Yaşlıyım ben. Yaşlı dedimse bunadığımı sanma sakın ilk tırmığı rahmime vuran güleç yüzlü çocuğu, kadını ve adamı daha unutmadım. Suyum ben, oksijenim, emeğim ama en çok toprağım ben. Toprağın hafızası güçlüdür güçlü olmasına da kaç yılında dünyaya geldim bilemem. Ölçütlerim senin ölçülerini tutmaz. Beni anlamak için duymak gerekir. Duymak içinse beş duyunla birlikte dinlemelisin. En başından bunları bil de bana öylece kulak ver. Amed ikizim sayılır. Kadim kentte ilk taşı kim taşımışsa ilk tohumu o kişi getirdi bana. Şimdilerde çocuklarının zihin gelişimi için illa ki Şili cevizi ya da Porto Riko muzuyla beslenmesi gerektiğini sananlar; gıdalarının asırlardan beri hanelerine egzoz dumanını semaya püfürdeterek hareket eden araçlarla taşınıyormuş gibi konuşurlar. Böyle insanlar yanıldıklarıyla kalmaz yanılgılarını çevrelerine yayarlar. İnsan evladı toprağı işlemeyi öğrendiği günden beri, kenti geçtim tek bir hane dahi inşa ettiğinde hemen yanı başında yeni bir bahçeyi filizlendirirdi. Benim insanım da komşu kentlerin toprağından önce ayaklarını bastığı yere güvendi. Yerelde ürettiğini hanesinde tüketti. Yanılgıyla yaşamak istemiyorsan emin ol ki senin sağlığını güçlendirecek gıda yaşadığın yerde yetişir. Bu bilgiye onca yıl toprağım da yetişen bin bir türlü gıdayla beslenen zihinleri açık, ömrü uzun gürbüz nesiller hem kanıttır hem de tanık.
Doğduğum yılı bilmiyorum dedimse somurtuk bir ihtiyar olduğumu sanma sakın. Taşlarımda oturup Dicle’yi izlerken dudaklarını dahi kıpırdatmadan benimle konuşmayı beceren bir bilge vardı. Her sonbaharda ağaçlarımın kızıl yapraklarını izlerler; neşesi kaçan bahçenin de kentinde sonu yakındır, derdi. Haklıydı. Son yarım asırda benim de keyfim kaçtı. Bahçemde kaybolan neşemle beraber yüreğime talan korkusu indi. Ben böyle değildim. Her dem çok keyifliydim. Pek tabi ki bedenimi gözlemleyip sözümü size sadece dünkü çocuk Miraz aktarmadı. Yüzlerce yazar ve gezgin geçti bağrımdan. Biri çok ünlüydü. Yazdıkları asırlarca okundu. Bu kişi Urfa yönünden Amed’e gelirken ilkin Patlıcan tarlalarıyla karşılaşınca; Amed’de asık suratlı, mide şikayeti olan insanları bulacağım diyen, yanaklarından kan fışkıracak kadar sağlıklı çocuklarımla karşılaşınca şaşıran. Bu durumun nedenini bağrımda yetişen karpuz bostanlarına yoran Evliya Çelebiydi. Nüktadan Evliya Çelebi bahçelerimdeki keyfiyeti şöyle yazmıştı: “Diyarbakır halkı 7-8 ay boyunca Dicle kıyısında kulübelerde, özellikle geceleri sazlı sözlü eğlenirler. Halk her gece Dicle kıyılarını kandillerle, meşalelerle donatır. Maharetle süsledikleri yağ kandillerini ve balmumu ile hazırlanmış meşaleleri suya bırakır akışını seyrederler. Meddahlar oyunlar oynarken sazendeler ve hanendeler, kanun, tambur, ney ve darbuka eşliğinde Fasl-i Baykara’dan müzik icra ederler. Bu eğlenceler sabah ezana kadar sürer.”*demiş.
