Köşe Yazıları

Nar Çiftliği, bilgelik ve mekan – Nur Elçik

0

Gencecik, aklı heves ve arzularla şevke gelmiş bir üniversite öğrencisiydim. Biraz kalender meşrepliğimi kanıtlama derdimden biraz da bir şeylerle kuvvetli bağ kurma ihtiyacımdan olsa gerek ders sonralarında Sultanahmet’in yayınevlerini dolaşıyordum. Bağlam Yayınları‘nı bilir misiniz? Şahane serileri vardır. Ben de psikanaliz serisi aşkına girmiştim Bağlam Yayınları odasına. Beyne bal çalan o kadar düşünürü sayfalarında gezdirmiş, kafanızı esastan karıştırmış, aklınıza gelen fikrin kitabını basmış yayınevinde bir altınsaray düşlerken, kendinizi, üstüste konulmuş, içeri girecek ananın “ben evladımı böyle mi yetiştirdim!” diye feryat basacağı dağınıklıkta, anarşist mekandan hallice bir odada buluyorsunuz. Ortasında da evliya sakallı, “gençliğinde ne yakışıklıdır.” diyeceğiniz hesapta bir amca.

Kendimce şirin olma hevesiyle sormuştum şuncacık nüktedanlığımla. “Amca, burlar niye böyle dağınık, nem kokuyor bi’ de.”diye. (Evet o zamanlar şahsına münhasır bir şirinlik tavrım var idi). Amcam yüzüme usulden gülümsedikten sonra demişti ki “Dert etme güzel kızım, mekan bilgiye de bilgeliğe de mani değil. Tam tersi onunla büyürsün, yeter ki mekanla yaşamayı bil.” Sonra bana durduk yere fasulyenin nasıl yetiştiğinden, onun hayatla bağından, Bağlam Yayınları’nın Zeki Müren sayısını neden beğendiğinden, içtiği çayın bildiği yerden geldiğinden ve sırf bu yüzden de bir tek çay içerken içinin ne kadar rahat olduğundan bahsetti. Bunlar olurken o, hep o dağınık mekandaydı. O, hep sevdiği yerde oturuyor, hatırlamak istediği bir şey oldukça raftan kitabını kapıyordu. Ben ondan sonra amcamı da, bilgeliğini de arada bir ziyaret ettim. Fasulyeyi kitaptan okurdum da fasulyenin duygusunu, fasulyenin duygusuna karşı insanın duygusunu amcam anlatabilirdi bi’. O zaman anlamıştım sanırım ihtiyacımızın bilgiden ziyade bilgelik olduğunu, bu bilgeliğin insana bilgiden ziyade hakikate bakmasını sağlayacak müstakil bir bakış bahşettiğini ve bilgeliğin mekandan nasıl beslendiğini.

Doğanın dilini öğrenmek

19-Narçiftliği(1)

Nar Çiftliği’nin benim için farkı işte bu yukarıda bahsettiğim bilgelik tavrıyla donanması. Nardane Hanım (Nar anne) bana, “Depresyona girdiğimi nasıl anlarım biliyor musun? Toprakla ilişkim bittiği zaman.” derken, doğaya her gidişinde cebinde sakladığı tohumları, doğanın bizden bağımsız da devam etmesine el vermek için yere bırakırken, çocukluğunu çiftlikte geçirmiş birini “onun göz görgüsü bile yeter” diyerek ihya ederken yahut topraktaki tüm bitkiyi tohumuyla çekmenin de soykırım olduğunu yinelerken mekanla kurduğu ilişkinin muhteviyatını özetliyordu aslında: Doğanın dilini öğrenmek. Yani gramerini çözmek, pratiğini yapmadan onunla yeter derece konuşalamayacağını bilmek, doğa dilinin edebiyatına, sanatına bulaştıkça keyfinin çoğalacağını görmek ve bu dilin bir ülke hükümranlığında değil, herkesçe konuşulabilir olma halkçılığında yükseldiğini bilerek bu adalete içkin bir saygı geliştirmek.

Nar Çiftliği nizamı bu saygı üzerinde temelleniyor işte. Bu nizam, hangi tohumun hangi tohumla ekilebileceği bilgisiyle yetinen kafalara inat, tohum yasasına isyan niteliğinde bir ata tohumu değişiminin onu bir değişimden daha büyük bir şeye dönüştürdüğü malumatıyla donanmanın, yanı başındaki ormanı alaşağı etmeye niyetlenenlerin karşısına her seferinde öfkeyle dikilen anlayışın başka bir hakikate tekabül ettiğini biliyor ve bu hakikatin derin bir kavrama melekesi gerektirdiğini anlatıyor bize. Bu nizam nar çiftliğinin fıtratında var. Mümtaz dayı, Ahmet abi, Taylan, Nar çiftliği ablaları /abileri, gün içinde samimiyetleriyle, fidelere dokunma itinalarıyla, birbirleriyle kurdukları kolektifvarimsi dayanışma biçimleriyle bu hükema tavırdan nasiplendiriyorlar sizi. Esastan bu böyle.

