Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanlarının 28 Kasım günü yaptıkları ve parti örgütünün seçilmiş kademelerinin de geniş bir biçimde katıldığı basın toplantısında 2015’te gerçekleşecek olan seçime dair HDP’nin duruşu resmi olarak dile getirildi. Selahattin Demirtaş’ın konuşması sırasında gündeme gelen konu hakkında Demirtaş “81 ilde HDP örgütleniyor. İlk defa bizim siyasi geleneğimizde 81 ilde ve birçok ilçesinde örgütümüz kurulmuş olacak. Cumhurbaşkanlığı seçimi, önemli bir başarı ortayı çıkardı. Şimdi bunu parti olarak çok daha büyük başarıya dönüştüreceğimizi düşünüyoruz. Araştırmalarımız da bütün bu hedeflerimizi ortaya koyabileceğimiz veriler ortaya koyuyor. Biraz daha çalışırsak kimsenin hayal edemeyeceği ciddi sonuçlar ortaya çıkabilir. Cumhurbaşkanı seçiminde tek aday vardı. Şimdi 550 adayla, 550 Demirtaş’la seçime gireceğiz. Bunun etkisi büyük olacak” şeklinde konuştu. (Burada ilginç bir nokta var. Konuşmayı özetleyerek yayınlayan HDP’nin internet sitesinde konuşmanın bu bölümü mevcut değil. Fakat medya ağırlıklı olarak bunun üzerinde durdu.)
Bu açıklama sonrası netleşti ki, en azından şimdilik, HDP’de 2015’e parti olarak girme ve bağımsızlarla barajın etrafından dolaşma yerine barajı parti olarak aşmayı deneme yöntemi benimsenmiş durumda. Öyleyse Demirtaş’ın da bahsettiği verilere bakmakta yarar var.
1) 12 Haziran 2011 yılında seçime giren tüm bağımsızların aldıkları oyun toplamı 2.819.917. Bu rakamın yüzdelik karşılığı da %83.16 katılımla %6.57’a denk geliyor.
2)30 Mart 2014 Yerel Seçimleri’nin toplam oy hesaplamasında farklılıklar olduğu için sağlıklı bir çıkarım yapmak mümkün değil ama 2011’e göre 2.146.979 seçmenin daha oy kullandığı görülüyor.
3) 10 Ağustos 2014’te gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise Selahattin Demirtaş’ın aldığı oy 3.958.048. Bu rakamın karşılığı ise %74.13 katılım oranıyla %9.76
4) 2011’den, 2014’de kayıtlı seçmen sayısında 2.886.519 artış görülüyor.
Bu sayılara göre bir tahmin yürütmek gerekirse 2015 seçimlerinde barajı geçmek için bir partinin alması gereken oy 4.700.000 civarında. Peki bu rakam alınabilir mi? Şu an için bunu söylemek güç. Fakat Cumhurbaşkanlığı seçimleri gibi çok uygun koşullarda ve doğru argümanlarla girilen bir seçimde bile bu rakamın yüzde olarak yanına gelinmiş olsa dahi rakamsal olarak önemli sayılabilecek bir boşluk var. Sadece üç adaylı bir seçim olması, Demirtaş’a gelen oyların ağırlıklı olarak, partisi tarafından gösterilen adaydan tatmin olmayan CHP seçmeninden gelmiş olması ve katılımın Türkiye standartlarında düşük kalması gibi uygun konuşlar 2015 seçimlerinde olmayacak. Bununla birlikte “Yeni Yaşam Çağrısı” olarak sloganlaştırılan ve Türkiye’ye açılan Demirtaş’ın siyasi argümanlarının HDP tarafından olmasa da toplum tarafından terk edilmeye başlandığı da bir gerçek. Ekim ayında yaşananlar ile birlikte Demirtaş’ın ve HDP’nin tekrar eski politik sınırına ve eski konularına çekildiği görülüyor. Yani hem uygun koşullar değişmiş durumda, hem de argümanlarda bir kayma var.
Peki tüm bunlara rağmen HDP parti olarak seçime girme ve 2019’a kadar TBMM’de olmama riskini alabilir mi? Alabilir. Her ne kadar BDP’nin tamamen HDP’ye geçmesinden sonra partinin özünde sapmalar olmuş olsa da, HDP hala bir çatı partisi ve gücünü siyasi olarak görmek ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde yakalanan rüzgardan yelkenlerini şişirmek isteyen bir sürü parti/grup bu çatının altında. 35-40 tanesi seçilebilecek 70 adaydansa, 550 adayla girilen ve sonunda 65-80 vekil çıkartılabilecek bir “serüven” onlara daha doğru geliyor olabilir. Bu serüvenin başarıya ulaşması BDP gövdesi dışındaki yapıların 3-4 vekillikten daha fazlasını elde etmesi anlamına gelecektir. Bunu elde etme arzusu, HDP’yi bu riske girmeye itebilir.
Ya girilen riskte başarılı olunmazsa? İşte asıl sorunlar orada ortaya çıkıyor. Aşılma ihtimali düşük olan %10 barajı aşılamadığında iki temel sorun ortaya çıkacak. İkisi de yakıcı ve ikisi de tüm Türkiye’nin bugününü ve geleceğini ilgilendiriyor. İlki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin TBMM’de tek başına 330 vekilliği aşacak bir çoğunluğa ulaşma ihtimali. Böylece istediği anayasal değişiklikleri en azından TBMM’den geçirme şansına sahip olacak AKP ve bu da örneğin önce Başbakanlık için yapılan ama Ahmet Davutoğlu’nun elinden alınarak Recep Tayyip Erdoğan’a verilen sarayı, bir Başkanlık Sarayı haline getirebilir.
İkincisi ise içeriği ve konuşulanları kimse tarafından bilinmese de varlığı ile üzerinde konuşulmaya değer olan çözüm sürecine dair ortaya çıkacak sorun. 2019’a kadar TBMM dışında kalacak bir HDP, müzakerenin bir ayağının Meclis dışında kalması ve olaylara doğrudan müdahil olamaması anlamına gelecektir. Bu durumda bile yeri geldiğinde dilini çok sertleştiren AKP’nin, 330’u aşan ve yasamada tek başına olacağı bir sürecin de pek sağlıklı sonuçlar doğurmayacağını görmek için son 12 yıla değil, son 12 haftaya bakmak bile yeterli.
Tüm bunlar düşünüldüğünde, bir siyasi partinin iddialı olması ve risk alması önemli. Fakat HDP’nin parti olarak seçime girme kararı, karşılığında verilebilecekler düşünüldüğünde alınmaması gereken bir risk olarak ortada duruyor.
Yeşil Gazete yazıları ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net