Editörün SeçtikleriEkolojiHayvan HaklarıManşet

İzmir’de bir ‘böcek okulu’: Öteki’ni tanımak, önyargıları değiştirir mi?

0

Haber: Melisa GÖNEN

*

Sucul ortamlardan çöllere,  okyanusların derinliklerinden dağların zirvelerine, maden ocaklarından metropollere kadar her ortamda rastlayabileceğiniz böcekleri yeterince tanıyor musunuz? Böcekler hakkında yeterince bilgi sahibi misiniz? Böceklere karşı yaklaşımlarınız doğru bilgiye mi dayanıyor?  Bu sorular karşısında vereceğiniz yanıt “hayır” ise, böceklere karşı tepkinizi yeniden gözden geçirmeniz gerekiyor. Çünkü korkuya ve bazen de tiksinmeye dayalı tepkiler büyük ölçüde bilgisizliğimizden kaynaklanıyor. Böcekler hakkında yeterince bilgi sahibi olmadan oluşturduğumuz önyargılardan beslenen ötekileştirici tutumlarımızı terk etmek, böceklerin görkemli dünyasına yakından bakabilmekten geçiyor.

Yaklaşık 400 milyon yıldır dünyada var olan böcekler, bir milyonun üzerinde bilinen tür sayısıyla hayvanlar alemi içinde en büyük grubu oluşturuyor. Bazı türler milimetrenin yedide biri boya sahipken, bazıları kanat açıklığıyla 30 santimetreye ulaşıyor. Erginleri üç çift bacak ve iki çift kanat taşıyan bu eklembacaklı canlılar, dünyanın hemen her yerinde farklı habitatlarla uyum içinde yaşayabiliyor.

İnsan ise  yaşamı böceklerle paylaşırken ekolojik ortaklığı yeterince gözetmiyor. Genellikle korktuğumuz, tiksindiğimiz, uzak durduğumuz böceklere karşı yaklaşımlarımız yarar-zarar ikilemiyle desteklenen bilgi eksikliğine dayanıyor.

‘Öteki’nin bertarafı

Yaşadığımız kentler, estetik algı ekseninde oluşturulan politikalarla yönetiliyor. Kentsel peyzaj tasarımlarıyla “istenmeyen” ya da “yabani” olarak nitelendirilen otların yerini daha “estetik” bitkiler alıyor. Caddeler birer vitrin gibi kullanılıyor. Beton, toprağı büyük bir hızla örtüyor. Dikey mimari yükseldikçe toprak ayağımızın altından kayıp gidiyor, toprağın yerini gri ve simetrik tasarımlar alıyor. Her şeyi bir düzen içinde görmek isteyen kent yaşamı, böceklerin “başına buyruk” yaşamına tahammül edemiyor. Beklenmedik karşılaşmaların önüne geçmek için kullanılan kimyasal ilaçlar, yarar-zarar  mekanizmasına olan bağlılığımızı arkasına alarak  kent içindeki böcek çeşitliliğini görmezden geliyor. Kentlerde etrafımız, kendi türümüzle o kadar çok sarmalanıyor ki, kendimizi  her şeyin merkezine yerleştiriyoruz. Böylece insanlığın kırsalda benimsediği ortaklaşa yaşam kentte “öteki”nin bertaraf edilmesinin mücadelesine dönüşüyor.

Böcekler yeryüzünden yok edilirse ne olur? 

Tarım arazilerinin açılmasıyla ormansızlaşma, işgalci türlerin farklı yaşam alanlarına taşınmak durumunda bırakılması, ekosistemleri zehirleyen kimyasalların kullanımı, iklim değişimi ve okyanus asitlenmesine neden olan karbon salımları, aşırı üretim ve tüketim… İnsan eylemleri sonucunda türler yok oldukça ekosistemin kritik denge sınırları da aşılıyor. Çevre bilimci E.O. Wilson, ekosistem döngüsünde böceklerin önemine dikkat çekerek, besin zincirindeki devamlılığı ve insanlar da dahil canlı türlerinin devamlılığını böceklerin tür çeştililiğinin korunmasıyla ilişkilendiriyor. Bilim Yazarı Dr.Pedram Türkoğlu ise, böcekler yeryüzünden kaybolursa ne olur, sorusunu şöyle yanıtlıyor:

