KentManşet

Geleneksel mimari, yeni sorulara yanıt vermiyor mu?

0

Betonarme ve cam ağırlıklı yeni yapı teknikleri, daha kolay, pratik, ucuz ve daha geniş mekanlar sağlıyor, ancak yapılaşmayı kendi özgünlüğünden koparmadan teknoloji ile entegre etmek mümkün değil mi? Özgünlükten uzaklaşmadan, zanaatkârlığı da bir yana bırakmadan yerel değerleri içerecek şekilde çağa da uyum sağlayarak yapılaşabilir miyiz? İklim değişikliğine uygun mimari nasıl olmalı? Geleneksel binalarda enerji tasarrufu nasıl sağlanır? 

Yeni İnsan Yayınevi Genel Yayın Yönetmeni Aytaç Timur bu ve benzeri soruların yanıtlarını mimar, öğretim görevlisi Şule Aybar ve tasarımcı, araştırmacı Melih Aşanlı‘yla konuştu. 

*

Aytaç Timur: Geleneksel mimari neden her geçen gün daha önemli olarak algılanıyor ve merak uyandırıyor?

Şule Aybar: Geleneksel mimari yöresel özellikler taşıdığı için merak uyandırmaktadır. Sadece yerel kültür ve insan odaklı değil doğa/iklim odaklı tasarlanmış olması ve bunu gerçekleştirirken yerel malzemelerle harmanlanması açısından geleneksel mimari aslında her geçen gün daha da önemli olmaktadır. Kadim bilgileri yansıttığı ve kendine özgün bir dili olması sebebi ile turizme olan katkısı da yadsınamaz ve Türkiye ekonomisi için turizmi de düşünecek olursak ayrıca da üzerinde durulması gereken bir durumdur.

Melih Aşanlı: Aslında sadece mimaride değil, geleneksel kelimesine karşı ön yargılarımızın değiştiğini görüyoruz geçtiğimiz yıllar içinde. Türkiye yarım asrı aşkın bir süredir uygarlığı ve medeniyeti batı kültürü içinde aramaktan yorulmuş olabilir. Özellikle iklim krizi ile birlikte fark ettiğimiz ekolojik bakış açısı, yerel olan kültüre, bilgiye, teknik alt yapıya ve malzemeye öncelik veriyor. Hem bilimsel hem de toplumsal olarak yerel olan ile güçlü bağlar kurulmasının avantajlarını gözler önüne getiriyor diye düşünüyorum. İlk kitabımla da savunduğum bir konu var, kadim bilgi dediğimiz her toplumun öz bilincidir. Uzak diyarlardan bilginin ne kadimini, ne de güncelini ithal etmek sorunlarımıza çözüm olmayacak aksine sorunlarımıza yeni sorunlar ekleyecektir. Mimariye de bu açıdan bakabiliriz. ,

‘Moderleşme’nin getirdikleri…

Anadolu, mimari anlamda şaheserlerle dolu, bunu söylerken tarihi, görkemli büyük yapıları başımızın üstünde kabul edip ama bir kenara ayırıp, köylerde kasabalarda ve tarihî şehirlerdeki insanların yaşadığı evleri sormak istiyorum. Bunları neden terk ediyoruz, neden beğenmiyoruz. Neden en küçük kasaba bile çirkin apartmanlarla doluyor?

Şule Aybar: Şöyle açıklayabilirim. Zor (elde edilen) olan şey güzeldir veya güzel olan şey zordur (elde edilir). Tarihi şehirde olsun veya olmasın köy ve kasabada yapılan yapıların çoğu aslında birer sanat eseridir. Çünkü bu yapılar bir zanaatkârın elinden çıkmıştır. Yapı kendi ustasının el işçiliğini, becerisini ve yeteneğini bizlere yansıtır. Yapmak uzun zaman alır ve çıkan yapı, sarf edilen olağanüstü bir gücün ve özenin ürünüdür. Oysa zamanımızda maalesef “kolaylık” ön plandadır ve neredeyse emek harcamadan rahatça sonuca ulaşmak daha önceliklidir. Yani maliyet ve zaman önemli olduğundan bu yeknesak ve sanatsal özellikten uzak olan tarz tercih edilmektedir. Günümüzde betonarme binalar belli kalıplara dökülerek (endüstrileşmenin sonucu olarak çeliğinde yardımı ile) daha hızlı ve daha kolay olarak bitirilmektedir. Bilgisayar kullanılarak normalde el ile çizilemeyecek kadar karmaşık bir mimari eleman, kolaylıkla robotik olarak üretilebilmektedir. Teknolojinin de gelişmesiyle insanlar rahat, hızlı ve kolay olarak yapılan binaları tercih etmektedirler ki bu da akıllı olmanın değil duygusal olmanın bir sonucudur. Bu anlayış günümüzde köylerde dahi apartmanlaşmanın önünü açmıştır. Kabul edelim ki yeni yapı tekniklerinin daha geniş mekânlar sağlaması da gerçeğin bir parçasıdır. Ancak yapılaşmayı kendi özgünlüğünden koparmadan teknoloji ile entegre etmek, acaba mümkün değil midir? Yerel denetim ile özgünlükten uzaklaşmadan hatta zanaatkârlığı da bir yana bırakmadan yerel değerleri içerecek şekilde çağa da uyum sağlayarak yapılaşmak aslında mümkündür. Biz buna literatürde glocal diyoruz.

