Köşe Yazıları

Mesele kimin kazanacağı değil; kimin kazanmaması gerektiği

0

fft81_mf2311393Kazanmayı isteyenin kuralları ve araçları belirlediği; bu yetmezmiş gibi süreç içerisinde de araçları istediği gibi kontrol edebildiği bir seçime daha yaklaşıyoruz. Artık geleneksel hale geldi bu durum. Nasıl yapılacağı bile son ana kadar belli olmayan, hala belli noktaları karanlıkta kalmış bir Cumhurbaşkanlığı Seçimi ilk turuna 10 gün kaldı. Bu özellikleriyle Dünya’da eşi benzeri görülmemiş, pek de görülmeyecek bir seçim süreci yaşıyoruz. Bir tarafta devletin tüm olanaklarını kullanan (Nasıl kullanmasın? Aday şu anda zaten Başbakan ve herhangi bir bürokrat demokratik işleyiş gereği olanlara itiraz edecek olsa neler olur tahmin edebiliyoruz!) bir aday, diğer tarafta ise kendilerini aday gösteren parti ya da partiler ile seçmenlerinin çabalarıyla bir takım işler yapmaya çalışan iki aday var.

Durum böyle olunca örneğin İstanbul’da gerçekleşen bir açılışta aday, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı gibi söze başlayıp, Başbakan gibi devam ediyor. Bu sırada dinleyenler onun Cumhurbaşkanlığı logosunu taşıyan bayraklar sallarken o Dünya liderliği ile Cumhurbaşkanlığı adaylığı arasında gidip gelirken kendisini eski futbolculardan oluşan bir takıma goller atarken bulabiliyor. Hem de sırtında 12. Cumhurbaşkanı olmaya aday olması sebebiyle 12 numaralı formayı taşırken. İşin daha ilginci tüm bunların giderleri bir futbol takımının kasasından çıkıyor ve bu tür yardımları denetlemesi gereken kurumların ne kadar “iyi çalıştığını” biz 30 Mart’ta gördük. Belediyeye bağlı bir takımın, bir adaya “Gol-Show” yaptırması mesela, bu bol eksikli seçim mevzuatında hangi maddeye denk geliyor bilen var mı? Sadece ve sadece, bu işleri denetlemesi gerekenler İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır’da billbordların hangi adaya kaç paraya kiralandığını şeffaf olarak ortaya koyabilirler mi? Hangi şehirde adaylara eşit, hangi şehirde ise farklı davranılıyor öğrensek! Belki de bir adaya maddi yardım yapmanın tek seçeneği, bankaya para yatırmak değildir?

Bu sadece bir örnek! Adaylık konuşmalarının yapılacağı yerlere, bu ülkenin Başbakan’a tahsis ettiği uçağa binerek gidilmesi ve dolaylı olarak tüm vatandaşların cebinden seçim çalışmaları için “yardım” toplanması ise başka bir örnek. Örnekler çoğaltılabilir ama sonuç değişmez. Adil olmayan bir seçimle karşı karşıyayız ve ne yazık ki bu adil olmama durumunun oylar kullanıldıktan sonra devam edeceğine dair korkular da çok az sayıda kişide görülen bir durum değil. Peki ne yapmak gerekir?

Öncelikle bu seçimle ilgili en net bilinen gerçeği tekrarlamakta fayda var: Üç adayın yarıştığı, iki turlu bir seçimle karşı karşıyayız ve seçimin tek turda bitmesi için bir adayın geçerli oyların %50’sinden fazlasını alması gerekiyor. En geniş katılımlı anket olan son yerel seçimlerde ortaya çıkan sonuç gösterdi ki iki adayın temsil ettiği parti ya da partilerin oyları yüzde olarak eşit. Diğer aday olan Selahattin Demirtaş’ın ise başarılı ve geçmişten farklı bir seçim kampanyası ile etkisini arttırdığı ortada. Seçimin ikinci turunda adayı elenen seçmenin ne yapacağı konusu belki de, şu günlerde yapılan propagandadan bile daha önemli. Örneğin Ekmelleddin İhsanoğlu’nun “Eğer aday olmasaydım oyumu Demirtaş’a verirdim” çıkışı ikinci tur için yapılmış “ince” bir gönderme. Çünkü büyük ihtimalle ikinci turda Demirtaş aday olmayacak ve oyunu kime kullanacağı çok önemli bir hal alıyor.

Tekrar seçimin o basit aritmetiğine dönersek ilk turda desteklediğimiz aday seçilemeyecek olabilir ama oy kullanmak, istemediğimiz adayın seçilmesini engelleyecektir. Eğer ilk turda desteklediğimiz aday ikinci tura kalırsa zaten ortada bir sorun yok. Aynı oyu tekrar kullanabiliriz ve elenen adayın seçmeninin de bizimle aynı oyu kullanmasını bekleriz. Fakat kalmazsa, o zaman oyumuzu en azından kazananı değil kaybedeni belirlemek için vermek gerekir. Bu gibi enteresan denklemli seçimlerde kazananı belirleyemiyor olabiliriz ama kimin kaybedeceğine karar verebiliriz. Ve sadece son 1.5 yıla baktığımızda da bu gibi bir hareketin arkasını dolduracak yeteri kadar hem politik, hem de insani argüman bulabiliriz. Sandığın başına gider, üç adaydan kendimize en yakın olana oy verir, daha sonra da aynı davranışı bu sefer iki aday için tekrarlarız. Evet, belki hangi üç adaydan ikisi kalsa da “yanı başımızda” bir aday bulmakta zorlanabiliriz ama hangi adayın çok çok uzakta olduğu konusunda sorun yaşayacağımızı da sanmıyorum.

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

https://twitter.com/Urbarli

You may also like

Comments

Comments are closed.