Köşe Yazıları

Büşra hoca ve Ayşe Berktay neden içeride?

0

Taraf’ta bugün yer alan bir habere göre demokrasiyi tahrip ettiği gerekçesiyle AKP iktidarını kınayan bir bildiri kaleme alan 50 isimden biri olan Fransız tarihçi Etienne Copeaux,  arkadaşı Büşra Ersanlı’nın tutuklandığını gördüğünde çılgına dönmüş ve bir şeyler yapması gerektiğini düşünmüş. Le Monde’da yayınlanan bildiriyi imzalamasının en önemli nedeni de buymuş.

Soyut demokrasi idealinin herkesin eşit olduğu fikri doğru ve önemlidir. Ama doğal olarak güncel hayatta her şey ve herkes ilgimizi eşit olarak çekmiyor. KCK davası adı altında binlerce, pek çoğu Kürt, çoğu seçilmiş siyasetçi ve aktivistin cezaevlerine tıkılmasının ne kadar insan haklarına aykırı ve anti demokratik olduğunu bilsek de, bu cadı avından mağdur olan insanlarla ancak kendi deneyimlerimiz, ilişkilerimiz, değer yargılarımızı biçimlendiren düşünce ve duygularımız üzerinden empati kurabiliyoruz. Tıpkı Copeaux’nun yaptığı gibi.

KCK davasının İstanbul ayağında 140’ı tutuklu 205 sanık hakkında açılan davaya dün Silivri’deki mahkemede devam edildi. Biz de dün, bir grup EDP’li arkadaşımla birlikte (Ferdan Ergut, Erol Katırcıoğlu, Ayla Şeşan, Saruhan Oluç,…), Silivri’de, KCK İstanbul duruşmasına katıldık. TRT spikerleri 2000 sayfa olduğu söylenen iddianamenin daha 200 küsuruncu sayfasındalardı. Gerçekten de bu uygulama sayesinde iddianameyi masal dinler gibi dinleyebiliyorsunuz. Gizli tanıkların (herhalde ajanların) ifadeleri, Abdullah Öcalan’ın açıklamaları ve internet sitelerinden alınmış anonim yazılar yardımıyla binlerce BDP’li siyasetçinin, aktivistin ve aydının terörist olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Sadece yargı ve demokrasi açısından değil, insanlık açısından da hazin bir tablo.

Ben sanıklardan sadece Büşra hocayı ve Ayşe Berktay’ı tanıyordum. Öndeki sanık bölümünde yüzden fazla insan vardı. Ama işte deneyimler, düşünce ve duygular böyle devreye giriyor. Gözlerim onları aradı. Duruşmaya ara verildiğinde onlara selam verdim, el salladım. Gülümsediler, tanıdıkları insanları görmeye çalıştılar, iyi ve moralli oldukları görülüyordu. Umarım bu rehine oyunu kısa sürede son bulur da, özgürlüklerine kavuşurlar.

Büşra hocayı ben de çoğunluk gibi yazılarından, yaptıklarından ve sağlam duruşundan tanıyorum. Panellerimize gelip konuşma yapar, her zaman özgürlüğü ve demokrasiyi savunurdu. BDP’ye de Kürt sorununun barış içinde çözümüne bir katkısı olsun diye üye olmuştu. Gerçek anlamda demokratik ve sivil bir anayasanın yazılması için BDP içinde mücadele ediyordu. Ama Büşra hocayı saygıyla takip etmemin başka bir nedeni daha vardı. 2007’de, biz Türkiye Kyoto’yu İmzala kampanyasını başlattığımızda, kampanyanın güçlü bir çıkış yapması için ilk 100 imzacı listesi oluşturuyorduk. Büşra hoca imza metnini aynı bölümde çalıştığı Semra hocada görüp, mutlaka benim ismimi de ekleyin diye haber göndermişti. Biz çoğu isme ulaşmak için çabalarken, Büşra hoca kendisi ilgilenip ilk imzacılar arasına girmişti. Diğer kampanyalarımıza da hep destek verdi.

Ayşe Berktay’la da ortak toplantılarda hep selamlaşır, konuşurduk. Savaş karşıtı harekette, Irak Dünya Mahkemesi gibi hareketin yüz akı olan bir organizasyonda, kadın hareketi içinde ön plandaydı. O gerçek bir aktivisttir ve Ayşe Berktay’ın aktivisti olduğu işler insana güven verir. Irak Dünya Mahkemesi (WTI) uluslararası heyetinin onun için KCK davasını izlemeye gelmesi küçümsenecek bir şey değildir. Ayşe Berktay da BDP’de, kadın meclisi içinde aktif olarak çalışıyordu.

Sanırım KCK davasını anlamak için asıl sormamız gereken soru şu: Büşra hoca ve Ayşe Berktay neden içeride? Onları şimdi serbest bıraksalar ne olur?

Bence ne olacağı açık. Serbest kalırsa Büşra hoca üniversiteye döner, yazılarıyla, konuşmalarıyla demokrasiyi ve sivil anayasayı savunur, BDP içinde de Kürt sorununun barışçı çözümü için, sivil, şiddetsiz bir siyaset dili geliştirmek için etkili olmaya devam eder. Ayşe Berktay da savaş karşıtı hareketle ve kadın hareketiyle, sivil Kürt siyasi hareketinin bağlarını güçlendirmeye devam eder.

Ayşe Berktay, durumu Irak Dünya Mahkemesi kurucularından, Belçikalı filozof ve aktivist Lieven de Cauter’in kendisine yazdığı mektuba 10 Aralık 2011’de Bakırköy Cezaevi’nden yazdığı cevabi mektupta çok iyi özetlemiş (Bianet, 2 Ocak 2012):

“Kürt sorununa bir çözüm bulabilmek ve silahlı çatışmaya bir son vermek için iki yol vardır: Birisi ‘teröristler’le savaşa devam etmek, yenmek, ortadan kaldırmak için çabalamayı sürdürmek. Yani; hepsini öldüreceksin ve sorun hallolacak.

Diğeri ise bir diyalog ortamı oluşturmak, görüşmelere başlamak, askeri operasyonlara son verip sorunu müzakere etmek. Herkesin olumsuz bir durumla karşılaşmadan, düşüncelerini özgürce ifade edebileceği gerçek bir tartışmayı koruma altına alan gerçek bir demokratik ortam oluşturmak için adımlar atmak, gerekli yasaları değiştirmek. Siyasi mahkumları serbest bırakmak ve sorunu özgürce tartışmak.

Biz bu ikinci tavırdan yana olduğumuz ve onun için mücadele ettiğimiz için bize savaş açtılar ve bizi terörist ilan ettiler.”

Bu KCK davasının nedenini hala merak ediyor musunuz?

You may also like

Comments

Comments are closed.