“Soruyu böcekler açısından değil de eklembacaklılar açısından ele aldığımızda daha kapsamlı bir değerlendirme yapabiliriz. Çünkü kırkayak, örümcek gibi böcek olmayıp ekosistem için çok önemli nişleri olan eklembacaklılar var. Soruyu yanıtlarken çiçekli bitkilerden de söz etmemiz gerekiyor. Çiçekli bitkilerin atalarının Kretase‘nin başlarında, yaklaşık 134 milyon yıl önce evrimleştiğini göz ardı etmemeliyiz. Dolayısıyla yaklaşık 3 milyar yıllık canlılık tarihinde çiçekçi bitkilerin varlığı ekosistem için zorunlu değil. Ancak yaklaşık 100 milyon yıldır evimleşen fauna ve flora çiçekli bitkilerle iç içe seçilim gösterdi. Bu yüzden böcekler yok olursa, polinasyon(tozlaşma)  da çok büyük oranda kaybolacağı için çiçekli bitkilerin neredeyse hepsi yok olmaya mahkum kalacak. Bu durum, insanların sentetik yöntemlerle çiftçiliği sürdürmesini gerektirecek, bu da ekonomik açıdan verimli olmayacak.

Böcek türlerinin varlığının, ekosistemde yer alan  çiçekli bitki türlerinin  yaşamının devamlılığında ne kadar önemli rol oynadığını aktaran, böcekler yeryüzünden yok olursa ne olur, sorusuna verdiği yanıtı detaylandıran Dr. Pedram Türkoğlu “Çiçekli bitkiler yok olunca çiçekli bitkilerle ve eklembacaklılarla beslenen hayvanlar da yok olacak. Çürüyen organik maddeleri ayrıştıran eklembacaklılar olmadığı için çürüme işlemi aksayacak, ekosistem ile birlikte insan yapımı tarım ve sanayi de çökecektir”  ifadelerini kullansa da, canlılığın beş büyük kitlesel yok oluştan sağ çıktığını sözlerine ekleyerek evrimsel gerçekliği hatırlatmayı ihmal etmiyor. Bizi,  türlerin kaybıyla ortaya çıkacak “felaketler” silsilesiyle yüzleştiren Dr. Türkoğlu, bu “felaketlerin” canlılığın sonu olmayacağını ancak hayatta kalan türlerin boşalan ekolojik nişleri dolduracağını ve değişen çevre şartlarına uyum sağlayan türlerin seçilim göstereceğini belirtiyor ve bu türler içinde Homo Sapiens’in yer alıp alamayacağı konusunda açık kapı bırakıyor: “Hayatta kalan türler arasında Homo Sapiens belki olur, belki olmaz o ayrı bir konu” diyor.

Bilim insanları altıncı bir yok oluşun insan eylemleriyle gerçekleşebileceği “antroposen” çağı hakkında uyarılarda bulunmaya devam ederken bizler kentte kendi türümüz dışındaki türlere yabancı bir yaşam sürüyoruz. Oysa sebep olduğumuz ekolojik sorunlar binlerce türü etkiliyor. Peki biz, diğer türlerin yaşam mücadelesinin farkında mıyız, bu, günümüz kentlerinde ne kadar mümkün?

Dünya Bankası verileri, Türkiye’de 2020 yılında kentsel alanlarda yaşayan nüfus oranının %76 olduğunu gösteriyor. Her şeyin bir düzen ve zamanlanmış programlar içinde sürdüğü kentlerde, göstergeler bombardımanı altında ritmik hareketlerle ilerlediğimiz sokaklarda fark etmediğimiz ne var? Kentlerde insanlar arasında yaşamaya uyum sağlamak zorunda kalmış hangi türlerle bir aradayız? Bu sorulara cevap aramak,  bir an için durmayı, kendi türümüzün kalabalığı içinde fark etmediğimiz “şeyler”i görmeyi gerektiriyor.  Trafik ışıklarında karşıdan karşıya geçerken omzunuza konan bir böcek, kafede otururken çayınızın buharının üzerinde uçarken bir anda göz göze geldiğiniz bir başka böcek… Böceklerle hep bir aradayız, yaşamı paylaşıyoruz. O halde artık sadece “böcek” demesek mi?

