Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

[Çevre ve sağlıkta risk iletişimi -8] Salgından korunmak için yurttaşlar ne yapmalı?

0

Sadece aptal sığırlar kasaba oy verir. (Bir TV dizisinden replik)

Saptamalarımıza devam edersek, şehir yaşamında dahi kırsal, göçebe ve aşiret düzeni alışkanlıklarımızı terk edememişiz. Çarpık kentleşme, çarpık sanayileşme, çarpık bir ‘yenileşme karşıtlığı’ ve çarpık bir ‘milliyetçilik’ bunlara eşlik etmeye devam ediyor. Yani hâlâ, yeni bitmiş gecekonduya taşınma ve yerleşme telaşesinde gibiyiz; başımızı kaldırıp da çevremizde neler olup bittiğine bakmaya, bahçe düzenlemesine vb. bir türlü sıra gelmiyor. Bu nedenle, dördüncü yazımızda Uğur Tanyeli’nin sözünü ettiği nükleer santral, hava kirliliği, Covid-19 virüsü salgınları gibi çağdaş korkularımız henüz oluşmamış. Türkiye için yapılmış bilimsel risk iletişimi ve risk algılaması çalışmaları olmadığı gibi; Türkiye’de sağlıkta risk iletişimini bilen, önemseyen, merak eden de yok (bkz. Birinci yazı: Bilgisizlik ve Tam Bilgisizlik Belirsizliği’). Sağlık Bakanlığı’nın, devlet kurumlarının ve iktidarların ‘risk iletişimine kafa yormak, kapasite geliştirmek’ diye bir dertleri olmamış. Sivil toplum örgütleri, medya, senaryo yazarları ve edebiyatçılar vb. da halkta böyle bir talep yaratamamışlar. Büyük toplum çoğunluğu bir strateji ve öngörü oyunu olan satrançtan ve fen bilimlerinden habersiz.

Oysa, çevre ve sağlıkta risk değerlendirmesi, riski yönetimi ve riski iletişimi konuları uzak hamleleri iyi görmekle ve hesaplamakla çok ilgili. Ülkenin pek çok istatistiği gibi çevre ve sağlık istatistikleri de ya hiç ya da il- ilçe-mahalle/köy özelinde yayımlanmıyor. Medya, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve üniversiteler özgür/özerk değil. Ülkenin çeşitli konularda gereksinimi olan Ülke Karakter/Veri Tabanları -Profile/Data Base (örneğin Ulusal Bireysel Besin Tüketimi ve veya ilaç tüketimi, aşı karşıtlığı vb.) yok vb vb…

Ülkemizde iletişim deyince sadece iletişim fakültesi, basın-yayın ve medya anlaşılıyor. Ülkenin risk iletişimi becerileri konusunda deneyimli az sayıdaki insan gücü, SB’nın kariyeri ve deneyimi ödüllendirmeyen işlendirme (istihdam) politikaları nedeniyle küstürülmüş ve ilgisiz görevlerde kaybedilmiş.

Türkiye’nin ithal etmek zorunda kaldığı (Covid-19 dışı) tüm aşıların üç yıllık maliyeti (40 milyon dolar) gibi bir harcamayla ile ancak tekrar kurulabilecek Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi’nin önce Aşı Üretim Enstitüsü, 2004’de; sonra da tamamı 2011’de 663 sayılı kanun hükmündeki kararname ile büyük bir strateji eksikliği ve öngörüsüzlükle kapatılmış. 

Bireyler ne yapabilir?

Yukarıdaki paragraflardaki saptamalarımızın çevre ve sağlıkta risk iletişimi ve algılamasıyla ilgisini kurmayı okurumuza bırakıyorum. İnsanların çoğu, korktuğu tehlike başına gelmeden tehlikenin olasılığını derinlemesine anlayıp algılamazlar. Dördüncü yazımda belirttiğim gibi, Türk halkının ekonomik kriz olmasından korkmasının (%76’sı) temelinde ekonomik kayıplara uğramaktan ve işini kaybetmekten korkmak vardır. Risk iletişiminde ekonomik kayıplara uğrama ve işini kaybetme riskine yeterince vurgu yapılmamakta ve anlaşılır bir risk senaryosu yazılmamaktadır. İnsanların kurallara uymadıklarında domino etkisi (it ite, it kuyruğuna) nedeniyle işlerini kaybedebileceklerini anlatmak, algılatmak gerekir. 

Bu konuda devleti ilgilendiren toplumsal önerilerimi bir önceki yazımda yapmıştım. Bunlardan bilinemezliklerle ilgili, sorulamayan, söylenemeyen ve bireylerin yapabileceği üç eylemi yazarak yazı dizimizi sonlandırıyoruz. 

