Yeşeriyorum

Kürt Sorununun Şiddetsiz Çözümü

0

Gates gitti operasyon bitti.
Savaş sirenlerinin zoruyla ortaya çıkan sanal karartma da sona erince, döndük baktık ki her şey olduğu yerde duruyor! Hala İstanbul’dayız trafikle boğuşuyoruz, zorunlu din dersinden, türbandan, çocukların okul taksitlerinden konuşuyoruz, bu arada Kürt sorununda da hala başladığımız yerdeyiz. Aslına bakarsanız, nasıl Irak savaşı olmadıysa sınır ötesi harekat da hiç olmadı. En azından bu harekat yapılmış olsaydı Kürt sorununda bir mesafe kaydederdik. Evet evet bu sınır ötesi harekat hiç olmadı, olduysa da çatışmalarda ölenlerin analarının, babalarının, kardeşlerinin ve sevenlerinin yüreğinde oldu. Her şey sanaldı. Ben televizyonda gördüm tüm ayrıntıları, silahları, bombaları, helikopterleri, top mermilerine ve bombalara yazılan mesajları. O mesajları yazan askeri de gördüm. Daha önce Hollywood filmlerinde de görmüştüm bombalara mesaj yazıp gülümseyen askerleri… Niçin bu mesajları yazdıklarını düşündüm. Sizce trajik değil mi? Bir biçimde ölüme gönderdiği insanlarla iletişim kurmaya ya da kendilerince oyun oynayıp, eğlenmeye çalışıyorlar. Hiç şüphem yok ki askerlerin seçme şansları olsa bombalar yerine sevgililerine mesaj yazmayı tercih ederlerdi.

Her neyse, olduysa da olmadıysa da sınır ötesi hareket bitti ve anlaşıldığı kadarıyla Kürt sorununun çözümüne ilişkin tartışmalar yeni bir boyut kazandı. Artık tartışma sivil çözüm ana başlığı altında yapılıyor. Biz Türkiye Yeşilleri de bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da bu tartışmanın doğrudan ve etkin bir tarafı olmak niyetindeyiz. Sivil çözüm arayışlarının siddet karşıtlığı zemininde oluşması gerektiğini düşünüyoruz. Tartışmada kimin yanındayız, kimlerle dayanışma halindeyiz sorusunun yanıtı da kuşkusuz bizim için çok net, her zaman olduğu gibi şiddete maruz kalanların yanındayız. Kimler mi şiddete maruz kalıyor? Cenazesini toprağa verirken yas tutamayan, tutmasına izin verilmeyen, “davamız için feda olsun” ya da “vatan sağ olsun” demek zorunda bırakılanlar. Gaz ve zora dayalı bir hamaset söylemiyle “ölmek”, “öldürmek “ zorunda bırakılanlar. Biz en başta bu insanların yanındayız.

Kuşkusuz şiddetin bin bir çeşidi var. Kürt sorunu bağlamında da en temel sorunlardan biri kültürü ve diliyle bir topluluğu yok saymaktır ki bu şiddet sona ermeden Kürt sorununun çözümü olanaklı değildir.

Uzun yıllardır sol siyasette savunulan ”ulusların kendi kaderini tayin hakkı” temelde etik olarak doğru bir ilke olmakla birlikte biz yeşillerin ulus ve uluslaştırma sürecine ilişkin çok ciddi eleştirilerimiz var. Uluslaştırma sürecinin kendisi, çokluğu tekliğe dönüştürme sürecidir ve bu biçimiyle de açıkca şiddet içerir. Bu nedenle biz “Yeşiller” ulus kavramı yerine doğadan öğrendiğimiz ekosistem, biyo-bölge kavramlarıyla düşünmeyi tercih ediyoruz.Yani çok kültürlü, çok dilli insan topluluklarının içinde yaşadıkları doğal cevrede hem kendi aralarında hem de birlikte var oldukları canlı ve cansız yaşam formlarıyla kararlı bir denge halinde olma durumunun bu tür sorunların çözümünde yol gösterici olacağına inanıyoruz. Aslına bakarsanız ister tarihsel olarak bakalım istersek doğanın bilgeliğine başvuralım tek başına bir Kürt sorunundan söz etmek doğru değildir. Bir Ortadoğu hatta Kafkasya’yı da içine alan daha geniş bir bölgenin sorunundan bahsedilmelidir. Bu geniş bölgede binlerce yıldır Yezidiler, Keldaniler, Asuriler, Türkmenler, Araplar, Farslar, Ermeniler, Kürtler ve daha onlarca farklı topluluk bir arada kararlı bir denge içinde yaşadı ve binlerce yıl sürdüğüne göre de bu bir tesadüf değildi. Aslına bakarsanız bu kararlı dengenin bozulmasının temel nedeni, zalimce bir şiddet biçimi olan yapay çizilen sınırlar içinde uygulanan uluslaştırma sürecinin ta kendisidir.

İzlediğim kadarıyla sivil çözüm tartışmaları zifiri karanlıkta kimse birbirini duymazken zorlu bir labirentte doğru yolu aramaya benziyor. Tartışmaya taraf olan kimi kesimler de yapılan işin poker oynamak olduğunu sanıyor olsalar gerek blöfler ve restlerle ortalığı gerip kazanma hırsıyla yanıp tutuşuyorlar. Oysa bu oyunda taraflardan birinin kazanma şansı yok. Ya hep birlikte kazanırız ya da hep birlikta kaybetmeye devam ederiz. Demokrasi, özgürlük, adalet gibi kavramların ne kadar önemli olduğunu kuşkusuz hepimiz biliyoruz ve anlıyoruz. Ancak bunların ötesinde DTP dahil sorunun ve tartışmanın taraflarının açıklanmış anlaşılır ve detaylı bir politikalarının olmayışını anlamak mümkün değil. Aslına bakarsanız diplomatik dille hazırlanmış bir planın da sorunun çözümünün anahtarı olduğuna inanamıyorum.

Öyleyse ne yapmalı?

Günün ağarmasına daha çok var ama en azından ay ışığını bekleyelim. Kocaman bir sofra kuralım. Herkez otursun sofranın bir kenarına, birbirimizin konuğu olalım yiyelim içelim söyleşelim. İçimizde biriktirdiğimiz ağuları ortaya dökelim, acılarımızı paylaşıp doyasıya yasımızı tutalım. Uzaklarda çalınan bir rembetiko dinleyelim, belki bir rumeli türküsü mırıldanırız. Bir kürt ninesinden mem-u zin i dinleyelim. Soframızın adı Gağant olsun, süryanilerin damıttığı şarabı içip kırk gün kırk gece halaya duralım. Kırk günün ardından hala olmadıysak ve utancımızdan yerin dibine geçmeyeceksek bari ABD başkanına gidelim de bizi barıştırsın.

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.