Melih Aşanlı: Geniş bir çerçevede bu sorunun nedenlerini üç ana başlık altında toplayabiliriz.

1- Modernleşme niyeti ile yola çıktığımız yıllardan günümüze, kontrolsüz ve plansız batılılaşma hareketinin bizi öz varlıklarımızdan uzaklaştırdığını görüyoruz. Global şirketler de bütün argümanları kullanarak kendi üretimi olan ürünler için pazarını genişletebilmek adına sürekli yeni ihtiyaçlar üretiyor ve tüketimi artırmaya çalışıyorlar. Tüketilen sadece kıyafetler ve cep telefonları değil, çok daha büyük bir pazar olan yapı sektörünün zararlı, ömürsüz malzemeleri.

2- Anadolu coğrafyasında günümüze kadar gelebilmiş olan sivil yapılar toplumda haklı bir ön yargı yaratıyor. Bu yapılar, eski, metruk, viran hâldeler. Dolayısıyla kimse böyle yapılara özenmiyor. Üstelik bu yapıların bakım masrafları, işletim emeklerinin de fazla olması gibi bir bilgi yaygın. Değerlendirme yaparken büyük bir hata yapılıyor tabii ki. Günümüze kadar gelebilmeyi başarmış olan bu yapılar, en az kurtuluş savaşını görmüş, ülkenin zor durumlarından geçtiği yıllar yaşamış, uzun zaman bakım görmemiş ve hatta birçoğu terk edilmiş durumda. O hâlde bile varlıklarını hâlen sürdürebiliyorlar aslında. Bir betonarme yapının ömrü 50 yıl bile değilken bu yapılar son 30 yıldır belki de hiç içine girilmeden kaderine terk edilmiş durumda.

3- Günümüz bilgisini kullanarak geleneksel yapılarımızı yeniden ele almadığımız için teknikler gelişemiyor, ustalar yetişemiyor dolayısı ile de günümüz insanının ihtiyaçlarına cevap veremeyebiliyor. Üstelik sektör bu yönde gelişmediği için de bu yapılar yüksek bütçelere ihtiyaç duyuyor.

Betonarme ise en düşük maliyetli yapılar olarak karşımıza çıkıyor ilk bakışta. Evet, çirkin ve sağlıksız yapılar fakat başlangıç maliyetleri düşük. Yerel ve ülke politikaları ile müdahale edilmediğinde bu durumun vatandaşlar tarafından çözülebileceğini düşünmüyorum. Bir tarafta 5 katlı apartman izni alıp maliyetleri düşürme hakkı tanınmışken, diğer tarafta 2 katlı bir yapıya aynı bedel maalesef ödenemiyor.

İklim uyumlu mimari nasıl olmalı?

İklim krizinin etkilerini artık yaşamaya başladık. Karbon salma anlamında mimari çok büyük değere sahip. Bu kriz büyüdükçe ekvator sıcakları kuzeye doğru yayılacak. Bu durumda coğrafi olarak hemen güneyimizde bulunan Orta Doğunun Anadoluya göre daha sıcak iklimi Anadoluya taşınacak. Bu durumda Irak, İran, İsrail gibi ülkelerin mimari deneyimi bize neler öğretiyor?

