Köşe Yazıları

Gezi’ye Referanduma Olumlu Bakmak Lazım

0

Gezi Parkı odaklı olarak Türkiye tarihinde önemli bir mihenk taşı olacak; halkın demokrasi ve özgürlük talebi olarak belki de bir ilk olacak bir sivil itaatsizlik yaşanıyor.

Bir direniş var, ve direniş şimdiye kadar tüm organize olamama haline, dağınıklığına rağmen her müdahaleden; her olumsuzluktan daha da güçlenerek çıktı.

Bu güçlenme sadece Gezi’dekilerin sayısı ile sınırlı olmadı. Her geçen gün; topluma ve taahükümü kuran, hükmedenlere karşı mücadele ile, barışçıl yollardan vazgeçmeyerek meşruiyetini kabul ettirdi.

Medya üç maymunluğuna rağmen, hükümetin dezenformasyonuna; provakatif, şiddete çağıran itibarsızlaştırmalarına rağmen, politik çeşitliliğini ve çoğulcu yapısını koruyarak güçlendi güçlenmeye devam etti.

Gençlerin ve özellikle örgütsüz gençlerin motoru olduğu direniş; sonunda hükümeti topa girmeye zorladı ve ikna etti. Diyalog kurmak zorunda bıraktı.

Diyalog süreci önce; çakma, garip; direniş ile ya alakasız ya da ucundan alakalı olan kişiler ile görüşmeyi içerse de, Perşembe akşamı Başbakan, apar topar platform ile görüştü.

Detaylarına girmek yersiz ama; referandum yapabiliriz söylemini takınan hükümet;  Taksim Dayanışması ve bileşenleri ile bileşen dışı kurumlar ve örğütsüz direnişçilerden oluşan bu direniş koalisyonunda önemli bir tartışma açtı.

Referandum / plebisit / kamuoyu yoklaması fikrini kabul edecek miyiz; etmeyecek miyiz?

İşte bu noktada kendi görüşüm anlatmak isterim.

Öncelikle,  Başbakan; Taksim Dayanışması’nın hemen hemen hiçbir talebini kabul etmedi. Bu yönden bakarsak; görüşme çok da başarılı geçmedi diyebiliriz.

Ancak ,bir de kazın öbür tarafı var. Başbakan, önemli geri adımlar attı. Hukuki kararı bekleyeceklerini; hukuki karar gezinin inşaata açılmasının önünü açarsa halka soracağını belirtti.

Yani ilk defa, son 10 yıllık Başbakanlık sürecinde, kamuoyu önünde geri adım attı ve önemli bir konuyu halka sorma niyeti gösterdi. (ne kadar samimi ayrı tartışma konusu)

Bu bence önemli bir kazanıştır. Bu kazanışın bir adım öteye gitmesi için bu halk oylaması fikrini, adına ne derseniz deyin desteklememiz gerektiğini düşünüyorum.

Halk oyunun adının ne olacağı, ne sorulacağı, referandum mu kamuoyu yoklaması mı ya da plebisit olacağı hepsi tartışma konusu.

Ancak; bu tartışmadan ne çıkarsa çıksın ben bunun büyük bir kazanım olduğunu düşünüyorum.

Neden mi?

 

 

Üstün Kamu Yararı’nın Ne olduğu Yerele Sorulacak

Birçok insan, kent hakkı, insan hakkı gibi konuların bu tür bir oylamaya açılamayacağını düşünerek karşı çıkıyor. Bence de hakların hiçbiri oylamaya tabii tutulamaz ancak; ben bu oylamanın konusununu bir haktan ziyade bir kamusal alanın kullanımına ilişkin üstün kamusal faydanın ne olacağının halka sorulması olarak algılıyorum.

Üstün kamu yararı;  toplumsal menfaatler ile çevre ve doğal kaynakların sağladığı yaşamsal faydaların bir bütünü olup her türlü ekonomik gaye ve kazançtan daha öncelikli olan en üst toplumsal yararı ifade etmektedir.

