Köşe Yazıları

Hayrolsun

0

İyi yönetilmiyoruz. Türkiye’nin iyi yetişmiş insan gücü yurt dışına kaçıyor ya da kaçmayı düşünüyor. Bu aslında bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaketlerden biri. Geride kalanlar ise birbirine düşmüş durumda. Nüfusun %85’i insanlara güvenmiyor. Mutsuzuz, ülkede katliamlar yapılıyor. Cumhurbaşkanı bile korku dolu bir hayat sürüyor. (Gittiği her yere kendi yiyeceğini taşıyor, düşünsenize, sokağa çıkamaz oldu.)

Stratejik Yalnızlık

İsrail, Rusya, Suriye, Mısır, Almanya ve hemen her ülkeye karşı hesapsız çıkışlar yapıldı, bedelini ödüyoruz. Ticaret hacminin en büyük olduğu Avrupa ile asgarî müşterekte dahi buluşamıyoruz. (Ama bazen silah satmak için hâlâ ziyarete geliyorlar, o ayrı.) Üstelik bizi yönetenlerin ezici çoğunluğu, ne yazık ki bir insanda en kabul edemediğim özelliği taşıyorlar: Hiçbir yanlışın sorumluluğunu almıyorlar.

Dün gibi hatırlıyorum: 2004’te altyapı kurmadan trenleri hızlandırmış, ardından Pamukova’da kazaya sebep olmuşlardı. 37 insan ölmüştü. Dönemin ulaştırma bakanı yaptığı açıklamada “yaptığımın arkasındayım” diyecek kadar, yani bizden af dilemeyecek (istifa kelimesi oradan gelir) kadar rahattı.

Hızlandırılmış tren seferleri devam etmedi.

Bugün de Fethullah Gülen’in cemaatine verilen ihalelerden, kamu arazilerinden, eğitim alanındaki imtiyazlardan, devlet katındaki önemli mevkilerden sanki hiç haberleri yokmuş gibi dünyayı suçluyorlar. Bunlar hakikaten kötü yöneticilik emaresi. Geçimsiz, zalim, kindar, kendi ifadeleriyle ülkenin hayatî meselelerinde bile kandırılabilen insanlar var başımızda. Üstelik doğruları anlatmıyorlar.

Fethullah Gülen’in finans sektörüne teşrifi.

Hayır.

Kürt meselesi çözülmedi. Suriye’de askerleri savaşa sürünce de çözülmeyecek. Artık medya Doğu’dan haber dahi geçmiyor. Bunun adı karartma, sindirme, bastırma… Sorun geri gelecek.

Hayır.

Türkiye ekonomik anlamda ahım şahım bir başarı göstermedi. 2000’de ülkelerin kişi başına düşen millî gelire göre sıralandığı listede Türkiye 65. idi, 2016’da 69. Millî gelirin muazzam artışı diye anlatılan dünyadaki genel artışla bağlantılı. Birleşmiş Milletlerin İnsanî Gelişmişlik Endeksinde ise Türkiye 2002’de 81., bugün 72. sırada. Kosta Rika ve Senegal’in arkasında, Malawi’nin hemen önünde. Özel bir pırıltısı yok.

Ama evet, ülkeye çok para girdi; o parayla da çok sayıda tüketim eşyası alındı. AVM’ler arttı, telefonlar daha sık yenilendi. Ancak bunun adı borca dayalı büyüme. 2002 yılında şahısların 6.4 milyar TL bireysel kredi ve kredi kartı borcu vardı. 2015 yılında bu meblağ 384 milyar TL’ye çıktı. Ülkece ferahladık.

Peki bu paralarla başka ne yapılabilirdi? Araştırma ve buluşa yatırılabilirdi. İnsan gücüne yatırılabilirdi. (Okul açmak değil bu sadece). Kömüre değil, enerji sarfiyatını azaltan ev tasarımlarına yönlendirilebilirdi. O kadar çok ve o kadar güzel ihtimaller var ki önümüzde… Türkiye’de ise bu paralar tüketime harcandı, betona döküldü, şaşaaya savruldu.

