Köşe YazılarıYazarlar

Etki değerlendirmeleri neden yapılır

0

Geçtiğimiz haftalar içinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği (ÇED) için ‘ülkemiz şartları, dünyadaki mevcut iyi uygulamalar ve uygulamada ortaya çıkan gereksinimler, bilimsel ve teknik dayanaklar göz önüne alınarak güncellenmesi ve ÇED raporlarının puanlanmasına yönelik bir yazılım geliştirilmesi’ amacı ile bir toplantı yapıldı. Toplantının henüz bir somut sonucu yok. Ancak sayıları yirmiyi aşan daha önceki yönetmelik ‘güncellemelerine’ bakınca insan ister istemez biraz karamsar oluyor.

Bilindiği gibi ‘karar vericilere kararlarını sağlıklı bir şekilde verebilmeleri için (!) seçenek üreten ve bu seçeneklerin olumlu ve olumsuz yönlerini sergileyen bir yaklaşım olarak tanımlanan ÇED’ 1993’den bu yana Çevre Kanunu’na bağlı olarak çıkarılan yönetmelik gereği ülkemizde uygulanıyor. Ancak bu uygulamanın geldiği noktanın başarılı olduğunu iddia etmek, ülkemizdeki özellikle sanayi ve madencilik kaynaklı çevre ve çevre kirliliğine bağlı insan sağlığı sorunlarını gördükçe imkansız. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda görevli komisyonların ÇED raporlarına çok büyük oranda daha ilk sunumda olumlu kararı vermesi; birçok yatırım alanının ÇED kapsamı dışına taşınması; birçok yatırım alanı için ise ‘ÇED gereklidir’ kararının bakanlığa bırakılması sonucu yönetmelik, çevre kirliliğinin önlenmesi açısından beklenen katkıyı yapmaktan uzaklaştı. Oysa bilimsel olarak bir bölgede yapılacak her yatırım, olası çevresel etkileri açısından teknik boyutta ÇED’e, daha da ötesinde olası insan sağlığı üzerine etkileri açısından sağlık etki değerlendirmesine (SED) tabii olması gerekir. Ancak özellikle ülkemizde ÇED uygulamaları günden güne amacından uzaklaştırılırken, SED ise hiç gündeme taşınmadı.

Genel anlamda baktığımız zaman çok sayıda çevre ve insan sağlığına dönük ‘etki değerlendirme’ tekniği bulunuyor. Bunlardan bazıları;

  • Çevresel Etki Değerlendirmesi,
  • Sağlık Etki Değerlendirmesi,
  • Stratejik Çevre Değerlendirmesi,
  • Sosyal Etki Değerlendirmesi,
  • Entegre Etki Değerlendirmesi’dir.

İnsan sağlığı açısından Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 1948’den bu yana yaptığı tanımlamayı hatırlarsak bu etki değerlendirmelerinin, özellikle de SED’in önemini daha iyi kavrayabiliriz: ‘Sağlık sadece hastalık ya da sakalığın yokluğu değil; bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik durumudur.’ DSÖ’nün temel belgelerine göre, sağlık ırk, din, dil, politik inanç, ekonomik ve sosyal durum ayırımı gözetmeksizin doğuşta kazanılan bir haktır. Tüm ülkelerin imzaları ile onayladığı DSÖ’nün bu yaklaşımı nedeniyle yönetimler de kendi halkına karşı onun sağlığından sorumludur. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde de ‘insan sağlığının korunması’ bir hak olarak belirtilmiştir. Bu nedenlerle yönetimler gerçek anlamda etki değerlendirme metotlarını kullanarak çevre ve insan sağlığını açısından gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.

