Köşe Yazıları

Gazetecilere dokunmayın

0

Bir ülkede demokratik siyasetin mümkün olup olmadığının az sayıda işaretinden biridir, gazetecilerin mesleklerini yapıp yapamadıkları. En az adil ve serbest seçimler kadar, en az gösteri ve yürüyüş hakkı kadar, en az siyasi partilerin ve sivil toplumun örgütlenme özgürlüğü kadar önemli bir işaret.

Rusya’ya bakın mesela. 2009’da 59 gazeteciye saldırı yapılan, 8 gazetecinin öldürüldüğü Rusya’ya. En büyük muhalif basın kuruluşunun patronunun rejim muhalifi olarak hala hapiste tutulduğu Rusya’ya. Rusya’da demokrasinin D’sinin olduğuna kim inanır?

Türkiye’de demokrasinin D’sinin olduğuna kim inanır?

Geçen 19 Ocak’ta, Hrant Dink’in ölüm yıldönümünde Agos’un önünde toplandığımızda Hrant’ın arkadaşları adına Bülent Aydın’ın okuduğu o uzun listeyi hatırladım şimdi. Bitmek bilmeyen o öldürülen gazeteciler listesini.

Lafı eveleyip gevelemeden söylemek lazım. Soner Yalçın’ın gözaltına alındığı sondan bir önceki Ergenekon operasyonunda aklımıza ilk gelen şey Odatv’nin yaptığı nefret söylemiyle dolu yayınlardı. Soner Yalçın hem son yıllarda yaptığı gazetecilik biçimiyle, hem de kitaplarıyla ayrımcılığın, ırkçılığın, nefret söyleminin ortasında geziniyordu. Ama gözaltıyla beraber ortaya çıkan durumun tuhaflığını Fuat Keyman geçen Pazar günü Radikal İki’de yayınlanan yazısında çok doğru bir şekilde tespit etti: “Nefret söylemi ve suçu başka bir şey, Ergenekon soruşturması başka bir şeydir.”

Bugün Ahmet Şık ve Nedim Şener gibi araştırmacı gazeteciliğin en tanınmış isimlerinin de gözaltına alınmasıyla giderek büyüyen gazetecilere yönelik operasyonlar, Türkiye’de iktidarın muhalif gazetecileri susturma geleneğinin bir devamı. Devlette devamlılık esas! Bu ülkenin yakın tarihinde bir gazete binasının havaya uçurulduğu (Özgür Ülke), bir muhabirin dövülerek öldürüldüğü (Metin Göktepe), onlarca gazetecinin faili meçhul suikastlerle ortadan kaldırıldığı, sayısız gazetecinin işkence tezgahlarından geçtiği ve hapislerde süründürüldüğü sıradan bir gerçek. AKP’nin uygulaması giderek bu geleneği biraz farklı bir yöntemle devam ettirmeye dönüşüyor.

Aslında yöntem ne kadar farklı o da tartışılır. İşinize gelmeyen, muhalif haberler yapan, yazılar veya kitaplar yazan bir gazeteciyi veya yazarı örgüt üyesi ilan etmek de eski bir yöntemdir. Metin Göktepe’yi öldürenler gazeteci değil militan olduğuna gerçekten inanıyorlardı. Kürt siyasal hareketinin gazeteleri kapatılmaktan, bu gazetelerde çalışanlar PKK üyesi diye hapislere tıkılmaktan hala kurtulabildiler mi? Sol örgütlere yakın gazetelerin hiçbir çalışanını gazeteciden saymaz mesela yargıçlar. Gördükleri işkencenin, haksız yere yattıkları yılların haddi hesabı yoktur.

Şimdi de terör örgütü olarak kabul edilen Ergenekon’u savunan yazılar yazan, yayınlar yapan Soner Yalçın gibi bir gazeteci, hakkında olumlu yayın yaptığı örgütün veya oluşumun üyesi olarak görülüp cezaevine konuyor. Bunun Kürt hareketinin ya da sol örgütlerin tarafındaki gazetecileri içeri tıkmaktan ne farkı var. Gazeteci illa ki hükümetin, polisin, yargının ya da toplumun belli kesimlerinin düşündüğü gibi düşünüp, kendine uygun görülen sınırlarda mı yayın yapacak? Ergenekon’u savunamayacak mı mesela? Terörist diye kovuşturulan falanca örgütü “terörist”  olarak görmek zorunda mı?

Durum oldukça net artık. Şu anda hükümete muhalif gazetecilerin bir kısmı bir terör örgütünün üyesi olmakla damgalanıp mesleklerini yapmaktan alıkonuyorlar. Yani ortada eskisinden çok da farklı bir yöntem falan yok. Belki etkisiz hale getirme şekli açısından biraz yumuşama olabilir, hepsi o.

AKP’nin bir zamanlar samimi bir şekilde olmasa ve kendi işine geldiği kadar, kendi iktidarını sağlamlaştırmak için de olsa demokrasinin sınırlarını genişleten hamleler yaptığı söylenebilirdi. Ordunun darbe yapmayı daha az düşünür hale gelmesi, memleketin en azılı kontrgerilla şeflerinin hapse tıkılması elbette azımsanmayacak olumlu adımlardı. Ama bu hükümet ne yazık ki demokrasiye de yarayabilecek her ilerlemeyi, yaptığı bir karşı hamleyle kendisi tenzil etti.

Basına yönelik baskıları azaltmadı arttırdı. Türkiye hala basın özgürlüğünde 178 ülke arasında 138. değil mi? Ülkenin her yerinden toplu mezarlar fışkırırken faili meçhulleri araştırmayı reddetti. Kürt açılımı yaparken seçilmiş Kürt yöneticileri hapislere doldurdu. Öğrencilerin ve işçilerin sokaktaki muhalefetine göz açtırmadı, şiddet uyguladı, bastırdı. Üstelik işine gelen konular oldu mu Anayasayı referanduma götürmeyi göze alarak değiştiren AKP, ne siyasi partiler yasasına, ne seçim kanununa, ne lider sultasına, ne %10 ayıbına dokundu. Şimdi de muhalif gazetecileri terör suçlusu diye damgalayıp gözaltına aldırarak bütün bir muhalefete gözdağı vermeyi sürdürüyor.

Türkiye hala ağır düzeyde demokrasi eksikliği çeken bir ülke. Örneğin The Economist dergisinin yıllık demokrasi endeksinde hâlâ zayıf demokrasi olmaya bile terfi edememiş, demokrasiyle otoriterlik arasında, hibrid (melez) rejim olarak kabul edilen bir ülkede yaşıyoruz. Üstelik AKP’nin demokrasi karnesindeki bu gerilemeyi seçimler yaklaşırken hızlandırarak sürdürmeyi göze alması da korkutucu. Türkiye’nin iktidar partisinin artık demokrasinin kendisine oy kazandırmadığını, ya da en azından antidemokratik uygulamaların oy kaybettirmediğini düşünüyor olduğu ortada.

AKP aklını başına toplamaz, gazetecilerle JİTEM şeflerini birbirinden ayırmayı öğrenemezse demokrasi değil, otoriterlik daha da ağır basacak. Gazetelerin iktidarın eline geçtiği, gazetecilerin susturulduğu, siyasi örgütlenmenin tehlikeli hale geldiği bir ülkede askeri vesayet ortadan kalkmış olsa neye yarar?

You may also like

Comments

Comments are closed.