Toplumun yüzde 60’ının aşılanması 2022 Ocak’a kadar sürer

Ülkemize gelen Çin malı Sinovac inaktive (ölü virüs içeren) Covid-19 aşısının 3 milyon dozluk ilk partisi, birinci öncelikli grup olan çalışan sağlıkçılara yapılmaya başlandı. Çalışan sağlıkçılara aşı önceliğinin bittiği 18.01.2021 pazartesi akşamına kadar sevindirici bir oranla (her yüz sağlıkçıdan 78’i) 830 bin halen çalışan sağlık görevlisi aşı oldu. Emekli sağlıkçıların aşılaması için verilen süre (19.01.2021 Çarşamba akşamı) bitiminde 953 bin olan aşılanan kişi sayısı, diğer öncelikli risk gruplarına yapılamaya başlandığı 20 Ocak sabahından sonraki iki günün (22.01.2021) sonunda 1.202.050 kişi oldu. İki günde öncelikli risk gruplarından 249 bin kişiye yani günde 124 bin 525 kişiye aşı yapılabildi.

Bu aşılama hızıyla en az bir kronik hastalığı olan ya da 65 yaş üzerindeki yaş gruplarında olup acil aşılaması gereken 23 milyonun (sağlık personeli hariç) aşılanması yaklaşık 185 gün yani yaklaşık 6 ay (Temmuz 2021 sonuna kadar) sürer. Toplumun %60’ının (49,8 milyon) aşılanması ise yaklaşık 13 ay (2022 yılı Ocak ayı sonuna kadar) sürecek demektir.

Bu nedenlerle aşı tedariğini takip eden günlerde nüfusun %60’ının dahi ilk doz aşılamaların üç ay içinde bitirilebilmesi için önceki yazımda da belirttiğim gibi ekiplerin tek vardiya çalışması halinde günde en az 553 bin kişi aşı yapılmalıdır.

Elimizdeki Sinovac aşısının koruyuculuğu hakkında henüz yeterli bilgi yoktur. 15-59 yaş aralığında aşının koruyuculuğu en düşük: Yüz aşı yapılanda 50,4 kişi (9000 sağlık çalışanı üzerindeki Brezilya Faz 3 çalışması:). Sonraki: Yüz aşı yapılanda 65,3 kişi (1620 kişilik Endonezya Faz 3 çalışması:). En yüksek ise: Yüz aşı yapılanda 91,25 kişidir (1300 kişilik sağlık çalışanındaki Türkiye Faz 3’ü geçici ilk sonuçları).

Bir aşının koruyuculuğu düştükçe aşılanması gereken toplum yüzdesi artar. Salgınbilimciler  salgının bulaştırıcılığı, bir kişinin 2,5-3,5 kişiye bulaştırması hızında -R0 2,5-3,5 iken- yüzde yüz etkili bir aşıda toplum bağışıklığını sağlayabilmesi için nüfusun % 60-72’sinin; yüzde 80 etkili aşıda nüfusun % 75-90’ının; koruyuculuğu daha düşük aşılarda ise tüm nüfusun aşılanması gerektiğini ifade etmektedir.  Bu nedenle, aksi açıklanıncaya kadar elimizdeki Çin aşısının bir-iki, en geç üç ay içinde nüfusun en az %90’ına yapılması gerekir.

Aşısı yaptırma eğilimleri ve aşı direncinin nedenleri

Ne var ki, Ipsos’un Koronavirüs Salgını ve Toplum Araştırması’nın 37. Dönemi Koronavirüse Karşı Aşı Yaptırma Eğilimi verilerine göre 22-26 Ekim haftasından 25-29 Aralık haftasına kadar tekrarlanan bir kamuoyu araştırmasına göre 18 yaş üzeri yurttaşlarımız arasında “Her 10 kişiden 4’ü aşı hazır olunca ilk 3 ay içinde aşı yaptıracağını ifade ediyor.” Aşı yaptırmayı düşünenlerin sayısı 25-29 Aralık haftasında % 44’e yükselmiştir. Çünkü ilk hafta %51 olan aşılanma isteği,  %38 kadar düşmüş, 25-29 Aralık yurttaşların % 32’i kararsız, % 24’ü kesinlikle aşı yaptırmayı düşünmediklerini söylemişlerdir.