Şenlik benim için çok önemlidir. Varlığımı insanlarımın ekim dikim yaparken toprağı dinlemesini bilmelerinin yanı sıra çevreme eğlence yayabildiği için yüzyıllarca korudum. Yeni bir kent bahçesi kurulacaksa eğer önce şunu bilin ki bunun için tohum ve emek kadar şenlikte gereklidir. Yarım yüzyıldır şenliğimden ettiler beni. Önce bahçemde tertiplenen eğlencelere son verdiler. Parklarda yeşeren bir karış otu önemseyip kadim bahçeleri ötekileştirdiler. Ötekiler ötekini bulur. Evsiz yurtsuzlarla dostluk kurduğum için beni bu insanlar üzerinden tenkit ettiler. Kuşaklar boyu Amed’lilere keyif ve gıda sağlayan ben değilmişim gibi adımı esrarla, fuhuşla andılar. Duydum ki kadim kentlere de bu şekilde davranmışlar. Önce ötekileştirdikleri insanları kadim kentlerin dar sokaklarına sıkıştırmışlar. Daha sonra bu sokaklar artık güvenli değil deyip haneleri yıkmışlar. Yıkılan hanelerin yerine ise göğü delen apartmanlar yapmışlar. Şükür ki Dicle’de yüzen çocukların gülücükleri hala eksik olmaz yapraklarımda. O çocuklar var olmaya devam ettikçe beni yok edemeyecekler. Söze daha fazla hüzün karıştırmadan asıl anlatmak istediğime geleyim. Tohuma; su, güneş, toprak, gübre kadar neşede gereklidir. Uzun ömürlü bir bahçe kurulacaksa eğer şehirdeki her tür insanın su gibi bu bahçeye akmasını sağlamak gerekir. Kent bahçesi şenlikle, keyifle, şölenle kurulmalı. Sıhhatli gıda onunla beslenecek canlıların neşesini özümsemiş bitkiden türer.
Kelamımı sizlere aktaran yazar bana; ‘Bir bahçe kurarken keyifli olmak gerekir. Diyorsun, haklısın keyifli olalım da bahçe kurmanın zorluklarıyla boğuşurken nasıl keyifli kalabiliriz ki?’ dedi. Yazarın sorusunu her türlü fikre illa ki bir kulp takıp eleştiren zamane gençlerinin sayıklamalarına yoracaktım ki; karşıma geçip, her beş metreye bir çam, ağaç fiyatı çarpı ağaç sayısı diye yedi bin dönümlük kent bahçesine dikilecek çam ağacı sayısını tespit edip üzerine işçi masraflarını ekleyince zihnim toprağımda birbirine dolanan kökler gibi karıştı. Böylesi hesaplardan hiçbir şey anlayamıyorum. Nasıl anlayabilirim ki imar edilmemi sağlayanlar mesai saatinin dolmasını bekleyen işçiler değil evlerine yiyecek götüren dostlarımdı. Yüzlerce yıl milyonlarca insan bedenime ekip biçerek beslenip nafakalarını çıkardılar. Bir defa her tarafa çam ağacı ekmek de nedir. Tamam, çam ağacını da severim börtü böceğe bol temiz hava sağlayan çocuklarımdan biridir. Ve de sadece biridir. insanla doğa arasında derin bir ilişki olduğunu hepiniz iyi bilirsiniz. Daha bir asır önce Ermenisi, Süryanisi, Yezidisi, Müslümanı hatta Yakubisinden Yahudisine bir çok dine mensup insan ekip biçerdi toprağımı. Çalışırken Kürtçe, Ermenice, Türkçe ve daha senin hiç duymadığın envai dilde şarkılar kelamlar söylerlerdi. Biliyorum şimdi çok kültürlülüğe dair anlatılar kulağa geçmişte kalmış efsanevi bir hikaye gibi geliyor. Bu sebeple insanlar farkına dahi varmadan tek kültürlülüğü yeni kurdukları bahçeye de ormana da dayatıyorlar.