Başkaca şunu da biliyorum. Bu derin ve kapsayıcı hayata bakış zaviyesi kendinizi adil olmayan her tavrın karşısında konumlandırdığınızda sizden cesaret alıp genişliyor. “Hayır o çöpe gitmesin” dediğinizde, tohum yasasına isyan ettiğinizde, illaki dışarıdan alacağınız tarım kooperatiflerini seçtiğinizde, ekolojik temizliği seçerek bir yıkıcı markayı daha rafından etme erkiyle donandığınızda, kahvaltılığınızı sırf isyanını, inadını takdir ettiğiniz için Sarıkeçililer’den*1 almayı seçtiğinizde, HES’lere dudak bükmekten fazlasına niyetlendiğinizde, nerede dayanışma ihtiyacı olduğunu takip ettiğinizde, yahut Ankara’da ölenlere içten bir ah çekip elinizi tekrar yeşile verdiğinizde bu bilgelik de güçleniyor yeşile dair inşa edici vasilik de.

Bulunduğunuz mekanla ilişkiniz o mekanı da sizi de içine katıp ilerliyor. Mekan sizi, siz mekanı sahipleniyorsunuz. Dünyaya borcunu ödemeye gönüllenmiş anlatılarınızı genişletip, doğanın tarihinden çalan yüzsüzlerin ürettiği politika karşısında bu sefer mekanınızla birlikte ve hep daha üretken, daha esaslı bir şekilde duruyorsunuz. Misal, Nardane Hanıma kırsala yerleşme planlarımdan (hayal diyenin dilini mühürlerim!!) bahsettiğimde bana “Bir yere sahip olmak onun tapusunu almakla olmaz, onunla birlikte yaşayıp yaşayamayacağını görmelisin.” dediğinde mevzunun bitkileri tanımak, orada ne yetiştiğini görmek kadar, kırsalın duygusal coğrafyasını çıkarmakla, bir mekanı ikbal arzusuna kapılmadan anlama ve anlatma merakıyla ilişkili olduğunu biliyorum. Bunun da mekanla eşit ve derleyici bir ilişki kurarak, ortak düşmana karşı birlikte direnmemi sağlayacağını görüyorum.

Ahmet Hamdi Tanpınar diyor ki “Yolculuk benim üzerimde daima iyi ve unutturucu bir tesir yapar. Istıraplarımızın, üzüntülerimizin mekânla, yahut hayatımızın tabiî muhiti ile sıkı bir alâkası olsa gerek”. Madem ki gerçek yolculuk geri dönüştür*2, kırsal benim hem mekanım, hem de yolumdur. Ben bu yolu layığıyla yürümekle mükellefim. Ne şanslıyım ki doğaya layık olanla bana layık olan arasındaki bağlar kuvvetli. Onun da en az benim kadar hakkaniyetli, ruhlu, duygulu bir şey yaratmaya niyetli olduğuna eminim. Bundan dolayıdır ki yeşilin kasidesini yazarken imtina edecek, bu imtinayı, her türlü talanı pazarlayanlar karşısında konumlanarak, bu dönüşteki dönüştürücülüğümü gözeterek koruyacağım. Ve her şeyin kökünden başlayacağım, Dostoyevski’nin dediği gibi, derin ve zengin kişiliğin ‘Suçluyum,’ demekle kurulacağını bilerek. Tabiat karşısında suçluyum ve fakat bu sefer ahde vefa için geliyorum.

Not: Nardane Hanım’a özel teşekkür etmek isterim. Veganlığım hep, sofrada vegan olanla yetinilmesi gereken bir yeme biçimi olarak algılanırken ilk defa sizin tarafınızdan insanları eşitleyici bir ayrıntı olarak esaslandı. Bana “sofrada herkesi eşitlemek adalettendir.” dediğinizde duygulanışım bundan. Nasıl olsa sofrada şu var onu yer diyerek mevzuyu yeme içme biçimine indirgemek yerine, birinin neyden mahrum kaldığının hesabını yapmak da bu dünyada oyunu adil oynamanın yolu işte. Ben veganlığımla hiçbir şeyden mahrum kaldığımı hiçbir zaman hissetmedim fakat, birinin, sofrada olandan yeterince nasiplenmeyeni görmesi, ona dair çözüm üretmesi bu ülkenin azınlık politikasına da, gelir bölüşümüne de merhem niteliğinde. Ve asıl bunun tadı çok başkaydı. Ellerinizden öperim.

.1 Sarıkeçililer: Anadolu’da yaşayan yörük kültürünün son temsilcilerindendirler ve hayvancılıkla geçinirler.

.2 Gerçek yolculuk geri dönüştür. Ursula Le Guin

20-Nur-Elcik

 

 

Nur Elçik

You may also like

Comments

Comments are closed.