Sonuç: Gelir adaletsizliği arttı. Türkiye’de en zengin %1’in toplam servetten aldığı pay 2000 başında %38 civarında iken bugün %54’e ulaştı. Bankalardaki hesapların binde 5’i, Türkiye’deki toplam birikimlerin %62’si, yani neredeyse üçte ikisi ediyor. Diğer bir deyişle, nüfusun %99.5’inin bankadaki toplam birikimleri, bu en zengin %0.5’in birikimlerinin yarısı kadar etmiyor. (Bir daha okuyun bu son iki cümleyi.)

Hayır.

Türkiye hiçbir zaman şahane bir ülke olmadı. 80’lerin ortasına kadar nüfusun yaklaşık yarısının sosyal hakları dahi yoktu. Ülke, memurların ve zenginlerin elindeydi. AKP bunu değiştirdi. Sosyal harcamaların bütçedeki payı 2003-2009 arasında %85 arttı. Yeşil Kart harcamaları %115, eğitime şartlı para transferi %201, sağlığa şartlı para transferi % 313, ev yardımı %2500, eğitim yardımı %722, engellilik yardımı %1034 büyüdü. Ancak bunu yaparken kamu kaynaklarını yahut Dünya Bankası’ndan gelen paraları kullanmalarına rağmen, verilen yardımı bir şahsın hizmeti gibi sunmayı başardılar. “Bizim paramızla ne övdünüz kendinizi arkadaş”, dedirttiler.

Sonuç: Artık oy verenlere aptal ve cahil demeyi bırakıp Türkiye’deki gelir adaletsizliğini iyi etüt etmeli, somut politikalar geliştirmeliyiz. (Ne acı ki ülkeden kaçmak zorunda kalan akademisyenlerin bir kısmı bunları çalışıyordu, hain yaftası yediler.)

Hayır.

Türkiye’de intikamcı siyasetin bizi götüreceği bir yer yok. Diğerleri başa gelirse aynısı olmamalı, söz suç sayılmamalı, tasfiyeler başlamamalı, misal başörtüsü yasaklanmamalı. İki yanlış bir doğru etmez.

Hayır.

Savaşa hayır! Suriye politikalarına tümüyle hayır. Yardım mı etmek istiyoruz oraya? Bunun silahsız başka pek çok yolu var. Ben bu ülkede hırslarına mağlup siyasetçilerin yanlış kararları yüzünden sevdiklerimin hayatından endişe etmek istemiyorum.

Hayır.

Seçimlerin adil bir ortamda gerçekleşmeyeceğini, ortamın fena hâlde gerileceğini, bütün muhaliflerin tehdit edileceğini bilmeme rağmen oyumu kullanmamazlık etmeyeceğim. Malûm, neredeyse tüm medya bir kişinin elinde. Kendini hukukla yahut kendi verdiği sözle dahi sınırlamıyor. Önündeki her meseleyi “benim milletim” ve “hainler” ayrımına tahvil etmesi, hakiki her tür iletişime set çekiyor; ülkeyi bölüyor. İşin aslı, evime çağırmayacağım, soframa oturtmayacağım türde bir insan. Ancak mesele bu adamla başlamıyor, bu adamla bitmiyor. Türkiye’nin kronik problemleri var: ayrımcılık, ırkçılık, mezhepçilik, cinsiyetçilik ve gelir adaletsizliği gibi… Üstelik demokrasi diye bildiğimiz adaletsiz dünya sistemi hemen her yerde çözülüyor. Reklamcılık mantığı ile yürütülen ve “alternatif olgulara” dayanan seçim kampanyaları ile demokrasi ölüyor.

O yüzden referandumun ötesinde, bu ülkede sosyal adaleti uzun uzun ve etraflıca konuşmamız gerekiyor. Yapacağımız çok iş var. Geçmiş nostaljisinden sıyrılıp dünyayı başka türlü inşa etmeliyiz. Savaşa yatırım yapmayan, barınmayı bir yatırım değil hak olarak ele alan; zayıfı koruyan, toprağını koruyan, üstündeki otu, ağacı, hayvanı, üreticiyi el üstünde tutan bir ülke istiyorum.

Hayır.

Kimse vatanını lütfen bu başımızdaki siyasî kadrolar gibi sevmesin. Sevmek öldürmesin. Sevmek yaşatsın, büyütsün, güzelleştirsin.

Bu yazı ozanoyunbozan.blogspot.com.tr/ den alınmıştır

 

Sezai Ozan Zeybek

You may also like

Comments

Comments are closed.