serbest bırakıldı.

Adli kontrol şartıyla mahkemeye sevk edilen 13 kişiden 11’i hakkında gün içinde ev hapsi kararı verilirken, iki kişi yurtdışına çıkış yasağıyla serbest bırakıldı.

Delibalta: Bizleri susturamayacaklar

Hakkında tutuklama kararı verilen Şilen Delibalta, Adliye’den yayınladığı videoda “İki kişi tutuklandık ama bu memleketi ve üniversiteyi susturma çabasıdır. Her şey boşa, memleketi de üniversiteyi de bizleri de susturamayacaklar. Herkese selamlar” ifadelerini kullandı.

Avukatlara polis saldırısı

Karara karşı çıkan avukatlara ise Adliye içerisinde polis saldırdı. Boğaziçi Dayanışması’ndan yapılan paylaşımda “Karara karşı çıkan avukatlara polisler saldırıyor! Polisler geri çekilene kadar avukatlarımız imza atmayı reddediyor!” denildi.

İki öğrenci daha tutuklanmıştı

Bulu’ya yönelik protestolar kapsamında düzenlenen sergide yer alan ve Kabe ve LGBTİ+ bayraklarının bir arada yer aldığı resim sebebiyle 30 Ocak tarihinde iki öğrenci hakkında ise ev hapsi kararı, iki öğrenci hakkında ise ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme veya aşağılama’ suçlamasıyla tutuklama kararı verilmişti.

Yeni tutuklama kararlarıyla birlikte tutuklanan öğrenci sayısı dörde yükselmiş oldu.

 

 

[Hayvan hakları yasası nerede?] Yasayla ilgili açıklamalar hayal kırıklığı yarattı: Yeni yasa da hayvanları korumayacak

Hayvanseverler, geçtiğimiz sene Mecliste Hayvan Hakları Komisyonu tarafından hazırlanan rapora paralel bir hayvan hakları yasası beklerken, AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin‘in dün hayvan hakları yasasıyla yaptığı açıklama sonrası büyük bir hayal kırıklığı yaşadı.

Zengin’in açıklamalarını yorumlayan Hayvanlara Adalet Derneği (HAD) Başkanı Avukat Hülya Yalçın bahsedilen yasanın da hayvanları korumayacağını belirterek “Adeta yeni bir ölüm yasası çıkarıyorlar. Hazırlanan taslakla hiçbir alakası yok. İleriye değil daha geriye çekilmiş. Ama bunu süslü laflarla yayınlıyorlar. Hiç dokunmasalar şu anki haline daha iyi.” dedi.

‘Özel hayata müdahaledir’

Özlem Zengin, yeni hayvan hakları yasasında bir evin içerisinde maksimum üç köpek bulunabileceğini söyledi. Zengin’in bu açıklamasını değerlendiren Avukat Hülya Yalçın, böyle bir uygulamanın özel hayata müdahale olacağını ve anayasaya tamamen aykırı olduğunu söyledi:

Böyle bir durum özel hayata müdahaledir. İstifçiliği önlemek için yapıldı deniliyor ama o zaman merdiven altı üretime, pet shoplara yüklenilmesi gerekirdi. Kötü niyetli bir madde. Tamamen anayasaya ve insan haklarına aykırı. Hem de hayvanları koruyan bir şey değil bu. Gerekçesi de son derece saçma ve yersiz.

Madem hayvanlar korunuyor o zaman hayvana tecavüz eden ve tecavüz ederken öldüren insanlar hapis cezasına çarptırılsaydı.”

‘Cezalar yetersiz’

Zengin, açıklamasında hayvanlara işkence edilmesi ve öldürülmesi gibi durumlarda hapis cezası geleceğini duyurmuştu. Canlının canice öldürülmesine 6 aydan 4 yıla kadar, eziyet edilmesine ise 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası uygulanacağını söylemişti.

