Katliam, Uludere, sezaryen ve kürtaj

Uludere’de (Roboski) 34 tane sivilin uçaklar tarafından bombalanarak öldürülmesi, hükümeti şimdiye kadar hiç görmediğimiz şekilde ne yapacağını bilemez bir hale soktu. İlk önce işin üstü kapatılmaya çalışıldı, medya susturuldu. Yalanlama gelinceye kadar olayın ne olduğunu duyurmaktan korktu gazeteciler. Sonra yaşananlar yalanlandı ama kimse yalan olan konuyu bilmediği için saçma sapan bir ortam oluştu. “Öğrenemediğimiz durum, yalanmış yani aslında olmamış” dendi. İlk defa korkudan ne olduğunu söylemeden, ne olmadığını söyledi medya.

Aradan zaman geçti, olay kabul edildi. Soruşturmalar açıldı, araştırmalar içerisinde unutturulmaya çalışıldı. Unutturulmaya çalışılan, günlerce soruşturulan olay aslında çok da karışık bir durum da değildi. Görüntüler geliyor, birileri görüntüleri izliyor, sonra da uçaklar gidip bombalıyor. Üç eylem var, bu üç eylemi yapan da büyük ihtimalle iki özne var. Görüntüleri gönderenler bir özne, izleyip, uçakları gönderenler de ikinci özne.

Sonuçta ne oldu peki? Aslında Türkiye’de yaşananların yavaş yavaş unutulması ve şehir şehir gezdirilen davanın zamanaşımından düşmesi beklenirdi, normaldi fakat bu sefer her zamankinden farklı oldu ve unutulmadı yaşananlar. Köşe yazarları yazmaya başladı, milletvekilleri dile getirmeye başladı, Uludere’de öldürülenlerin yakınları hesap sormaya başladı. Gün geçtikçe bu katliam ve sonrası daha boğucu bir hal aldı hükümet için. Eskiden olsa ordunun üzerine atılıp geçilebilirdi fakat artık düşünce ikliminde imkan da yoktu.

Bu sırada bir ABD gazetesinde çıkan haberle, katliam tam olarak ulusal ve uluslararası gündeme oturdu. Vur emrini kimin verdiği bir kenera bırakıldığı için, eksik de olsa tartışmalar başladı. Başbakan açıklama yaptı, muhalefet açıklama yaptı, herkes açıklama yaptı. İşte tam bu sırada Türkiye siyasetinin Yıldırım Akbulut görünümlü Mehmet Ağar’ı bakan İdris Naim Şahin ortaya çıktı ve vur emrini verenleri açıklayıverdi. Durmadı Şahin, 34 tane sivilin aslında hükümet tarafından “ne” olarak görüldüğünü de açıkladı. Figüran dedi ölenlere, PKK ile ekonomik bağları olmakla suçladı. Bu açıklamalar o kadar kabul edilemezdi ki, AKP içerisinden de tepki gördü. İdris Naim Şahin, Akbulut yanının ağır bastığı açıklama ile, Ağarvari bir sonuç elde etti ve duvardan bir tuğlayı çekti. Duvar yıkılırken hükümetin yardımına Başbakan koştu. Gündem değiştirilmeliydi. Değiştirildi. Yoksa hükümetin yanında AKP içerisindeki kanatların mücadelesi sorunu da eklenecekti.

Başbakan gündemi hiç beklenmedik bir konuyla değiştirdi. Sezaryen ve kürtaj üzerine bir açıklama yaptı Başbakan. Onun yerine cemil Çiçek zina ile ilgili bir açıklama da yapabilirdi aslında. Toplumun muhafazakarlaştırılması açısından nereye dokunması gerektiğini iyi bildiğinden, isabetli bir açıklamaydı. Zaten, büyük ihtimalle, kafasında olan bir konu için de kamuoyunun nabzını ölçecekti Başbakan. Fakat bilinçaltı yine (ilki için: Tek din, tek din, tek din) Tayyip Erdoğan’a oyun oynadı ve açıklamada ağzından “Her kürtaj bir Uludere’dir” cümlesi çıktı. Tam olarak ““Bunların planlı, ülke nüfusunun artmaması için atılan adımlar olduğunu biliyorum. Bununla bu ülkenin nüfusu bir yerde durduruluyor. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Bu ifademe karşı çıkan bazı çevrelere, medya mensuplarına da sesleniyorum. Yatıyor-kalkıyorsunuz; Uludere diyorsunuz. ’Her kürtaj bir Uludere’dir’ diyorum.” dedi Başbakan. Gündemi değiştirirken bile Uludere’den kurtulamıyordu Başbakan. İnsan öldürmeyle ilgili örnek vermek isterken, aklına Uludere geldi.