Bir AVM yapımında da bir müze yapımında da, parkın park olarak kalmasında da; teorik olarak bir kamu yararı mevcuttur.

Otorite, bu yararlardan hangisinin üstün olduğuna karar verme durumundadır.

Gezi Parkı vakası da bence, üstün kamu yararının hangisinin olduğunu; sonuçtan bağımsız olarak halka sorma durumu; bu açıdan kamunun kendi için üstün olan yarara karar verme hakkını elde etmesi demektir.

Yerel Demokrasi Kazanımı

Gezi Parkı gibi kamusal alanı nasıl değerlendirileceğinin yerele sorulmasıdır tam da bu.

Yani, Türkiye’de belki de ilk defa, merkeziyetçi yapıya önemli bir çentik atma şansı elde edeceğiz.

Yerelin; ulusal hükümetten önce karar verme hakkının varlığı de facto hayata geçmiş olacak. Yani üzerinde konuşabileceğimiz bir yerel demokrasi aracı da elde etmiş olacağız ve  4 -5 yılda bir seçimde oy kullanma ile sınırlı olan demokrasi kültürümüze yeni bir seviye; katman katmış olacağız.

Bir de bu oylama durumunu; kurumsallaştıracak adımlar atabilirsek, örneğin; Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’ındaki çekincelerin kaldırılması ve / veya çevre ve doğal kaynak yatırımlarında yerelin katılımını zorunlu kılan Aarhus Sözleşmesi’nin kabulü için bir kampanyaya dönüştürebilirsek; çok önemli bir yol kat etmiş oluruz.

Kazanma İhtimali:

Böyle bir oylama düzenlenirse kaybedebiliriz. Kaybedersek de en kötü başladığımız yere döneriz; yine mücadeleye başlarız.

Ancak, kimilerine göre ufak kimilerine göre yüksek bir kazanma ihtimalimiz var. Kazanırsak, sadece Gezi Parkı hakkında değil, Ulusal siyaset alanında da önemli bir güç ve kazanım elde ederiz. AKP’nin son on yılda düzenli olarak oy arttırma durumunu ve her oylamadan kazanan olarak çıkma durumunu değiştirir; AKP’nin de seçim kaybedebileceğini ortaya koymuş oluruz.

Böylece hem AKP’de ciddi tartışmalara yol açabilir; hem de AKP’nin politik ve siyasi gücünü önemli ölçüde zedeler ve sorgulatır.

Bu kazanma ihtimali ve kazandığımızda elde edeceklerimiz; oylama fikrine hayır dediğimiz noktada elde edebileceklerimizden çok çok daha güçlü.

Yani Kumarı oynayan AKP; biraz da elimizdeki kağıtları bıraktırmaya çalışan; blöf yapan bir pokerciyi oynamaya çalışıyor. Ancak eli de o kadar güçlü değil; risk alıyor. Bu risk; AKP hükümetine önemli bir zarar verebilir.

AKP elinin güçlü olduğunu düşünüyor ve  /veya öyle davranıyor; ancak bence bu kadar da güçlü değil. O yüzden hodri meydan ve ”oylama yapılsın” demek lazım.

Son olarak ise, unutmayalım Gezi Parkı ile başlayan bir özgürleşme mücadelesi verdik; her an daha fazla demokrasi olsun dedik. Ancak; bu kadar özgürlük ve demokrasi konuşurken;  Referandum / Kamu Oyu / Eğilim Yoklaması / Plebilist gibi yöntemleri yok saymak; bizim söylemimiz ile çekişerektir.

AKP de tam da bunu istiyor.  Blöf yapıyor; blöfünü görelim; proaktif olalım; elleri o kadar güçlü değil merak etmeyin.

AKP’ye de güvenmiyoruz; neden inanalım diyenlere ise tek bir cevabım var: Kendimize inanalım; gerekise yine çatışır; yine Gezi’ye yerleşiriz. Merak etmeyin bir defa yaptık. Şimdi daha tecrübeliyiz yaparız yine.

 

 

You may also like

Comments

Comments are closed.