Şule Aybar: Öncelikle bu değişimi durduramayacaksak bile yavaşlatabilirliğimiz olduğunu bilmeliyiz ve ona göre önlemlerimizi almalıyız. İklimin değiştiğini her geçen gün daha çok hissediyoruz. Ancak iklim değişse bile, iklime göre tasarım prensipleri değişmez. Dolayısı ile iklimin getirisine göre tasarlayıp ona göre yaşayacağız. Ekvator sıcaklarının kuzeye kayması sadece doğal çevrenin değil, fiziksel çevrenin de değişmesi ve dolayısı ile yaşam standartlarımızın değişmesi anlamına da geliyor. Kuru sıcak iklim zamanla daha baskın olacak demek oluyor ki bu da bizim güneşin etkisinin azaltıldığı ve dolayısı ile konforumuzu sağlayan fiziksel alanlara olan ihtiyacımızı artıracaktır. Eğer bu alanları pasif tasarım prensipleri ile planlayarak var edemezsek enerjiye olan ihtiyaç da artacaktır. Bu da karbon ayak izinin artması demektir. Görüldüğü gibi zincirleme reaksiyon oluşuyor. Bu reaksiyon zincirini durduramıyorsak yavaşlatabiliriz; bu da sağlıklı ve doğa odaklı düşünmekten geçer. Binanın güneşle olan ilişkisini irdeleyerek iç mekânlardaki fonksiyonların dağılımını ve malzeme kullanımını iklime göre düşünerek tasarlayıp iklimin şiddetli etkisini azaltıp konforlu yaşayabiliriz. Bu problemin çözümü güneş enerjisinden sağladığımız enerji ile sağlansa bile bu enerji zamanla yeterli olmayabilir, o sebeple problemi yaratmadan çözmek daha akılcıdır.

Melih Aşanlı: Malzeme ve teknik olarak fayda sağlayabilsek bile benzerlerini uygulayabileceğimizi düşünmüyorum. İklim krizi açısından değerlendirdiğimizde ısındığımız doğru. Ama bu ısınmanın ülkemiz iklimini Orta Doğu iklimine dönüştüreceği anlamını çıkaramayız. Isınmakla birlikte, seller, fırtınalar, anlık yoğun yağışlar, uzun süren aşırı soğuklar ve benzeri pek görülmemiş kar yağışları ile karşı karşıya kalma ihtimalimiz çok yüksek. Dolayısıyla tutarlı olan kurak Orta Doğu teknikleri bizde iş görmeyebilir. Bununla birlikte yerel ağaçlarımızdan keresteler, yerel toprağımızdan kesilen kerpiç, bizim kireç taşlarımızdan yapılan harçlar şahsına münhasır teknik ve beceri gerektirecektir.

Bir de mimari üslup yaşamsal ihtiyaçlar ve kültürden şekillenmiştir. Orta Doğu’nun mimari üslubu ve teknikleri Anadolu yaşamında kendine yer bulamayabilir. Bütün dünyada iklim krizinin etkilerini en aza indirmek ve kalıcı çözümler üretmek için tasarımlar ve teknikler geliştiriliyor. Bence tamamından ilham alınmalı ve ülkemiz için uyarlanmalı.

Geleneksel binalarda enerji, ısı yalıtımı meselesini modern binalarla kıyasladığımızda nasıl bir tablo ile karşılaşırız?