Böcek Farkındalığı Yaratma Projeleri‘nin (BÖFYAP) lideri,  Ege Üniversitesi‘nde Taksonomi ve Sistematik ile Uygulamalı Entomoloji alanlarında çalışan Prof. Dr. Serdar Tezcan ile böceklerin büyüleyici yaşamını konuştuk.

 

BÖFYAP-Böcek Okulu projesi nasıl ortaya çıktı, proje sürecinden biraz bahseder misiniz?

BÖFYAP (Böcek Farkındalığı Yaratma Projeleri), canlılar içinde en büyük grubu oluşturan böcekleri topluma tanıtmak, bilgilendirerek sevdirmek ve farkındalık yaratarak toplumun böcekler hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamak üzere çok aşamalı bir proje olarak 2007-2014 yıllarında TÜBİTAK Bilim ve Toplum Projeleri kapsamında yaşama geçirildi. Ege Üniversitesi’nde ilköğretim öğrencileri ile öğretmenlere yönelik olarak yürütülen projeler, teorik ve uygulamalı eğitimler şeklinde, bin 575 katılımcı ile gerçekleştirildi.

Bilim toplum projeleri içinde örnek gösterilen beş proje arasına giren BÖFYAP, doğadaki farklı alanlarda böceklerin işlevlerinin gözlenmesine, makroskobik ve mikroskobik düzeyde incelenerek yakın temas sağlanmasına olanak tanıdı. Böcek farkındalığını artırmak için gerçekleştirilen resim, fotoğraf çekimi, böcek müzesi ziyareti gibi atölyelerin yer aldığı çalışmalar 15-25 kişilik gruplar halinde ve halk sağlığı uzmanı ve eğitmenlerin de yer aldığı farklı uzmanların danışmanlığında gerçekleştirildi.

Böcekleri neden ötekileştiriyoruz, korkularımızın ve önyargılarımızın kaynağı nedir?

Böceklerin bazılarının yol açtığı ya da taşıdığı pek çok hastalık yine böcekler arasında bulunan az sayıdaki bazı türlerin giysilere, barınaklara, yetiştirilen veya depolanan yiyeceklere verdikleri zararlar da düşünüldüğünde, böceklerden korkunun temellerinin çok eskilere ve derinlere gittiği görülebilir. Oysa böcekler dünyası çok zengin. Bazı sorunlara yol açan türlerin sayısı, bir milyonu aşan böcek türü içinde ancak birkaç yüzü bulmakta.

Böceklerin yaşamına ilişkin bilgi eksikliğimizin yerini çoğu zaman başka şeyler dolduruyor. Dolayısıyla doğru olan bilginin gündeme gelmesi gerekiyor. İnsanların böcekler hakkındaki eksik bilgisi, yanlış bir düşünce oluşturarak korku duygusunu yaratıyor. Korku, olayları daha kronik hale getiriyor. Korku başlayınca, korkunun en kolay tepkisi olarak savunma davranışları ortaya çıkıyor. İnsanlara zarar vermeyecek türlerin zarar görmesiyle sonuçlanan davranışlar sergileniyor. Bizlere zarar vermeyecek türler, onlara karşı oluşturduğumuz kalıplaşmış yargılar nedeniyle yok ediliyor. 20. yüzyılın ikinci yarısından bu yana, son 75 yıldır böyle bir sürecin yaşandığını söyleyebiliriz.

“Böcek savar değil, böcek sever bir nesil” inancıyla bilgiye dayalı farkındalık oluşturmak için yola çıktığınız proje, yaklaşımlarımızın doğru bilgiye dayanmadığını, bakış açımızın değişebileceğini gösterdi. Sizce böceklere yaklaşımımız onlarla olan iletişim eksikliğimizden mi kaynaklanıyor?