Avukat Yalçın, Türk Ceza Kanunu (TCK) sisteminde üç yıldan aşağı cezaların hapis cezasına çevrilmediğini hatırlatarak cezaları yetersiz bulduğunun altını çizdi:

Cezalar tamamen yetersiz. Çünkü TCK sisteminde üç yıldan aşağı olan cezaların asla hapis yatarı yok. Özgürlüğü bağlayıcı bir ceza değil. Para cezasına çevriliyor, erteleniyor. En az üç yıl olmadığı sürece bu cezaların hiçbir anlamı yok.”

Yasaklı ırk tanımının da kaldırılmasını beklediklerini belirten Yalçın, bu konuda da hiçbir çalışmanın olmadığını gördüklerini kaydetti.

‘Bir bütün olarak bakıldığında hayvanları koruyan bir yasa değil’

Özlem Zengin’in sahipli-sahipsiz hayvan tanımının ortadan kalkacağı açıklamasına da Hayvanlara Adalet Derneği Başkanı Avukat Hülya Yalçın şöyle cevap verdi:

Bu ayrımın kaldırılması olumlu bir şey gibi görünüyor ama şunu çok rahat bir şekilde söyleyebilirim ki kanunu bütün maddeleriyle birlikte bir bütün olarak ele aldığımızda uygulanabilirliğini görüyoruz. Bir tarafta güzel bir şey yazıyor. Bir madde sonra güzel yazılan şeyin altı oyuluyor.

Biz, saldırıya uğrayınca sahipli hayvanın canı yanıyor da sahipsiz hayvanın canı yanmıyor mu? diyorduk. Madem hayvanlar düşünülüyor o zaman hayvana saldıran, işkence eden ceza alsaydı.

Bir bütün olarak ele aldığımızda koruyan bir kanun değil. Sahipli-sahipsiz hayvan ayrımının çoktan kalkması gerekiyordu zaten. Ama diğer maddelerinin yanında bunun çok bir önemi kalmadı.”

‘Suç duyurusu hakkımız bile engelleniyor’

Ayrıca, Hülya Yalçın yasada hayvanların lehine uygulanabilecek bir madde yer almadığının altını çizdi:

Hukuken bu yasadan hayvanların lehine uygulayabileceğiniz hiçbir şey yok. Mesela, ben sokakta bir köpek gördüm, eziyet görüyor. Hukuki süreç için Bakanlığa gideceğim, ihbar edeceğim. Bakanlık gerekli görürse Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunacak. Suç duyurusu hakkımız bile engelleniyor. Kamu kurumuna teslim ediliyor ki birebirken bile kullanamıyorduk.”

‘Vazgeçmek gibi bir niyetimiz yok’

Avukat Hülya Yalçın hayvanları koruyacak yasadan vazgeçmeyeceklerini belirterek şunları kaydetti:

Biz bu kanuna isyan edip sokaklara dökülecek durumdayız. Hiç elle tutulu bir yanı yok. Korkunç hayal kırıklığı içindeyiz.

Onca zaman biz hayvanları koruyan bir yasa için uğraştık. Tekrar uğraşmaya başlarız. Çünkü bizim vazgeçmek gibi bir niyetimiz hiç yok. Hayvanları yok edecek her türlü uygulamaya karşı durmaya devam edeceğiz.”

AKP’li Özlem Zengin, söz konusu yasanın iki hafta içinde Mecliste olacağını da eklemişti.

Ankara’da ışık kapama eylemine yapılan polis müdahalesi hakkında soru önergesi

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu, Ankara’daki öğrenci mahallelerinden biri olan 100. Yıl’da Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine destek amacıyla evlerden yapılan ışık açıp kapama eylemine yapılan polis müdahalesi hakkında Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay tarafından yanıtlanması istemiyle soru önergesi hazırladı.

Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanması sonrasında başlayan protestoların Türkiye geneline yayıldığı belirtilen açıklamada “Üst düzey iktidar mensuplarının açıklamaları doğrultusunda, bu kayyım rektör atamalarına karşı protestolar her yerde orantısız polis müdahalesiyle hedef alınmaktadır” denildi.

‘Polis tarafından tehdit edildiler’

3 Şubat günü saat 21.00’da düzenlenen ışık açıp kapama eylemine de keyfi şekilde müdahale edildiğini belirten Kerestecioğlu, “Yurttaşlar polisler tarafından tehdit edilmiş, evleri kayıt altına alınmıştır” dedi.

Olay sonrası Ankara Emniyet Müdürlüğü bir açıklama yayınlayarak polisin bölgeye yapılan bir ihbar üzerine gittiğini söylemişti.  Açıklamada ‘Ekiplerimize karşılıklı iki binadaki şahıslarca ısrarlı bir şekilde hakaret edilmiş, şahıslar ekiplerimiz tarafından sağduyulu bir şekilde megafonla sükûnete davet edilmiştir’ ifadeleri yer almıştı.

Emniyet’in anlattıklarıyla çelişiyor

Kerestecioğlu, olayı yaşayanlarla görüştüklerini ancak onların açıkladıklarının Emniyet tarafından yapılan açıklamayla örtüşmediğini söyledi. Açıklamada  yaşananlara şu şekilde yer verildi:

Ancak olayı yaşayanlarla görüştüğümüzde, ilk polis aracının 9 civarı sokaktan geçtiğini, çok kısa bir süre sonrasında sokaktaki protesto sesleri yükselince geri dönerek sokağa park ettiğini, ‘sizin güvenliğiniz için geldik, ihbar var, hakkınızda işlem yapılır’ şeklinde anons yapıldığını, polislerin eylemi engellemeye yönelik varlığına sokak sakinlerinin ‘baskılar bizi yıldıramaz’ diyerek tepki gösterdiklerini, ardından ikinci bir polis ekibinin de gelerek sokağa park ettiğini, video kaydı alarak bazı binaların fotoğraflarını çektiğini, ‘hakkınızda işlem yapacağız’ dediğini ve uzunca bir süre orada beklediklerini belirtmektedirler.

Ayrıca yurttaşların neden kayıt alındığını sorması üzerine polisin “Hakkınızda işlem yapılacaktır. Gözaltında aleyhinize kullanılacaktır” dediği de haberlere yansımıştır. Emniyetin açıklamasında belirttiği şekilde bir ihbar olduğu konusunda sokak sakinlerinin polis tarafından bilgilendirilip bilgilendirilmediğini sorduğumuzda, bu konuda bilgilendirilmediklerini; sokağa gelen iki ekip aracındaki polisler ile iki bekçinin “kapının zorlandığına dair ihbar” doğrultusunda sokaktaki herhangi bir haneye gitmediklerini, kayda alınan binalar önünde yaklaşık 15 dakika kadar bekledikten sonra sokağı terk ettiklerini aktarmışlardır.”

Fotoğraf: Evrensel

Talimat kim tarafından verildi?

Konuyla ilgili Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın cevaplaması için soru önergesi hazırlayan HDP’li milletvekili şu soruları yöneltti:

  • Ankara 100. Yıl, İstanbul Hisarüstü gibi protestoların yoğun olduğu öğrenci mahallelerindeki artan polis varlığının maksadı nedir?
  • Yurttaşların evlerden yaptığı barışçıl protestoları engellemeye yönelik talimat kim tarafından neye dayanarak verilmektedir?
  • Emniyetin açıklamasında belirtilen ihbar kaydına ilişkin sokakta bulunan polis ekipleri ne yapmıştır? Böyle bir ihbar varsa, sokaktaki yurttaşlar neden bu konuda bilgilendirilmemiştir, neden kimse polislerin böyle bir ihbar doğrultusunda hareket ettiğini görmemiştir?
  • Bir ihbar üzerine sokağa gidilmişse, neden polis ekipleri ihbara müdahale etmek yerine, ihbarla alakası olmayan yurttaşların yaşadıkları evlerin önünde uzun süre bekleyip evleri kayıt altına alınmıştır?
  • Türkiye’nin her yerinde kolluk kuvvetlerinin barışçıl protesto hakkına hukuksuz ve müdahaleleri ile gözaltında kötü muamele olayları hakkında 4 Ocak’tan bugüne kaç kamu görevlisi hakkında soruşturma başlatılmıştır?