Bir bahçe otundan kuşuna, böceğinden ağacına bütündür. Benim bahçemde her canlı diğerini besler. Her tür diğerinden farklıdır. Farklığı aynı zamanda ötekinin varlığını güçlendirir tıpkı kültürlerin birbirlerini var etmesi gibi. Bir bitki diğerine azot sağlar, öteki berisini zararlı böcekten korur. Benim gibi bahçeleri teklik yıkar, çeşitlilik imar eder, korur, besler. Benim mimarlarım Amed’in şehradarlarından ya da belediye başkanlarından ağaç ya da bitki ekimi için para talep etmediler. Yine de kenttin ihtiyacı olan oksijeni sağlayan ağaçlar diktiler, 400 çeşit Kuşa yuva, arılara çiçek, envai çeşitte hayvana barınak sağladılar. Şehirliler için bir seyirlik alanı, piknik yeri yaratırken aynı zamanda geçimlerini sağladılar. Size diyeceğim o ki; bir bahçe tesis edecekseniz sevgiyle ve saygıyla andığınız çok kültürlülüğü bahçenizde yaşatmalısınız. Halkın kent bahçelerinden beslenmesini sağlayacak yeni örgütlenmeler oluşturmalısınız. Yoksunluğu dayatanlara karşı yoksullukla bu toprağın bereketi sayesinde kurtulmak istiyorsanız birbirini destekleyen bitkileri, ağaçları, hayvanları bulmanız gerekir. Her bahçenin yeni bir yaşam inşa etmek anlamına geldiğini göz ardı etmeyin. Eskiler yaşadığın yere, yaptığın işe dönüşürsün derler ya kim bilir belki de çok kültürlülüğü birbirlerinin farklılığını destekleyen dost bitkilerle dolu bahçeniz sayesinde yeniden hayatınıza geçirirsiniz. .
Tüm bunları yaparken uymanız gereken kimi kaideler var. Öncelikle elinizdekiyle yetinmeye kendi kendinize yetmeye dikkat edin. İyi bir bahçe kendi kendini beslemeli. Şimdilerde benim topraklarıma dahi ne idüğü belirsiz hastalıklı kısır tohumlar ekiyorlar. Bereketimi artırmak için toprağıma kimyevi gübreler ve ilaçlar saçıyor suyumu, havamı, toprağımı kirletiyorlar. Üstelik tüm bu zehirleri aklı evvel çocuklarım parayla satın alıyorlar. Daha dün otuz yıldan beri toprağımı ekip biçen evlatlarımdan biri masrafları kazancını karşılamadığından, borç içinde debeleniyorum deyip verimsizleştiğimi, söyledi. Çalım çırpım vasıtasıyla konuşmaya çalıştım. beni ekmen ve iyi ürün alman için ilaca gübreye tohuma ihtiyacın yok, dedim. Dedim de dinlemedi ki! İnsan cinsi böyledir işte hem dinlemesini bilmez hem de çabuk unutur. Üstüne üstlük hep haklıdır ve de kızgın. Öfkesini canından çıkarmak için bana küfredip kızdı sonra ağlayıp sızlayarak topraklarımı terk etti. Onun gidişiyle biraz daha ıssızlaştım.
A be evlatlarım onca yıl yeryüzünde yaşamanıza rağmen doğayı dinlemeyi öğrenemediniz bunu anladık da insan geçmişte kısır, tohumsuz, ilaçsız, gübresiz ekim dikimi nasıl yapıyordunuz, diye atasına da mı danışmaz. Beni terk eden gencin dedesi yaşarken bahçelerinde iki tane borahane vardı. Borahane dediğin güvercinlere kerpiçten ev yapmıştı. Hiç kimseye para pul vermeden yuvadan hasat ettiği gübrelerin azdırdığı topraktan otuz kırk kiloluk karpuzlar yetişirdi. O zamanlar öylesine verimliydim ki bahçe sahipleri sebze ve meyveleri toplamaktan yorulurdular. Bereketimin sebebi sadece kuş gübresinden değildi. Şimdi anlatacaklarıma kimileriniz ay ne pis diyebilir oysa doğa da pis denilecek bir madde yoktur. Her bir canlı bir diğerinin artığına muhtaçtır. Kentin kanalizasyonunun bir kısmı arklarda oksijenle temas edip bahçenin girişindeki sazlarda arınır topraklarıma akardı. Şimdilerde böylesi gübreyi beğenmezler ya ben onca ömrümde ilaçlı kısır tohumlardan zehirlenip öleni gördüm de lezzetli gıdalarımdan hastalanan insanla karşılaşmadım.