Dünya çok hızlı değişiyor. Sanayi Devrimi’yle başlayan değişim, bilimde ve teknolojide çok büyük değişiklikleri gündeme getirdi. Özellikle 20. yüzyılın ortasından itibaren kimya ve tarım alanında meydana gelen değişimler tüm yaşam alanlarını etkiledi. Bu değişimden, diğer canlılar gibi böcekler de etkilendi. Nüfus artış hızının yükselmesi, pekçok doğal alanın yerleşim, tarım ya da sanayi amaçlı kullanılmasına neden oldu. Doğal yaşam alanları kent içinde kaldı ya da kentleşti. Bu durum habitatların, biyotopların bozulmasını gündeme getirdi. Böceklerin, bitkilerin yaşam ortamları hızla değişmeye başladı. Artan tarımsal faaliyetlerde zehirli kimyasallar,  funguslara, bakterilere, böceklere, bitkilere ve diğer canlılara karşı yoğun şekilde kullanılmaya başlandı.

Doğada olup bitenleri gözlemleyebildiğimiz, ortaklaşa ve bağımlı bir yaşam sürdüğümüz süreçlerin evrimini düşündüğümüzde kendimizi bambaşka bir yerde  konumlandırdığımızı ve  insanmerkezci bakış açısını benimsediğimizi gözlemliyorum. Böyle bakarsak böceklerin aslında bize hep “yabancı” olmadığını söyleyebilir miyiz?

Kentler büyümeye başladıkça 20. yüzyılın ortalarında kırsal alandan kente göç olgusu kendini gösterdi. Daha önce insanlar, genellikle tek katlı ve bahçeli evlerde yaşıyorlardı. Dolayısıyla böceklerle bir aradaydılar. Karıncalar odalarımızın bir ucundan evimize giriyor bir diğer ucundan çıkıyorlardı. Böcekler halımızın, kilimimizin üzerinde ya da odamızın herhangi bir köşesinde bizimle yaşayabiliyordu. Dikey mimari ile birlikte, insanlar böceklerin yaşadığı ortamlardan soyutlanmaya başladılar. Bir ölçüde ilişkilerimiz koptu. İlişkilerimiz koptukça gözlemleyerek öğrenme süreci de değişti. Bir karınca kolonisini doğada gözlemleyebilen çocuklar,  karıncaları bir belgeselde izleyerek tanıyabilir hale geldi. Bir böceği eliyle tutmamış, böceklerle temas kurmamış milyonlarca çocuğun olduğunu biliyor, böyle bir dünyada yaşıyoruz.

Böcekler bitkilerin tozlaşmasına katkı sağlıyor, ölü canlıların ve dışkıların doğaya tekrar kazandırılmasında rol oynuyor. Bazı zararlılarla beslendikleri gibi bazı türlere de besin sağlıyorlar. Yani böcekler doğanın dengesi için ciddi “sorumluluklar” üstleniyor. Peki ama böcekleri sadece yararları ya da zararları ile değerlendirmek ne kadar doğru?

İnsanlar, böceklere yararcı bakış açısıyla bakıyor ve yararcılık insanmerkezci bir bakış açışı. Bu bakış açısına göre tanıtılan türler var. Biz yararcılık üzerinden yapılan ayrımlara kitaplarda da rastlıyoruz. Ancak, bu bakış açısının dışında da bazı gerçekler var. Her canlının yaşamı, enerji, besin, madde, oksijen, karbondioksit döngüsü gibi doğal döngülere dayanıyor. Dünyayı bu haliyle ele alıp algılamak gerekiyor. Bazı böceklerin zehir kesesi var ve savunma mekanizmasını devreye sokarak karşısındaki canlıyı sokabiliyor. Bu yararcı bakış açısını değiştirmek için böcekleri, kendi gerçeklikleriyle kabul etmek gerekiyor. Biz, farkındalık yaratmak için başlattığımız çalışmalarda çocuklara bu gerçekliği de göstermek istedik.

Projenizde önyargıları gözlemle, etkileşim kurarak aşabileceğimizi gösterdiniz. Günümüz koşullarında kentlerde yaşayan bireyler için gözlem yapılacak alan bulmak mümkün mü?