Açıklamadaki kürtaj kısmını bir yana bırakıyorum. Doğrudan kadın bedeni üzerinde olan bir konu hakkında, bir erkek olarak konuşmayı doğru bulmuyorum, ve daha da önemlisi bu hakkı kendimde görmüyorum. Başkalarının bedeni üzerinde söz sahibi olma hakkını kendimde gördüğüm bir düşünceye, inanca da sahip değilim. (Sadece kürtajın yasal olmadığı bir ülkede, kadın ölümlerinin daha yüksek olduğunu biliyorum. Çünkü yasaklamak, merdiven altına atmaktır aynı zamanda.) Fakat sezaryen konusu önemli ve enteresan. Bu konunun da kadın bedeni üzerinde olan ve bana söz düşmeyen tarafları var tabii ki. Onlara girmeyeceğim fakat bir de işin başka bir boyutu var. Endüstriyel sağlık boyutu.

Bugün sağlık sisteminin geldiği nokta itibariyle, “ne kadar hasta, o kadar para”, “ne kadar tetkik, ne kadar tahlil o kadar para” mantığı tepeden inme bir şekilde oturtulmuş durumda. Ve tabii ki hız! Hızlı olacaksınız, mümkün olduğu kadar çok tahlil isteyeceksiniz. Yoksa seni değerlendirdiğimiz “performansın” düşer. Çok şeyi, en kısa sürede yapmanın olumlandığı bir sistemi getirdi koydu AKP! Şimdi ise bunun sonucuna karşı çıkıyor.

Düşünürsek normal doğum ve sezaryen doğum burada hangi konumlara oturuyor? Başbakan’ın ağzı sezaryene karşıyım derken, eli sezaryeni kaçınılmaz kılan sistemi daha da kaçınılmaz yapıyor? Endüstriyel sağlığa atılan her adımın, istatistikleri normal doğumdan, sezaryene çevirdiği açık değil mi? (Bu arada açıklamalarda bir de “Sezaryen cinayettir” cümlesi var ki, eğer yine bir dil sürçmesi değilse, Başbakan’ın sezaryenin ne olduğunu bilmemesi gibi bir durumla da karşı karşıyayız demektir.)

Sonuç olarak, Başbakan hükümetini sıkıştıran bir konuda, daha önce de benzerlerini yaptığı gibi kadına yönelik olarak muhafazakar bir çıkışla (Başörtüsü?) konuyu değiştirmeye çalıştı. Fakat ortaya çıkan sonuç gösterdi ki artık pek hareket alanı kalmamış durumda bu manevralarda. Uludere’ye düşen, kürtaja sarılır mantığıyla elbette bazı etkiler yaratabilir fakat olmuyor, farkediliyor. Hem artık hükümet Uludere’den kaçamaz hale geldi. Bu katliamın sorumluluğu ister istemez hükümete dayandı. Hem de yöneten kimse sezaryenden şikayet edemez, endüstriyel sağlık onlar sayesinde artık her yerde! Şimdiye kadar bu konuda en ufak bir adım atmayıp (Ebe doğumlarının arttırılması, gebe okullarının yaygınlaştırılması, medya kampanyaları, ağrısız doğumun yaygınlaştırılması ve hekimin malpraktis korkusunun azaltılmasına yönelik çalışmalar) akla gelince bu konuyu dile getiremezsiniz. Bu istatistikler ve bu ölümler sizin eseriniz.

Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net

https://twitter.com/#!/Urbarli

Koray Doğan Urbarlı
Koray Doğan Urbarlıhttp://urbarli.net
İzmir’de doğdu. İzmir Kız Lisesi’nden sonra Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi. İlk önce Ege Üniversitesi Sosyoloji’de, sorasında da Ankara Üniversitesi Sosyoloji’de yüksek lisans yapmaya başladı. İkincisine devam ediyor. Bir kamu belediyesinin Dış İlişkiler Müdürlüğü’nde beyaz yakalı işçi olarak hayatına devam ediyor. Yeşil Gazete ekibine köşe yazıları, Türkiye, spor ve Dünya haberleri ile katkı sunuyor.

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Otoban

Otoban yapılmaya başlanmasıyla birlikte şehrin küçük nüfusunu oluşturan otomobil sahipleri yayalara değil, yayalar onlara tabi kılınmaya başlandı.

Kazdağlarını savunmak ve kurumların sessizliği: Yeni toplumsallık

'Üzerinde düşünülmesi gereken, neoliberal pratiklerle frenlenmiş toplumsal dinamik ve mekanizmaların baskı ve zor araçlarıyla kuşatıldığı şartlarda nasıl bir direnişin örülebileceğidir.'

Tanrı ve şiddet

İlahi şiddetin amacı hukuksal bir yaptırım ya da düzen değil, aksine kurbandır.

Açık Radyo’dan mesaj var: Buradayız, hazırız, neşemiz daim!

'Kainatın tüm seslerine açık' Açık Radyo,, sesini kesmek isteyenlerine inat cıvıl cıvıl, hareketli, ziyaretçi akınından başını kaldıramadan 30. yaş gününe ve dinleyicisiyle buluşmaya hazırlanıyor.

Kazdağları, yeniçeriler, madenler: Enter! – Gizem Kastamonulu

Cengiz Holding, hukuku da yanına alarak bakır madeni için Kazdağları'nda ağaç kıyımına başladı. Bu talanı durdurmak için Kirazlı'daki sesi yeniden yükseltmekten başka çaremiz yok.

EN ÇOK OKUNANLAR