Yıllardır çeşitli söyleşi ve toplantılarda ekoloji ve tasarım yaklaşımlarını anlatıyorum. Konu genellikle mimari çevresinde dolanıyor. Malum sağlıklı bir evde yaşama hayali sağlıklı ambalajdan daha büyük bir ehemmiyete sahipmiş hissi uyandırıyor muhtemelen hepimizde. Hal böyle olunca da sanat, ustalık ve tekniklerin harmanlandığı ekolojik mimari odaklı geçiyor tüm aktivitelerim.
Bu yazıda da genel isteklerin doğrultusunda mimari çerçevesinde bir tasarımdan bahsetmeyi uygun gördüm. Söz konusu ekoloji başlığı olduğunda kafalar oldukça karışık ülkemizde. Öncelikle bir kez daha aydınlatıcı bilgiler vereceğim.
Doğal malzemeler ile yapılan her yapı ekolojik değildir ve beton ve plastik kullanılan yapılarda ekolojik olabilir. Bu cümleyi o kadar çok kullandım ki beton ve plastik sever biri olduğum inancı yayılmaya başlayacak diye bazı zamanlarda korkuyorum. Doğaya duyarlı, saygılı ve gelecek nesilleri düşünen her tasarım vicdani kaygılar ile yola çıkar ve en az zarar ile amacına ulaşmaya çalışır. Verdiği zarar kadar faydacı olmak genel bir düsturdur. Kesilen ağaç kadar ağaç dikmek, gereksiz hafriyat ile toprağı örselememek, ileriki yıllara az kalıntı bırakmak vs. vs.
Konunun teknik boyutlarına girmeyeceğim, merak edenler elbet internetten gerekli araştırmaları yapabilirler. Malzemeler, zararlı kimyasallar, tonlarca beton ve tüm diğer inşaatın parçaları yıllardır oluşturulmuş mühendislik hesaplar ve mimari teknikler ile yan yana getirilir.
Asıl önemli olan son kullanıcının ekolojiyi iyi anlaması ve söz konusu eğer bir ev ise dersine iyi çalışması gerekir. Hayalperest başlangıçlar bir bardak su ile uyanmanıza sebep olacaktır. Hem de uykunun en tatlı yerinde. Ekolojik mimariyi bir de ikiye bölmenin doğru olduğunu düşünüyorum. Kamu yapıları ve şehir binaları ömrünü ve gönlünü bu işe vermiş mimarların ve mühendislerin çabaları ile gelişen uzun soluklu ve meşakkatli bir iştir. Ekolojik kaygılar ile çalışmaya çalışan mimarı beton kullandığı için eleştirmek hiç birimizi bir yere taşımaz, üstelik abestir. Bina inşası karmaşık ve zor süreçleri içinde barındırır.
Diğer bir alan ise kırsalda kendi yapılarını inşa etmek isteyen insanların mücadeleleridir. Benim şahsi olarak ilham aldığım ve ilham vermeye çalıştığım alan bu kısımdır. Bir ev inşasının tüm risklerini göze alan toprak sahibi ile dayanışma içinde olmanın tüm risklerine rağmen yapılması gereken bir ödev olduğunu düşünürüm. Başını sokacak bir evi kendi elleri ile var etme her birimizin yaşaması gereken bir deneyimdir. Müstakbel ev sahipleri ellerinde kazma kürek, arkadaşları, köyden yardıma gelen işçileri ve bizler gibi bu işe gönül vermiş bir avuç insan ile yaşamlarını sürdüreceği evlerini inşa ederler.
Bu süreç her birimiz için maceralı ve risklidir aslında. Özellikle doğal malzemeler ile çalıştığımızda aldığımız en büyük risk doğaya zarar vermek yerine kendimizi riske atmaktır. Tonlarca betonun ve demirin güvenliği yerine ahşabın ve çivinin zayıflığı, çuvala doldurulmuş toprağın kırılganlığını tercih etmek, bir saman balyasına güvenmek azımsanacak riskler değildir. Bir kaç ömür önce unutulmuş yapım tekniklerini araştırıp gün yüzüne çıkaran ve elini taşın altına sokarak uygulamaya kalkan insanlar günümüz için değil gelecek kuşaklar için bir ışık olma çabasındadırlar. Bugün kimse bir toprak, saman ya da ahşap yapının uzmanı değildir. Uzmanlığın verildiği ve kanunun tanıdığı kurumlar bu bilgileri unutmuşlar, ustaları kaybetmişlerdir. Bilinen tek yapı betonarmedir ve verilen eğitimler bu doğrultudadır. Deprem, statik, tasarım, malzeme bilgisi gibi yapı inşasında son derece önemli olan etkenler kurumlar tarafından doğal malzemeler ile hesaplanamamaktadır. Siz evinizi kendi başınıza doğal malzemelerden inşa etmek istediğinizde, sizin gibi bir kaç çılgın ile birlikte kaderinize boyun eğer ve risk alırsınız. Bu riskin armağanı ise tekrar bu uzmanlıkların gün yüzüne çıkabilmesi ve ileride böyle eğitimlerin verilebilmesidir. İlk neferler olarak tüm dünyada böyle bir sorun vardır. Budan dolayı doğal malzemeler ile günümüzde ancak basit tek katlı veya en fazla 2 katılı evler yapılabilmektedir.