 

Aleyna Çakır’dan alınan doku ve sperm örneği Ümitcan Uygun’a ait çıktı

Ankara‘da evinde ölü bulunan Aleyna Çakır‘da tespit edilen doku ve sperm örneğinin Ümitcan Uygun‘un DNA’sı ile uyumlu olduğu belirlendi.

Çakır, 3 Haziran 2019 yılında Keçiören‘deki evinde boynunda iple ölü bulunmuştu. Sevgilisi olduğu belirtilen Ümitcan Uygun’un daha önce Esen’e şiddet uyguladığı anlara ait görüntüler ise ölümünden kısa süre sonra sosyal medyada yer aldı.

Aleyna Çakır’ın ölümüyle ilgili baş şüpheli olmasına rağmen Uygun, gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılmıştı. Daha sonra uyuşturucu operasyonunda gözaltına alınan Ümitcan Uygun, çıkarıldığı mahkemece tutuklanmıştı.

Ayrıntılı rapor için sevk edilmişti

Soruşturma kapsamında Ankara Adli Tıp Kurumu‘nca düzenlenen raporda Esen’in tırnaklarında doku ve vajinal frotisinde sperm bulundu.

Soruşturmayı yürüten savcılık, Esen’in ölümüyle ilgili iddialar üzerine dosyayı ayrıntılı rapor hazırlaması için İstanbul Adli Tıp Kurumu‘na gönderdi. Raporda Esen’de tespit edilen doku ve sperm örneğinin aynı kişiye ait olduğu belirtildi.

Raporda ayrıca Esen’in asılma dışında vücudunda tespit edilen belirtilerin ölüm meydana getirecek nitelikte olmadığı, iç muayenesinde kafatasında kırık, kafa içi kanama, iç kanama, beyin doku harabiyeti, iç organ ve büyük damar yaralanmasına rastlanılmadığı belirtildi.

Ölüm iple asılma sonucu meydana geldi

Raporda, ayrıcı yapılan incelemede kişinin asılma dışında travmatik tesirle öldüğünün tıbbi delilleri bulunmadığı anlatılarak, tespit edilen alkol düzeyinin de tek başına ölüm meydana getirebilecek düzeyde olmadığı vurgulandı.

Esen’in, zehirlenme sonucu öldüğü yönünde de tıbbi delillere ulaşılamadığı ve ölümün iple asılma sonucu meydana gelmiş olduğu belirtildi.

Cezaevi sevki öncesinde DNA örneği alındı

Bunun üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Esen’in otopsi işleminde vajinal sürüntü örneği ile sağ eldeki tırnak parçasında tespit edilen DNA profilleri üzerinde gerekli mukayese işlemlerinin yapılması için Uygun’dan DNA örneği alınmasına karar verdi.

Bu kapsamda yaklaşık 1 ay önce iki kadınla uyuşturucu kullanırken görüntülerinin sosyal medyada yer alması ardından düzenlenen operasyonda gözaltına alınıp tutuklanan Uygun’dan cezaevine sevk edilmeden önce DNA örneği alındı.

DNA örneği, karşılaştırma yapılması için Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesi’ne gönderildi. İncelemede Esen’den çıkan sperm ve dokuların Uygun’a ait olduğu belirlendi. Savcılığa gönderilen raporda Esen’de bulunan sperm ve doku örneklerinin, Ümitcan Uygun’un DNA’sı ile uyumlu olduğu belirtildi.