Bornova mı, beton ova mı, Karşıyaka mı yoksa beton yaka mı, Narlıdere mi yoksa beton dere mi, Güzelbahçe mi yoksa beton bahçe mi, Karabağlar mı yoksa beton bağlar mı? Ben İzmir özelinde konuşacak olursam İzmir’i böyle görüyorum. Gerçeği yansıtacak olursa, bu semt adlarının hepsinin ya da büyük bir kısmının değişmesi gerekiyor. Yani betonlaşan bir kent içinde yaşıyoruz ne yazık ki. Ancak kentlerin geldiği duruma baktığım zaman, karşıma çıkan tabloya rağmen kentlerde yaşayan insanların yine de  böceklerin bulunabileceği kimi alanlarda gözlem yapabileceğini, böceklerin yaşamını sürdürdüğü alanların  kentte hala yer aldığını düşünüyorum. Böcekler, gerçekten üstün bir yaşama gücüne sahipler. O kitin yapıdaki milimetrik, santimetrik canlılar,  büyük bir potansiyeli beraberinde taşıyor.

Toplumda yediden yetmişe herkesin bu konuda bir şeyler gözlemleyebilmesi mümkün. Ancak böcekler hakkında fikir edinmek için okumak, son derece önemli. Biz, böcekler gezegeninde yaşıyoruz. Dünyayı böceklerle birlikte paylaşmak, yaşamı birlikte sürdürmek durumundayız. Bunu da gözeterek, böcekler hakkında bilgi sahibi olmayanlarla sahip olduğumuz bilgiyi paylaşmalıyız. Bu paylaşıma, katkı koyabilecek kişiler katıldıkça daha güzel bir geleceğin olabileceğini düşünüyorum. Çünkü, bilgi sahibi olan kişi habitatlara, ekosisteme yaklaşımlarını da yeniden gözden geçiriyor. Bilgiyle gelen farkındalığı önemli buluyorum.

Projeyle nasıl bir farkındalık yarattınız? 

Bu bir, sınıf dışı öğretim projesi. Canlılar arasında hiyerarşi oluşturan önyargıları, bilimin önderliğinde aşmak; toplumu, böceklerle yaşadığı ekolojik ortaklıkla barıştırmak amacıyla yola çıkan proje ilerledikçe bir şeylerin değiştiğini fark ettik. Her gruba çalışma öncesinde ve sonrasında uygulanan anketlerin ortaya koyduğu değişim,  projenin amacına ulaştığını her defasında gösterdi. Proje ekibinin çocuklarla etkili bir iletişim kurma süreci de başarıyla oluşturuldu. Böylece bugün yaşama bambaşka bakan çocukların bakış açısı, bundan yıllar önce bir amaç etrafında birleşen bilim insanlarının oluşturduğu projeye katılabilme fırsatı bulabildikleri için  değişmiş oldu.

Bu içeriği okuduktan sonra BÖFYAP projesine ilgi duyacak ve hatta projeye bir şekilde katılmak isteyecek Yeşil Gazete okurları olacağını tahmin ediyorum. Böcek farkındalığı için başka bir proje gündeme gelecek mi, BÖFYAP projesi devam edecek mi?

Bu projelerin, ülke düzeyinde gerçekleşmesini diliyorum. Milli Eğitim Bakanlığı’nın böcek farkındalığı oluşturacak projeleri okullarda gerçekleştirebileceğini düşünüyorum. Zaman zaman bu konuyu ilgili kişilerle de görüşüyorum. Biz, gerekli desteği verebileceğimizi ilgili yerlere ilettik. Böceklerle bir farkındalık yaratabilir miyiz, diyerek yola çıktığımız projeyle önemli bir değişim yarattık. Böcek korkusunun bazı çocukların omzunda çok büyük bir yük olduğunu, onlar bu korkuyu projemiz bünyesinde aştığında fark ettik. Onların mutluluğunu, farkındalığını hala yaşıyoruz. Projemizi, bilimsel sorumluluk olarak nitelendiriyorum. Bilimle ilgilenerek bilgi üreten  kişilerin topluma karşı bilimsel sorumluluğunun olduğunu düşünüyorum.

Konuya ilgi duyan okurlarımız,  proje katılımcılarının yaşadıkları süreçte kendilerinde gözlemlediği değişimleri paylaştığı değerlendirmeleri de içeren  Serdar Tezcan ve Füsun Tezcan‘ın BÖFYAP sırasında hazırladıkları ortak çalışma olan “Böcek Farkındalığı Yolunda” isimli kitabı da okuyabilirler.

 

You may also like

Comments

Comments are closed.