Bir de o zamanlar Dicle nehri böylesi akmazdı. Bakın burası çok önemli, nehirler tıpkı benim gibi sizin gibi canlıdırlar. Teninizdeki damarlar nasıl ki bedeninizde dolaşırlar. Nehirlerde çatallanarak dünyaya yayılırlar. Akarken sularına karışan yaprağı, otu böceği envai çeşitte hayvan ölüsü suyun içinde eriyip gübreye dönüşür. Bahçeleri nehir suyuyla sularken toprağa karışan bu yeşil gübre toprağın verimini arttırır. Şimdilerde Dicle’nin elini kolunu bağlayan barajlar yapmışlar. Dicle’nin duyduğuma göre baraj göllerinde nehrin taşıdığı yeşil gübre tabana çöküyormuş. Benim payıma da gübresiz su kalıyormuş. Dicle’ye baraj yapılması topraklarımı terk eden gencin suçu değil ama insan zehirli ilaçları bin bir emekle yeşerttiği bitkilerin üzerine sıkar mı? Eskiler zararlı böceklerle beslenen avcı kuşları ve böcekleri bostanlarına çekmek için envai çeşitte çiçeği tarlalarının kenarına ekerlerdi. Bu genç ne yaptı. Önce daha fazla ürün almak için çiçeklerimi yoldu. Daha sonra bostanı basan böceklerle mücadele etmek için zehirli ilaçlara sarıldı. Başlangıçta eylemi işe yaradı hatta zararlı böcekler tümden öldü sandık. Ölür mü? Ölmez tabi yaşam yolunu bulur. Bizim baş belası böceklerimizde değişip dönüşüp zehre karşı bağışıklık kazandılar. Aklı evvel çocuklarım böylece böceklerle mücadele etmek için kullandığı zehrin oranını arttırdı. Verimi artırmak için daha fazla gübre satın almak zorunda aldı. Onca emeğin ve çabanın sonunda tatsız ve kokusuz ürünler hasat edince umduğundan az para kazandı. Sonunu biliyorsunuz işte dayak yemiş köpek gibi kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp topraklarımı terk etti.
Son anlattıklarımın kıssadan hissesi öncelikle kentine bir bahçe kuracaksan atadan kalma tohumla, fidanla işe başla derim. Başlangıçta daha az verim alabilirsin ama masraflarını azaltırken gerçek gıda hasat edeceksin. Bir de bahçeni kurarken illa ki kendine yetmesini bilmelisin. Türlü hileyle simyager büyüleri ile üretilmiş kimyevi ürünler yerine kuşun dışkısına, uğur böceğine, arına güven ve nehirlerinize prangalar vurulmaması için daha fazla direnin derim size. Bahçe deyip geçmeyin sakın bahçe dediğimiz börtü böceği türlü nebatı ve de insanı ile yaşamın aynasıdır. Bu günlerde her canlı gibi ben de insanın ruhundaki eksikliği yeni bir yaşam kurma özlemini hissediyorum. Kim bilir belki de o dünya bir parkı korumakla yada yeni bir bahçeyi inşa etmekle kurulur.
*Evliya Çelebi’den aktarım: Mehmet Mercan.Diyarbakır Türküsü.Diyarbakır.2003.s.113
Miraz Rusipi