 Şule Aybar: Geleneksel binalarda enerji kullanımı çok daha azdı, özellikle fosil yakıt daha az kullanılıyordu. Bu yerel malzemelerin hikmeti ve tasarımın getirisi olarak kendini gösteriyor. Yerel malzemeler iklime uygun olma özelliği taşıyorlar. Sıcak ülkelerde bulunan yerel taş ve kerpiç yapı malzemeleri tamamıyla iklimin getirisi olarak karşımıza çıkıyor. Sıcak ve nemli ülkelerde olan bambu ve tropikal ağaçların sunduğu olanaklar sıcak ve kuru iklimde istenen konforu kendiliğinden sağlamıyor. Sıcak ve kuru iklimde taş yapı/duvar malzemesi, ısı kütlesi olarak çalışarak geceleri ısı, gündüzleri ise serinlik sağlayabiliyor. Oysaki sıcak ve nemli iklimde insan konforu için gerekli olan hava dolaşımını nefes alan ahşap elemanlarla sağlayabiliyoruz. Ayrıca bu konforu sağlayan tasarımın yardımı da yadsınamaz. İklim, bazı yerlerde küçük pencereler gerektirir. Bazı yerlerde ise pencerelerin geniş ve karşılıklı hava dolaşımına izin verecek şekilde geleneksel binaların dış duvarlarında yerini aldığını görürüz. Bu tasarım yaklaşımı günümüzde teknoloji sayesinde iklim gözetilmeksizin unutulmuş ve iklim ne olursa olsun mümkün olan en geniş pencerelere yer verilmiştir. Doğal olarak bu durum ısınmak veya soğutmak için ekstra enerji harcanmasına ve ekstra yalıtım malzemesi kullanılmasına sebep olmuştur. Bu duruma gökdelenler de eklenince durum daha da ekstra ekstra hâle gelmiştir çünkü yapı yükseldikçe kullanılan malzemelerin kalınlıkları ve özellikleri rüzgârın etkisini de düşünerek bize enerji ve maliyet fazlası olarak geri döner. Modern binaların ne kadar modern olduğu aslında tartışılır. Modernlikten anladığımız eğer sadece teknolojinin bize sundukları ile sınırlı ise doğadan uzaklaşmak, enerjiyi haddinden fazla kullanmak demek olur. Bu geldiğimiz nokta ise bize güzel bir tablo çizmez ve bu tabloyu bir ayna olarak alırsak baktığımızda kendimizi tanımadığımız bir çevre ile çerçevelenmiş buluruz. Aynı bulunduğumuz çevreye yabancılaşmış olmak gibi. Dubai’de miyim? İstanbul’da mıyım? Bilmiyorum.

‘Bir kenti sürekli baştan inşa etmenin kimseye faydası yok’

Melih Aşanlı: Öncelikle binalara olan bakışımızı değiştirmemiz gerekiyor. Bir bina tasarımı yaparken inşaat maliyetini düşük tutup, kısa ömürlü, ısınma ve soğuma maliyeti yüksek bir yapı mı tasarlamalıyız? Burada kurulum maliyetlerini düşürmeye başladığımızda sonrası için karbon salımını ve işletim maliyetlerini artırmaya başlarız. Tüketici için böyle bir uygulama başta cazip geliyor. Kimse aydan aya ödediği faturaları ve karbon salımını bina sağlığı gibi bütçeye dâhil etmiyor. Ama yıllar boyu yapılan ödemeleri, sağlık sorunlarını, konforu ve yapı bakımını topladığımızda ortaya çok yüksek bir maliyet çıkıyor.

Tabii ülkenin her tarafına 50 cm kalınlığında kerpiç duvarlara sahip yapılar inşa edemeyiz. Bu noktada, geleneksel teknikleri yeniden ele alıp uyarlamak gerekir. Artık yeni bilgiler ve malzemelerimiz var. Bu konuda çalışan oldukça iyi firmalar, üniversiteler mevcut. Bina algımızı değiştirdiğimizde, bir yapının kuşaktan kuşağa sağlıklı hizmet verecek, torunlarımıza bırakabileceğimiz kültürel bir değer olması gerektiğinin farkına varırız. Sürekli yeni yapılar inşa eden inşaat sektörü yerine, düzenli restorasyon yapan ve kültür mirasını koruyarak tüketimin önüne geçen bir inşaat sektörüne evrilmekten bahsediyorum burada. Bir kenti sürekli baştan inşa etmenin kimseye faydası olmadığını gördüğümüz dönemler yaşıyoruz. Elimizde yeterince deneyimimiz var. Üstelik bir şehir baştan başa yeniden inşa edildiğinde kent bilincine, toplumun aidiyet duygusuna olumsuz etki yapıyor. Bu da sıklıkla tartışılan başka bir konu olarak karşımıza çıkmakta.

Enerji penceresinden baktığımızda, görsel olarak dört bir tarafı camdan yapılan binalar, önümüzdeki enerjinin kıtlaştığı, pahalandığı çağa ayak uydurabilecek mi?  