Etki değerlendirmelerinden ülkemizde tam olarak yapılmamasına karşın ÇED yürürlüktedir. ÇED teknik bir etki değerlendirme metodu olup genellikle projenin sağlık etkileri hakkında herhangi bir değerlendirme raporda yer almaz. Özellikle bir kuruluşun yakın ve uzak çevresi için yaratabileceği hava kirliliği, su kirliliği, gürültü, toprak kirliliği, o bölgede beklenmeyen nüfus artışı gibi sorunların o yatırımdan önce belirlenerek çözülmesini sağlar. Eğer bilinen teknolojiler ile o sorunların çözümü olanaksızsa yatırım için seçilen yerin veya teknolojilerin değiştirilmesinden o yatırımdan tamamen vazgeçilmesine kadar kararlar alınabilir. Ancak özellikle büyük sanayi ve madencilikle ilgili kuruluşların oldukça rahat ‘ÇED olumlu’ kararı alması sonucu çevre sorunlarını ve kirliliğini önleme konusunda bugüne kadar beklenen ilerlemenin sağlanamaması, bu uygulamanın ülkemizde gereği gibi uygulanıp uygulanmadığı konusunda soru işaretlerinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Bu nedenle başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere birçok ülke 2014 yılından itibaren ÇED sürecinde değişikliğe giderek mevcut ÇED yönetmeliklerine SED ve küresel iklim değişikliği ile ilgili bölümler eklediler. Artık bu ülkelerde herhangi bir projenin sadece teknik boyutu değil; yakın ve uzak çevresinde yaşayan insanların sağlığı üzerine olabilecek olumsuz etkileri ve bu etkileri önleme yöntemleri, DSÖ nün 1948’den bu yana kabul ettiği ‘sağlığın tanımına’ uygun olarak değerlendiriliyor. DSÖ’nün 1999’da Göteborg’ta kabul ettiği konsensüs belgesine göre SED; ‘‘Her hangi bir politika, program ya da projenin, belli bir nüfusun sağlığı üzerindeki potansiyel etkilerinin değerlendirilebileceği işlem, yöntem ve araçlar bütünü ve bu etkilerin nüfus içerisindeki dağılımı’ olarak tanımlanıyor. Diğer bir anlatım ile ‘toplumun sağlığını etkilemesi olası durumların kanıta dayalı olarak değerlendirildiği işlem, yöntem ve araçların bir karışımı’ olarak tanımlanan SED’in ülkemizde hala bir yasal altyapısı yok. Günümüze kadarki tek bilimsel uygulaması Bursa’da Nilüfer Belediyesi tarafından kurulmak istenen bir spor tesisi için yaptırılmış. Tabii SED çalışması yapılmasının en önemli şartları; demokrasiye inanmak, bilimsel kanıtlardan hareket etmek ve kanıtların ahlaki kullanımı. İyi bir SED çalışması için çevre sağlığı, sağlığın sosyal belirleyicileri ve sağlık alanındaki eşitsizlikler konusunda bilgili ve donanımlı olmak ve bu alanlarda uzmanlarla çalışmak şart. Ayrıca tüm bilgilerin o projeden etkilenecek insanlarla paylaşımı ve demokratik karar verme mekanizması ise SED’in olmazsa olmaz ilkesi… SED’in öncelikli alanları var; inşaat sektörü, zirai politikalar, atık yönetimi, hava kalitesi emisyonları, ulaşım sektörü gibi… İncelendiği zaman ülkemizde ağırlığı olan sektörler olduğu görülüyor. O nedenle de SED’in yasal bir gereklilik olması çok önemli.

ÇED ve SED çalışması yapılırken dikkat edilmesi gereken diğer bir durum ise ‘kümülatif etki’. Tek başına zararsız gibi görünen bir proje o bölgenin kirlilik taşıma kapasitesinin sınırlarına ulaşıldığı için zararlı olabilir… Örneklemek gerekirse 10 ton kapasiteli bir kamyona fazladan 100 gram daha eklemek gibi… Bunu en iyi ayırt etme yolu ise ÇED’in yanı sıra SED çalışması da yapmak ve çıkacak sonuca göre karar vermek… Bu durumun ülkemizdeki tek örneği ise; ülkemizde yapılan tek SED çalışması olan Bursa Nilüfer Belediyesinin kurmak istediği bir spor tesisi için Uludağ Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalından öğretim üyelerinin de destek verdiği SED çalışması örneği… Bu çalışma sonucunda zararsız; hatta bölge için yararlı görülebilecek bir tesisin projesinde değişiklik yapılması gerektiği görülmüştü.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı şimdi ÇED yönetmeliğini yeniden gözden geçiriyor. Umarım yanılırız ve bu ‘gözden geçirme’ bundan öncekilere benzemez ve ÇED ekindeki ‘ÇED uygulanacak projeler’ listesinin uzayacağı; ‘seçme ve eleme kiriterlerinin uygulanacağı’ listenin de bu bölüme ekleneceği; içinde SED ile ilgili DSÖ’nün temel ilkeleri doğrultusunda bir bölüm yer alan ve ‘halkın katılımının’ olmazsa olmaz kabul edildiği yeni bir yönetmelik ile karşılaşırız. Yeni yönetmeliğe SED’in eklenmesi çok önemli. Çünkü büyük çevre ve ona bağlı insan sağlığı sorunları yaşıyoruz. Temiz Hava Hakkı Platformu’na göre hava kalitesi kriterlerimizi DSÖ’nünkilere uydurabilseydik 2017 yılında 51.574 ölümü önleyebilirdik. Bu tek veri bile durumun ciddiyetini gösteriyor.

Bu aşamada başta tüm meslek örgütü ve sivil toplum örgütlerine büyük sorumluluk düşüyor. Yeni yönetmelik için yazılı olarak önerilerini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve kamuoyu ile paylaşmaları gerekiyor.

Unutmayalım; bugün geç ama yarın çok daha geç olacak…

 

You may also like

Comments

Comments are closed.