Aldığınız çivinin sağlamlığı, ağacın uygunluğu, samanın doğru balyalanması, toprağın içindeki doğal katkı malzemeleri satıcıların veya üreticilerin vicdanına bırakılmıştır. Hiç biri kontrol edilmezler ve bir teste tabi değillerdir. Sattıkları mallardan bir sorumlulukları yoktur.
Tüm bunlar ile beraber yıkılmaz, su almaz, soğumaz ya da ısınmaz bir yapıya sahip olma isteği bir hastalıktır. Bu hastalık inşaat teknolojisinde canavarlaşmamıza sebep olmuştur. Doğal her malzemenin bir ömrü vardır. Her insanın bir hata payı ve enerjisi vardır. Dünyada rüzgar, toprak, güneş, deprem, yağmur gibi hala öngöremediğimiz, zamanı ve şiddetini bilemediğimiz güçlü etkiler vardır. Bilgisi ve ustalığı kaybolmuş tekniker ile, kırılgan ve canlı, ömürlü, kontrolü yapılmayan satın alınmış ürünler ile, yardımla, imeceyle, gönül ile ve bulunan yerel işçiler ile bir yapı inşa etmek ancak bir idealdir. Ve her ideal gelecek için risk alır. Bu bana ilham verir. Benim gibi bu işe gönül vermiş herkese de ilham verdiğine eminim. Bazen kalem ve kağıtla, bazen kazma ve kürekle, bildiğimiz, bulduğumuz bilgileri karıncalar gibi biraraya getirip, terle, emekle ve gönülle çalışmak çılgınca olsa da genellikle keyif vericidir.
Doğal bir yapının sağlamlığı doğa güçleri ile uyumlu olmasına bağlıdır. Attığınız hatıl, kullandığınız payanda mevzu bahis değildir. Yerçekimi doğal bir güçtür. İki katlı bir yapı arzusu bu güç ile mücadeleye girme isteğinden başka bir şey değildir. Geniş sütunsuz galeri ya da salon da aynı şekilde tavanın yerçekimi ile girdiği bir mücadeledir. Söz konusu doğa olduğunda kararlılığı ve ömrü bakımından genellikle mücadeleyi kazanan taraf olacaktır. O payanda , hatıl, kemer ya da dikme bizlerin mücadelede zaman kazanmamız için kullandığımız çeşitli elemanlardır. Doğaya uyumlu olmayan ve çatışacak her yapı, karmaşık tekniklere ve elemanlara sahip olur. Yönetmemiz gerek bir çok problem karşımıza çıkar. Betonarme tüm bunları belirli bir süre için bertaraf edebildiğinden ve deneyi yapılıp her defasında aynı sağlam sonuçlara ulaşılabildiğinden tercih edilmiştir. Diğer malzemeler Allaha emanettir.
Günümüzde bizler işlerimize inançları ve kaderi sokmayı sevmediğimiz için eski insanlar gibi doğal malzemeleri kullanamayız, kullanmaktan çekiniriz. Oysa doğa bütüncüldür, ömürlüdür ve rastlantısaldır. Bilinmezde bilmek hali doğanın her zerresinde gözlemlenebilir. Ekolojik mimaride ilk ödev küçülmek, boyun eğmek, kadere razı olmaktır. Bu bizi canlı yapan özelliklerin başında gelir. Bir böcek her yağmur evini yeniden inşa eder, kuşlar rüzgarda uçan yuvalarını sıkılmadan tekrar kurarlar, Tavanı akan bir mağarayı ini bellemiş bir ayı damlayan yağmur le barışır, azalan sular balık yuvalarının yerini değiştirmelerine sebep olur. Bizim bu canlılardan ayrı, farklı ve daha zeki olduğumuzu düşünmemiz ancak yine bizim sorunumuzdur. Evi ile, yiyecek ekmeyi ile mücadelede olmayan insan bir başkasının hayatı ile mücadele eder. Dünyada çalışmak demek, saçma sapan kurallar ve kanunlar çıkarıp olmayacak işleri oldurmaya çabalamak değildir. Var olana teslim olup üzerine ses etmemek demektir. Zeka bunu gerektirir. Diğeri kibirdir.
Zihnimizi fiziksel olarak büyümek ile meşgul etmediğimizde, küçülen ve daralan sadece yaşantımızdaki maddelerdir. Eşyalarımız küçülmeye başladığında ancak daha özgür ve serbest zihinlere sahip olabiliriz. Mücadele kişinin kendisi ile olan uzlaşmasıdır. Yer çekimi ile rüzgar ile, yağmur ile hasbıhal edilir, mücadele değil.
Hüseyin Melih Aşanlı