Şule Aybar: Camın yapı malzemesi olarak dış cephede kullanımı ile iç ortama getirdiği faydalar ve zararlar iklime ve camın hangi yönde konumlandığına göre değişkenlik gösterebilir. Ancak her hâlükârda tamamen her cephede hiçbir farklılık göstermeden cam kutu gibi tasarlanmış binalar kişilerin konforunu sağlama noktasında ya ısınmak için ya da serinlemek için enerjinin harcanmasını gerektirecektir. Bunun öncelikli sebebi kuzeye bakan cam genişliği ile güneye bakan cam büyüklüğünün aynı olmasıdır çünkü güneşin hareketi düşünülmeden binanın dört cephesi aynı şekilde ele alınmıştır. Teknoloji sayesinde farklı özelliklerde ve katmanlı ısı camların kullanımı mümkündür ancak problemi yaratıp sonra da teknolojinin sunduğu avantaj gibi gözüken yeniliklerle durumu çözmek ekolojik bir yaklaşım değildir. Bu durum günümüzde geri dönüştürülmüş cam kullanılarak imal edildiği ileri sürülerek hafifletilmeye çalışılsa da bir binanın tüm cepheleri aynı tasarıma sahip olmamalıdır. Bu mimarlık değildir. Ne insan konforuna göre ne de doğaya göre mimarlıktır. Bu durumdan, dışarı bağımlı enerji kullanımı olan ülkemizde fazlasıyla enerji kullanımını gerektiren mimarlık anlayışından enerji pahalılığını da göz önünde bulundurarak acil olarak uzaklaşılmalıdır. Dolayısı ile cevap Hayır’dır.

Melih Aşanlı: Cam üretimi, son derece enerji harcatan bir ürün. Burada önemli olan harcadığımız enerji ile ne elde ettiğimiz ve amacımız. Elbette tek bir malzeme kullanılmalı, geri kalanı asla üretilmemeli diyemeyiz. Geniş bir perspektiften baktığımızda, iklim krizinin en büyük etkisinin içinde yaşadığımız teknolojik çağın üretimleri olduğu söyleniyor. Sanayi, teknoloji ve yaşam alışkanlıklarımızın ektisinin her sene uluslararası bağımsız kurumlar tarafından hazırlanan raporlarda oldukça yüksek olduğunu görüyoruz. Şimdi bir grup firma ve bilim insanı içinde bulunduğumuz krizi yine benzeri teknolojik ürünler ile çözmeye çabalıyor. Burada ters giden bir şeyler var gibi durmuyor mu? Dünyanın böyle bir hammadde kaynağı var mı diye sormamız gerekiyor. Akıllı evler, yüksek teknoloji sayesinde üretilen ekolojik malzemeleri tüm dünyaya yetirebilecek miyiz? Yoksa yeni pazar mı oluşturmaya çalışıyoruz?

‘Yeni çağda, ‘yokluğun tasarımı’ hakim olacak’

Söz konusu küresel bir değişim olduğunda teknikler, malzemeler daha gerçekçi seçilmeli. Bildiğimiz kadarıyla su kullanmadan üretebildiğimiz hiç bir malzeme yok. Önümüzdeki en büyük sorun ise su krizi. Şimdi son suyumuzu camdan seralar yapıp içinde yaşayacağımız yapıları üretmek için mi kullanacağız ya da akıllı bina sistemleri için çip üretimine mi harcayacağız?

İnsanların gıdaya, içecek suya çok daha fazla ihtiyaçları olacak önümüzdeki zamanlarda. Toprak ve ahşap gibi malzemeler, ileri dönüşüm teknikleri ile ürettiklerimiz sorunumuzu çok daha ekolojik olarak çözebilir.

Sürdürülebilirlik dediğimiz kavram var olan vahşi tüketimimizi sürdürmek için yöntemlerimizi değiştirmek olarak algılanmış durumda. Oysa burada ekosistemin sürdürülmesinden bahsediyorsak, yaşam alışkanlıklarımızı değiştirmeli ve var olan kepazeliği yaşamakta ısrar etmemeliyiz.

Yeni çağ, ince hesapların yapıldığı, küresel olarak yokluğun tasarımlarına ihtiyaç duyduğumuz bir çağ olacak. Ben buna “yokluğun tasarımı” diyorum. Üçüncü dünya ülkelerinin kaynaklarını çalmadan, insanlarını aç ve susuz bırakmadan, ekosistemlerini yok etmeden kendi ülkelerimizin kaynaklarını kullanarak yaşamaya çalıştığımızda içinde bulunduğumuz yokluğu görebiliriz. Sömürgecilik döneminin biçim değiştirmiş hâlinin de artık sonlanması gerekiyor. Başka türlü bu işin altından kalkamayacağız gibi durmuyor mu?

More in Kent

You may also like

Comments

Comments are closed.