Aşı yaptırmayı düşünmeyenlerin nedenleri

Aşı yaptırmayı düşünmeyenler veya kararsız olan bireyler, en çok (yüz kişiden 50-48’i) koronavirüs aşısının yeni olmasından ötürü olası yan etkilerinden endişe ettiklerini belirtmişlerdir.  2-7 Aralık haftasında “Aşı firmasına/aşıya güvenmiyorum” diyenler ikinci, “Aşının beni koronavirüse karşı koruyacağını düşünmüyorum” diyenler ise üçüncü en çok aşı yaptırmama nedeni olarak bulunmuştur.

Bir örnek üzerinde tartışalım: Aşının koruyuculuğunun % 60 olduğunu varsayalım. Yukarıdaki araştırma verilerine göre toplumda zaten yüz kişiden 24’ü aşı yaptırmayacak olursa kalan 76 kişi aşı yaptırsa bile bunların içinde 30 kişi Covid-19’a karşı korumasız olacak, yakalanırsa hastalığı hafif geçirecek, ama yüz kişiden 54’ü hâlâ hastalığı yayacak. Bunu Türkiye nüfusuna yansıtırsak 44,82 milyon kişi hastalığı geçirme ve bulaştırma olasılığında olacaktır. Gerçek toplumsal bağışıklık oranı % 48 gibi ( salgınbilimcilerin istemediği, yani salgından korumayan bir oranda kalacaktır.

İŞTE BU NEDENLERLE:

1- Özellikle ölü virüs aşısı olan ve ülkemizin ilk ağızda yapmaya başladığı Çin firmasınca üretilen Sinovac aşısını gönül rahatlığıyla yaptırın. Koruyuculuk yüzdesi ne olursa olsun, aşı oldukları halde Covid-19’a yakalananlarda hastalık hafif seyretmekte ve ölüme neden olmamaktadır. Aşı sonrası yan etki oluşma riski,  Covid-19 hastası olma riskine kıyasla çok çok azdır. Aşı olmak bedensel, ulusal koruma ve özgürlüklerimizin geri gelmesi için tek çaredir. Eğer aşılama çalışmaları hızla istenen oranda toplumsal aşılamayla sonuçlanmazsa 2-3 ay içinde hastalık virüsünde olası mutasyon (yapı değişiklikleri) nedeniyle, var olan aşıların korumadığı yeni bir tip Covid-19 salgını olabilir. Bu nedenle aşı olmak sadece bireysel korunmanın çaresi değil, bir yurtseverlik, milliyetçilik, insan haklarına saygı göstergesidir.

2- Bize ve sevdiklerimize acımayanlara acımak, kendimizi aldatmaktır. ‘Maske’yi (uygun olarak) takmayan ve aşı olmayı reddettiğini bildiğiniz kişileri çalıştırdığı/bu kişilerin çalıştığı işyerlerinden hizmet ve mal alışverişi yapmayın. Kurumsal ve birden fazla kişinin çalıştığı işyerlerinde çalışanların sadece biri bu hatayı yapıyorsa dahi, kurum veya işyeri sahibine acımasızca şikayet edilmelidir. Böyle sorunlu çalışanların işyerleri sahipleri, ‘nedeninin önlemlere uymayan hangi çalışan olduğunu bütün ekibe söyleyerek’, çalışan ekibin hepsine (geçici olarak) maddi veya sosyal hak (performans) cezası vermelidir. Böylece çalışanların içlerinden birisi maske takmaz, aşı olmazsa bütün ekibin işsiz kalacağını anlamaları ve diğer çalışanların maske takmayana sosyal baskı yapması sağlanarak salgın kural ve yasaklarına uyulması sağlanacaktır.

3- Son olarak: Birey olarak gelecekteki salgınlardan korunmak için yapabileceğimiz en iyi işlerden birisi de yaklaşan ilk seçimde oyumuzu kasaplarımıza vermemektir. Ülkemizdeki siyasi mevzuatın eksiklikleri nedeniyle cumhurbaşkanları ve milletvekili gibi yöneticilerin ve siyasetçilerin cezalandırılmaları, ancak genel ve yerel seçimlerdeki oylarımızla olmaktadır. Ayasofya Camii’nin açılışı, Giresun mitingi gibi sosyal mesafe ve maske denetimlerinin yapılamadığı büyük toplantılar yapmakta ısrar ederek toplumdaki salgın riskini arttırıp risk algısını zayıflatan, riski uzun süre saklayarak topluma yalan söyleyen, Türk Tabipleri Birliği’nin kapatılmasını isteyen, mazlum çoğunluğu değil zalim azınlığın haklarını ve gelirini koruyan vb. siyasetçilere oy vermeyerek kendisi ve partisi cezalandırılmalıdır.

BİTTİ… 

Dr., Halk Sağlığı Uzmanı

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.